@buzlarkralicesi
|
-15- / 1 Ve o gün gelip çatmıştı. Ailesiyle havaalanındaydı. Serra ve Salim her şeyin bu denli hızlı gelişmesinden ötürü sitem etse de, mecburiyetlerin esiri olduklarının farkındaydılar. Ancak bilmiyorlardı ki, her şeyin büyük bir plan olduğunu ve zamanla yarıştıklarını. Serra olayı en son öğrenen ile bireyi olarak herkesten fazla sitem etme hakkını kendinde bulabildiğinden hâlâ "Nereden çıktı ki bu iş birdenbire abla? Bir de böyle alelacele gidiyorsun, kaçar gibi." diye söyleniyordu. "Ne yapayım ablacığım, geç gideyim de işi kapsınlar mı? Ücretli öğretmenlikten aldığım parayla ne uzuyoruz, ne kısalıyoruz. Babam için daha fazlasına ihtiyacımız var, biliyorsun." Hayatında nadir bir şekilde aklı beş karış havada kardeşine katılan Salim "Serra haksız da değil hani." sözüyle bunu belirtmekte gecikmedi. "Her şeyin böyle birkaç günde olmasını beklemiyordum, ne yalan söyleyeyim. Üstelik ilk defa ayrılıyoruz." En az onlar kadar üzgün olan Nağme ise zaten yeterince zorken işleri daha da zorlaştırmak istemiyordu. "Abiciğim ayrılmıyoruz ki, benim kalbim hep sizinle olacak. Hem durumlar biraz düzelince, sırtımızdaki yük hafifleyince hemen atlayıp uçağa geri döneceğim." Güven veren bir yüz ifadesiyle gülümsedi. "Sen beni merak etme." Kendisi bile akıbetini merak ederken, bir muammaya doğru yola çıkarken ailesine nasıl merak etme diyebiliyordu ki? Dakikalar geçtikçe sürekli saatine bakmaya başladı tedirgince. Ve en sonunda ayrılık çanları çalmaya başladı. Dış hatlara yaklaşmaya başladıklarında duraksadı ve arkasına dönüp ailesine baktı. "Ayrılık vakti." dedi mahzunca. Onları bir daha ne zaman görürdü, kim bilir. Çok özleyecekti. "Hadi siz buradan dönüp gidin artık. Gerisini ben hallederim." Salim "Olur mu öyle?" diye itiraz etti. "Biz de geleceğiz sonuna kadar. Sen gidene dek bekleyeceğiz." "Otobüsü kaçırırsınız. Hem gerek yok, ben giderim. Hadi burada vedalaşalım, her şey daha da zorlaşmadan..." Üçü de uzun uzun bakıştıktan sonra sarıldılar. Abisine sarılırken kalbinin hafif hafif sızladığını hissedebiliyordu. Ona, ailesine yalan söylüyordu. Onlardan başka hiç kimsem yok, dediği insanlara büyük bir yalan söylüyordu. Bunun ağırlığını taşımak zorundaydı. Bir bilinmezliğe doğru yol aldığının farkındaydı ancak tek gidişlik bir biletti bu, dönüşü yoktu. Dönse bile eski Nağme olmayacaktı. Olamayacaktı. Salim her zamanki korumacı, babacan tavrıyla "Ne zaman başın sıkışırsa burada bir abin olduğunu unutma. Sen ara, atlar gelirim hemen." dedi. Babası hastalandığından beri evin babası sayılırdı. Nağme de hep bu güçlü omuzlara dayanmanın verdiği güvenle dolup taşmıştı. Eser gürlerdi hatta yeri geldiğinde çok lanet bir adam olurdu abisi, doğru. Lakin ne zaman ihtiyacı olsa, zor duruma düştüğü her an ilk yardımına koşan yine bu adam olurdu. Acılığını gizlemeye çalışan bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Biliyorum." Hep bu güven duygusuydu onu ayakta tutan. Şimdiyse ona bile söyleyemediği gerçeklerle çıkıp gidiyordu bu aileden. "Dikkat et kendine." "Olur, ederim." Vedalaşma sırası Serra'ya geldiğinde sarıldılar sıkı sıkı. Sonra ablalığı tuttu yine Nağme'nin. Gözünden bile sakındığı, kendi çocuğu gibi büyüttüğü kıza annelik tasladı yine. "Uslu dur, kendine iyi bak." Her zamanki aksi ama şirin tavırlarıyla "Offf, tamam." diyerek bıkkınlığını dile getirdi Serra. "Vedalaşırken bile laf sokuyorsun." Güldü Nağme. Onun bu çocuksu hırçınlıklarına öyle alışmıştı ki, onları bile özleyecekti doğrusu. Kız kardeşini sinir etmek istercesine saçlarını karıştırdı giderayak. "Saçımı bozdun yine abla!" "Sus bakayım, süslü Pakize." Tatlı didişmelerinden sonra tekrar sarıldılar birbirilerine doyabilmek için. Kız kardeş olmak çok daha farklı bir duyguydu. Kız kardeş olmak yeri geldiğinde birbirine anne baba olmakken, yeri geldiğinde sırdaş olmaktı. On dakika önce kıyafetleri paylaşamadıkları için kavga ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi mutfak masasında oturup yoğun aseton kokusu eşliğine birbirine oje sürmekti. Hem düşman hem dost olmaktı kız kardeşlik. Ve gerçekten bu duyguyu tatmayan insanlar hiçbir zaman bunun ne demek olduğunu anlayamayacaktı. Salim ve Serra geride bıraktıkları Nağme'nin ardından havaalanı kapısından dışarı çıktılar. Havaalanı çıkışında aracını park eden Yağız ise son anda şoförü göndermek yerine kendi gelmeyi tercih etmişti. Belki de bu kararı hayatını büyük ölçüde etkileyecek bir tesadüfe gebeydi. Park hâlindeki aracın içinden otobüse binen Salim'i uzaktan gördüğü an dikkat kesildi. Şüphe tüm vücudunu acımasızca kemirirken uzaktan gördüğü için o adamın aradığı kişi olup olmadığından emin değildi. Olamazdı da. Benzetmiş olabilme ihtimali çok yüksekti. Zira son günlerde aklı fikri ondaydı. Yine de tedirgindi. Kafası karışmıştı. Belki de biraz dinlenmeliydi. Her şeye şüpheyle yaklaşması çeşitli yanılsamalar ve sanrılar görmesine sebep olabilirdi. Araçtan inip havaalanı kapısından içeri girdi. Dış hatlara doğru dümdüz yürürken kenardaki sandalyede oturan kıvırcık saçlı kızı görür görmez tanıdı. Usulca yaklaşıp "Merhaba." dedi. Adamın gelişiyle gözyaşlarını alelacele silen Nağme ise çekingen bir biçimde "Merhaba." diye karşılık verdi. Onun gözlerindeki acıyı görüyordu adam. Zaten görmemek için kör olmalıydı. Kızın kendisini toparlamasını bekledikten sonra bavulunu aldı. "Hazırsan çıkalım." Sadece belli belirsiz başını sallamakla yetindi kız. Yağız bavulunu alırken kolundaki çantaya tutunurcasına ayağa kalkıp toparladı kendini. Arabaya doğru yürüdüler. Adam bavulunu bagaja yerleştirirken beyaz hırkasına sarındı Nağme. Dışarıdaki hafif esinti ürpermesine sebep olmuştu. Araca bindiler. Bir ara genç kızın telefonu çaldı. Arayan yine Tuna'ydı. Bu adam hiç vazgeçmeyecek miydi? Almıştı başına belayı. Her şeyin bittiğini neden idrak etmek istemiyordu ki? Hırıltılı bir nefes verdi Nağme. Yol boyunca aralarında derin bir sessizlik oluşmuştu ve Yağız bundan pek memnun sayılmazdı. Kızla iletişim kurmak istiyordu. Bu yüzden sessizliği bozan taraf kendisi oldu. "Sen baban için doğru olanı yaptın." "Doğru veya yanlış, yaptım işte." diye kestirip attı Nağme. Pek muhabbet kurmak isteyen bir tavrı yoktu. Daha çok adamı geçiştiriyor gibiydi ve adam da bunun farkında olmalıydı. İddialı ve kesin bir dille "Pişman olmayacaksın." dedi adam. Her zaman bu kadar iddialı ve net bir adam olmuştu. Gözlerinde ılık bir sonbahar esintisini barındıran bu kıza karşı da öyleydi. Dürüstlüğünden ödün vermeyen kız daha nefretini nasıl belli edebilirdi bilmiyordu ancak o an verebileceği en iyi cevabı vardı. En iyi ve en dürüst cevap. Gözlerini istila etmek için yarışan gözyaşlarını geriye itti. "Çoktan oldum bile." ... |
0% |