Yeni Üyelik
36.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 18/2

@buzlarkralicesi


-18/2-

Sabah kahvaltısında soğuk bir atmosfer hâkimdi. Erdinç Bey eşiyle arasındaki buz kütlelerinin varlığını net bir biçimde hissedebiliyordu. Nitekim kendisine karşı tavırlı olduğunu belli etmek için her şeyi yapıyordu kadın. Hâlâ kızının gelecek olmasına takılıp kalmış kadın kolay kolay öfkesini dindirebilecek gibi görünmüyordu. Bir de bilmediği bazı küçük detayları öğrenseydi ne olurdu kim bilir. Mesela sıkışık bir zamanda kızının kendisine yardım ederek hisselerinin bir kısmını satın aldığı gibi. Şirketin tek bir hissesi bile aile dışına çıksın istemeyen Erdinç Bey, durumu şimdilerde gayet başarılı bir iş kadını olan kızına açmış ve para karşılığı hisselerinin bir kısmını devretmişti. Eninde sonunda karısı da öğrenecekti bunu. Öyle ya da böyle kaçış yoktu bu işten. Ve kıyameti kopararaktı öğrendiğinde. Ancak şimdilik öğrenmesine gerek yoktu. Bu kadar erken haberdar olması gerekmezdi. Karısının kendisine seslenişiyle derin düşüncelerinden sıyrılan adam “Ne dedin, anlamadım?” diye sordu onu dinlemediğini belli edercesine.

Kocasının onu dinlemiyor oluşuna bozulmuş bir biçimde “ Tuna diyorum, Tuna! Oğlumuz!” derken sesinde isyan hâkimdi.

“Ne olmuş Tuna'ya?”

“Onun için çok endişeleniyorum.”

“Ne bakımdan?”

“Sanırım kız arkadaşıyla işler yolunda gitmiyor. İyice dağıttı kendini. Hiç iyi görünmüyor. Bizimle iletişim kurmuyor, eve bile uğradığı yok!” Kinayeli bir ses tonuyla “Keşke gayrı meşru kızını düşünmek yerine birazcık da oğlunu düşünsen, onunla ilgilenebilsen.” demeyi de ihmal etmedi.

Her fırsatta zehrini akıtmaktan çekinmeyen karısına gözlerini devirdi adam. “Koskoca adama ne yapabilirim Canan? Gelip benimle konuşmadıktan sonra yakasına yapışamam ya!”

“Aylin de mutsuz. Bu gözlerinden okunuyor.”

“Düzelmedi mi Yağız'la araları?”

“Bilmiyorum. Eskisi kadar sık konuşmuyor benimle.” Kızının iç dünyasını çözemiyordu Canan Hanım. Kocasıyla yaşadığı sorunlar ezelden beri var olan bir şeydi. Ancak son zamanlarda daha farklı şeyler düşünüyor gibiydi, dalgındı. Onu çözmesi mümkün görünmüyordu çünkü düşündüğü her neyse kocasıyla ilgili sorunlarını paylaştığı gibi anlatmıyordu ne yazık ki. Biricik annesine de anlatmıyorsa kime anlatıyordu? İçine atıp ne yapmayı planlıyordu? Ve en önemlisi, içinde saklayıp onu kemirmesine izin verdiği bu gizli sorun neydi? “Onun durumunu da pek iç açıcı görmüyorum Erdinç.” Dertli bir biçimde iç geçirdi.

“Onunla konuşmamı ister misin?”

“Bana bile anlatmıyor ki derdini, seninle nasıl paylaşsın?” Biraz düşündükten sonra “Ama istersen bir Tuna'yla erkek erkeğe konuş.” deyiverdi. “Derdi neymiş öğren. Bu kadar dağıtmasın kendini, hiçbir kız için değmez.”

“Senin oğlun dünyadaki tüm kızlardan değerli çünkü değil mi?” İmalı bakışları ve ses tonuyla laf dokunduruyordu bencil karısına. Bir ilişki bittiğinde iki tarafın da üzüleceğini anlayacak empatiden yoksundu. Ayrıca konu kendi ilişkisi olduğunda da hiçbir kadının daha değerli olmadığını düşünecek miydi acaba? Sanmıyordu. Her zaman kişisel yaklaşıyordu olaya. Kendi ailesi, kendi yakınları, kendisi... Etrafındaki insanların ne hissettiği pek de umurunda olmuyordu.

“Ya ne olacaktı? Kendi oğlum dururken elin kızını mı düşüneceğim Erdinç? Seninki de laf yani!” Biraz duraksadıktan sonra “Ayrıca konu ne ara buraya geldi?” diye söylenirken aklı hâlâ Aylin'e takılıp kalmıştı. “Aylin’in hâlleri bir türlü çıkmıyor aklımdan. Ne yaptı acaba yine o mağara adamı Yağız?”

“Yahu Canan, illa Yağız'ın mı bir şey yapması gerekiyor? Belki kızın kendince başka başka dertleri vardır, ne biliyorsun?”

“Başında Yağız gihi bir koca var, daha ne olsun? Tutmuş bir de ondan çocuk yapmaya çalışıyor.”

“Nesi varmış Yağız'ın?”

“Sen de sırf iyi bir iş adamı diye damadını koruyup durma Allah aşkına! Neresi iyi, maço adamın teki! Benim prensesler gibi kızım bula bula eski kafalı bir ağa bozuntusunu bulup getirdi karşımıza, sen de çıkıp bir kızım ne yapıyorsun bile demedin.”

“Şimdi bunları konuşmanın sırası mı Allah aşkına? Kızımız sevmiş, evlenmiş! Hem Yağız mert bir adam. Aralarında bazı sorunlar olabilir ama bunlar gelip geçici. Sen de olaya bu kadar dâhil olma rica ederim, karı koca arasına bu kadar girilmez!”

“Sana kalsa hiçbir şeye karışmayacağız zaten.” Tavırlı ruh hâline geri dönen Canan Hanım çatal bıçağını eline alıp kahvaltısına devam etti. Sofrada bir küskünce kollarını kavuşturmadığı kalmıştı bozuk olduğunu göstermek için. Fakat bunların hiçbirine gerek yoktu, çünkü Erdinç Bey onun tavırlı olduğunu bile bile umursamamayı tercih ediyordu. Bir kadın için en kötüsü de bu olmalıydı.

●●●

Havalimanından direkt buraya gelmişti. Aracında asistanıyla işler hakkında kısa bir görüşme yaptıktan sonra şoförü tarafından açılan kapıdan zarifçe indi. Sonunda buradaydı işte. Ait olduğu yerde.

Etrafına şöyle bir bakınırken manalı bir tebessümle mırıldandı. “Uzun zaman oldu ha, İstanbul?”

Şirket kapısından içeri girdiği andan itibaren topuklu ayakkabıları büyük holde yankılanmaya başlamıştı. Kendinden emin, özgüvenli yürüyüşü görenin bir daha dönüp bakmasına sebep oluyordu. Herkesin gözü onun üzerinde hayranlıkla gezinirken o umursamazca asansöre doğru süzülmeye devam etti. Buraya geleceğinden haberleri vardı fakat onlar birkaç gün sonra bekliyor olmalıydılar. Kendisi bir insiyatif kullanıp kimseye haber vermeden erken gelmişti. Asansör kapısından içeri girip düğmeye basarken yapılacak çok iş var, diye geçirdi içinden. Burada olan biten her şeyi haberdar eden bir asistanı vardı zaten. Casusların kibar adı ne zaman asistan olmuştu bilinmezdi tabii ama... Burada kuş uçsa haberi oluyordu. Uzun yıllar önce buradan giderken kendini öyle çaresiz ve güçsüz hissediyordu ki. Öylesine kimsesiz. Şimdiyse hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Tüm benliğiyle savaşmaya ve istediği her şeyi almaya hazırdı. Bunun için yeterli gücü de sabrı da vardı.

●●●

Sabahı sabah eden Nağme telefonun başında uyuyakalmıştı. Düşünceler uyuklarken bile peşini bırakmazken ruhunu ve aklını nasıl dinlendirebilirdi ki? Babası nasıldı, ameliyat nasıl geçmişti hiçbiriyle ilgili tek bir bilgisi yoktu ve haberdar eden tek bir Allah’ın kulu bile yoktu.

Annesine yardım ettikten sonra dış kapıya yürüyen Ayvaz ise koltuk tepesinde dağınık bir biçimde uyuyan kızı görünce arkasını dönüp de gidemedi. Uzanıp tekli koltuğun üzerindeki katlı duran yorganı açıp Nağme'nin üzerine örttü. Varlığını hissettirmemek için çok sessiz ve minimum hareketle yapmıştı bu hamleyi fakat yine de genç kızı uyandırmıştı. “Affedersiniz, uyandırmak istememiştim.”

“Hayır, siz uyandırmadınız. Zaten uyuyor sayılmazdım.” Yavaşça toparlanıp koltukta doğruldu. “Teşekkür ederim.”

Baş işaretiyle sessizce karşılık verdi adam. Minnettar bir yüz ifadesiyle nazikçe teşekkür etse de kızın kendisine karşı tedirginliğini hissedebiliyordu Ayvaz. Bu yüzden daha fazla orada durup rahatsız etmek istemedi. “İyi günler.”

“Tekrar teşekkürler, iyi çalışmalar.”

Dış kapıdan çıkarken bu arkadaş canlısı, sıcak ve nazik kızın burada olma nedenine dair en ufak bir fikri yoktu. Doğrusu, onu hiçbir şekilde ilgilendirmezdi de ancak zaten evli olan Yağız Bey ile bu kadın arasındaki gizemli ilişkiyi çözemiyordu. Basit bir çapkınlık hikâyesi miydi yoksa klişe bir yasak aşktan fazlası mıydı? Bilmesi mümkün değildi. Öte yandan her ne kadar tanımasa da analiz edebildiği kadarıyla Nağme Hanım’ın o tarz bir kadın olmayışı da her şeyi olduğundan daha karmaşık ve komplike hâle getiriyordu. Nitekim genç kızın Yağız'dan korkması, her dediğine tamam demesi ve ondan çekinir gibi davranması kafasında soru işaretleri bırakıyordu. Aralarında bir sır var gibiydi. Ama ne? Her şey birbirine pamuk ipliğiyle bağlıydı ancak Ayvaz bu karmaşık ipliği çözemiyordu. İnsanların hayatına burnunu sokmaması gerektiğini bilse de kızın gözlerindeki çaresizliği yok sayması mümkün görünmüyordu.

●●●

Güçlü adımları koridorda ilerlerken toplantı odasından çıkan adamın şaşkın ve hayran bakışlarıyla sıradan tavrını korudu. Adama seslenirken oldukça sakin ve kendinden emindi. “Pardon, bakar mısınız?”

Berkan ise burada ilk kez gördüğü kadına dikkatle baktı. Gerçi kadın seslenmeden önce de uzun uzun süzüyordu kendisi ancak çapkın bakışları şimdi daha da yoğunlaşmıştı adını bile bilmediği bu güzellikte. “Buyurun?”

“Tuna Bey'in odası nerede acaba?”

Eli ensesine gitti ve “Iıı... Şey... İleride, solda ama kendisi şuan odasında değil. Toplantı odasında.” dedi az önce çıktığı odanın kapısını göstererek. Bu tavırları çapkın ama mahcup bir delikanlı olduğu yılları hatırlatmıştı kendisini. Flörtöz bakışları çekingenlikten sıyrılınca daha da cesaretlendi Berkan. “Siz Tuna'yı nereden tanıyorsunuz?” Kadının nazikçe bundan sana ne dercesine tek kaş yukarı bakış ifadesine karşılık kısa bir an kekeledi. “Ş-Şey çünkü benim yakın arkadaşımdır kendisi, ondan sordum yani.”

Tam o esnada toplantı odasından çıkan Tuna genç kadını karşısında görünce kısa bir şok geçirdi. “Sonia!”

Kollarını açıp sarıldı Tuna'ya. “Sonia tabii ya, hayırsız!” Yanaklarından öptü adamı ve tekrar sarıldı. “Aslında beni aramadığın için sana çok kızmam gerekiyor ama çok özlemişim.”

Çok hafif yabancı aksanı olan kadına şaşkınlıkla bakarken yalnızca “Tuna?” diyerek soru dolu bir biçimde baktı Berkan. “Bu güzel hanımefendi kim? Bizi tanıştırmayacak mısın?”

İmalı sözleri ve Sonia'yı baştan aşağı çapkınca süzmesi üzerine sadece ikisinin anlayabileceği uyarıcı bir ses tonuyla “Tanıştırayım Berkancığım, Gülfem...” Eski bir alışkanlık olarak ilk ismini kullansa da kız kardeşinin o adı kullanmayı bırakalı çok olduğunu bildiğinden düzeltti. “Sonia benim üvey kız kardeşim. Aslında üvey demek ne kadar doğru olur bilemiyorum, en az Aylin kadar severim kendisini. Ona göre.

Arkadaşının cümlesinin sonundaki ona göre sözü oldukça imalı olmakla birlikte ayağını denk al anlamını da taşıyordu. Elini uzatarak “Memnun oldum Sonia.” dedi hayranlık dolu bakışlarını kadında gezdirirken. Oldukça güzel, bakımlı, iyi giyimli ve seksi bir kadındı karşısındaki. “Yıllardır en yakın arkadaşın olduğumu düşünüyordum, bana üvey kız kardeşinden hiç bahsetmedin Tuna aşk olsun.”

“Kendisi genellikle yurt dışında olduğu için tanışma fırsatınız olmadı sanırım.” Sonia’ya fark ettirmeden uyarırcasına “Sakın aklından bile geçirme.” diye fısıldadı yakın arkadaşının kulağına. Konuyu kısa keserek kız kardeşine döndü Tuna. “Hayatım, niye haber vermedin? Havaalanında seni karşılamaya gelirdim.”

“Sürprizleri severim, bilirsin.”

“Yolculuk nasıldı?”

“Gayet iyiydi, teşekkür ederim. Sen nasılsın bakalım?”

“İyi diyelim, iyi olalım.”

“İyi olacaksın, merak etme. Ben senin ilacını biliyorum.” Kışkırtıcı bir biçimde göz kırptı Sonia.

Neyi kast ettiğini anlamasa da kız kardeşini çok iyi tanıyan adam güldü. “Burası senin gelişinle çok eğlenceli bir hâl alacak desene.”

Gülüştüler. İki kardeşin arasında kısa süreliğine de olsa dışlanmış hisseden Berkan hiç gönül koymadan flörtöz tavırlarıyla dikkat çekmeye devam etti. “Eee neler yaptın yurt dışında, nasılsın bakalım Sonia?” Temkinli bir biçimde “Sana Sonia diyebilirim değil mi?” sorusunu yöneltti. Çünkü karşısındaki kadın neşeli ve özgüven sahibi olduğu kadar cüretkâr ve dobraydı da. O kendisine laf sokmadan güvenli sularda gezindiğinden emin olmak istedi.

“Çalışıyordum ve bol bol geziyordum. Ama artık buradayım.” Berkan'a nezaket dolu bir ilgisizlikle karşılık verdikten sonra Tuna'ya döndü. “Tatlım hadi beni odana götür. Konuşacaklarımız var, hissediyorum.”

“E şey o zaman ben de iki kardeşi yalnız bırakayım, hasretlik giderirsiniz. Görüşürüz sonra.” Sonia tarafından kibarca görmezden gelinip sepetlendikten sonra asansör düğmesine bastı. Asansörü beklerken bile Tuna'yla koridorda yürüyen kadına bakmaktan kendini alamadı.

Henüz yeni tanışmışlardı fakat buna rağmen kadınları çok iyi tanıyan Berkan Sonia'nın nasıl bir kadın olduğunu az çok çözmüştü. Güzelliği, zekâsı ve kültürüyle büyüleyici bir kadındı ama herkes gibi onun da karanlık sırları olduğunu kim bilebilirdi ki?

Tuna ise kız kardeşiyle odasına girdiğinde Berkan'ın niyetinin farkındaydı ancak Sonia'nın ona kanmayacak kadar zeki ve tecrübeli bir kadın olduğunu bildiği için gönlü rahattı. Karşısındaki koltuğa oturan kıza “Ne içersin?” diye sordu.

“Espresso alırım.” Tuna kahveleri söyledikten sonra hiçbir şey sormaksızın “Senin asistanlığını yapan şu kız... Neydi adı?” diyerek girdi konuya.

Gözde'den bahsedilince gerildi Tuna. “Gözde.” Uzun zamandır ilk defa geliyordu şirkete ve onunla henüz karşılaşmamış olsalar da bu yüz yüze gelmeyecekleri anlamına gelmiyordu. Tedirgindi. Üstelik Sonia sanki yüzüne bakınca her şeyi anlayacakmış gibi geliyordu.

“Hah, Gözde.” Pek de yanıldığı söylenemezdi Tuna'nın. Tamam, kadının psişik güçleri yoktu ve abisinin yüzüne bakınca pat diye her şeyi öğrenmiş de değildi ancak burada uçan kuşun bile uçma sebebini bilen bir kadın olarak Gözde'yi de kitap gibi okumuştu. “Sen de onaylarsan o kızın çıkışını vereceğim bugün.”

“Neden? Gelir gelmez saygısızlık mı yaptı sana?” Aslında onun cesaret edemediği şeyi yapacağı için Sonia'ya neredeyse teşekkür edecekti ama sebebini bilmesi lazımdı.

“İş disiplinine uygun olmayan davranışlarını gördüm diyelim, konu kapansın.”

Kız kardeşinin imalı bakışları ve ses tonuyla tedirginliği artan Tuna çok da üstelemedi. “Sen nasıl istersen öyle olsun bebeğim. Unutma, sen bizim prensesimizsin.”

Sevimli bir tebessümle karşılık verdi Sonia. “Öyle özlemişim ki seni, canım kardeşim benim. Seni üzen karşısında beni bulur, sen de bunu unutma.” Bakışlarındaki keskin zekâya dikkatle bakan kardeşinin olanı biteni anlamaya çalıştığını fark edebiliyordu. Kendisinin aksine Tuna duygularını pek de gizleyebilen biri olmamıştı hiç.

Tuna ise Sonia hakkında tam tersini hissediyordu. Küçüklüğünden beri onun bakışlarında farklı ve ürkütücü bir şey olduğunu görmüştü. Onun her ne kadar kendisine karşı bir anne gibi şefkatli varlığını hep hissetse de bu, karşısındaki kadında hâlâ ürkütücü bir şeyler olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Sonia'nın yeniden aralarına katılmasıyla neler olacağını merakla beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktu.

Tuna'yla görüşmesi bittikten sonra kendisi için hazırlanan geçici odaya doğru yürürken koridorda kendisini bekleyen asistanına “Bana Tuna'nın asistanı Gözde'yi çağır.” dedi otoriter bir biçimde. Odasına geçip oturdu ve etrafına dikkatle baktı. Ne çok değişmişti şirket o gelmeyeli. Acaba Canan Hanım da değişmiş miydi? Fiziken değişmiş olmalıydı elbette. Ya ruhen? Hiç sanmıyordu. Bu tür insanlar değişmezdi. Geçmişte yaşadıklarına bir sünger çekmişti artık. En azından bir süreliğine.

Kapısı tıklatıldığında en otoriter ses tonuyla seslendi gelen kişiye. “Girin!”
İçeri giren Gözde, oldukça meraklı görünüyordu. Beş dakika onda masasında çalışırken -daha doğrusu çalışmayı bırakalı günler olmuştu çünkü ne Tuna'yla bir iletişimi vardı ne de çalışacak kadar aklı başındaydı- iş arkadaşlarından biri gelip aniden “Sonia Hanım seni odasına çağırıyor.” deyivermişti. Bu sabaha kadar adını bile duymadığı bu kadın onu niçin odasına çağırmıştı, o da soru işaretiydi zihninde. Fakat yanına gelen iş arkadaşından öğrendiği kadarıyla bu kadın hem şirketin ortaklarındandı ve söz sahibi önemli biriydi hem de Tuna’nın üvey kardeşiydi. Bu yüzden onunla iyi geçinmesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü cılız da olsa hâlâ bu aileye girebilme ümidi taşıyordu içinde. “Merhaba Sonia Hanım, beni çağırmışsınız.”

“Ah, merhaba tatlım.” Önündeki dosyaları incelerken “Gözde’ydi, değil mi?”

“Evet.”

“Canım ben konuyu uzatmayı pek sevmem. Bu yüzden direkt konuya girmeyi tercih ediyorum.”

“Tabii, buyurun.”

“Az önce insan kaynaklarını ve muhasebeyi bilgilendirdim. Bu şirketle ilişiğini kesme kararı aldık, muhasebeye uğra da çıkışını versinler.”

Sudan çıkmış balığa dönen kadın olduğu yerde donup kaldı. “Ne?”

“Söylediklerimin hangi kısmını anlamadın hayatım? Gayet açık oysa. Kovuldun.

“Ama... Sonia Hanım, neden?”

Elindeki kalemi kendinden emin bir biçimde masaya bıraktı ve servet avcısı olduğu her hâlinden belli olan kadının gözlerine baktı. “Çünkü ben öyle istiyorum. Başka soru?”

“İyi de ben... Ben bir şey yapmadım ki.”

“Bak tatlım, burası prestijli bir şirket. Buradaki herkes, temizlikçisinden tut da yönetici asistanına kadar herkes özenle seçilir. Sen bir asistanda aradığım özellikleri taşımıyorsun ve iş disiplinin hoşuma gitmedi. Aslında bu kadar bile açıklama fazla sana. Bu yüzden... Daha çok vaktimi alma istersen. Çünkü işten çıkarılışın acısız olsun istiyorum.

Kadının tehlikeli ve net tavırları ürkütücüydü. Şüpheye yer bırakmadığı gibi karşılık vermesine de fırsat bıraktığı söylenemezdi. Son bir can havliyle “Tuna Bey'in haberi var mı?” sorusunu yöneltti.

“Abimle yatıyorsun diye ondan medet umman ne kadar acınası...” Tuna’yla aralarında olanları nasıl bildiğine şaşıran kadının tavrını gülünç karşılasa da renk vermedi. “Bence kendini daha fazla küçük düşürme ve kendine yeni avlar aramaya başla. Çünkü senin gibi sürtükler çok gelip geçti bizim hayatımızdan. Merakını giderecekse elbette söyleyeyim, Tuna'nın haberi var. Sana tavsiyem, abimden uzak dur. Yoksa bunun bir sonucu olur.” Tehditkâr tavırlarından gözü korkmuş kadınla göz kontağını kesip bakışlarını masasındaki dosyalara çevirdi tekrar. “Şimdi çıkabilirsin.”

Kuyruğunu kıstırıp giden Gözde'nin ardından “Bu daha başlangıç.” diye mırıldanırken gözlerinde keskin bir alev harlandıkça geçmişini gölgeliyordu. Artık o eski kıza veda edeli çok olmuştu. Şimdi çok daha güçlü bir kadın vardı ve burayı hizaya getirmenin vakti gelmişti de geçiyordu bile.

●●●

Gözlerini aralayıp kendine geldiğinde yaptığı ilk şey yanındaki sandalyede oturan refakatçisi olan yardımcısına dönüp “Ameliyat nasıl geçti?” sorusunu yöneltmek oldu.

“Her şey yolunda gitti efendim. Ameliyat başarılı geçti.”

Her şeyin yolunda olduğunu öğrenince vakit kaybetmeksizin Nağme'ye ulaşma isteğiyle dolup taştı. Yarası hâlâ sızlıyordu ancak yavaşça doğruldu. “Nağme’yi ara da konuşayım. Meraktan ölmüştür.”

“İsterseniz ben haber vereyim. Siz ameliyattan yeni çıktınız, dinlenmeniz gerek.”

“Hayır, ben konuşacağım.” Kadını arayıp kendisine uzatan adamdan aldı telefonu. Ve ilk çalışta açmıştı kadın. Ne kadar endişelendiğini tahmin edebiliyordu.

“Alo!”

“Nağme.”

“Babam iyi mi?”

“Ameliyat gayet başarılı geçti, merak etme o iyi.”

“Ohh... Çok şükür Allah’ım!” Sorup sormama konusunda kararsız kalsa da o kadar düşmanca olmaması gerektiğine karar verdi ve içinden geldiği gibi davrandı. “Peki, sen?” Şartları ne olursa olsun Yağız babasını kurtarmıştı. Bu bir alışveriş gibiydi, bir anlaşma. İki tarafın da belli menfaatleri doğrultusunda gelişen bir olay olsa da bu durum Yağız'ın, babasını iyileştirdiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bunu kendi içinde kabullenmesi zaman alacaktı.

Kadının onu merak etmesi hoşuna gitmişti. Belli belirsiz çarpık bir tebessümden sonra kendine geldi ve “İyiyim, merak etme.” yanıtını verdi.

“Tamam o hâlde, gelişmelerden beni haberdar edersin. Şimdi dinlen, sonra görüşürüz.”

“Görüşürüz.” Telefonu kapattıktan sonra genç kızı durumdan haberdar etmiş olmanın verdiği gevşemeyle başını yastığa koydu. Onun mutlu ses tonu aklında tekrar tekrar dönüp dururken rahatça gözlerini kapayıp uyudu. Onu şimdiden özlemişti. Her anlamda.

O özlemiş miydi?

Hiç sanmıyordu.

Daha erkendi.

...

Loading...
0%