Yeni Üyelik
19.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 10/1

@buzlarkralicesi

YAZAR NOTU: Eveeet arkadaşlar, bugün benim doğum günüm. Bu sebeple ben size bir hediye vereyim dedim. Hem 620 Bin okunma oluşumuzun hem de doğum günümün şerefine gelsin bu yeni bölüm!
Sizleri seviyorum, keyifli okumalar diliyorum! 🌸❤
*

-10- / 1

İncelediği dosyaları yavaşça masasına bırakırken dünü düşündü. Eve gittiğinde karısı bir karış suratla karşılamıştı doğal olarak. Ancak ilginç kısmı, birkaç kere çiçek mevzusunda saldırmaya çalışıp sonra vazgeçmesi olmuştu. Onun tanıdığı Aylin bu konuyu uzatabildiği kadar uzatırdı. Kavga ve kaostan beslenen bir insandı o. Telefondaki konuşması etkili olmuştu anlaşılan. Sessizce yemeklerini yiyip odalarına çekilmişlerdi ve birbirilerine sırtlarını dönerek uyumuşlardı. Bu kadar. Oysa Yağız eve geldiğinde kopacak bir kıyamete hazırlamıştı kendini. Bu duruma şaşırmadığını söylese yalan olurdu.

Karısının bu konuda tartışmayı uzatmamasının en büyük etkenlerinden biri, bu aldatma meselesinin gerçek olmadığına ikna edilmesiydi. Ya da gerçekse bile en azından etrafa dökülüp saçılmayacak bir şey olduğunu düşünüyordu muhtemelen. Gülüp geçti tüm bunlara Yağız. Eskiden birbirilerine sevgi ve saygısı olan bir çift olarak bugünleri gördüklerine inanmak güçtü. Gelecekteki hayatı hiç böyle bir evlilik hayal etmemişti. Açık konuşmak gerekirse Yağız öyle çok hayal eden bir adam da değildi, hayallerden ziyade somut planlara dayanırdı yaşamı. Fakat böyle bir evlilik planları dâhilinde de yoktu. İnsanı hayal kırıklığına uğratan da buydu herhâlde.

Kapı çalınca tüm bu derin düşüncelerin anlamsızlığının farkına varmış gibi özüne döndü. "Gir!" İçeri giren asistanı yardımcısının geldiği haberini verince gecikmeden "İçeri gelsin." komutunu verdi. Mehmet denen o yarı ölü adam hakkında herhangi bir şey bulmuş olmasını ümit etmediğinden, bu gelişinin kesinlikle Nağme denen o kızla alakalı olduğuna adı gibi emindi. Zaten Mehmet konusu da öylece kapanıp gitmişti. Bir yerde ölüp gitmiş olması muhtemeldi. O konuda endişelenmesi gereken bir husus kaldığını düşünmüyordu. Bunca araştırma sonuç vermediğine göre.

Yardımcısı içeri girer girmez karşısındaki koltuğa buyur etti ve lafı evirip çevirmeden "Evet, neler buldun bakalım?" sorusuyla konuya girdi. Her zaman sonuç odaklı biri olduğundan, gereksiz girizgâhlarla oyalanıp vakit kaybetmeyi sevmezdi.

"İsteğiniz üzere Nağme Ongur'u araştırdım, son derece sıradan bir ailesi var. Düşük gelirli, normal bir ailenin kızı. Araştırdığım kadarıyla bir abisi, bir de kız kardeşi var sanırım. Bir de hasta babası. Nağme Hanım sınıf öğretmeni. Gayet sıradan bir hayat sürüyor."

Her ne kadar onu ilgilendirmeyen -ya da ilgilendirmemesi gereken dese daha doğru olurdu- bir detay olsa da sormadan edemedi Yağız. "Hayatında biri var mı peki?"

"Bu kadar kısa sürede bulduğum bilgilerde küçük de olsa yanılma payı olabilir, siz de biliyorsunuz. Ama araştırdığım kadarıyla hayatında biri yok. Zaten buna vakti de yok, gördüğüm kadarıyla söyleyebilirim ki günleri koşturmacayla geçiyor."

Yalnızca kendi duyabileceği bir mırıltı tonuyla "Güzel." dedi yalnızca. Bu kız için bazı planlar oluşmaya başlamıştı aklında. Tesadüflere inanmazdı genç adam. Bu kadınla da karşılaşmalarının bir tesadüf olmadığını düşünüyordu. Her şeyin bir sebebi, bir amacı olduğuna inanıyordu Yağız. Artık işlerine dönmesi gerektiğinden "Tamam, sen çıkabilirsin." diyerek yardımcısına çıkması için müsaade verdi.

"İyi günler Yağız Bey."

Kapıdan çıkan yardımcısını başıyla selamladıktan sonra odada yalnız kalır kalmaz telefonuna sarıldı. Bunu yapıp yapmama konusunda kendiyle çok savaşmıştı. Çok düşünmüştü. Büyük bir ikilemdi onun için. Ama uzun bir düşünme sürecinden sonra yardımcısından aldığı bilgilere de dayanarak kararını vermişti. Genç kızın numarasını tuşladı ve fazla bekletmeden ikinci çalışta yanıt buldu araması.

"Alo..."

"İstikrarınıza hayran kaldım küçük hanım."

Nağme ise o kendini beğenmiş budala adamın sesini duyunca heyecan ve öfkeyle cevap verdi. "Ben de insanlarla bir oyuncak gibi oynamasına sinir oldum." Bu adam hâlâ ne yüzle arıyordu kendisini? Tamam, ümitleri ve güzel duygularıyla oynamıştı işte. Kazanmıştı. Daha neden arıyordu? Amacı neydi? Ha, verdiği şu küçük dersin hesabını soracak olmalıydı. Hangi yüzle hesap soracaksa.

Arkasına yaslanarak "Buluşmaya geldiğimde gitmiştin." diye açıkladı Yağız.

Hazırcevap bir edayla "Saatlerce bekledikten sonra, evet." dedi yalnızca. Sözünü sakınmıyordu, sakınmasına da gerek yoktu artık. Bu adamdan babasına hayır gelmeyeceğini anlamıştı. Çünkü vicdan sahibi hiçbir insan böyle alçakça bir davranışta bulunmazdı.

Yağız ise kızla didişiyor olmaktan zevk aldığını inkâr edemezdi. Aralarında tuhaf bir etkileşim, ilginç bir çekim vardı. Belki de elektrik. Adını koyamadığı bir şey. Bilemiyordu. Kendisiyle görüşmek istemeyen hatta belki birazdan telefonu suratına kapatmaya hazırlanan kızı can damarından vurma kararı aldı. Böylece onu küçük bir ümit ışığıyla telefonun diğer ucunda tutabilecekti. "Ne o, baban için yardım istemiyor musun artık?"

"İstesem de ne değişecek ki? Karakterin ortada."

"Sen bana laf mı çarpıyorsun?"

"Çarpıyorsam ne olacak?"

Kızın kendisiyle bir keçi gibi inatlaşması hoşuna gidiyordu doğrusu. En azından açık sözlüydü. "Yarım kalan bir konuşmamız var, onu tamamlamak isterim."

"Saatlerce beni bekletecekseniz, yo, almayayım."

Kızın lafını kaçınmayan, dürüst ve cesur duruşu daha da etkiliyordu Yağız'ı. Kaybedecek çok şeyi olmasına rağmen korkusuzdu. Tıpkı kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlar gibi. Güldü. Ve ilk defa bunu gizleme gayretinde bulunmadı. "Yo, hayır. Bu defa gerçek bir buluşma olacak, tam vaktinde orada olacağım." Kızın suskunluğunu sessiz bir onaylayış olarak kabul etti ve "Bugün aynı yerde ve aynı saatte, uygun mu" diye sordu.

"..."

Genç kızdan herhangi bir yanıt alamayınca aklı soru işaretleriyle doldu bir an. "Bir çekincen mi var?"

"Açıkçası birden fikrinizin değişmesine şaşırdım."

İmalı bir ses tonuyla "Dünkü şovundan çok etkilendim." demekle yetindi Yağız. Hâlâ hatırladıkça gülüyordu zaman zaman. Çılgınca bir şeydi. Aynı zamanda akıllıca. Üzerinde uzun uzun düşünmüş olmalıydı ben bu adama dersini nasıl vermeliyim diye.

Nağme ise şaşkınca adamı anlamaya çalışıyordu. "Evliliğinizi tehlikeye atmam mıydı hoşunuza giden?" Merakını giderecek bir yanıt beklese de, umduğunu bulamadı.

Gülmek dışında hatırı sayılır bir yanıt vermedi adam. Bitmiş bir evlilik tehlikeye girebilir miydi? Şaşırmazdı adam. Tıpkı inceldiği yerden kopan bir halat gibi. "Cevabın?"

Bir süre düşündükten sonra tekrar ekilme riskini aldı ve "Peki, aynı yerde ve aynı saatte." diyerek yanıtladı. Ve elbette bu defa da ekilirse bedelini çok fena ödeteceği kesindi. Telefonun diğer ucundaki adam da bunun bilincindeydi. "Yalnız-"

Yağız "Biliyorum, biliyorum..." diyerek tamamladı kızın sözünü. "Bana günümü gösterirsin. Yaptıkların yapacaklarının teminatı, anlaşıldı."

Kaba bir "İyi." Kelimesi dışında hiçbir şey söylemeden telefonu kapatıverdi Nağme. Bir de uzun uzun konuşacak mıydı o kendini beğenmiş kasıntı züppeyle?

Telefonun suratına kapandığını anlayan Yağız ise elindeki telefonu çenesinde tutarak düşüncelere daldı. Esrarengiz bir ifade hâkimdi yüzünde.

●●●

Bugün aldığı iyi sayılabilecek haberle biraz olsun gevşediğini hissetmişti Nağme. Belki bu defa işler yolunda giderdi, ha? Bilemiyordu. O ilk anki kadar umutlu değildi. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yerdi sonuçta, değil mi? O da tıpkı öyle davranıyordu. Daha önce umutlanmıştı ve başına gelenleri de görmüştü. Bu kez biraz daha temkinli yaklaşmayı planlıyordu.

Boş ders saatini öğretmenler odasında kitap okuyarak geçirirken içeri nöbetçi öğrenci girdi ve "Öğretmenim, sizi görmek isteyen bir kadın var." dedi.

Kim olabilirdi ki bu kadın? Bu saatte burada bir misafir beklemiyordu doğrusu. "Kimmiş?"

"Adını sormadım, o da söylemedi."

Öğretmenler odasında bir iki öğretmen daha olduğu için buraya çağırmak yerine bahçeye çıkmanın daha doğru olacağını düşündü. Belki de bir öğrenci velisiydi, kim bilir. Bahçeye çıktı ve öğrencinin gösterdiği yere doğru yürüdü. Karşıdaki bankta oturmuş kendisini bekleyen bu kadını bir yerde görmüştü, siması tanıdıktı. Ama tam olarak nereden gördüğünü hatırlayamadı o an. Usulca yanına yaklaştığında kadın ayağa kalktı.

"Merhaba Nağme Hanım, beni hatırladınız mı?"

"Bir yerden hatırladığıma eminim, ama çıkaramadım."

Genç kadın ise kendini hatırlatmakta gecikmedi. "Tuna Bey'in asistanı, Gözde ben."

Ani bir aydınlanma yaşadı Nağme. "Ha, evet. Elbette, hatırladım. Tekrar hoş geldiniz Gözde Hanım, konu nedir?"

"Sizinle konuşmam gereken şeyler var."

"Ne hakkında?"

"Tuna Bey."

Endişeyle "Tuna'ya bir şey mi oldu?" diye sordu Nağme. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tuna'nın başına bir şey gelmiş olmalıydı, yoksa asistanının ta buralara kadar gelmesinin başka nasıl mantıklı bir açıklaması olabilirdi ki?

"Hayır, ama bilmeniz gereken şeyler var." Karşısındaki kızı daha fazla merakta bırakmadan açık sözlü bir ifade takınarak konuya girdi Gözde. "Kesinlikle bilmeniz gereken şeyler."

"Gözde Hanım, bana söyleyeceğiniz şey nedir? Lafı dolandırmadan söylerseniz iyi olur, hâliyle merak içerisindeyim. Yani bir yandan da Tuna için endişeleniyorum."

"Yok, öyle endişeleneceğiniz türden bir şey değil müsterih olun." Lafı dolandırmanın her iki tarafa da bir faydası yoktu. Zaten böyle bir şeyin alıştıra alıştıra, acı vermeden söylenebilecek bir yanı da yoktu. "Anlatacağım, ama nasıl başlayacağımı bilemiyorum."

"Bir yerden başlasanız iyi olur," Kolundaki saate bakarak "Zira pek vaktim de kalmadı. Dersim birazdan başlar." dedi Nağme. Konunun ne olduğunu da son derece merak ediyordu üstelik. Hiç beklemediği bir anda ne alakaysa Tuna'nın asistanı okuluna kadar geliyordu, tuhaf karşılayıp merak etmesi gayet doğal değil miydi?

Karşısındaki kadının huzursuz tavırlarını fark eden Gözde de daha fazla uzatmak istemiyordu artık. Öyle ya da böyle acı verecekti. Gizli kalması da mümkün değildi. En iyisi aniden söylemekti. "Dernek davetine birlikte katılacağınız gece Tuna Bey'le tartışmıştınız ya..."

Dumura uğramış bir biçimde "İyi de sen bunu nereden biliyorsun?" diye sorarken Tuna'yla aralarında geçen tartışmayı asistanının bilmesini hiç de hoşnut karşılamamıştı tabii. Onun ilişkileri hakkında bilgilere nasıl ulaştığı ve bunları hangi hakla bildiği de Nağme için ayrıca merak konusuydu.

"O gece Tuna Bey çok içmişti ve biz..." Kızın gözlerinde oluşan tüm sorularının yanıtı Gözde'nin "Biz o gece birlikte olduk." cümlesiyle açığa çıktı.

"Ne?" Nağme'nin gözlerindeki gece aydınlanmıştı. Perde havalanmış, oyun bitmişti. Tüm giz çözülmüştü. Ruhu bile duymadığı hâlde ardında oluşan sırlar bir bir açığa çıkmıştı. Başta her kadın gibi inanmadı, bunun bir oyun olduğunu düşündü. "Saçmalama, ne diyorsun sen?"

Bu tepkiyi bekliyordu Gözde. "İnanmadığının farkındayım ama gerçek bu. İstersen Tuna'ya sorabilirsin. Yalan söyleyeceğini sanmam, en azından yaptığı hatayı üstlenebilecek kadar erdemli biri." Şaşkınlıktan dili tutulmuş genç kıza "İnan gerçekten kötü bir niyetim yok." dedi. Bu sözlerinde ne kadar samimiydi bilinmez ancak Tuna'ya olan hisleri konusunda dürüsttü. "Ben Tuna'dan hoşlandığımı inkâr etmiyorum. Sadece bunu bilmeye hakkın var diye düşündüm. Sen de bir kadınsın, bir gururun, onurun var. Arkandan dönen yalanları bilmeliydin. Sonuçta hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmaz. Siz evlendikten veya ilişkiniz ciddi bir boyuta ulaştıktan sonra ortaya çıkması daha yıkıcı olurdu. Tabii yine de bunları bile bile ilişkinizi sürdüreceksen de bu senin seçimin olur."

Duyduklarından ötürü şaşkınlıkla donakalmış ve hiçbir şekilde yanıt veremeyen Nağme, eteğindeki taşları döküp görevini tamamlayan kadının gidişini ifadesiz bir biçimde seyretmekle yetindi. Gözlerinden damlayan yaşlar ise olacağını bildiği bir şeyin en acı şekilde tezahür edişiyle alakalıydı. Yani Tuna'yla şu veya bu sebepten ötürü ilişkilerini yürütemeyip ayrılacaklarını içten içe biliyor, bunu tahmin ediyordu ama böyle bir sebepten dolayı ayrılacaklarını hiç hesaba katmamıştı doğrusu. Onun gibi dürüst, erdemli, tam aile kurulacak türden bir adamın böyle bir sadakatsizlikle karşısına geleceğini asla tahmin edemezdi. Tuna'yla bazı şeylerin yolunda gitmediğine dair bazı şüpheleri vardı, son zamanlarda adamın davranışlarıyla da güçlenmişti bu içgüdüsü. İhanet gerçekten canını yakmıştı. Ayrılma ihtimali hep aklının bir köşesinde durduğu için kendini buna alıştırdığını düşünmüştü. Ne büyük bir yanılgı! Meğer bunca zaman ne kadar alışmıştı Tuna'ya. Bir zamanlar onun varlığı hayatına fazla gelirdi, şimdiyse eksiklik hissediyordu kalbinde sevgilisini uğurlarken.

Son bir görevi kalmıştı artık. Son. Onu arayıp öğrendiklerinin doğruluğunu teyit etmek. Sonrasında onu tamamen hayatından çıkaracaktı. Titreyen eli eteğinin cebindeki telefona uzandı ve usulca Tuna'yı aradı.

Tuna'nın "Sevgilim, nasılsın?" diye cıvıldayan sesi yanıtladı aramayı.

Bu acı dolu süreci uzatmaya niyeti yoktu. Bu yüzden "Doğru mu?" sorusunu yöneltti direkt.

Şaşırmış ve neler olduğunu anlamaya çalışan Tuna'nın dudaklarından ise soru dolu bir "Ne?" kelimesi süzüldü başta. "Ne doğru mu?" Nağme'nin sesinden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı ve endişeliydi. "Nağme, sesin çok kötü geliyor. Ne oldu? İyi değilsin sen."

"Gözde'yle birlikte olduğun doğru mu?"

Karşılaştığı soruyla şok olmuştu adam. Nasıl olmuştu bu, nereden öğrenmişti? Bilmiyordu. Ancak bildiği bir şey vardı ki, bu da kendisine yöneltilen suçu inkâr edemeyeceğiydi. Bunu inkâr edemeyeceğinin farkındaydı. Yaptığı bir şeyi inkâr etmek, asla yapmamış gibi davranmak ona göre bir şey değildi. Beceremezdi de zaten. Böyle bir sebepten ötürü yalan söylememişti hiç. Sırf Nağme'yi kaybetmemek adına onu kandıramazdı. Sevdiği kadını aptal yerine koyamazdı. "Nağme, ben..." O sözcükler dudaklarından çıkmıyor, çıkamıyordu bir türlü. Evet, yaptım diyemiyordu. Zaten bir çırpıda söyleyebilse bunun adı pişkinlik olurdu. Kendini müdafaa etmek istiyor, ancak haklı bir gerekçesi olmadığının da farkındaydı. Onu kaybetmek istemiyordu. Kendini affettirmek istiyordu ancak affedilmeyecek bir hata yaptığının da gayet tabii farkındaydı.

Tuna'nın bir şey söylemesine gerek kalmaksızın sayıkladı kız. "Doğru." Hayrete düşen Nağme, şu hassas döneminde hayatına birini almama kararında ve Tuna'ya güvenmeme konusunda ne kadar haklı olduğunu acı da olsa görmüş bulundu. "Ben cevabımı aldım."

"Nağme dinle beni ne olur!"

"Sakın! Sakın tek kelime etme ve beni bir daha asla arama. Asla!" Telefonu kapatırken öyle üzgündü ki. İlk defa birine güvenmek istemişti. Kendini güçsüz hissettiğinde sırtını birine dayayabileceğini düşünmek istemişti. Nitekim hayat yolunda herkes yorulurdu. Yorulur ve birbirilerine yaslanırlardı. Nağme de o kişinin Tuna olduğunu düşünmüştü. Ama yanılmıştı. Büyük yanılgı.

Gün boyunca Tuna'nın aramalarına hiçbir zaman cevap vermedi ve vermeyecekti de. Bu iş burada bitmişti. Öğle vakti geldiğinde Nağme sahilde bir bankta oturmuş sessizce gözyaşı döküyordu. Üzüntüsü biten ilişkisinden çok birilerine güvenip hayal kırıklığına uğramanın verdiği o acı içindi. Bundan sonra aşka son verme kararı almıştı. Ona iyi bir ders olmuştu bu durum, genç kızı âdeta hayata döndürmüştü. Kimseyi almayacaktı hayatına, hiçbir erkeğe de güvenmeyecekti üstelik. Tüm enerjisini babasının iyileşmesi için harcayacaktı.

Telefonu çaldığında neredeyse unutmak üzereydi onunla buluşacağını. Arayan Yağız'dı, kendini hatırlatır gibi tam vaktinde davranmıştı. Bekletmeden açtı telefonu. "Alo..."

Mekâna gelmiş, kolundaki saate bakarken Yağız "Geçen gün seni ekişimin intikamını alıyorsun sanırım." dedi ağırbaşlı fakat biraz muzırca.

Burnunu çekip toparlandı o an. "Yo, hayır. Az sonra geliyorum."

Nağme'nin sesinden bir tuhaflık olduğunu sezmişti adam. "Bir sorun mu var? Sesin pek iyi gelmiyor." Neler olduğunu merak etmişti doğrusu. Daha bir iki saat önce konuşurken her şey gayet normaldi. Acaba babasıyla ilgili bir sorun mu yaşanmıştı?

"İyiyim, geliyorum birazdan." Telefonu kapattı ve kolundaki saate bakarken buluşmaya yarım saat kadar geciktiğini fark etti. Öyle yorgun ve bitkin hissediyordu ve düşüncelere öyle dalmıştı ki, vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Allah'tan buluşacakları yer yakınlarda bir yerdeydi. Yoksa bu dalgınlığı yüzünden öğleden sonraki dersine de gecikecekti.

Hızla mekâna doğru yürürken toparlanmak zorunda olduğunu kendine hatırlatmaktan çekinmedi. Onun yıkılma, aşk acısı çekme, odalara kapanıp günlerce ağlama, depresyona girme lüksü yoktu. Bakıma muhtaç bir babası vardı, ailesine karşı sorumlulukları vardı. Gitmesi gereken bir işi vardı, para kazanıp eve ve ailesine katkıda bulunmalıydı. Babasının hastalığıyla ve tedavisiyle ilgilenmeliydi. Kardeşine göz kulak olmalı ve iyi bir örnek teşkil etmeliydi. Bunun gibi daha bir sürü görev sayabilirdi kendine. Ruhu yaralanmıştı, doğru. Tarifsiz bir üzüntü yaşıyordu kendince, buna da tamam. Ama şuan acilen toparlamalıydı, buna mecburdu.

Sabırla kızın gelmesini bekleyen Yağız ise onu kapıdan içeri girerken görünce rahatladı. Yüzündeki ciddiyetle ve kendinden emin tavırlarından ödün vermeyen ifadesiyle ayağa kalkıp elini uzattı kıza. Onun yüzündeki solgunluğu ve çökmüş ifadeyi fark etse de bir daha sormadı. Telefonda sorduğunda sağlıklı bir yanıt alamadığı için ısrarcı olmak faydasızdı. "Nihayet bir araya gelebildik."

Nağme ise kendisine uzatılan eli sıktı ve "Aynı fikirdeyim." diyerek vakit kaybetmeden oturdu. "Umarım beni tatmin edici bir cevap vermek için çağırdınız.

İddialı bir tavırla "Bu kadar acele etme derim." dedi adam. Henüz ümit verici net bir yanıt için erkendi. Bu yüzden "Hâlâ düşünme aşamasındayım." diye de ekledi.

Bıkkın bir yüz ifadesi hâkimdi yüzünde. Yorgun olduğu her hâlinden belliydi. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu da. "Beni neden çağırdınız o zaman?" Tüm ipleri koparabilecek kadar bezgin görünüyordu.

Kendinden emin ve rahat bir biçimde arkasına yaslandı. "Beni ikna etmek için yaptıklarından etkilendim. Ve sanırım canım ikna olmak istiyor." Bununla eskisi kadar ilgilenmeyen kızın yüzüne odaklanarak onunla göz kontağı kurmaya çalıştı ve "Yani ikna edilmeye açığım." diye tekrarladı.

Başını kaldırıp baygın gözlerle "Daha ne yapmam gerekiyor? Ne istiyorsun?" diye sorarken oldukça boş vermiş göründüğünün farkındaydı fakat bundan daha iyisini yapabileceğini de sanmıyordu. Böylesi kötü bir haber aldıktan sonra o eski cevval, tuttuğunu koparan, inatçı kız olamıyordu ne yazık ki.

Masanın üzerindeki ellerini birbirine kenetleyerek söze girdi Yağız. "Şunu iyi bilmek istiyorum o yüzden dürüstçe cevap ver, babanın iyileşmesi için her şeyi yapar mısın?" Her şeyden kastını açıklamak için aceleci davranmayacaktı. Önce yeterli yanıtı almalıydı.

"Nasıl bir soru bu? Elimden gelen her şeyi yaparım elbette."

İkaz eden bir ses tonuyla "İyi düşün." diye yineledi Yağız. Aradığı kızın bu olduğuna emin olmak ister gibiydi.

"Ne bu, tuzak soru mu? Bu soruya doğru cevap veren sınavdan geçiyor mu?"

Keyifle güldü adam. Onun bu hazırcevap, umursamaz ve dürüst hâlleri nedense cezbediyordu Yağız'ı. "Bilmek istediğim şu, ne kadar ileri gidebilirsin?"

"Onun için ölebilirim, oldu mu? Yani bunun işe yarayacağını bilseydim yapardım, emin olun. Böylece size ihtiyacım kalmamış olurdu."

Bu yeterince ikna edici bir yanıttı onun için. Günlerdir aklında dönüp duran teklifi yapmakta daha fazla gecikmek istemedi. Alacağı her türlü tepkiye hazırlıklıydı. Tüm cesaretiyle o soruyu sordu. "Peki, babanı kurtarmak için bebeğime taşıyıcı annelik yapar mıydın?"

...

Loading...
0%