@buzlarkralicesi
|
Akşamın karanlığı çökeli saatler olmuşken salondaki yemek masasında oturmuş karşısındaki duvar saatine bakıyordu. Kocası hâlâ gelmemişti. Hadi buna alışıktı. Ama gecikse bile en azından arayıp haber verirdi. Neydi bu şimdi, eski köye yeni âdet mi geliyordu? Bir yandan merak ediyor, diğer yandan ise bu aşırı duygusunu kontrol altına almaya, dizginlemeye çalışıyordu. Önce aramak istedi. Nerede kaldığını soracaktı. Fakat sonra düşününce vazgeçti. Yağız böyle şeylerden hiç hoşlanmazdı. Sıkboğaz edilmeye gelemezdi, hesap vermezdi öyle uzun uzadıya. Huyunu bildiği hâlde onu daha fazla daraltması evliliklerinin yararına olmazdı. Hem de yeni radikal bir karar vermişken. Taşıyıcı annelik gibi zor bir kararı ona kabul ettirmişken riske girmenin anlamı yoktu. Elindeki telefonu bıraktı. "Aman canım, nasılsa arar." Öte yandan içinde büyümekte olan merak ve kocasını arama isteği çok geçmeden galip geleceğe benziyordu. Bu hissi nasıl bastırabilirdi? Her evli kadın gibi kocasını merak ediyordu. ●●● Yağız ise o sıralarda Nağme'yi gözlerden uzak, şehir hayatından kısmen soyutlanmış olan çiftlik evine getirmişti. Ailesi onu yurt dışında bilirken şehrin ortasında dolaşması hiç de akıllıca bir hareket olmazdı. Aylin'in kendisini merak etmiş olabileceği ihtimalini unutmuş değildi, münasip bir zamanda onu aramayı planlıyordu, aksi takdirde karısının ortalığı ayağa kaldıracağını biliyordu çünkü. Nağme ise kafası karışıktı ve oldukça gergin görünüyordu. Bu gece onun için bir dönüm noktası olacaktı ve yaşanacakları gözünün önüne getirdikçe daha çok geriliyordu. Yağız genç kızın gerginliğini almak amacıyla evi gezdirmeye karar verdi. Eve alışması ve kendi eviymiş gibi benimsemesi adam için önemliydi. "Çiftlik evi gördüğün gibi şehir dışında sayılır. Gözden uzakta bir yer, burada seni rahatsız eden olmaz. Sen, ben ve çalışanlarım olacak sadece." Önce odaları gezdirdi, sonra mutfağın yerini gösterdi. "Burada ihtiyacın olabilecek her şey var. Onun dışında yardımcımız Melda Hanım hizmetinde olacak, evin her türlü işine o bakar. Zaten kocası Hasan Efendi de kâhya ve bahçıvanlığı bir arada yürütüyor. Burada yalnız olmayacaksın yani." "Hep burada mı kalıyorlar?" "Müştemilatta kalıyorlar. Buradan sorumlular, arada bir buraya geldiğimizde de hizmetimizde çalışırlar." "Anladım." Yağız eşyaları yukarıda bir odaya çıkardığında genç kız da yabancısı olduğu bu evin içerisinde onu takip etmeye başladı. Girdikleri odanın ışığını yakıp Nağme'yi içeri buyur etti. "Burası senin odan. Yani ben öyle düşündüm." "Herkesin yerine her şeyi düşündüğüne eminim." Kızın iğneleyici, kinayeli sözlerini duymazdan gelmeyi tercih etti. Ona, bu düzene alışması zaman alacaktı. Başta hiçbir şeyin pembe bir rüya gibi ilerlemeyeceğini bilecek kadar gerçekçiydi. Her şeyi düşünüp hesaba katmıştı. Evet, belki de kız haklıydı. O herkesin yerine her şeyi düşünen bir kontrol manyağıydı. "Odanda banyo ve temiz havlu var. Bir duş al istersen. Bu gece dinlen." Şaşırdı Nağme. Bunu beklemiyordu. "Nasıl yani?" Onun gibi bir adamın bu denli anlayışlı yaklaşımı alışılageldik bir şey değildi genç kız için. "Ne nasıl yani?" "Bu gece-" Kızın söylemek istediğini anlayınca net bir şekilde "Hayır, olmayacak." diyerek sözünü kesti. "İkimiz için de yorucu bir gündü." Bu normal şartlarda Nağme'nin işine gelirdi ancak normal şartlar altında olsaydı kız böyle bir teklifi kabul etmezdi de zaten. Bu yüzden tüm cesaretini toplayarak itiraz etmekte buldu çareyi. "Daha fazla geciksin istemiyorum." Bu gece olmasa bile eninde sonunda olacaktı. Yaşamak istemediği ne varsa yaşayacaktı. Anlaşma bunun üzerine kuruluydu. Bunu ertelemenin hiçbir anlamı yoktu. Aksine, bunu ertelemenin canını daha fazla yakacağı kesindi. Nitekim geciktirmek için zamanı da yoktu. "Bu gece olması gereken neyse olacak. Ve sen de yarın babam için gerekeni yapacaksın. Daha fazla beklemek için zamanımız yok." Titrek ellerini saçlarından geçirdi adama arkasını dönerken. "Kimsenin zamanı yok." Elleri gibi titrek sesiyle de cesaretini korudu. Derin bir nefes alarak tekrar adama döndü. "Ben hazırım." Yağız ise daha aklıselimdi. "Seni anlıyorum, ne kadar baskı altında olduğunu görebiliyorum. Ama böyle şeyler aceleye gelmez." Adam Nağme'ye nazaran her şeyin tadını çıkarmak istiyordu, bir an önce olup bitmesini değil. "Benimse bekleyecek zamanım yok. Beklemek her şeyden çok öldürüyor insanı. Ben cesaretimi toplamışken, kendimi hazırlamışken olsun bitsin bu iş." Başından beri kızın cesaretine ve cüretine hayrandı Yağız. Bunu hiçbir zaman da saklamamıştı. Babası için, ailesi için kendini feda etmesini takdirle karşılıyordu. Son kez "Emin misin?" diye sordu. Tedirgin bir biçimde başını sallayan kızın gözlerinin içine baktı. Gözlerindeki o saf korkuyu görebiliyordu. O korku dile gelip konuşsa neler söylerdi kim bilir. "Sen bir duş al, rahatla. Şurada, çekmecelerden birinde pijamalar olacaktı. Rahat bir şeyler giy. Ben bir telefon görüşmesi yapıp geleceğim. Kendini evindeymiş gibi hisset. Bu önemli. Nasılsa bu süreçte burada kalacaksın." Kendi evinmiş gibi. Ama onun evi değildi ki burası. Onun yuvası değildi. Onun odası değildi. Adamın bahsettiği 9 aylık süreç boyunca evinden, yuvasından, ailesinden uzakta kalacaktı. O sürekli kızıp şikâyet ettiği kız kardeşi Serra'yı bile özleyecekti. Güya onun hırçınlıklarından, şımarıklıklarından, sorumsuzluklarından yılmıştı ama şimdi o bile burnunda tütüyordu. Daha şimdiden hepsi kalbinde bir sızı hâlini almış birer kırık hatıraydı. Genç adam odadan çıkınca kendisi de soyunup dökündü. Önce sıcak bir duş girdi, rahatlamaya çalıştı. Tüm kasları gerilmiş gibiydi. Düşünceli ve heyecanlıydı. Ancak şen şakrak bir heyecan değildi bu. Panik hâlindeydi. Gergindi. Telaşlıydı. Korku doluydu hatta. Psikolojik olarak hiç hazır hissetmiyordu kendini. Bu gidişle hissetmeyecekti de. Ancak kendini hazırlamalıydı. Buna mecburdu. Zamanı yoktu. Kendini baskı altında hissediyordu ve üstünde bu baskıyı kuran yine kendisiydi. Duştan çıktığında çekmecede bulduğu ilk pijamayı giydi. Lacivert, saten bir pijamaydı. Yumuşacıktı. Yatağın köşesine eğreti bir biçimde iliştiğinde kalbi hızla atıyordu. Bu gece yaşanan hiçbir şeyi kolaylıkla atlatamayacaktı. Aşağı kattaki salonda telefonla konuşan Yağız ise Aylin'e gelemeyeceğinin haberini vermişti. Karısı başta bozulsa da renk vermemiş, çok da üstünde durmamıştı bu meselenin. Nasıl olsa o çok istediği teklife evet demişti ya kocası, onun için her şey tamamdı. Oysa bilseydi bu kararın hayatlarını geri dönüşü olmayan bir yola sokup değiştireceğini hatta paramparça edeceğini, böyle bir teklifi yapar mıydı hiç? Kendi kendini bu tuzağa düşürür müydü? Adam odaya döndüğünde Nağme yatağın köşesinde büzüşmüş bir biçimde oturmuştu. Misafir gibi. İlk günden farklı düşünmesini ve davranmasını bekleyemezdi zaten. Onun ne kadar tedirgin olduğunu görebiliyordu. Bunu fark etmemek için kör olmak lazımdı. O gece bu gece olmak zorunda değildi, ama kız sırf babası için ısrar ediyordu. Yoksa oldukça stresli göründüğü su götürmez bir gerçekti. Tüm stresini, tedirginliğini ve kaygılarını yutmaya çalışıyor, hüznünü ve mecburiyetini koyu kahve gözlerine acımasızca hapsediyordu. Onun kendine ne kadar baskı yaptığını görebilse de tüm ısrarlarına rağmen kızı bir türlü vazgeçirememişti. Hâlbuki Yağız da bu anı bekliyordu uzun zamandır. Bu kadına adını koyamadığı bir tutku hissediyordu. Onu istiyordu. Onun bedenini. Kör bir tutkuydu bu. Ama geçiciydi. Onunla birlikte olunca, hevesini alınca bitecekti. Genç adamın hesabı buydu. Bir çocuğu olması gerekiyordu ve o çocuğun annesi de karşısında duran kadın olsun istiyordu. Ne yaman çelişkiydi. Çocuğu tutku duyduğu ama asla âşık olmayacağını düşündüğü bir kadından olsun istiyordu. Ve bu kadın onun karısı değildi. Bu kızı düşünürken içine akan farklı duyguların esiri oluyordu. Nağme'nin yanına oturdu, etrafa mahcup ve utangaç gözlerle bakan kızın çenesini hafifçe kaldırıp yüzünü kendine çevirdi. Yavaşça eğilip onun dudaklarına yaklaşırken kollarındaki kız bir kanat çırpan bir kuş gibi titriyordu. Kalbi hızla atan Nağme ise gergin ve kaygı doluydu. Korkuyordu. Derin nefesler alıp veriyor, sakinleşmeye çalışıyordu. Kendini tuttu. Ağzına kadar gelen kalbini dizginledi. Ama adam dudaklarına yaklaşırken sakinleşmek ne mümkündü! Yağız, genç kızın dudaklarına hafif bir buse kondurduktan sonra ikinci öpüşü daha tutkulu ve yoğun duygularla harmanlanmış bir öpüştü. Kız usulca yatağa uzanırken kendisi de dudaklarını ayırmaksızın kızın üzerine eğildi. Yumuşak hareketlerle kızı rahatlatmaya, onun gerginliğini almaya çalışsa da pek başarılı olmuşa benzemiyordu. Dudakları kadının boynunda gezinirken Nağme orada değildi sanki. Dikkatini dağıtmak için odanın etrafında gezdiriyordu bakışlarını. Olacaklardan iğrenir gibi sağ eliyle gözlerini kapatıyordu. Dudaklarını kızın dudaklarından ayırıp geri çekildi. Ne olduğunu anlayamayan Nağme yatakta doğruldu. "Ne oluyor?" Genç kız her ne kadar kendini hazırlamaya çalışsa da, hazır hissettiğine dair kendini kandırsa da bunun bu kadar kısa sürede mümkün olmayacağı belliydi. Bu gecenin bu kadar tatsız hatıralar bırakmasını istemediğinden durmuştu adam. En azından biraz olsun alışmasında fayda vardı. "Çekmecede temiz çarşaflar var, bu gece dinlen. İyi geceler." Odadan çıkmak üzere olan adama "Nereye gidiyorsun?" diye sordu Nağme. Ne olduğunu bile anlamamıştı. "Nağme görmüyor musun? Henüz hazır değilsin. Neyin ısrarı bu?" "Bana böyle bir teklifte bulunurken hazır olup olmamamı umursuyor muydun? Bana düşünceli erkek numarası yapma lütfen." "Ben sana zorla sahip olmuyorum Nağme." "Bu da farklı bir zorla sahip olma şekli. Beni mecbur bırakıyorsun." "Bu bir anlaşma. Kendi ayaklarınla gelip kabul ettin bu teklifi." Kollarını iki yana açarak "Yağız, vaktim yok!" diye isyan etti kadın. Çaresizliğini daha ne kadar dile getirebilirdi bilmiyordu. "Anlıyor musun? Gerçekten, bunu anlayabiliyor musun? Hiç yaşadın mı sen böyle bir çaresizlik? Babam için yapıyorum bunu. Evet, kendi ayaklarımla gelip teklifini kabul ettim, doğru. Babam için. Onun hiç vakti yok." Kızın ne kadar baskı altında olduğunu gördüğü için sırtına aldığı bu ağır yüke saygı duydu ve alttan alıp anlayışlı olmaya çalıştı. Sakince "Bu gece dinlen, kafanı topla. Yarın sakince konuşuruz." dedi. Sesinde kavga etme isteğinden uzak, uzlaşmacı bir hava hâkimdi. Odadan çıkarken kızın arkasından bağırışlarını umursamadan yürüyüp gitti. Odasına çekildi. Bu gece kendiyle baş başa kalıp düşünmeye ihtiyacı vardı. Nağme ise odada yapayalnız kalmıştı. Delirmiş gibi bağırıyordu. "Yağız, buraya gel! Bu gece her şey olup bitmeli! Hiçbir yere gidemezsin!" Öfkeyle kapıyı çaptı, dolaptaki eşyaları yerle bir edip dağıttı her şeyi. Hâlbuki öfkesi kendineydi. Madem bir fedakârlık yapmaya çalışıyordu, neden bunu doğru düzgün beceremiyordu? Darmadağın ettiği yatağa cenin pozisyonunda uzanmış ağlarken aklında tek bir kişi vardı. "Baba... Babacığım..." ... |
0% |