@buzlarkralicesi
|
-19/1- Günlerdir kendinde değilmiş gibi kafası karışık gezen kadın, kocasıyla telefonda konuşurken bile eskisi gibi heyecan duymuyor gibiydi. Öyle ki, onun dürüst olup olmadığıyla ilgilenmediğini fark etmişti. Bu ruh, bu beden onun değildi sanki. Gün geçtikçe bu başarısız evliliğin kendisinde açtığı yaraları saramadığının ayrımındaydı ancak verdiği karardan mütevellit artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini kendi içinde kabullenmişti. "Bir süre şehir dışında olacağım." dedi Yağız. "Halletmem gereken bazı işler var." "Ne zaman dönersin?" "Belli değil." "Şu taşıyıcı annelik işi..." Bu konuyla ilgili konuşacakken son anda vazgeçti. "Neyse." Artık eskisi gibi içinden gelmiyordu. İçinde değişen neydi bilmiyordu ama bu konuda yorgundu. Sürekli savaşan tarafın kendisi olmasından mıydı yoksa başka şeyler vardı da bunu mu bahane ediyordu emin değildi ama bazı şeyler eskisi gibi kalmıyordu. İstese de bunu başarabileceğine emin değildi. Kocasının soğuk ses tonuna alışmış olsa da ona aynı samimi olmayan tavırla yanıt vermesi alıştığı bir şey değildi doğrusu. Alışık olmadığı şeylerle karşılaşan tek kişi Aylin değildi. Karısının bu tepkisiyle kısa bir şaşkınlık yaşayan adam da oldukça meraklıydı. "Bir sorun mu var? Fikrinde bir değişiklik mi oldu?" İçinde tekinsiz ve sonucu olmayan his değişimlerinin ne olursa olsun yıllardır süregelen evliliğini bir çırpıda yaralamasını istemiyordu kadın. Bu yüzdendir ki evet, bir değişiklik oldu ve artık istediğimden emin değilim demedi, diyemedi. Üstelik Yağız gibi bir adamı böyle bir fikre zar zor ikna ettikten sonra kocasına karşı kararsız kadın imajı da çizmek istemiyordu ne yalan söylesin. "Yo, hayır." diyerek konuyu kapattı. Bu zamana kadar konuşmaları kısa kesen kocasıyken şimdi kendisi aynı tavra bürünmüştü. Bu kendine yabancı davranışlar onu bile şaşırtıyordu. "Umarım işlerin çabuk biter. Görüşürüz." "Görüşürüz." Kocasının sesindeki gayreti sezimlese de renk vermeksizin telefonu kapatan kadın artık Yağız'dan bir çocuk sahibi olup olmamakla alakalı muğlak duygularını kısa süre önce yüzleştiği geçmişi yüzünden karışmış kafasına ve şaşmış dengesine bağlıyordu. Geçici bir duyguydu bu, herkese olabilirdi. Yıllardır büyük bir emekle inşa ettiği evliliğini şimdi basit hezeyanlara kurban vermek istemiyordu. Hele kocasını bu fikre zar zor ikna etmişken. ●●● Yağız ise Aylin'deki tuhaflığın elbette farkındaydı. Şayet fark etmemek mümkün değildi onun gibi biri için. Fakat anlam veremiyordu. Bu yüzden çok da üstüne düşmemeyi tercih etti. Nağme'nin babasıyla ilgili saat başı bilgi alıyordu adamından. Başucunda bekleyen yardımcısına tekrar sordu. Her şeyin yolunda gittiğine emin olmalıydı. "Adam nasıl, iyi mi?" "Gayet iyi, doktoruyla konuştum. Hatta oğlu da size teşekkür etmek istiyordu esasında ama telefonu çalınca aniden gitmek zorunda kaldı." Kesin bir dille "Sakın." diye uyardı Yağız. "Böyle bir şey asla olmamalı. Karşılaşmamamız çok daha iyi olur." Nağme'yle aralarındaki anlaşmayı duygusal veya herhangi bir açıdan etkileyecek türde bağ kurmak istemiyordu. Onun ailesiyle şu veya bu sebepten tanışmayı da henüz doğru bulmuyordu. "Bir an önce çıkmak istiyorum." dedi buyurgan bir ifadeyle. Burada daha fazla kalmaya niyeti yoktu. Hem çok sıkılmıştı hem de burada kaldığı her saniye Nağme'nin ailesiyle sakıncalı bir karşılaşma yaşanabilirdi. "Doktorla bu konuyu konuşup bana haber ver hemen." "Tamam ağam." Başını yastığa koyduktan sadece birkaç saniye sonra telefonunun sesiyle tekrar yüzünü komodine çevirdi. Telefon ekranında Nağme'nin ismini görünce bekletmeksizin yanıtladı aramayı. "Alo." "Nasılsın diye merak etmiştim." İstemsiz de olsa yüzü aydınlandı adamın. Ancak bu tavrını ses tonuna yansıtmama işini çok iyi beceriyordu. "İyiyim. Baban da gayet iyi." "Haberim var, yardımcın arayıp haber verdi." "Evet, seni habersiz bırakmamasını tembih etmiştim." Kısa bir duraksamadan sonra başka bir konuya dikkat çekti. "Ameliyat sonrası seninle kalacağım. Takdir edersin ki bu şekilde eve gidemem. Bir sürü soru sorulur ve ben de-" Nağme ise "Bu sorularla uğraşmak istemiyorsun." diyerek tamamladı adamın sözünü. Artık onun hangi konuda ne tür bir tepki verebileceğini az çok tahmin edecek kadar çat pat tanıyordu. "Sorun değil. Ama karın..." "İş için şehir dışında olduğumu söyledim. Sadece annem durumdan kısmen haberdar. Bazı detayları onunla da paylaşma gereksinimi duymadım." "Peki, ne zaman çıkacağın belli mi?" "Doktorla konuşup bugün çıkmak istediğimi belirteceğim. Bir sakınca görmezse akşam geleceğim." "Erken değil mi? Yani... Ya burada bir sorun oluşursa? Ev şehir merkezine uzak, seni-" "Merak etme, hiçbir şey olmaz." Adamın sakin, soğuk ve donuk tavırları bazen korkutuyordu Nağme'yi. Bir insan kendi hayatı ile ilgili riskli konuları konuşurken bile bu kadar soğukkanlı olabilir miydi? Şüphedeydi doğrusu. Kendine karşı bile böylesine acımasız bir adam genç kıza veya bebeğine nasıl merhamet gösterebilirdi? Bilemiyordu. Ürkünç bir durumdu içinde bulunduğu. Acımasızca kurulmuş bir planın içerisine çekilmişti bu adam tarafından. Şimdi ise başına ne geleceğine dair en ufak bir fikri bile yoktu. ●●● Kırk yılın başında yaptığı şirket ziyaretlerinden biri için kapıdan içeri girdi Canan Hanım. Saatine baktığında Aylin'in gelip gelmediğini merak ediyordu. Onunla ve Tuna ile konuşacağı önemli şeyler vardı. Çocuklarının sorunları varken huzurlu bir yaşam süremiyordu. Aylin'in evliliğinde süregelen sorunları, Tuna'nın saplantı derecesinde bağlandığı sevgilisinden ayrılması ve akabinde yaşanan her şey biraz yıpratmıştı kendisini. Bir anne olarak çocuklarının mutlu olmadığını bile bile hayatına devam edemezdi. Bir yerde müdahale etmek zorunda hissediyordu. Koridorda yürürken asistanlardan birinin herkesin toplantıya hazırlandığını öğrenmesi üzerine toplantı odasına yürüdü. Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde devasa camın önünde arkası dönük bir kadın gördü. Usulca içeri girerken kendisine dönen kadının Sonia'dan başkası olmadığını anlayınca neye uğradığını şaşırdı. "Sen!" Geleceğinden haberi olsa da onunla böyle karşılaşmayı beklemiyordu. Karşısındaki kızın gözlerindeki delici bakışla etki altında kaldığını inkâr edemezdi. Zaten bu kız küçüklüğünden beri hep ürkütücü gelmiştir ona. Bakışlarıyla bile korkutabilecek gizli bir gücü vardı sanki. "Senin ne işin var burada?" Hiddetlendi. Ancak karşısındaki kadının rahatlığı ve sakinliği onu daha fazla delirtmeye yetiyordu da artıyordu bile. "Ah, Canan Hanım. Nazik karşılamanızdan ötürü teşekkür ederim. Benim için buraya kadar zahmet etmişsiniz, doğrusu hoş buldum." Baştan aşağı kadını süzdüğünde aklındaki iğrenme duygusunu yüz ifadesine yansıtmama hususunda gayret gösterdi kadın. "Görüşmeyeli nasılsınız?" "Soruma cevap ver! Senin ne işin var burada?" Bu kez tekrarladığı sorusunu tane tane sormuştu. Öfkesini dizginlemeye çalışan bir eda içerisindeydi ama başarabildiği söylenemezdi. Sonia ise onun aksine bir o kadar sakindi. Fırsatı olsa elleri ceplerinde yanıt verirdi herhâlde. "Şirketime gelmemde ne gibi bir sakınca olabilir ki?" Histerik bir biçimde başını iki yana salladı kadın. "Erdinç sana çok yüz vermiş, belli! Ama ben izin vermem! Sırf onun piçisin diye bu şirket senin olmuyor!" Karşısındaki kız bu cüreti kendinde nasıl bulurdu hâlâ aklı almıyordu. Gayet düzeyli ve nazik bir edayla "Bu tür kelimeler size hiç yakışmıyor." yanıtını verdi Sonia. "Ayrıca size kendimi yanlış ifade ettiğimi düşünüyorum. Sırf Erdinç Bey'in kızı olduğum için değil, kendi paramla bu şirketten hisse sahibi olduğum için bu şirket kısmen benim oluyor." Bunu açıklamaktan tarifsiz bir keyif duyuyordu ve karşısındaki kadını kendi silahıyla vuruyor olmak da ona hiç tatmadığı türden bir zevk veriyordu. Üstelik karşısındaki kadının şaşkın bakışlarını görmek ise her şeye değerdi. Tam o sırada Erdinç Bey içeri girdiğinde işler sarpa sarmak için adamın gelişini bekliyor gibiydi çünkü henüz odadaki hanımlara selam bile veremezken karısının panter gibi sözlü saldırısına maruz kalınca neye uğradığını şaşırdı. Canan Hanım "Bu ne demek oluyor?" diye feveran ederken başı sonu belli olmayan bu konuda bir açıklama bekliyor gibiydi. "Sakin olur musun Canan?" "Olamam efendim! Ne diyor bu kız, açıkla hemen bana!" "Şirket ciddi bir sıkıntı içindeyken Sonia yardıma yetişti. Hem şirketi bakmaktan kurtaran bazı fikirleriyle bize yardımcı oldu hem de hisselerin bir kısmını kendi parasıyla satın aldı. Olan bu!" "Ne?" Deliye dönen kadının eli alnına gitti. "Bunu nasıl yaparsın Erdinç? Anlamıyorum ya, anlamıyorum! Buna nasıl izin verirsin?" "Sonia yabancı değil Canan, benim kızım. Artık buna alışsan, bunu kabullensen iyi olur. Tüm bunlar olmasaydı da tıpkı Aylin ve Tuna gibi onun da bu şirkette hakkı olacaktı zaten. Bunda tuhaf bir şey yok!" İçinde bulunduğu kaos her ne kadar hoşuna gitse de başını şişirmişti Sonia'nın. İşin en keyifli kısmı ona göre Canan'ın gerçekleri öğrenmesiydi. Gerisi tartışma, kaos... Bunlarla uğraşacak kadar bol vakti yoktu. "Hanımlar beyler, tartışma uzayacaksa ben odama geçeyim, toplantı başladığında asistanıma haber verirsiniz. Bu tür tartışmalar cidden migrenime iyi gelmiyor. Karı koca arasındaki kavga da beni ilgilendirmez zaten." Kapıya yönelip çıkan kızın sözü üzerine "Odam mı dedi? Bir de oda mı verdin buna Erdinç?" sözleriyle öfkesi ayyuka çıkmıştı Canan Hanım'ın. Duyduğu her detay deliye dönmesine daha da yardımcı oluyordu. Sonia çıkarken "Siz de her söylediğime şaşıracaksanız işimiz var..." dediğinde zaten delirmiş vaziyetteki kadını daha da çıldırttığının farkına varıp keyiflendi. İçinden bu daha başlangıç, diye geçirdi. Her şey daha yeni başlıyordu ve o savaşmak için güç toplamış, silahlanmıştı. Bu harbe hazırdı. Kocasına dönen Canan Hanım artık ona söyleyecek bir söz bulamıyordu. "Görüyorsun değil mi? Benimle nasıl alay ediyor!" "Ne alakası var Allah aşkına?" "Dünkü piçin şimdi tepemize çıkıyor Erdinç, mutlu musun?" "Kullandığın kelimelere dikkat et Canan! O benim kızım, anlıyor musun? Sen kabullensen de kabullenmesen de bu böyle!" Kollarını kavuşturmuş kadın ne diyeceğini, ne tepki vereceğini bilemiyordu. Geçmişte kaale bile almadığı sümüklü kızın bu denli güçlenip karşısına çıkması onu ürküttüğü içindi belki hiddeti. Kendi çocuklarının geleceği şimdi daha da korkutuyordu onu. Fakat bu endişeleri kocasının umurunda bile değildi. ●●● Her şeyin yavaş yavaş yoluna girmesi müthiş bir dinginlik sağlamıştı bedeninde. Uzun zamandır mücadele etmekten yorgun düşmüş, şimdiyse bu kaosun birdenbire ortadan kalkmasıyla kendini hiç hissetmediği kadar rahatlamış hissedivermişti. Tamamen rahatlaması ise babasının tamamen sağlıklı bir biçimde hastaneden çıkmasına bağlıydı. Boş boş evde gezinirken aralık kapıdan Yağız'ın çalışma odası çarptı gözüne. Birbiri ardına sıralanmış kitaplar ilgisini çekmişti. Usulca içeri girdi ve kitaplığa doğru yürüdü. Merakla ince parmakları yan yana dizilmiş kitaplar arasında dolanırken neye şaşırdığını kendi de anlamamıştı. Ancak ne olursa olsun Yağız gibi bir adamın bu tür kitaplar okumasına ihtimal vermediğini kendine itiraf etmeliydi. O çok düz bir adamdı. Kendi istekleri dışında hiçbir şey, hiç kimsenin duyguları veya çaresizliği ilgilendirmiyordu onu, etkilemiyordu. Hâl böyle olunca Dostoyevski ve benzeri yazarlar okuma ihtimalini hiç geçirmemişti aklından. Belki de önyargılı yaklaşmıştı biraz, kim bilir. O da bu tür kitapları okumaktan hoşlanabilirdi. Elbette bu adamın acımasız biri olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Kontrol dışı da olsa ona karşı büyük bir nefret besliyordu. Bu yüzdendi bazı güzel şeyleri ona yakıştıramaması. Kapının aralanma sesini duyduğunda olduğu yerde irkilip bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Karşısında onu görmeyi beklemiyordu. "Sen... Ne zaman geldin?" "Az önce." Ceketini usulca çıkarıp masasına bıraktı. "Merhaba." "Merhaba. Nasılsın?" "İyiyim." Kadının bir sonraki sorusunu tahmin ettiğinden ötürü "Baban da iyi." diye ekledi Yağız. "Çıkmadan tekrar haberlerini aldım. Adamlarımdan biri orada kalacak, her gün gelişmelerden haberdar edecek." "Buna sevindim." Durup düşündü. "Bu kadar erken çıkmana nasıl izin verir doktor?" "Kimseden izin almayacağımı çok iyi bilirsin. Müşahede altında tutulmam için bir gece daha kalmamı istedi ama ben gerek olmadığını söyledim." Kitaplığın başında duran kızın gezinen ince parmaklarına baktı. "Beğendiğin bir kitap varsa alabilirsin, daha önce de söylediğim gibi. Burada sıkılmanı istemem." "Çoğunu okumuştum, teşekkürler." Kendisine yaklaşan adamın attığı her adımla ürperiyordu. Onun kendisinde bıraktığı bu tuhaf etkinin sebebini bilmese de ona olan öfkesini ve nefretini suçlamayı tercih etti. Başka ne olabilirdi ki? Bu adama karşı başka ne gibi bir his besleyebilirdi? Saçmalık. "Peki, sen?" "Ben?" "Sen ne kadarını okudun bunların?" Kendine mani olamamıştı bu soruları yöneltirken. İç geçirdi adam. Şimdi Nağme'ye bir nefes kadar yakındı. "Bir çoğunu okudum. Bazılarını ise defalarca." "Sende okuduğun bir kitabı tekrar okuyacakmış gibi bir görüntü yok ama..." Kendisine yaklaşmayı sürdüren adamdan kaçmak için ona arkasını döndü ve laf kalabalığıyla kurtulmaya çalıştı. Ellerini hafifçe kendisinden kaçmaya çalışan kızın omuzlarına koydu Yağız. "Doğru. Genellikle okuduğum bir kitabı tekrar okuma gibi bir huyum yoktur. Bazı kitapların yeri bende ayrıdır sadece." Nağme'nin kollarını kavrayıp nazikçe kendisine çevirdi. "Seni özledim." Lütfen, diye geçirdi içinden. Şimdi ona hayır diyemeyecek kadar indirmişti kalkanlarını. Tüm zırhlarını soyunmuştu. Onu suçlayamayacak kadar açıktı şimdi ona. Adamın omuzlarına beceriksizce koyduğu elleri titriyordu. "Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum." "Neden?" "Operasyondan yeni çıktın." "Kendi sağlığımı düşünebilirim." Yüzünü kadının boynunda gezdirip kokusunu içine çekti. Onun ürkek bir yaprak gibi titrediğini hissedebiliyordu. İçinde dolaşan bu farklı duygunun kanını coşturduğunu ise inkâr edecek değildi. Yağız aralık kapıyı kapattığında onları seyreden Ayvaz'ın farkında bile değildi. Oysa bu ilişkide başından beri bir tuhaflık sezen genç adam her defasında daha büyük bir merak duyuyordu. Patronu Yağız ve birdenbire esrarengiz bir biçimde yanında çıkagelen Nağme arasında nasıl bir anlaşma, nasıl bir bağ olabilirdi? Anlamak güçtü onun için. ... |
0% |