@buzlarkralicesi
|
Son günlerde annesi ve Aylin arasındaki gerginlikten dolayı evde soğuk rüzgârlar esiyordu. Kendisi de çareyi işlere gömülmekte buluyordu. Genellikle şirkette daha fazla vakit harcıyordu. Evdeyse de çalışma odasına kapanıyordu. Yemek saatleri dışında birbiriyle asla anlaşamayan ve anlaşmaya da yanaşmayan iki kadınla pek yüz yüze gelme fırsatı olmuyordu. Daha doğrusu kendisi böyle bir fırsat yaratmıyordu çünkü yorulmuştu. Onları kendi hâline bırakmak en iyisi olacaktı. Kapı çaldı ve Yağız'ın "Girin!" yanıtıyla içeri giren asistanı beklenmedik bir haberle geldi. "Yağız Bey, bir misafiriniz var." Önündeki dosyalarla ilgilenirken dalgın bir ifadeyle "Kimmiş?" sorusunu yöneltti adam. Bugün, bu saatte bir misafir beklemiyordu. Hâliyle merak etmişti. "Nağme Hanım. Fakat randevusu olmadığı için-" Nağme'nin adını duyunca ister istemez tüm algıları açılmıştı Yağız'ın. Demek o gururlu, inatçı kız sonunda burnunu yere indirip gururunu ayaklar altına almış ve uzlaşmak için gelmişti, ha? Bunu bekliyordu. Hatta ilk günler her an gelecekmiş gibi hazırlıklıydı. Ancak 1 hafta boyunca kızdan ses çıkmayınca ümidi yavaş yavaş törpülenmişti doğrusu. Yoksa gelmeyecek mi, sorusu yankılanmıştı kafasında. O çokbilmiş hâllerinin yerini şüpheci, meraklı ve biraz da endişeli bir his almıştı. Geleceğini bekliyordu fakat yaklaşık 1 hafta sonra yine bir öğleden sonra odasında çalışırken böyle bir haber gelmesini beklemiyordu doğrusu. Neden bilmiyordu ama o kızı istiyordu. Bunu çok kısa bir süre önce nihayet kendine itiraf edebilmişti. Ona karşı sebebini anlayamadığı bir duygu hissediyordu. Yakıcı bir tutku. Hiç tanımadığı bir kadına böyle hisler duymak hiç ona göre değildi. Hele ki evliyken. Aylin'le son zamanlarda bazı sorunları olduğu doğruydu ancak evli oldukları süre içerisinde onu bir kere bile aldatmamıştı. Deneyen kadınlar elbette olmuştu. Başta Tuna'nın asistanı Gözde olmak üzere birçok kadın şansını denemişti. Ama evliyken bir başkasıyla olma fikrine hiç sıcak bakmamıştı. Şimdiyse tüm dengelerin değişmek üzere olduğunu hissedebiliyordu. Kıyameti yakındı. Asistanının sözünü keserek "Alın içeri." dedi yalnızca. Düşünceli bir biçimde Nağme'nin içeri girmesini beklerken günlerdir genç kadının onu birçok kez aradığını hatırladı. Nağme onu defalarca aramıştı, doğruydu bu. Ve adam yana yakıla onu beklerken aramalarını yanıtlamıştı. Peki, bunu hangi akla hizmet yapmıştı? Tabii ki ayağına kadar getirmek istemişti onu. Başka bir amacı elbette olamazdı. Gelecekti. Hatta öyle bir gelecekti ki bu teklifi kabul etmekten başka çaresi olmayacaktı. Sonrasında ise kendinden başka kimseyi suçlayamayacaktı. Çünkü kendi ayaklarıyla gelmiş olacaktı. Sonunda başarmıştı Yağız. Onu ayağına getirmişti işte. O teklifi bir kez daha reddedememesi için her aradığında ulaşamamanın ne demek olduğunu anlamalı, çaresizliği iliklerine kadar hissetmeliydi. Çünkü insanlar kolayca ulaşabildikleri şeyleri yine elinin tersiyle kolayca itebilirlerdi. Nağme'nin bu hisse kapılmasını önlemişti genç adam. İstediğini elde edebilmesi için bu şarttı. Kısa bir süre sonra usulca içeri giren ise bitik bir kızdı. Bitik, çaresiz ve son derece mahvolmuş... Tüm çareleri deneyip kendini yine bu adamın kapısında bulmuş bir kızdan başkası değildi içeri giren. Her ne kadar onun bu durumundan etkilense de renk vermedi Yağız. Ayağa kalktı ve kendisine doğru yürüyen kıza sıradan ve umursamaz bir ifadeyle elini uzattı. "Hoş geldin." El sıkışmayı reddeden kıza ters ters bakarken durumdan keyif aldığını da inkâr edemeyen hafif bir tebessümle baktı ve karşısındaki koltuğu işaret etti. "Otursana." Kendini koltuğa bırakan kızın kendisiyle göz teması kurmamak için özel bir çaba sarf ettiğinin farkındaysa da bunu dillendirmedi. Masanın üzerindeki ellerini birbirine kenetledi ve "Sorun nedir?" diye sordu. İçinde kopan fırtınalara rağmen sesi oldukça kısık çıkıyordu. Başta mırıldanır gibi "Babam..." dedi yalnızca. Sonra kurumuş dudaklarını tekrar araladı. "O çok kötü. Ölmek üzere." "Ben nasıl yardımcı olabilirim?" Kalbinde en ufak bir vicdan kırıntısı bile bulundurmadığını her hâliyle belli eden adama "Nasıl yardımcı olabileceğini çok iyi biliyorsun Allah'ın cezası!" diye bağırdı. Öfkeyle ayağa dikilivermiş ve kontrolü kaybetmişti. Yağız ise normalde kimseye bu denli taviz vermezdi ancak söz konusu genç kızın babası olduğu için bu öfkesini ve sözlerini elbette doğal ve yerinde buluyordu. Bu yüzden gayet ciddi ve sakinliğini korurken otoriter bir ses tonuyla "Otur." dedi. Karşısında duran, bir insanın ölümüne karşı bile hassasiyet taşımayan bu adama ne diyeceğini bilemiyordu artık. Elinden gelenin en iyisini yaptı. Yalvarırcasına "Bak, ne istersen yaparım. O söylediğin dışında her şeyi yaparım. İstersen yıllarca yanında çalışırım borcumu ödemek için, sen ne kadar istersen çalışırım." diye başladı konuşmaya. "Yeter ki yardım et! Yalvarırım..." Son sözü öylesine yakarır gibi çıkmıştı ki Yağız etkilenmediğini söylese yalan olurdu doğrusu. Ama zayıflıklarını belli etmeyecek kadar tecrübeliydi bu hayatta. Çünkü insanın başına ne gelirse hep zaafları yüzünden geliyordu, bunu en iyi şekilde tecrübe etmişti. Arkasına yaslandı ve düşünceli bir biçimde "Şartım da isteğim de belli" dedi kısaca. Geri adım atacak gibi durmuyordu. "Bu saatten sonra seçim senin. Çaresizce ellerini iki yana açarken öyle çaresiz görünüyordu ki Nağme... "Bana bunu neden yapıyorsun? Neden?" Yüzünde en ufak bir merhamet kırıntısı olmayan adamın vicdanını yaralamaya çalışıyordu ama ne yazık ki olmayan bir şeyi yaralayamayacağını bilmiyordu. Bunun farkında bile değildi. "Ben sana bir şey yapmıyorum. Bak, buraya gelen sensin. Babanı kurtarabilmek için yaptıklarını anlıyorum ve saygı duyuyorum. Ama buraya kendi ayaklarınla geldin, ben zorlamadım. Bu yüzden beni suçlamaya hakkın yok." Haklıydı adam. Nağme de bunun farkındaydı. Sonuçta buraya kendi ayaklarıyla gelmişti. Kimse zorlamamıştı onu. Çaresizliği dışında. Kimseye suçlamaya hakkı yoktu. Önce çaresizce başını arkaya attı ve biraz nefes almaya çalıştı. Yağız'ın karşısındaki koltuğa otururken elleriyle yüzünü kapadı ve bu fırsatçı adamın ne kadar haklı olduğunu düşündü. Acımasızdı ama haklıydı. Kendi ayaklarıyla karşısına gelerek bu kozu onun ellerine kendisi vermişti. Kalktı hışımla. Gururundan ödün vermeksizin kapıya doğru yürüdü usulca. Bunu yapmak zorunda değildi. Babası da böyle bir şey olsun istemezdi zaten. Hele abisi duysa öldürürdü onu. Kimse ondan böyle bir fedakârlık istememişti ki. Ama keşke her şey o kadar kolay olabilseydi. Doktor Erkin'in sözleri bir kez daha yankılandı kulaklarında. "Nağme Hanım, açık konuşacağım. Babanız için yolun sonuna yaklaşıyoruz. Beklemeye vaktimiz kalmadı artık." Vakit yoktu artık. Tükenmişti. Çareler de tükenmişti vakitle birlikte. Bazı şeylerin telafisi olmuyordu. Tıpkı zaman gibi. Geri çevrilemiyordu zaman. "Şuan tek çaremiz var, bulmuş olduğumuz donörü ikna etmelisiniz. Hem de bir an önce." Adam açık ve net bir biçimde bu pisliği ikna etmenin tek çare olduğunu belirtmişti. Daha ne yapabilirdi ki? Her şeyi denemişti. Yeni bir donör bulmayı da. Ancak vakit bu kadar darken mümkün değildi ne yazık ki. Öte yandan kabul edemezdi, böyle bir teklife evet diyemezdi. Kardeşi Serra'ya verdiği öğütleri bir bir hatırladı o an. Hep iyi, namuslu, erdemli ve yardımsever biri olmanın ne kadar değerli olduğunu anlatmıştı. Onur, şeref, namus... Bu erdemlerin parayla satın alınamadığını öğütlemişti kız kardeşine. Bu teklif tüm ahlaki değerlerini acımasızca ezip geçiyor, çiğniyordu. Bu zamana kadar hep kardeşine örnek bir abla olmak için çalışmış, çabalamıştı. Çok uğraşmıştı onu erdemli biri olarak yetiştirmek için. Çok emek vermişti. Ne kadar başarılı olduğu tartışmalı bir konuydu ama bu teklifi kabul etmek demek tüm o örnek abla profilini yok etmek demekti. Şimdiyse öyle bir yol ayrımındaydı ki babasını kurtarmak için bu teklife evet derse bu zamana kadar temiz kalmak, örnek olmak ve bunun gibi ahlaki değerleri yakıp yıkacak, yok edecekti. En kötüsü de bir daha aynaya bakamayacaktı. Her şeyi geçiyordu, tüm o ahlaki değerleri vesaire, her şeyi... Ama bir insan aynaya gururlu ve onurlu bir ifadeyle bakmadan yaşayabilir miydi? Babasını yaşatmak karşılığında. Tam kapının önünde durdu. Şuan kendini düşünme sırası değildi. Ben ne olurum demenin zamanı değildi. O gurursuz ve onursuz da olsa yaşamını sürdürebilecekti. Her ne kadar hayatının geri kalanında kendisinden nefret etse de nefes alarak yaşamını sürdürebilecekti. Ama babasının böyle bir şansı yoktu, olmayacaktı da. Adama döndü. "Teklifini kabul ediyorum." Odadan çıkıp gitmek üzere olan kızın vazgeçip istediği cevabı vermesi oldukça şaşırtmıştı Yağız'ı. Ne değişmişti bu kadar kısa sürede? Bu kızı ne vazgeçirmişti o koca gururundan? Dönüp teklifini kabul etme sebebi neydi? Hiçbirini bilmiyordu ama bildiği tek şey yetiyordu ona. İstediği olmuştu. Beklediği cevabı nihayetinde duymuştu. Gerisi hiç mühim değildi. Adamın zaferine ulaşmış bakışlarına daha fazla seyirci kalmak istemediği için hızla odadan çıktı Nağme. Başı dönüyordu koridorda bulduğu ilk duvara tutundu ve derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. Asla hesaplamadığı hatta tahmin bile etmediği bir yola girmişti ve bu yol şimdiden canını yakmaya başlamıştı bile. ... |
0% |