Yeni Üyelik
33.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 17/1

@buzlarkralicesi

-17- / 1

Gün doğumuna kadar gözüne uyku girmemişti. Yataktaki kızı da uyandırmamak için balkonda öylece oturdu. Böyle bir şey gerçekten olabilir miydi? O adam tahmin ettiği gibi yaşıyorsa...

Aklından geçen o uçuk şeylerin gerçekleşme ihtimali adamı katıksız endişeye sevk ediyordu. Hayatının en karmaşık döneminde böylesine kötü bir sürprizin hiç sırası değildi. Geçmişin karanlık külleri bir pus gibi zihnini örterken artık düşünmesi gereken bir anlaşmadan fazlası vardı. Nağme'yle yaptığı bu anlaşma ve girdiği yolda on engel olmaması için geçmişindeki ayrık otlarını temizlemesi gerektiğinin farkındaydı ancak aklı kadar duyguları da karmakarışıktı. Mehmet'in ölmesiyle ölmemiş olması arasında dua etmek isterdi. Fakat böyle bir şey mümkün olmadığı için araftaydı.

Balkonun aralık kapısından içeri baktı. Sırtı kendisine dönük, uyuyan kadında gezindi bakışları. Karanlık geçmişine açılan bu tozlu ve engebeli yolda ne yazık ki tek başına değildi. Kendisi ve ailesi dışında şimdi de hayatına aldığı kadını koruması gerekiyordu.

Her şey o kadar karışıktı ki... Üstelik düşünmesi gereken bu anlaşma yüzünden gözlerini ayıramadığı bu kadının aşılamaz nefretini de kazanmıştı.

Nağme ise sabahı sabah etmişti. Uyuyormuş gibi görünse de birkaç dakikalık dalmaları dışında gözüne uyku girmemişti. Her şey öyle bulanıktı ki kafasında, yaşadıklarının gerçekliğine inanması ve bunu kabullenmesi zaman almıştı. Aynı odada sabahladığı, yüzüne bile bakmak istemediği adam, babasının hayatını kurtaracaktı. İşte her şey böyle pamuk ipliği gibi birbirine bağlıydı.

Bu anlaşmayı kabul eden kendisiydi. Her şey kendi rızasıyla olmuştu görünürde. Ancak mecburi bir rızaydı bu. Küçük bir illüzyondu. Esasında hiçbir şey kendi isteğiyle gerçekleşmemişti.

Mecburiyetler ve cezalar...

Tepkiliydi Nağme. Çok kızgındı. Başta kendisi olmak üzere Yağız'a, onu bu kararı vermeye iten, zorlayan şartlara, babasının hastalığına hatta ilâhî adalete inanan biri olarak yine affına sığındığı yaratana bile kızgındı. Bunun yanlış olduğunu bildiği hâlde içinde alev topu gibi tehlikeyle büyüyen bu öfkeye engel olamıyordu.

Doğu cevabı olmayan bir sınavın içindeydi sanki. Doğrular Nağme için tekti. Lakin içinde bulunduğu bu sarmalda hiçbir doğru tek ve kesin değildi.

●●●

Bir elinde kumandayla aracını kilitlerken diğer elindeki telefondaki annesiyle konuşuyordu Aylin. "Tamam anne, ben kafeye geçiyorum şimdi. Evde dura dura kafayı yiyeceğim. Biraz hava almış olurum hem. Sen de işin biter bitmez gelirsin."

Kafenin kapısından içeri girerken sıkkındı. Annesiyle konuşuyor olmak bile rahatlatamıyordu artık onu. Evliliğini kurtarmak için sunduğu teklifi kocasının kabul etmesini hiç beklemiyordu. İmkânsız gözüyle baktığı şey olmuştu. Belli ki Yağız da bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu. Hâlâ neden tam anlamıyla mutlu hissedemiyordu? Acaba eksik bir şey mi vardı? Dalgın bir edayla "Tamam anne, hadi görüşürüz." diyerek telefonu kapattı. Neden böylesine bir yanı eksik gibiydi? O bebeği her şeyden çok istiyordu ancak karnında taşıyamayacağını bildiği için miydi tüm bu eksiklik hissi? Emin değildi.

Boş masalarda göz gezdirirken köşedeki masada onu gördü. Yıllar sonra görmemesi gereken belki de tek kişiydi o. Gözlerine inanamıyordu ama oydu işte. O...

Yıldırım...

Yıllar önce biten hazin bir aşk öyküsü tam karşısında duruyordu. Ölümcül bir günah gibi. Ya da kaçışı olmayan bir gerçek. İnanılmazdı bu.

Titreyen ellerini nereye koyacağını bilmeksizin hızla çıkışa doğru yürüdü. Bu anı hafızasından silebilmeyi diliyordu. Gerçek olmayacağını bile bile. Kapıdan çıkıp kaçmak istediği gerçeğini geride bırakmak isterken ardından yükselen sesleniş geçmişinden öyle kolay kolay kaçamayacağını göstermişti ona.

"Aylin!"

Görmezden geldiği, unutmak istediği geçmişin karanlık külleri yine yoluna serpilmişti acımasızca. O ise ne yapacağına dair en ufak bir fikri yokken dönüp gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğinin acı bir şekilde farkındaydı. Sonsuza dek kaçamazdı.

Yıllar sonra ilk defa onun dudakları arasından duyuyordu ismini. Sesini ve yüzünü bile unuttuğunu düşünerek kandırmıştı kendini yıllar yılı. Oysa sesini duyar duymaz yüzünün her hattı da dâhil olmak üzere tüm geçmişi dökülüvermişti zihnine ardı ardına.

Şimdiyse yanı başındaydı.

Uzansa ona dokunabilecek kadar yakındı. Usulca arkasına dönerek cesaretini toplamaya çalıştı. "Senin ne işin var burada?"

Adam ise yanıt vermekten ziyade soruyu duymazdan gelerek özlemle "Hiç değişmemişsin." dedi yalnızca.

Ne yanıt vereceğini bilemeyen Aylin konuyu dağıtmak amacıyla "Ne zaman döndün Rusya'dan?" diye sordu.

"Çok olmadı." Duraksadı adam. Gözleri ışıldıyordu ancak tavırları mesafeliydi. "Ne büyük tesadüf, değil mi? burada böyle karşılaşmamız. Büyük ve güzel bir tesadüf..."

"Güzel olduğu konusunda aynı fikirde değilim Yıldırım." Gözlerini kaçırdığı her saniye daha da saplanıyordu sanki ona ve geçmişine. Kaçamıyordu. Buna bir son vermesi gerektiğinin de farkındaydı. Bu kadar güçsüz olamazdı. Olmamalıydı. O her zamanki ilgisiz ve soğuk tavrını takındı. "Acelem var, hoşça kal..."

Arkasını döndüğü adamın ise o kadar kolay pes edip konuyu kapatmaya hiç niyeti yok gibiydi. "Evlenmişsin." Kadını hâlâ aklından ve kalbinden atamadığı hâlde ona karşı mesafeli duruşunu açıklayan o olay üzerinde durdu Yılmaz. Evlenmişti. Görünüşe göre onu unutup bir başkasına vermişti kalbini.

"Evet."

"Tebrik ederim."

"Teşekkürler." Aylin'in konuyu uzatmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Bu yüzden tek kelimelik cevaplar vermeyi seçiyordu. Yanında kaldıkça işler kontrolden çıkacakmış gibi geliyordu. Kendine engel olabilmesi çok zordu. Geçmişi yeniden aklında canlandırmadan umursamaz ve güçlü kalabilmek. Bir zamanlar büyük aşkı olan o adama yabancı gibi durabilmek. Hepsi öyle zordu ki... Kelimelerle tarifi yoktu.

"Ben evlenmedim."

"Sormamıştım." Doğru, sormamıştı ama bu asla merak etmediği anlamına gelmiyordu. Acaba o da hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmiş miydi? Kalbine başkalarını almış mıydı hatta evlenip çoluk çocuğa karışmış mıydı? Karşılaştığı ilk andan beri istikrarla düşündüğü en önemli şey belki de buydu. Yıldırım onu unutabilmiş miydi? Bu sorunun yanıtı biraz kendisinde saklıydı. Bilmiyordu.

Yarım ağız çarpık bir gülümsemeyle karşılık verdi adam. "Sormazsın, bilirim. Burnun düşse almazsın yerden."

"Lütfen Yıldırım." Giderken Yıldırım'ın "Yine görüşeceğiz, biliyorsun değil mi?" sözünün aslında bir soru değil de kehanet olduğunun farkındaydı. Adamın emin olduğu bir kehanetti hem de. Her zamanki kendinden emin ve kibirli tavrıyla yanıt verdi Aylin. "Hiç sanmıyorum. Hoşça kal..." Aracına binip gitti kadın. Asla geri adım atmayan inatçı tavrını sürdürürken kafasının karmakarışık olduğu gerçeğini en azından kendinden gizleyemeyeceğinin farkındaydı. Böyle alelade bir karşılaşma tüm dengesini bozmaya yetmişti.

●●●

Çıldırmak üzereydi. Sabahtan beri hiçbir şekilde Tuna'ya ulaşamamıştı Berkan. Defalarca aramış, beraber vakit geçirdikleri mekânlara bile bakmıştı. Her yerde aramıştı onu. Böyle bir psikolojideyken yalnız kalması ürkütücüydü Berkan için. Bu kafayla ne yapacağı hiç belli olmazdı.

Her şeyi geçse bile başına bir şey gelme ihtimali korkutuyordu adamı. Nağme'nin terk edişiyle boşluğa düşmüştü Tuna. Arkadaşının bu hâli onu çok üzüyordu. Bu hâldeyken saçma bir şeyler yapmasından da korkmuyor değildi. Son kez aradı fakat yine ulaşamayınca "Neredesin be oğlum, neredesin..." diye mırıldandı çaresizce.

●●●

Çalışma odasının kapısını tıklattıktan sonra yanıtı beklemeksizin içeri girdi Canan Hanım. Eşi Erdinç Bey yine masadaki dosyalara gömülmüş bir biçimde meşguldü. Kollarını kavuşturdu kadın. Sitemkâr tavrını gizleme gibi bir gayrete düşmedi. "Bugün odandan çıkmayı düşünüyor musun acaba Erdinç?"

Başını dosyalardan dahi kaldırma gereksinimi duymadan "Çok işim var Canan, bu dosyaların yarına kadar incelenmesi gerekiyor." diyerek geçiştirdi adam.

"Akşam yemeğine katılacak mısın peki?"

"İşlerim biterse tabii ki." Aniden hatırladığı gelişmeyi çalışma odasından çıkmaya hazırlanan karısıyla paylaşmakta geciktiğini fark etse de bunu geciktirmenin manası olmadığını bildiğinden ötürü herhangi bir fırsatını kollamadan dosdoğru söyledi. "Ah, bu arada söylemeyi unuttum sana. Kafa mı kaldı sanki?" Yine de bunu söylerken biraz çekinmediğini söylese yalandı. Gözlerini kaçırarak "Gülfem Türkiye'ye geliyormuş. Yani... Biz görüşmüyoruz ama Amerika'daki şirketten aldım haberini." demeyi başarabildi. Karısının onunla konuşmasına bile tahammülü olmadığını biliyordu. Bu yüzden görüşmediği detayını sözleri arasına not düşme gereksinimi duydu.

Canan Hanım'ın ise şuan böyle küçük ayrıntılarda kaybolacak hâli yoktu. Şaşkın ve öfkeli bakışları şimşek gibi çakarken "Ne?" diyebildi yalnızca. Ölümcül bir fısıltı gibi dökülmüştü bu tek kelime dudaklarından.

"Ondan pek hoşlanmadığını biliyorum ama zaten burada kalmayacağını biliyorsun, sonuçta-"

"Erdinç sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Başından aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissediyordu kadın. İhanetinin tohumunu buraya nasıl getirirdi? Kendisinin bu duruma anlayış göstermesini, göz yummasını, sessiz kalmasını nasıl bekleyebilirdi? Bunca yıllık karısını hiç mi tanımıyordu? Yıllar önce yaptığı bir hatayı tekrar tekrar niçin gündeme getirme gereksinimi duyuyordu?

Erdinç Bey geçmişte de oldukça çapkın bir adamdı. Daha önce de defalarca aldatıldığını bile bile susmuştu kadın. Yuvasını yıkıp çocuklarını babasız bırakmak istememişti. Daha da önemlisi, cemiyete alay konusu olmak istememişti. Onların dünyasında sıkça olan şeylerdi bunlar ancak Canan Hanım gibi bazı kadınlar sessiz kalmaya çok alışmıştı. Hem cemiyetteki yerlerini hem de konforlarını kaybetmek istemediklerinden kocalarının küçük gönül eğlencelerine susmak onun gibi kadınlar için sıradan sayılabilir şeylerdi. Ta ki o kadınlardan birinin bu ihaneti gözle görülür bir boyutta, bir bebekle gözler önüne serene kadar...

Bu artık ufak bir hata olmaktan çıksa da Canan Hanım o zamanlar Aylin 3, Tuna ise 2 yaşında olduğundan ötürü boşanmak için doğru bir zaman olmadığının farkındaydı. Yine yutmuş ve susmuştu. Ve sonrasında da hiçbir şekilde boşanmamıştı. O kadının ekmeğine yağ sürmeyecekti.

Yıllar sonra yaşadığı o korkunç dönem acımasız bir şekilde tekrar karşısına çıkmıştı işte. Gittikçe büyüyordu içindeki öfke alevi. "Nasıl yaparsın sen bunu bana ya?"

"Ne yaptım şimdi ben Canan Allah aşkına?"

"Doğru, yıllar önce yaptın sen yapacağını!"

"Kız yurduna dönüyor, dönme mi diyeyim? Üstelik yanımızda falan da kalmak istemiyor, ne bu sinirin?"

"Onu görmek istemiyorum Erdinç! İstemiyorum! Onun bu ülkede yaşadığını bilmeye bile tahammülüm yok! Aynı atmosferi solumak istemiyorum o kızla! İhanetinin kalıntılarıyla sürekli yüzleşmek zorunda değilim!"

"Canan, yeter! Yıllar önce sustuğun, yok saydığın şey için şuan neden tartışıyoruz anlamıyorum! Madem kaldıramayacaktın, yıllar önce neden tepkini göstermedin? Neden boşanmadın benden?"

"Çocuklarımız küçüktü!"

"En favori bahanen de bu, değil mi? Peki, büyüdüklerinde neden boşanmadın? Ben söyleyeyim, cemiyette benim sayemde kazandığın itibarını, saygınlığını kaybetmek istemedin."

"İleri gidiyorsun Erdinç!"

"Yıllar önce konuşup çözdüğümüz, sessiz kaldığımız mevzuları tekrar gündeme getirme Canan! Ne olursa olsun Gülfem benim kızım. Ne zaman isterse gelir, görüşürüz."

"Evet, metresinden olan kızın! Sen onun babası olabilirsin ama ben hiçbir şeyi değilim. Dolayısıyla buna tahammül etmek zorunda değilim!" Sağ işaret parmağını tehditkâr bir öfkeyle sallayarak "O kızı buraya getirme Erdinç. Sakın bu hatayı yapayım deme." diye uyardı kocasını. "İhanetinin bedelini bana ödetmene izin vermem. O kızla karşılaşmak istemiyorum."

Kapıyı çarparak çıkan karısının arkasından oflayarak bakakaldı. Anlaşılan onu oldukça zor bir dönem bekliyordu.

●●●

Kahvaltı hazırlıklarına göz gezdirdikten sonra merdivenlerden yukarı Çıktı Yağız.

"Nağme! Kahvaltı hazır."

Odaya girdiğinde her yer muntazam bir biçimde toparlanmıştı. Ancak Nağme yoktu. Sırasıyla lavaboya, koridora ve diğer tüm odalara baktı.

Yoktu.

Defalarca seslendi.

"Nağme!"

Yoktu işte. Hiçbir yerde yoktu.

Gitmişti.

...

Loading...
0%