Yeni Üyelik
34.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 17/2

@buzlarkralicesi


-17- / 2

Nağme, diye geçirdi içinden. O an öfkeli bir korkunun esiri oldu. Her şeyi kontrolü altında tutan biri olarak bu tür duygulara alışık değildi. Aklına manasız bir sürü düşünce doluştu. Neredeydi bu kız? Gitmiş olabilir miydi?

Dün geceden sonra.

İyi de neden? Babasını kurtarmaya bu kadar yaklaşmışken neden gitsindi ki? Etrafa bakınmaya devam ediyordu ama yoktu. Buhar olup uçmuştu sanki. Tamam da bu çok saçmaydı. Bunca şeyi göze alıp feda ettikten sonra neden çekip giderdi ki bir insan? Hele ki böyle bir anlaşmayı kabul edecek kadar cesur bir kız olan Nağme neden böyle bir şey yapardı?

Hışımla son bir ümit bahçeye çıktı. Görünürde kimsenin olmaması her saniye daha da çıldırtıyordu adamı. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. Birkaç adım atıp atların bulunduğu kısmı açıkça görebildiği zaman seyisin yanında gördü onu. Dalgınca seyrederken atları seviyordu.

Sabahın erken saatlerinde Yağız duştayken bahçeye çıkmıştı Nağme. Sessiz sakin, biraz kafa dinlemeye ihtiyacı vardı. Yaşanan bunca şeyden sonra ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmiyordu.

Bahçedeki büyük taşın üstüne oturmuştu kız. Uzun uzun düşünürken yanına yaklaşan adamın varlığını fark etmesi zaman almıştı. Kafası öyle doluydu ki. Belli ki dalgın ve düşünceli olduğunu görünce kendisini seyis diye tanıtan adam biraz kafa dağıtması için atları göstermeyi teklif etmişti. Yalnız kalıp düşünmenin bir faydasını göremeyen Nağme bu iyi niyetli teklifi kabul etmişti. Fakat karşısındaki adamın sert ve tuhaf bakışları düşündürücüydü.

Yağız ise gördüğü manzaraya anlam veremiyordu. Gözlerindeki ifadeden durumu hoşnut karşılamadığı açıkça belli olsa da bu konuda herhangi bir cümle kurmamayı tercih etti. Buyurgan bir tavırla "Kahvaltı hazır Nağme, soğutmayalım. Seyis de işini yapsın." derken göz ucuyla ismini bile hatırlamadığı adamı süzdü kısaca.

Adam ise patronunun aşağılayıcı bulduğu bakışları altında meydan okuyan bir tavır sergilemeyi tercih etti. "Ayvaz." Tek kaşını kaldıran adama açıklamada bulundu. "Adım Ayvaz."

Seyise kısa bir bakış attıktan sonra Nağme'ye döndü Yağız. "Gidelim." Emrinde çalışan adamın cesareti hoşuna gitmemişti.

Ayvaz'ın ters bakışları altında sessizce içeri girdiler. Bu evde neler döndüğünü, patronuyla bu kadın arasında neler geçtiğini anlamaya çalışıyordu. Hele ki bu sabah genç kızı bahçede kara kara düşünürken gördükten sonra bu evde olanlar çözülmesi gereken büyük bir sırdı onun için.

Yağız ise Nağme'yi içeri buyur edip kapıyı kapattıktan sonra kahvaltı masasına doğru yürüdü. Kısa bir an duraksadı ve uyarıcı bir ses tonu takınarak "O adamla... Seyisle gerekmediği takdirde muhatap olmazsan sevinirim." dedi yalnızca. Meseleyi uzatmak değildi niyeti. Sadece sınırlarını çizmek istiyordu. Daha sonra gereksiz kargaşalar, anlaşmazlıklar çıkmaması için.

Adamın otoriter ve emir veren tavrı yeterince gergin ruhunu daha da öfkeye boğdu. "İstersen hiç dışarıya çıkmayayım, pencereden dışarıyı seyrederim anlaşma bitimine kadar. Ne dersin?"

"Öyle bir şey demedim. Sadece çalışanlarla, özellikle de o adamla mesafeni korursan iyi olur."

"Ya sen ne ima etmeye çalışıyorsun?"

"Bir şey ima etmeye çalışmıyorum, sadece uyarıyorum."

"Emin misin? Bana hiç öyle gelmedi de!"

"Kavga mı etmek istiyorsun?"

"Sana sormalı!"

"Bak, ben düz bir adamım. Öyle imayla falan da uğraşmam. Ne söyleyeceksem direkt söylerim. Gerekmedikçe o adamla muhatap olmanı istemiyorum. Yeterince açık oldu mu?"

"Emredersin!" Orada bir saniye bile kalmak istemiyordu. Bu yüzden hışımla masadan kalkmaya yeltendi fakat adamın emreden bakışlarıyla karşı karşıya kaldı.

"Otur."

Aynı öfkeyle otururken tepkili ve nefret dolu olduğunu gizlemeksizin adamın gözlerine alev topu gibi bakıyordu. Bu pervasızlığı ve sert tavırları sinir bozucuydu. Onun sahibiymiş gibi davranamazdı! Buna hakkı yoktu! Evet, bir anlaşma yapmışlardı ama Yağız onun sahibi değildi.

Dakikalar sonra hiçbir şey olmamış gibi sakin ve ilgili tavrını takınan Yağız ise "Peynirden de al." derken çatalına batırdığı peynirleri ve biraz da salatalığı kızın tabağına bıraktı.

●●●

Anahtarıyla açtığı kapıdan içeri girdiğinde darmadağındı kadın. Geçmişin beklenmedik bir biçimde karşısına çıkışıyla oldukça karmaşıktı. Her şeyi unuttuğunu düşünmüştü. Geride bıraktığını... Yeni bir sayfa açtığına inandırmıştı kendini. Ta ki o karşısına çıkana dek...

Şimdiyse aynı şekilde kendinden emin ve kaygısız değildi. Bu sabaha kadar tek kaygısı çocuk sahibi olamadığını için kocasını kaybetmekti. Şimdiyse işler değişmişti. Tabiri caizse her şey tepetaklak olmuştu. Geçmişte yaşadıklarını düşünmediği tek bir an bile geçiremiyordu. Yaşadığı veya yaşadığını sandığı o büyük aşkı. O adam yıllar sonra karşısına çıkarak kafasını karıştırmıştı. Buna ne hakkı vardı ki? Onu tarihe gömmüştü. Geçmişin karanlık dehlizlerinde bırakmıştı. Bunca zaman sonra karşısına çıkmasının manası neydi? Ne gerek vardı buna?

Merdivenleri çıkıp odasına kapandı usulca. Kafasını dinlemeye ihtiyacı vardı. Ya da daha doğrusu iç sesini susturmaya. Çünkü içindeki eski âşık Aylin sorup duruyordu. Sayısız soruyla muhatap ediyordu şimdiki Aylin'i. Yıllar önce bir karar vermişti. Her şeyi silip yok etmiş, ona dair her şeyi geçmişte bırakıp bir karar vermişti. Yeni bir devir açılmıştı onun için. Yağız'la nikâh masasına oturmuş, onunla birleştirmişti hayatını. Şimdi de onunla bir bebek sahibi olmaya hazırlanıyorlardı. Kendi karnında bile taşıyamayacağı bir bebek... Fakat bunun hiçbir anlamı ve önemi yoktu çünkü Yağız'ı seviyordu. Yıldırım'ı ise hayatından çıkaralı çok olmuştu.

Yatağına uzandı ve histerik düşüncelerini aklından söküp atmak için çok uğraştı. Kafasının neden karıştığını da anlamıyordu üstelik! Onu sevmeyen, aldatan, bırakıp giden bir adam yüzünden niçin dağılmıştı ki? Yalnızca bir kez gördüğü için hem de. Ne gerek vardı ki bu tür saçma bir duygusallığa?

Hâlâ ona bir şeyler hissediyor olamazdı. Kendisine tüm bunları yaşatmış, tarifsiz acılar tattırmış bir adam için gözyaşı döküyor olamazdı. Onu düşünüyor olamazdı. Çekip gitmeseydi nasıl bir hayatımız olurdu acaba, diye gizliden gizliye düşünüyor olamazdı değil mi? Bu çok saçmaydı.

●●●

Şöminenin önündeki koltuğa oturmuş içkisini yudumlarken gözkapakları tembelce inip kalkıyordu. Kendini uykuya teslim etmemek için ateşin harlanışını seyrediyordu. Esasında biraz uyusa içindeki tüm bu saçma aşk acısını, sancıyan kalbinin pişman sesini bir süreliğine duymayacaktı ama bunu istemiyordu Tuna. Kendine acı çektirmek ister gibi bu acının her anını yaşamak istiyordu. Kendini cezalandırıyordu. Nağme'yi kaybedişinin ardında duran tüm suçu üstlenmek yetmezdi, bunun bir cezası vardı. Olmalıydı. Nağme'nin onu terk ederek verdiği ceza yeter de artardı esasında ama bu aptalca hatayı yaptığı için kendinden öyle nefret ediyordu ki kalbine bu acının hep daha fazlasını yaşatmaya yeminli gibiydi. Çünkü kalbi böyle saf bir sevgiyi hak etmemişti, sevginin üstesinden gelememiş ve ona ihanet etmişti. Geri dönülmez büyük bir hata yapmıştı ve bu acının her salisesini hak ediyordu.

Kapının çalışıyla yarı baygın bakışları o yöne çevrildi. Burada olduğunu kimse bilmiyordu ki? Kim gelmiş olabilirdi ki?

Usulca ayağa kalkıp kapıya yürüdü. Buraya yalnız kalmak için gelmişti ama belli ki bu mümkün olmayacaktı. "Burada da rahat yok." diye söylene söylene kapıyı açtığında karşısındaki dostuna bezgin bakışlar attıktan sonra yerine döndü. "Yalnız kalmaya ihtiyacım var Berkan. Rahat bırak beni."

"Oğlum neredesin ya? İnsan en azından bir haber verir. Aklım çıktı." Her yerde aradıktan sonra aklına gelen son çare burası gelmişti ve yanılmamıştı Berkan. Çiftlik evine çok sık gelmezdi Tuna. Burada olabileceğine de ihtimal vermemişti doğrusu ancak ihtimal ihtimaldir diyerek değerlendirmişti. Yine şaşırtmaca peşindeydi dostu, belliydi. "Valla yalnız kalmak, sorunlardan kaçmak çözüm olsaydı keşke kardeşim. Herkes yapardı bunu."

"Çözüm olmadığını biliyorum."

"Eee, o zaman?" Bir yanıt beklercesine baktı arkadaşına. Tam karşısındaki koltuğa oturduğunda onun ne denli bitik olduğunu daha iyi görebiliyordu. Aşk denen bela insanı bu hâllere sokuyordu demek. İnsanların şu aşk denen zımbırtıyı aşırı abarttığını düşünmüştür hep. Ve her duygunun insanları izin verdikleri, büyüttükleri kadar üzebileceğine inanmıştı. Tuna da bunu yapıyordu şuan. İzin veriyordu. İçindeki bu acının onu yiyip bitirmesine göz göre göre izin veriyordu. Belki de yaptığı hatadan ötürü kendini cezalandırıyordu. Kendini bir çıkmaz sokağa kilitlemiş misali hiçbir çözüm yolu görmüyordu. Görmezden geliyordu. "Sence de biraz abartmıyor musun artık? Sonuçta hayat devam ediyor Tuna. O kızın da hayatına devam ettiğine eminim. Kendine haksızlık etmiyor musun? Bence senin de bir yerden başlayıp hayatına dönmen gerekiyor."

"Sen beni anlamıyorsun Berkan."

"Orası kesin. Mesela ben bir kadın uğruna kendimi bu kadar harap etmezdim."

Alaycı bir tıslamayla güldü Tuna. "İyi, sen âşık olduğunda öyle yaparsın. Benim yöntemim böyle." Karşısında aşkı, bir yudum sevgiyi tatmamış bir adam vardı ve ona bu duyguları sözlerle tarif etmesinin imkânı yoktu. Yaşaması gerekiyordu. Tüm bunları yaşadıktan sonra kendisini anlayıp hak verdiğinde çok geç olacaktı. Kalbindeki bu acı Tuna'yı çoktan yiyip bitirmiş olacaktı belki.

Bir karar vermişti.

Öyle bir karardı ki bu, kalan mı yoksa giden mi terk edendir sorusunu tekrar düşündürecek cinstendi.

Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine hapsetti ve hızla bıraktı. Bu of çekmekten bile daha iyi tarif ediyordu yaşadığı duyguların çıkmazını. "Amerika'ya gitmeye karar verdim."

"Ne?"

"Buralardan uzaklaşmaya ihtiyacım var. Unutmanın tek yolu bu."

Dostunun söylemekten kaçındığı şeyin sözcüsü oldu dürüstçe. "Ya da saçma şeyler yapmaktan kendini alıkoymanın." Tuna'nın asıl korktuğunun bu olduğunu görebiliyordu. İçindeki duygu öyle büyüktü ve öylesine kontrolden çıkmıştı ki engel olamayacağından korkuyordu.

İşin acı yanı, genç adam Berkan'ın sözünü başıyla yavaşça onayladı.

Bilge bir yüz ifadesiyle dostunu inceledi. "Aslında biliyor musun, isabetli bir karar olmuş bence. Hem eskiler ne der bilirsin, tebdili mekânda ferahlık vardır."

En doğrusu buydu. Farkındaydı artık Tuna. Gerçekleri daha net görebiliyordu. Olanlara ve kendine nefreti hafifledikçe gözündeki perde aralanıyor, puslar yavaşça dağılıyordu. Böylesi herkes için daha iyi olacaktı belki. Kendisi dışında herkes için.

●●●

Merdivenleri çıkıp odaya geldi Yağız. Sabahki gerginlikten beri hiç konuşmamışlardı. Nağme'nin dün geceden beri kendisine tepkili ve nefret dolu olduğunun farkındaydı. Onunla arasını nasıl düzelteceğine dair şuan hiçbir fikri yoktu. Ancak zamana ihtiyaçları olduğu kesindi. Odadan içeri girdiğinde genç kızın cam kenarında elini alnına dayamış dalgınca dışarıyı seyrediyordu. Onun bu evde bir tutsak gibi hissetmesini istemiyordu. Fakat öyle hissettiği açıktı.

Sohbet başlatma niyetiyle "Sıkıldın mı?" sorusunu yöneltti adam.

Cevap yoktu.

Ancak adamın pes etmeye niyeti yoktu. "İstersen biraz dışarı çıkıp hava alalım."

Uzlaşmaya pek de niyeti olmayan Nağme ise alayla "Hayret, dışarı çıkma yasağı koyarsın diye düşünmüştüm ben." demekle yetindi. Uzlaşmaktan çok sataşmaya meyilliydi.

"Saçmalama Nağme. Sabahki uyarımın asıl sebebini biliyorsun. Birlikte dışarı çıkabiliriz elbette."

"İstemez."

Kollarını göğsünde kenetlemiş bir biçimde kendini tamamen kapatan kadına bir türlü ulaşamıyordu. Bir yolu olmalıydı. Zaafı olduğuna inandığı bir konudan girmeyi denedi bu kez. "Çalışma odasında bir sürü kitap var. Sıkılırsan istediğini okuyabilirsin." Biraz beklemenin ardından tepki alamayınca çok da üstüne gitmemesi gerektiğini düşündü. Bunun bir anlamı olmayacağı gibi faydası da olmayacaktı. Yalnızca haberdar etme niyetiyle kısa ve öz konuştu bu kez. "Babanın doktoruyla görüştüm."

"Doktorla mı?"

Sonunda tüm ilgisini kendisine veren kıza baktı. "Babanın ameliyatı için." diyerek konuya açıklık getirdi. Kadının ilgisini kazanma memnuniyetiyle devam etti. "Esasında ameliyatın bugün olmasını planlamıştık ama test sonuçlarında küçük bir gecikme olmuş. Yarın hastaneye yatıyorum ameliyat için."

"Gerçekten mi?"

"Evet." Temkinli bir bakışla aklındaki endişeleri dile getirdi Yağız. "Sana güvenebileceğimi umuyorum." Kadının tepkisini beklemeksizin hafif ikilemde kalmış, sorgulayan tavrıyla "Güvenebilirim, değil mi?" diye sorarak yineledi kuşkularını.

Nağme ise kendinden emin bir ifadeyle "Ben bir söz verdim mi tutarım." yanıtını verdi. Babası için kendini feda ettiği bu yolda tüm kararlılığıyla yürümek zorundaydı. Artık geri dönüşü yoktu.

"Güzel." Kadının gözlerindeki acıklı mutluluğu görünce keyfi yerine geldi. Sevincinin yarısının acıdan ibaret olması dışında onu rahatsız eden bir sorun yoktu.

...

Loading...
0%