@buzlarkralicesi
|
-9- ❝Ebru❞ Bavullarla eve gelirken bende ufaktan bir bayram havası, belki de hayat ışıltısı vardı. Belkıs anne gelmişti. Birkaç gün burada kalacaktı. Zamanlaması kötü olsa da Belkıs anneyi severdim ben. Oğlu Akel'in tam tersiydi. Sıcakkanlı, anaç, anlayışlı, affedici... Gülen bir yüzü vardı her zaman. İnsana hayat enerjisi depoluyordu sanki. Bu yüzden onun gelişine istemsiz de olsa sevinmiştim. Sağ olsun, duygularımız karşılıklıydı. Belkıs anne de beni pek severdi. O da beni gördüğüne çok mutlu görünüyordu. Eve gelip rahatça salona geçtiğimizde sıkı sıkı sarılıverdi bana. "Kızım... Ne uzun zaman oldu, özlemişim." "Belkıs anneciğim..." Başımı omzuna koydum beni kızı gibi gören kadının. "Hep gel diyorum gelmiyorsun." "Fırsat mı oluyor be yavrum? Anca." Bakışları gölgelendi ayrıldığımızda bana bakarken. "Sen iyice zayıfamışsın. Hasta mısın yoksa?" Kızar gibi baktı ve beni azarlamaya hazırlandı. "Yoksa sen de o zayıflama meraklıları gibi diyet yapıp aç mı bırakıyorsun kendini?" Daha cevap vermeme gerek kalmadan savunmaya geçti. "Biblo bebek gibisin çocuğum, ne gerek var öyle şeylere? Sakın bak, sakın." Güldüm yumuşacık. "Yok anneciğim, öyle bir şey yapmıyorum merak etme." derken omzuna dokundum. "Sadece son günlerde biraz yoğun çalışıyorum." sözüyle geçiştirdim. Yaşadığım korkunç şeylerle kadıncağızın da yüreğine indirmek istemedim. Oğlunun ne haltlar karıştırdığını öğrenseydi hücceten giderdi maazallah. Belkıs annenin bakışları oğluna döndüğünde duvara yaslanmış sırasının gelmesini bekleyen Akel ellerini iki yana açtı. "Sonunda bir oğlun olduğunu hatırladın Belkıs Hanım." Kadınsa sarılmadan önce "Karına iyi bak hergele! Bak, görmüyor musun erimiş bitmiş kızcağız." diye fırçaladı oğlunu. Hâlinden gayet memnun olan Akel'se gözlerini devirdi. "Hiç de kıyamaz gelinine." "Sensin gelin! O benim kızım, kızım. Dış kapının mandalı olan sensin." Gülüştük. Hemen Belkıs annenin çantalarını kenara alıp pardesüsünü çıkarmasına yardımcı oldum. "Sen hemen geç anne. Salonda biraz dinlen, ben iki dakikaya masayı hazırlarım." Sabah gün aydınlanmadan kalkıp Belkıs annenin sevdiği şeyleri yapmıştım. Biraz aceleye gelmişti ama umarım beğenirdi. "Ne ara yaptın çocuğum? Zahmet etmeseydin, zaten çalışan kadınsın." "Yok canım, hemen bir çabuk yapıverdim öyle işte. Hadi sen geç otur, biraz soluklan." Her işe burnunu sokan Akel'se bu konudan da geri kalmadı. Annesinin yanında erkeklik yapacak ya, böbürlenerek "Yapacak tabii anne, her gün mü geliyorsun bana? Kırk yılın başında." deyiverdi. Sanki o söylemese ben yapmayacaktım, onun küçücük beyniyle hareket ediyordum. Ama Belkıs anneye bu içi hava dolu laflar söker miydi? Sökmezdi tabii. Hemen bir "Hoşt, eşşoğlusu!" çekti oğluna. "Çok biliyorsan kalk sen yap. Öğretmenlik şirket yönetmeye benzemez. Kızcağız iki işi birden götürüyor. Hem çocukları öğretmek, hem ev işleri kolay mı da boş teneke gibi tıngırdıyorsun?" Onun bu sözlerine gülmeden edemedim. Akel'se biraz bozulmuştu ama sezdirmedi annesine. "Aşk olsun anne ya." "Aşk olmazsa meşk olsun. Senin böyle karın varken onu el üstünde tutman gerekir, ezdirmemen gerekir." "Ne yaptım ki ben şimdi?" Annesini koluyla omuzlarından sararken salona doğru ilerledi. "Gel bakalım Belkıs Hanım, yıllık fırçanı da attığına göre baş köşeye otur da rahatına bak biraz." Tebessüm ederek onların içeri girişini seyrettikten sonra ben de mutfağa geçip kolları sıvadım. Isıtılması gereken şeyleri hazırlarken anne oğulun koyu bir sohbete tutuştuklarını az biraz duyabiliyordum. ●●● Belkıs Hanım eski topraktı. Daha arabaya biner binmez anlamıştı bu âşık çiftin aralarına soğukluk girdiğini. Önceleri çifte kumru gibi olan iki insan aniden buz gibi soğumuştu birbirilerinden. Tabii aniden demek ne kadar doğru olurdu bilemiyordu, yaklaşık bir yıldır doğru düzgün oğlunu ve gelinini ziyarete geldiği yoktu. Evli çiftlere öyle olur olmaz her zaman gidilmemesi gerektiğini bilecek kadar da adabı olan bir kadındı. Ancak böylesi birbirilerinden uzaklaşmış olmalarına şaşıp kalmıştı doğrusu. Akel ve Ebru çok severek evlenmişti. Zor şartlar altında evlerini kurmuşlardı. O zamanlar oğlu parasız pulsuz, Ebru da okulunu yeni bitirmiş bir garip öğretmendi. İkisi için de zor dönemlerdi ancak Ebru yine de Akel'e hep destek olmuştu. İşini kurmasında, her şeyi yapmasında hep manevi desteği olmuştu. Belkıs Hanım şanslı olduğunu biliyordu. Gelini Ebru onun gözünde pırlanta gibi bir kızdı. Ne paraya pula önem veren ne de küçücük sorunlardan evlilik bitiren biri değildi ama bu gelişinde kızın eriyip bittiğini, tükendiğini görebiliyordu. Ve bu onu üzüyordu. Başta emin olmadığı için sesini çıkarmak istemedi ama Akel'in tatlı tatlı şaka kisvesi altındaki aşağılamalarını ve şımarıklıklarını yol boyu görünce sinirleri iyiden iyiye tepesine çıkmıştı. Yine de sabırlı olup sakinliğini korudu ve oğluyla baş başa kalmayı bekledi. Salonda otururken Ebru elinde kahvelerle "Kahvaltı gelene kadar yol yorgunluğunuzu alır." diyerek gelip kahveleri ikram ettikten sonra tam zamanı diye düşündü kadın. Memnuniyetle tebessüm etti Belkıs Hanım. "Sağ ol kızım benim." Kahvaltıdan önce kahve içmeyi sevmesine kadar her şeyi önemsiyordu Ebru. Ne iyi, ne düşünceli kızdı. O mutfaktaki hazırlıklara gittiğinde normalde yol mol dinlemeden kolları sıvayan kadın bu kez yardım teklifinde bulunmadı. Maksadı oğluyla baş başa kalmaktı. Kahvesinden bir yudum aldığında ise "Karın senin hazinendir oğlum." diyerek söze girdi. "Para kazanılır, kaybedilir. Allah sağlık versin, ağız tadı versin insana. Gerisi inan ki boş." Gözlerini deviren adamsa "Biliyorum anne." demekle yetindi. Ya oralı değildi ya da olmak istemiyor gibiydi. "Ebru'yu seviyorum, biliyorsun. Burada iki şakalaştık diye ne mana çıkardın yine?" "Bir mana çıkarmadım oğlum. Ben senin düşmanın değilim, her dediğim senin iyiliğin içindir, o yüzden kulak ver. Bir sebebi olmasına da gerek yok söylediklerimin. Genel konuşuyorum, üstüne alınman gerekenleri alın." "Tamam anne." Ellerini açtı memnuniyetle. "Gönder gelsin." "Para pul gittiği gibi gelir ama karın başka. Onu kaybedersen geri kazanamazsın. Ne onu, ne onun gibisini bulamazsın." Oğluna doğru biraz daha eğilip yavaş konuştu. "Bu dünyada insana piyango bir kere vurur oğlum. Sana vurdu, bir daha vurmasını bekleme. Ve sen sen ol, sakın baban gibi olma. Karını el üstünde tut, ezme, ezdirme ve onu sakın kaybetme." O an bu sözlerin ne anlama geldiğini anlamadı Akel. Çünkü başına gelmemişti. O hiç karısını kaybetmemişti ki. Ebru her zaman onun yanında olmuştu. Batsa da çıksa da, zenginliğinde de fakirliğinde de yanındaydı. Sanıyordu ki onu hiç kaybetmeyecekti. Bu yüzden annesinin söyledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkıverdi. "Zaten el üstünde tutuyorum anne." Kendini savunmaya geçti hemen. "Buraya onun için geldik. Bir dediği iki edilmiyor. Daha geçen gün servet değerinde kolye aldım, bir kere bile takmadı." Yüzünü ekşiterek arkasına yaslanan kadın "Aman sen de!" diye söylenerek elini salladı. "Ebru paraya değer veren biri mi sanki?" Bilge bir edayla kaşlarını kaldırdı. "Belki de istediği bu değildir." Yüzünde ima barındırıyordu. Ancak sessiz kalan ve kendisine boş bakışlarla bakan oğlunun bunu anlamadığını görebiliyordu. "Ebru'nun gözü parada pulda değil Akel. Artık onu tanıyor olman lazım. Zaten o yüzden diyorum ya karın senin hazinen diye. Bu devirde insanı kendi olduğu için seven mi kaldı? Herkes bir menfaat peşinde." "Biliyorum, Ebru öyle biri değil." O an ilk kez el öpmeye geldiği gün düşmüştü Belkıs Hanım'ın aklına. Nasıl da su damlası gibiydi, bir de utangaç ve heyecanlı. "Öyle hanım hanımcık, saygılı, iyi kalpli biri ki görür görmez kanım kaynamıştı. Kızım gibi sevdim onu." Arkasına yaslanan Akel bir anda ilk tanıştıkları zamanlara dönüverdi dalgınca. "Öyledir. Hep sıcakkanlıdır Ebru, iyi kalplidir. Kendinden çok başkalarını düşünür." "E madem öyle neden gönlünü almıyorsun karının?" Omuz silkti adam. "Bir şey yapmadım ki gönlünü alayım anne. Kavga falan olmadı aramızda öyle sandığın gibi. Birdenbire soğuk davranmaya başladı." "Birdenbire değildir o!" Gözlerini oğlunun üzerinde gezdiren kadın usulca başını salladı aşağı yukarı. "Yapmışsındır sen. Yapmışsındır da anlamamışsındır mutlaka. Babanın soyu değil misin? Vurdumduymazın tekisin." "Anne ya." Düşünceli biçimde kahvesinden yeni bir yudum aldı. "Acaba işleri mi yoruyor kızcağızı? Hem okul, hem ev işleri falan... Bir yardımcı mı alsan eve, ha?" "Yok be anne, o hamile kalmayı kafaya koymuş. Ne meraklıymış doğurmaya. Ben ümidi kestim o kesmedi." Kaşları çatıldı Belkıs Hanım'ın. "Ne biçim konuşuyorsun sen öyle? Ulan sen değil miydin geçen sene bunun yüzünden Ebru'yla kavga eden? Şimdi de o mu çocuk meraklısı oldu?" "Anne sen de hep bana kız." "Sen de kızılacak şeyler yapma Akel, ağzından çıkanı kulağın duysun da kızmayayım. Tutarlı ol biraz." Bozulan oğluna doğru eğilip dizin avuçladı. "Çocuğum ben senin kötülüğüne mi konuşuyorum? Annenim ben senin. Seni benden çok kim düşünebilir?" Kızarak olmadığını anlayan kadın tatlı tatlı suyuna gitti. "Bak, ne yap et karının gönlünü al e mi?" "Bir şey yapmadım ki!" diye yineledi adam. Bu kez kızgın bir ergen gibiydi yüz ifadesi. "Bir gün bir geldi, suratı sirke satıyor. Bir daha da düzelmedi." Ansızın şikâyet etmeye başladı. "Hiçbir şeyden memnun olmuyor. İki zenginlik gördü diye doyumsuz oldu, kolyeye bile sevinmedi diyorum ya." "O işleri geçeceksin Akel Efendi. Kimse beni Ebru'nun parayla değiştiğine inandıramaz. Sen hatayı önce kendinde arayacaksın. Dönüp bakacaksın, ben ne yaptım diye düşüneceksin bulacaksın." Aklını kaçıracakmış gibi oluyordu Akel. O gün kavga etmediklerine, her zamanki muhabbetleri dışında bir şey olmadığına emindi. Peki ya neden böyle davranıyordu kadın? "Bulabilsem... Birden yüz seksen derece değişti. Yüzüme bakmıyor, kavgalarda eskisi gibi alttan almıyor. Muhatap alıp tartışmıyor bile benle." diye söylendikten sonra aniden geçen gece aklına geldi ve sesini kısarak annesine doğru eğildi. "Artık yanına bile yaklaştırmıyor." "Hoşt! Anneyle konuşulacak konular mı bunlar?" diye kızsa da bu kritik bilgiyi edindiği için memnun olmuştu kadın. Çünkü kadın aklıyla düşündüğünde böyle bir durumda önemli bir sorun olduğunu anlayabiliyordu. Bir kadın ancak kocasından soğursa böyle davranışlarda bulunurdu. "Akel, aklını başına topla oğlum. Ebru durduk yere sana tavır almaz, yatağından uzaklaştırmaz. Senin nelerini çekti bu kız. Sen kesin bir şey yapmışsındır. Ne yaptıysan bul, düzelt." Yarımağız "Tamam anne." derken sıkıntıyla gözlerini devirdi yeniden. Zaten annesi onu ne zaman anlamıştı ki? Hep gelininin tarafını tutsun. Oğlunun yaşadığı sıkıntıları umursamasın. Anlamaya çalışmasın hiç. İlk zamanlar annesinin Ebru'yla bu kadar iyi anlaşmasına memnundu. Hâlâ memnun olduğunu da gizleyemezdi ama en azından kendisini de anlamasını bekliyordu. Ama nafile. Aralarındaki soğuk sessizlik başladığı an Ebru gülümseyerek "Sofra hazır, buyurun geçelim." diyerek yanlarına geldi. Belkıs Hanım'ın sirke satan suratı bir anda gelinini görünce gülümsemeyle yenilendi. Birlikte keyifli bir kahvaltı edildi ve herkes hâlinden son derece memnundu. Sevimli sohbetler, yalandan gülümsemeler... Ebru'nun içindeki gizli acıyı saklayan ise sadece içinde büyümekte olan intikam tohumlarıydı. ❝Ebru❞ Daha ilk günden Belkıs anneyi evde yalnız bırakmak pek içime sinmese de derse yetişmem gerektiği için evden çıktım. Belkıs anne de zaten sağ olsun git kızım git, ben de anca yorgunluğumu atarım zaten diyerek gönderdi beni okula. Hayatımın gerçekleriyle yüzleştikten sonra koşa koşa gittiğim okula artık ayaklarım geri geri gidiyordu. Akel ve Yeşim. Kocam ve arkadaşım. Onlar benden yalnızca evliliğimi, arkadaşlığımı almamıştı. İşimi ve ona olan sevgimi de almışlardı. Yaptıkları yüzünden Yeşim'in olduğu hiçbir ortamda bulunmak istemiyordum. Onların utanmadığı şeyler yüzünden ben utanıyordum. Koridorda yürürken Yeşim'le karşılaştığımda ilk kez içimde boş bir duyguyla ona doğru ilerliyordum. Belki sıcağı sıcağına karşılaşsaydık bu kadar sakin olamayabilirdim ama az da olsa geçen zaman, Yeşim'e hiçbir şey olmamış gibi davranabilmem konusunda yardımcı oluyordu. Bunu içimde hissedebiliyordum. Kolay olduğunu iddia edemezdim. Ama şu an ilk ankinden daha sakin ve dingin davranabiliyordum. Beni görünce hiçbir şey olmamış gibi yanıma gelip "Hayatım nasılsın? Özleştik!" diyen kadının gülümsemesinden iğrenti duydum. Merakla kaşları çatılan kadın çok geçmeden geçen günkü iznimi sordu. "Rapor almışsın, iyi misin?" Onun Akel'le yaşadıkları yüzünden bebeğimi kaybettiğimi, ellerinde bebeğimin kanı olduğunu söylemedim. Daha iyi bir şey yaptım, hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Onun bana yaptığı gibi yaptım. Arkadaşıymışım gibi konuşmaya devam ettim. Arkadan bıçaklama konusunda onun kadar tecrübeli olmasam da gelişiyordum. Onların yanında staj görüyordum. "Biraz üşütmüşüm canım, kırıklığım vardı. Çocuklara bulaşmasın diye izin aldım. Evde dinlendim." "İyi yapmışsın." Hevesle bileğindeki künyeyle oynuyordu boşta kalan parmakları. Sanki fark etmemi ister gibiydi ya da yeni aldığı bir şeye duyduğu heves gibi. İkisi de midemi bulandırdı çünkü o künyeyi tanıyordum. O künye, benim masum duygular içindeyken kocamın ceketinde bulduğum bileklikti. Bana hediye edeceğini düşündüğüm, bu yüzden bulutların arasında hissettiğim bileklik. Habersizmiş gibi baktım künyesine. "Ne güzel bir şey bu, yeni mi?" Neşeyle başını salladı. "Hı hı, yeni." İmalı bir ses tonuyla da ekledi. "Hediye." Kaşlarım havalandı dudaklarımı kıvıran bir tebessümle. "Özel birinden sanırım." "Evet." cevabından sonra düzeltti Yeşim. "Yani sayılır." "E hiç bahsetmedin?" Bilmiyormuşum gibi sorduğum bu soruya karşılık içimde bir kin büyüdü. Kocamla yatıyordu. Ve bu bileklik kocamın hediyesiydi. Utanmadan yüzüme baka baka özel birinden hediye aldığını söyleyebiliyordu. İşte böyle de utanmaz biriydi. Saklama gibi bir gayesi bile yoktu. Diyelim ki âşık olmuştu, Akel'i gerçekten sevmişti. Yine de böyle yüzsüzce davranır mıydı? Maalesef, bu benim aşk anlayışıma çok tersti. Ve işin acı yanı, bunun aşk olduğunu da çok düşünmüyordum. Her şeyi bir kenara bırakalım, arkadaşlığımıza ihanet etmesine değmiş miydi? Sanmıyordum. Hâlâ haince karşımda duran kadın sahte bir utangaçlıkla başını öne eğdi. "Henüz çok yeni." "E tanıştırırsın bizi artık." Bunu söylediğim an yüzünün şekli değişti. O bahsetmekten heves duyan kadının yerine panik hislerini kontrol altında tutmaya çalışan kadın gelmişti. Bu hoşuma gitti. Onların her haltı çevirdikten sonra elini kolunu sallaya sallaya gezmesindense çekinip korkmaları daha adildi. Bir köşeye korkup sinmelerini. Bana yaşattıklarını misliyle ödetecektim onlara. Laf olsun diye "Belki bir gün." dedikten sonra gözlerini kaçırdı ve hemen konuyu kapattı. Yavaş çekimle dünyamın başıma yıkıldığı anlar yeniden zihnimde belirmişti sanki. Kadının bileğindeki künyeye baktım. Orada benim gençlik aşkım vardı. Biten evliliğim vardı. Her şeyimi bağladığım bebeğim vardı. Hayata dair umudum vardı. Onlar için belki kısa süreli bir heyecan, eğlenceydi. Belki de aşk sandıkları ya da gerçekten aşk olan bir duygu. Basit, pahalı bir bileklikti belki bu Yeşim için. Ama benim gözümde öyle değildi. Daha fazlasıydı. Kalbimi kıran büyük bir ihanetti. Bana sadakat yemini verip tutmamış olan kocamın sadakatsizliğiydi. Gözlerimi çektim o künyeden. Kolumdaki saate baktım. "Derse yetişmem gerek, sonra görüşürüz." dedim. "Tamam hayatım." Her zamanki samimiyetiyle "Çıkışta birer kahve içer miyiz?" diye sorsa da bugünlük Yeşim dozumu almıştım. Onunla daha fazla muhatap olacak gücü kendimde bulamıyordum. Bu yüzden Belkıs anneyi bahane etmeye karar verdim. "Çok isterdim ama Akel'in annesi geldi. Sonra yaparız olur mu?" Yüzünü ekşitti kadın. "Aman, kaynana." Sanki Belkıs anneyi tanıyormuş gibi. "Hani derler ya görümce, görmeyeyim ömrümce diye. Neden kaynanalara böyle gediğine oturan bir laf bulamamışlar anlamadım doğrusu." "Öyle deme ya, Belkıs anne çok iyidir." Omuz silkti boş verircesine. "Ay bir kaynana ne kadar iyi olabilir ki? Öz annen değil sonuçta." Yazık der gibi bakmamak için kendimi zor tuttum. Her zamanki hoşgörülü tavrımı takınmaya özen gösterdim. "Tanımıyorsun, o yüzden öyle konuşuyorsun. Tanısan çok seversin." "Almayayım canım, alana da mani olmayayım." Fıkır fıkır bir gülüşle elini salladı. "Hadi, görüşürüz." O gittikten sonra çok geçmeden derse girdim. Tüm gün bu olanların patlak vereceği zamanı düşündükçe başıma bir ağrı girdi. Özellikle bunları öğrendiğinde Belkıs annenin ne kadar üzüleceğini düşündüm durdum. Onun oğluna dair büyük umutları vardı. Sıfırdan inşa etmişti hayatını Akel. Onun gurur kaynağıydı. Ve birdenbire rezil oluşuna şahit olacaktı. Ne yazık. İstemezdim böyle olmasını. Eğer sırtımda böyle büyük bir hançer olmasaydı Belkıs annenin hatırına rezil etmezdim Akel'i. Ama o benim gururumu, onurumu düşünmemişti. Ayaklar altına almıştı. Ben de ona acımayacaktım. Okuldan çıkıp arabaya doğru yürürken telefonum çaldı. Arayan Doğu'ydu. Elimdeki dosyaları arka koltuğa bıraktıktan sonra yanıtladım aramasını. "Merhaba." "Merhaba Ebru, nasılsın?" "İyiyim, teşekkürler. Sen?" Bu daha çok nasıl olduğunu değil de neden aradığını soran bir tonda çıkmıştı dudaklarımdan. Bunu fark etmiş olacak ki "Ben de iyiyim, teşekkürler." diyen adam karşılık verdi. "Çiftlik evinde buluştuğumuz gün eve geciktin mi, Akel bir şey fark etti mi diye merak ettim aslında." "Yok, fark etmedi merak etme." "Peki, bir şey bulabildin mi?" "Henüz değil. Başım biraz kalabalık. Ama en kısa sürede işine yarayabilecek bir şeyler bulacağım." "Tamam. Acelesi yok, sadece durumlar nasıl diye sormak istedim." "Her şey yolunda." İç geçirdim sıkıntıyla. "Herkes hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor." Bunu neden söylemek istemiştim bilmiyordum ama yeniden konuşmaya başladığımda ağzımdan çıkan ilk cümle "Yeşim, Akel'in hediye ettiği künyeyi takmıştı madalya gibi. Yüzsüzce." olmuştu. Bundan Doğu'ya neydi ki? Bizim kadın kıskançlıklarımız onu neden ilgilendirmişti? O an söylediğim şeye pişman olup ekledim. "Ya, kusura bakma. Bunlar seni neden ilgilendirsin değil mi? Ben... İçim doluydu. Annem de dâhil kimse bilmiyor. Kimseyle paylaşamıyorum, bir anda sana patladım derdimi dökmek için." "Yo, yo sorun değil. Saçmalama. Tabii ki benimle paylaşacaksın. Unuttun mu, biz bu konuda kader ortağıydık seninle." "Orası öyle ama sadece işle ilgili bir konuydu bu. Yani bizim kadın kıskançlığımızla sen ne alaka yani değil mi?" "Ben öyle düşünmüyorum, Ebru. Garip bir yolla da olsa arkadaş olduk biz seninle. Ve birbirimizin en gizli sırrına ortağız. Kimsenin bilmediği sırrımızı biliyoruz. Ve bu bizi ister istemez yakınlaştırıyor." Ben sessiz kalınca aceleyle "Yani arkadaş olarak tabii ki." diyerek ekledi. Artık geçen gün onu nasıl korkuttuysam. Hemen açıklama gereği duydu. Güldüm. "Tamam, böyle düşünmene sevindim. Çünkü paylaşmazsam patlamak üzereydim." "Benimle her şeyi paylaşabilirsin." Kısa bir sessizliğin ardından "Sen o bilekliği Akel'in hediye ettiğini nereden biliyorsun ki?" diye sordu. "Akel'in ceketinin cebinde bulmuştum. Benim için aldı, bana hediye edecek sanmıştım. Ah, aptal kafam." diye hayıflandım kendi kendime. Adamın telefonun diğer ucundan sıkıntılı bir nefes verdiğini duyabiliyordum. "Ebru, ben çok rahatsızım. Benim yüzümden seviyesiz insanlarla muhatap olmak zorunda kalıyorsun. Bak, eğer istersen bu evliliği hemen bitir. Ben başka bir yolunu bulurum." "Olmaz. Şuan elimizdeki en güçlü silah bu evlilik ve benim her şeyden habersiz olduğumu sanmaları. Bunu elimizden kaçıramayız." "Ama senin bu şekilde üzülmen, benim yüzümden bu durumda olman-" "Senin yüzünden diye bir şey yok, Doğu. Birincisi, bu benim tercihimdi. Ben karar verdim buna. İkincisi, tamamen senin için yaptığım bir fedakârlık yok. Bu ikimizin de göreceği ortak bir hesap. Senin olduğu kadar benim ve bebeğimin de hesabı." "Öyle diyorsan." Kararlılıkla "Öyle diyorum." yanıtını verdim. "Vaktin var mı? Birer kahve içebilir miyiz?" "Maalesef, şu sıralar bir yere çıkamam. Belkıs anne geldi, onu evde yalnız bırakmak istemem." "Belkıs anne?" "Akel'in annesi." "Anladım." "Zaten Akel de eve geç geliyor, kadın evde kumkumav kuşu gibi kalsın istemem." "Ona kişisel bir değer verdiğin söylediklerinden anlaşılıyor. Ne hoş." Omuz silktim kendi kendime. "Belkıs anneyi hiçbir zaman kayınvalide olarak görmedim ki. O da beni gelin gibi görmedi. Beni sever, ben de onu. Saygı duyarım çok. Üzülmesini de istemem ama-" "Ama maalesef beş para etmez bir oğlu olduğu için er geç üzülecek." Hoşuma gitmese de haklı olduğunu biliyordum. "Evet." O an bu kasvetli gerçekle bu kadar çabuk yüzleşmek istemediğim için merak ettiğim başka bir şeyi sorguladım. "Sen birlikte görünmemiz iyi olmaz dedin, kahve içmeye davet ettin. Kabul etseydim nasıl olacaktı?" "Benim de kendime göre gizli yerlerim var." Kontrolüm dışında gülümsedim. "Anladım. Gizli kapaklı bir adamım diyorsun." "Öyle değil de..." Saatime baktım. "Ben kapatıyorum. Eve gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz olur mu?" "Tamam." Ben tam kapatmak üzereyken "Ebru." dedi sanki bir şey söyleyecekmiş gibi yarım ifadesiyle. "Kendine dikkat et." "Olur, ederim." Telefonu kapattığımda arabayı çalıştırıp kendimi eve atmak dışında bir şey düşünmüyordum. Öyle yorgundum ki. Yorgunluğumun başlıca sebebi çalışmak değil, aklımda dönüp duran düşüncelerdi. Ve onlardan kurtulmam için daha vakit var gibi görünüyordu. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 💙 Siyah Yıldızlar'ın yeni bölümünde sizlerle buluşmak için çok hevesliydim, sonunda buluştuk! Bilmeyenler için duyurayım, artık her Cuma Siyah Yıldızlar'a yeni bölüm gelecek. 😍 Yoğun ilgi olursa haftada bir gün daha ekstra bölüm gelebilir, size bağlı. Şimdilik her Cuma görüşmek üzere. ✨ Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Sizi en çok sinirlendiren sahne hangisiydi? Buraya yazabilirsiniz. Ve en hoşunuza giden sahneyi de buraya yazabilirsiniz. Son olarak, istek sahnelerinizi buraya yazarsanız sevinirim, hepsini okuyorum biliyorsunuz. Sizleri aşırı aşırısı seviyorum ama uzatmayacağım çünkü yeni bölümü birkaç dakika geciktirdim. Bol yorumlarınızı bekliyorum, benim için çok önemli. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |