Yeni Üyelik
31.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 16/1

@buzlarkralicesi

-16- / 1

Başının ağrısıyla gözlerini araladığında dün gece ağlayarak uyuyakaldığını saniyeler içinde hatırladı. Tüm vücudu uyuşmuş gibiydi. Bunun dışında hiçbir şey hissetmiyordu. Tamamen hissizdi. Bitmişti. Duygularını nasıl tarif edebileceğini bilmiyordu. Öyle çaresizdi, öyle bitap düşmüştü ki. Ayağa kalkmak için harekete geçtiğinde tüm vücudunun dövülmüş gibi tutulduğunu hissetmeye başladı. Banyoya gidip yüzünü yıkadı. Yatağına oturduğunda neredeyse bir buçuk saat boyunca anlamsızca durdu, öylece etrafa bakarak düşündü.

Babasını şimdiden özlemişti. Sabahları uyandığında ilk onun yanına giderdi, uyurken onu seyrederdi. Bu öyle bir alışkanlık olmuştu ki artık bir sabah bile yokluğunu hisseder olmuştu.

Kapı çaldığında ifadesiz bakışları sesin geldiği yöne döndü. Kapının ardındaki Yağız'ın "Müsait misin?" sorusuna yılgın bir "Evet." yanıtı verdi.

Genç adam içeri girdiğinde odayı darmadağın görüp şaşırsa da renk vermedi. Sıradan bir ses tonuyla "Kahvaltı hazır, hadi hazırlanıp aşağı in." dedi yalnızca.

"Aç değilim."

"Sözlerimin ikiletilmesinden hoşlanmam. On dakika içinde kahvaltı masasında ol." Otoriter ve ciddiydi. İtiraz kabul etmeyen bir tavra bürünmüştü.

Söylediklerini hiçbir şekilde umursamayan adam odadan çıkarken bir süre ters bakışlarla gidişini seyretse de yalnız kaldığında mecburen üstünü değiştirip kahvaltıya indi. Oyunu kuran Yağız olduğu için onun kurallarıyla oynamak zorundaydı.

Masaya oturdu. Oldukça sessizdi. Sanki adamı boykot edercesine kollarını kavuşturmuş ifadesizce duruyordu. Açlık grevinde gibi tepkiliydi.

Kadının tavırlı oluşu Yağız'ın canını sıksa da herhangi bir sert tepkide bulunmadı. Ancak bu ısrarcı duruşundan ödün vereceği anlamına gelmiyordu. "Yesene."

"Aç olmadığımı söylemiştim."

"Aç olduğunu ikimiz de biliyoruz. İnat etme de ye."

Kin dolu bakışlarla gözlerini kıstı Nağme. Dürüstlüğünden hiç de vazgeçeceğe benzemiyordu. "Her şey senin istediğin gibi olsun istiyorsun değil mi? Her şey her zaman senin kontrolünde olsun. Diğer insanların ne istediği, ne hissettiği hiç önemli değil. Hatta bu umurunda bile değil senin!" Sabrı taşmışçasına patladı. "Bencil pisliğin tekisin sen!" Hışımla masadan kalkıp giderken peşinden gelen adam sertçe kolundan tutunca daha da öfkelendi. "Bırak kolumu!

Her zamanki gibi kendi dışında kimseyi dinlemeye niyeti yok gibiydi ve kolunu güçlü elinden kurtarmaya çalışan kadını kendine çekti, bir süre bakıştılar. Sisli bakışları kızın yağmurdan sonraki toprak gibi nemli kahvelerinde gezindi. Adamın bakışlarında tutku ve arzu varken kadınınkilerde kin, nefret ve çaresizlik barınıyordu. "Kendine gel." Durdu ve düşündü. Kontrolcü bir kişiliği olduğu doğruydu. Genç kızın inandıkları uğruna ona karşı durması, dürüst olması her ne kadar hoşuna gitse de üslubu zaman zaman öfkelenmesine sebep oluyordu. Onun cesaretine daha ilk andan hayran olmuştu. Yanlış da söylemiyordu aslında. Her şey kendi istediği gibi olsun istiyor, herhangi bir sürprize tahammülsüz davranıyordu. Ancak onu asıl öfkelendiren Nağme'nin söylediği doğrular değil, kendisine nefret dolu bakışlarıydı belki de. "Evet, ben bencil bir pisliğim." Kadının öfkeli olduğu kadar şaşırmış gözlerine baktı. Az önce kızın ona söylediklerini bir başkası söylemiş olsaydı Yağız buna hak vermek şöyle dursun, böylesine pervasız konuşmasına asla müsaade etmezdi. Lakin şimdi kızın söylediği hiçbir şeyi inkâr etmiyor, aksine ona hak veriyordu. Bencil olduğunu itiraf ediyordu. Gerçi bu zamana kadar bunu hiç saklama gereksinimi duymamıştı ama böyle yüzüne karşı söyleme cesaretini de kimse göstermemişti, ne yalan söylesin. "Doğru duydun, bencil pisliğin tekiyim. Ve ben nasıl istersem öyle olacak her şey, anladın mı? Her şey benim istediğim gibi olacak, sen de bunu bile bile kabul ettin. Artık bunları tartışmak için çok geç." Karşısında duran kadından ne kadar etkilenirse etkilensin, otoritesini korumak zorundaydı. İnsanlar üzerinde bir etkisi, bir ağırlığı vardı ve emir vermeye alışık biri olarak bunu kaybetmeye hiç niyeti yoktu. "Şunu aklına iyi kazı, seni burada zorla tutmuyorum. İşte kapı!" Kapıyı gösteren elinin yönüne bakan kızı iyice süzdü. "Gideceksen durma, git. Kapı orada, üzerine kilitlediğim yok. Ama babanın tedavi olmasını istiyorsan yaptığımız anlaşmaya uymak zorundasın."

Bir süre bu kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bencil, egoist ve düşüncesiz adama baktı. Tepeden tırnağa nefretle doldu vücudu. O an bu duyguları yüzüne kusmak istedi. "Senden nefret ediyorum!"

Kadının hiçbir tepkisinden etkilenmeyen adam en ufak bir öfke kırıntısı bile göstermeksizin, sakince "Nefret de güçlü bir duygu. Hiçbir şey hissetmemenden iyidir." diye karşılık verdi. Herhangi bir cevap bulamayan kız öfkeyle merdivenleri çıkınca kendisi de sıkkın ve bıkkın bir biçimde kapıyı çarpıp çıktı evden. Araca doğru yürürken evin kâhyası Hasan Efendi bahçede otları yolarken oğlu Yusuf da her zamanki görevi olan atlarla ilgilenmekteydi. Kendisini gören Hasan Efendi'nin "Yağız Bey, bir isteğiniz var mı?" sorusuyla yakından muhatap olmak istemedi. Şuan hiçbir şeyle ilgilenecek sabrı yoktu. "Buralar size emanet." diyerek ayrıldı yanlarından. Araç binip yola çıkarken aklında tek bir şey vardı, bir harabe gibi ardında bıraktığı kadının mis kokulu bir gül bahçesiyken günden güne nasıl solgun bir sonbahar sabahına dönüşmekte olduğuydu.

Kendini odaya kapatan Nağme'yse pek farklı şeyler düşünmüyordu. O adamdan nefret ediyordu. Zor bir adam olmanın da ötesinde, bencil ve kontrol manyağı biriydi. Sadece kendi zevkleri peşinde koşan hatta bunun için etrafındaki insanları harcamaktan ve onlarla bir oyuncak gibi oynamaktan asla çekinmeyen, gücünü kötüye kullanan bir pislikti o. Ancak ona muhtaçtı işte. Şuan babasını kurtarabilecek tek kişi tüm bu sözleri sayıp döktüğü bencil adamdı. Bu yüzden sakin davranmalıydı fakat o yanlış davranmıştı. Kontrollü davranması gerektiğini bildiği hâlde gereksiz gerginlik yarattığı için kendine kızıyordu. Üstelik böyle nefret ettiği bir adamla nasıl aynı yatağa gireceğini de bilmiyordu. Bunun başka bir yolu yok muydu? Gökyüzünden yıldızları toplayıp getirse, gece vakti güneş avına çıksa ya da bunun gibi imkânsız bir sürü şey yapması gerekse ama yeter ki o adamla birlikte olmaktan muaf tutulsa. Hem de bir kere bile değil, defalarca...

Çalan telefonu onu esir alan bu nefret duygusundan biraz olsun alıkoymayı başarmıştı. Ekrana baktığındaysa arayanın İlknur ablası olduğunu görünce ister istemez kendini biraz olsun mutlu ve güvende hissetmişti. En azından yaşadığı tüm zorluklardan haberdar biri vardı ve ona her şeyi anlatabilecek kadar çok güveniyordu. Hem aklı başında biri olarak onu yönlendirebilirdi de. "Alo..."

"Kızım meraktan çatladım, niye aramadın?"

"Niye arayacaktım ki?"

"Canım, dün gece için işte. Konuşturma beni."

"Dün gece bir şey olmadı ki."

"Nasıl yani?"

"Basbayağı, bir şey olmadı."

"Adam vaz mı geçti yoksa? İnsafa falan mı geldi? Anlatsana."

Ablası bile olsa utana sıkıla anlatabiliyordu böyle şeyleri. Kimseyle daha önce böyle özel konuları rahatça konuşabilmiş değildi ki. Zaten bu zamana kadar hayatına öyle doğru düzgün birileri de girmemişti. Birkaç masum ilişki. Onlara ilişki bile denmezdi ki. En son da Tuna olmuştu işte. İlişkiye en yakın duyguları Tuna'yla yaşamıştı, o da malûm sebeplerden ötürü çok sürmemişti. "Ben... Ben çok uğraştım, çok denedim. Ama... Yapamadım işte. Olmadı."

"Adam ne tepki verdi? Yani olmayınca..."

"O zaten akşam ısrarcı değildi, dinlenmemi önerdi. Zaten ne tür bir insan olduğunu anlayamadım. Hem çok otoriter ve bencil, hem de... Ne bileyim ya, bazen kaba saba bazen düşüncesiz. Ben hiçbir şey anlamadım inan ki beynim uyuştu. Dün gece bana zaman tanıdı, ama babam bu durumdayken ben nasıl hiçbir şey olmamış gibi durabilirim? Saniyeler bile çok önemli bizim için."

"Bak ablacım, bana kalırsa bu bir işaret. Yol yakınken vazgeç bu anlaşmadan. Lânet olsun parası da, donörlüğü de. Kendine bunu yapma."

"Artık çok geç abla." Ağlamamak için kendini zor tutarken birkaç saniyeliğine sessiz kalıp sakinleşmeye çalıştı. Boğazına oturup çöreklenmiş yumru konuşsa boğacaktı sanki. Hırıltılı bir nefes aldıktan sonra hislerini dizginledi. "Ölürüm de dönmem bu yoldan. Babamı kurtarmak için bir yola girdim, vazgeçemem. Tam her şey yoluna girmişken vazgeçemem."

Kardeşine "Ah be kızım, ah be kızım..." diye söylenen İlknur ise ona kızmakla acımak arasında gidip geliyordu. Hem ailesi için yaptığı bu fedakârlığı takdir ediyor, hem de böylesine yanlış ve tehlikeli bir işe kendi başına kalkıştığı için ona tarifsiz kızıyordu. Öyle zor bir duruma düşürmüştü ki kendisini, acımak dışında yapabilecek bir şey bulamıyordu.

●●●

İçeceğini getiren garsona baş işaretiyle teşekkür ettikten sonra gözlerini mekânın her köşesinde gezdirmeye devam etti Serra. Her açıdan görebileceği bir yer seçmiş, arkadaşı İrem'le oraya oturmuşlardı. Günlerdir buraya geldiği ilk gün gördüğü o karizmatik adamla karşılaşmak için mekâna gelip tabiri caizse pusuya yatıyordu.

İrem'se başta her ne kadar bu çabasını desteklese de artık sıkılmışa benziyordu. Çünkü dalga amaçlı başlayan bu takibi dostunun gereğinden fazla ciddiye alıp abarttığını ayrımsamaya başlamıştı. "Ya kızım yeter artık. Her gün buraya geliyoruz, adamın geleceği falan yok işte."

Serra ise öyle sabit fikirliydi ki, bu kararlı duruşunu kimse etkileyemeyecek gibiydi. "Gelecek. Er ya da geç gelecek."

"Hem ayrıca gelse ne olur? Öyleleri senin benim gibilere bakar mı? Kim bilir etrafında kaç çeşit kadın fır dönüyordur. Biraz gerçekçi ol ya."

"Benim neyim eksik ki o gazetelere çıktığı mankenlerden, sosyetik kızlardan?"

Yakın arkadaşının bu keskin hırsı zaman zaman İrem'in gözünü korkutuyordu. Çünkü fazla hırsın insanın sonunu getiren acı bir yanı vardı ve Serra bunu göremeyecek kadar hedefe kilitlenmişti. Onun ise elinden gelen yalnızca "Tehlikeli sularda yüzüyorsun Serra." diye uyarmak oldu. "Bazen bu aşırı hırsın beni korkutuyor."

"Hırs olmazsa hedefine ulaşamazsın İrem. Ben böyle yoksul bir hayata mahkûm olmak istemiyorum. İstediğim hayata ulaşmak için de her şeyi yaparım anlıyor musun, her şeyi!"

Kızın gözlerindeki hırs dolu alevden korku duydu İrem. Bu yüzden suskunluğunu koruma kararı aldı. Olası bir felaketi durdurmaya gücü yoktu, yapabileceği en iyi şey onu uyarmaktı ve elinden geleni de yaptığını düşünüyordu.

Aradan yirmi dakikaya yakın zaman geçtikten sonra mekâna o girmişti. Beklentileri boşa çıkmadığı için heyecanlı ve gururluydu. Heyecanına yenik düşerek yerinde kıpırdandı. "İşte! İşte geldi, burada!"

"Tamam kızım, bir dur."

Tuna ise oldukça dağılmış görünüyordu. Berkan'la birlikte bar taburelerine oturdular. Dostunun günlerdir konuşmaktan bıktığı konuyu açmadan duramadı yine. "Nağme bir türlü aramalarıma yanıt vermiyor." Kara gözlerinde buram buram endişe ve kaybetme korkusu vardı. "Onu zor durumda bırakmadan ona nasıl ulaşabilirim bilmiyorum."

"Ya bırak artık şu kızın peşini be oğlum, belli ki o kafasında bitirmiş bu ilişkiyi. Tek taraflı çabayla hortlatamazsın."

Duydukları hiç hoşuna gitmediğinden "Olmaz Berkan," diyerek celallendi Tuna. "Bırakamam!" Uzun zamandır ilk defa böyle duygular hissetmişti birine karşı. Aşkı tattığını düşünüyordu. Onun karşısında savunmasız ve mahcuptu. Ulaşılmaz bir kadına gönül vermişti ve onsuz yaşayamayacağına inanıyordu. Şimdi bunları bilerek Nağme'yi nasıl bırakırdı? "Ben onu seviyorum, onsuz yapamam. Onunla konuşmam lazım, yüz yüze gelip konuşmalıyım. Ona kendimi affettirmeliyim."

"Kızı aldatmışsın be kardeşim, ne affetmesi? Bu zamana kadar kimlerle olduğunu biliyorum ama her kadın öyle geniş mezhepli mi?"

Tuna o an dostunun söylediklerine kulak vermekten çok uzaktı. Yalnızca aklında asılı kalmış duygularını tekrardan ibaretti. "Hayır, vazgeçmem. Vazgeçemem..."

"Oğlum sende hiç akıl yok mu? Ne var o kızda bu kadar? Tek bir kızda takılıp kalmana bir türlü anlam veremiyorum. Üstelik de bu kız seni istemiyorken... Tamam, bak eskiden de benim kadar uçarı biri değildin. İlişkilerde sürekliliği esas alıyorsun anlıyorum ama bu kadar gurursuz olma." Bunu dostunu kırmadan nasıl ifade edebilirdi bilmediğinden ötürü direkt söylemeyi tercih etti.

Genç adam ise dostunun söyledikleriyle pek ilgilenmiyordu. "Aşkta gurur olmaz Berkan, âşık olunca anlarsın." Onu anlamasını beklemiyordu. Daha önce âşık olmamıştı çünkü. Biri için yanmak ne demek bilemezdi.

"Dünyada bir o kız yok. Kardeşim yakışıklısın, cillop gibi çocuksun! Giden gitmiştir arık sen önüne bak." Mekâna girdiği andan itibaren çapkın bir erkeğin ilk alışkanlığı olarak etrafa göz gezdirmiş olduğundan bazı şeylerin farkındaydı Berkan. Ve tek bir kıza takıntı beslemeye başlayan dostunda da farkındalık yaratmak istiyordu. "Hatta önünden ziyade etrafına bak." Geldiklerinden beri Tuna'yı göz hapsine alan köşedeki kızı fark ettirmeden gözleriyle işaret etti. "Şu kız mesela... Geldiğimizden beri seni kesiyor. Hayır, kese kese de bitiremedi yani! Güzel de kız Allah için."

Kızın yüzüne bile bakmaksızın "Off Berkan..." diye söylenmeye başladı. Onun derdi neydi, arkadaşı neden bahsediyordu. Kafasındakileri tanımlaması gerekseydi kullanacağı ifade tam bir kaos olurdu. "Benim kız düşünecek hâlim mi var Allah aşkına?"

"Sen bu kafayla gidersen harcanırsın Tuna, benden söylemesi. Kız senden vazgeçmiş, seni unutmuş. Çok geçmeden kendine yeni bir sayfa açmış. Bak, aramalarına bile yanıt vermiyor. Umursamıyor. Sen de unut! Kendine yeni bir yol çiz, yeni bir sayfa aç artık geride bırak geçmişi. Unut! Bırak, geçmiş geçmişte kalsın."

"Unut demekle olmuyor Berkan! Kalp söz dinlemiyor! Anlamıyorsun, hariçten gazel okuma bari." Kara kara düşünmekten kendini alamayan Tuna daha da içine kapanmıştı artık. En yakın arkadaşı bile onu anlamıyorsa... Ne diyebilirdi ki?

Berkan'a sorulursa Allah'tan arkadaşına akıl fikir vermesini diliyordu. Nağme denen o kızı öylesine takıntı hâline getirmişti ki ne söylerse söylesin onu bataklıklarla dolu bu yoldan döndüremiyordu.

...

Loading...
0%