@buzlarkralicesi
|
-19/2- Sızan gün ışığının göz kapaklarına yansımasıyla uyandı kadın. Bakışları tavanda asılı kaldığında dünden bugüne yaşanan her şeyi düşündü. Yağız anlaşmaya uymuştu, babasının hayatını kurtarmıştı. Ve kendisi de babasının hayatına karşılık ona yeni bir hayat verecekti. Yeni bir can... Adam anlaşmanın gereğini yerine getirmişti. Sıra kendisindeydi. Anlaşma anlaşmaydı. Fakat her şey bu kadar kolay mıydı? Kafası karmakarışıktı Nağme'nin. Babasının hayatı uğruna büyük çaresizlik duyarken yaptıklarının hayati önemini düşünmemişti. İşler yolunda giderse Yağız'a bir bebek verecekti. O bebek, kendisinden ve Yağız'dan bir parçayken bir başkasına anne diyecekti. Yağız'ın karısı bebeği kendinden bir parça sanacaktı, çocuk da onu annesi bilecekti. Peki ya kendisi? Nağme gerçekleri bilecekti. Bile bile kendi canını, kanını, kendinden bir parçayı bırakıp nasıl gidecekti? Yağız bir erkekti, bu duyguyu asla bilemezdi. Anlamayacaktı da. Bir bebeği annesinden ayırırken gözünü bile kırpmayacaktı. Normal zamanlarda bile empati yoksunu bir adamken, babasının hayatını karşılıksız kurtarma fikrine karşı bile vicdani bir duyguyla yaklaşmazken böyle hassas bir konuda nasıl empati kurmasını bekleyebilirdi ki? Anlamsız bir anlaşmaydı bu. Bir anne evladını nasıl bırakıp giderdi bilmiyordu Nağme. Bu teklifi kabul ederken de kendinde miydi, emin değildi. Can havliyle kabul ettiği bu anlaşma bir evliliği kurtarabilirdi belki ancak bunun dışında masum bir bebeğin ve evladını bırakmak zorunda kalan çaresiz bir annenin hayatını dönüşü olmayan bir biçimde değiştirecekti. Kendisi bu durumun ciddiyetini yeni yeni kavrıyordu ve henüz her şey bitmemişken bir çözüm bulabilir miydi bu duruma? Bunu düşünüyordu. Banyodan gelen su sesinin neden bu kadar uzadığını düşündü o an istemsizce. Bir şey mi olmuştu acaba? Seslense yanlış anlaşılır mıydı adam tarafından? Bayılıp kalmış olabilirdi ya da başına bir şey gelmiş olabilirdi. Sormakta fayda vardı. Tam cesaretini toplamış soracakken su sesinin kesilmesiyle derin bir nefes alıp rahatladı. Yataktan kalkıp üzerine idareten bir tişört, bir pijama geçirdiğinde onunla yüz yüze gelmek hâlâ zordu Nağme için. Tüm bunlar onun için çok fazlaydı. Darmadağındı duygu ve düşünceleri. O böyle biri değildi. Ailesi içinde bulunduğu bu durumu bilse... Tam manasıyla felaket olurdu. Hele abisi bunu duysa, bilse... Şüphelenmesi bile yeter gemileri yakması için. Her şey öyle sarpa sarmıştı ki ne taraftan tutsa elinde kalıyordu. Adam belinde havluyla dışarı çıktığında kızın kendine sırtını dönüp ne düşündüğünü merak ediyordu doğrusu. Dakikalardır donup kalmıştı pencereye karşı bakarken. Elindeki havluyla saçlarını kurulurken "Günaydın." diyerek odadaki sessizliği bozdu. Ameliyatın üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen aralarında sağlıklı bir konuşma geçmemişti. Kızın aklında neler olduğunu merak ediyordu çünkü bir kadının sessiz kalması ona göre pek de hayra alamet değildi. Yağız'ın sesiyle hafif bir irkilme yaşayıp arkasına dönmeden "Günaydın." dedi düşünceli bir ses tonuyla. "Nasılsın?" "Ben iyiyim, seni sormalı." "Operasyon geçiren ben değilim." Ağır adımlarla kadına yaklaştı, yatağa oturup kendisine bakmayan Nağme'nin çenesini eliyle kavrayıp yüzünü kendine çevirdi. "Yüzüme bak." Gözlerini kaçırıyordu Nağme. Sanki göz göze gelseler adam bakışlarından okuyacaktı neler düşündüğünü. Onun zekâsından korkuyordu. "Artık gözlerini kaçırma benden." Göz teması kurma hususunda ısrarcı davrandı adam. "Birçok şeyi aştığımızı düşünüyorum. Benden utanmanı gerektirecek bir şey yok." "Senden değil, kendimden utanıyorum." "Neden?" "Bu konuda konuşmak istemiyorum." Ayağa kalkıp banyoya yürürken peşinden gelen adamın sendelediğini görünce duraksadı ve endişeyle adamın koluna dokundu Nağme. "İyi misin? Neyin var?" "Bir şeyim yok, iyiyim." "Ne demek bir şeyim yok?" Adamın koluna girip yatağa oturmasını sağladı. "Başın mı döndü, ne oldu? Doktora gidelim mi?" "Saçmalama. Bir baş dönmesiyle doktora gidilmez. Hem erken çıktığım için doktor böyle şeylerin olabileceğini söylemişti zaten." "Emin misin?" "Eminim, merak etme." Kadının şefkatiyle sarmalanmak güzel bir duyguydu Yağız için. Kendisine çokça öfkeli olduğu hâlde şefkatini esirgemeyecek kadar iyi kalpliydi. Ancak aşılamayan öfke duvarları aralarına uçurumlar koyuyordu. Bir anne şefkatiyle adamın arkasına yastık koydu ve yaslanmasını sağladı. Eğildiğinde adamla göz göze geldi. Yağız gözlerini kaçırmaksızın kendisine bakarken o bakışlarını onun olmadığı bir yere dikti. "Bir yastık daha ister misin?" Soğuk ancak ilgiliydi. Babasını yaşatmış olmanın verdiği minnetten olduğunu tahmin ediyordu. Çarpık bir gülümsemeyle "İlgine mazhar olmak için bıçak altına yatmam gerektiğini bilmiyordum." dedi "Saçmalama." Yağız'ın arkasındaki yastığı düzelttikten sonra adımları banyoya yaklaştı. "Babamın hayatını kurtardı ve bakıma muhtaçsın, olan bu." Karşısındaki adamın onu yanlış anlamasını istemiyordu. Çünkü onun gibi birine bazı duygular besleyebileceğini düşünmesi istediği son şeydi. Yağız ise kızın soğuk nezaketini belli belirsiz bir gülümsemeyle karşıladı. Geçici bir nefret hissetmesi, hiçbir şey hissetmesinden iyiydi genç adam için. "Ailenle görüştün mü?" "Hayır. Kıbrıs'ta olduğumu sanıyorlar. Arkadaşlarımı tembihledim, renk vermeyecekler." "Sen yine de bir konuş istersen. Merak etmişlerdir." Alaycı ve soğuk bir bakışla "Çok mu düşünüyorsun beni?" diye sordu Nağme. Onun bu yapmacık ilgisi ve sahte düşünceli tavırları iğrenmesine sebep oluyordu. "Her şeyden dolayı beni suçluyorsun değil mi?" "Kimi suçlamalıyım, yoldan geçen herhangi birini mi?" "Bu bir anlaşmaydı Nağme. Ve sen de bunu kabul ettin." "Ne yazık ki." Bakışlarını ilk kez kaçırıyordu genç kız. "Çaresizliğimden faydalandın Yağız. Bu zoraki bir anlaşmaydı. Tercihimi kendi irademle özgürce yapmış gibi görünüyor olabilir senin nezdinde ama babamı kurtarmak için başka çarem yoktu anlıyor musun? Tekrar tekrar aynı mevzulara dönmeyelim, faydası yok." Başını iki yana salladı adam. "Haksız olduğunu söyleyemem. Ama her şeye kendi tarafından baktığın sürece beni asla anlamayacaksın." Uzun bir sessizlik sürüp giderken kızın sorusuyla dalgın bakışlarını ona çevirdi. "Sürekli bu evde kalmak zorunda değilim, değil mi?" "Nasıl yani?" "Çıkıp hava almak istiyorum." "Tamam, hazırlan çıkalım." "Sen olmadan." "Ne demek bu?" "Yağız, benim sahibim değilsin. Bir anlaşma yaptık sadece. Ormanın derinliklerine gizlenmiş bu evde kalmamın sebebi ailelerimden birinin beni görmemesi sanıyorum. Ve bu da onlara görünmeden gezip dolaşabileceğim anlamına geliyor." Tek kaşı havada bir tepki beklemeksizin ekledi. "Yanılıyor muyum?" Durup düşündü adam. Karşısındaki kıza bilmediği bazı şeylerin olduğunu nasıl anlatabilirdi ki? Burada temkinli bir biçimde nazik bir hapis hayatı yaşamasının birden çok sebebi olduğunu, ailesinin ise bu sebeplerden en masumu olduğunu ona anlatması mümkün değildi. "Henüz sana o kadar güvenmiyorum Nağme. Hele ki bana bu kadar nefret doluyken anlaşmayı tek taraflı feshetmeyeceğini nereden bileyim?" "Bana güvenmiyorsun, doğru mu anladım?" "Evet." Ona zarar gelmesini istemiyordu. Gerçekleri de şuan anlatamazdı. Varsın şimdilik ona güvenmeyen paranoyak bir pislik olduğumu düşünsün, diye geçirdi içinden. "Bak Nağme, ben insanlara kolay güvenebilen biri değilim. Bunu kişisel algılamanı istemem. Bazı şeyler zamanla olur. Sen risk aldın, bana güvendin ve yanılmadın. Ancak ben senin gibi risk alabilecek durumda değilim. Bu bebek benim her şeyim. Bu yüzden... Lütfen, bu ilişkiye biraz zaman verelim. Bu teklifini düşünmek için de bana biraz zaman ver. Olmaz mı?" Uzun uzun baktı adamın yüzüne. Karşılıklı satranç oynuyor gibiydiler. Hamlelerini yapmadan önce defalarca düşünüyorlardı. Nağme ise karşısında sır gibi bir adam görüyordu. Bu işin içinde onun öne sürdüğü güven problemi gibi zırvalıklardan daha fazlası olduğunu hissedebiliyordu. Aptal değildi. Nasıl bir belaya bulaşmıştı bu adam? En ufak bir fikri yoktu ancak kendisinin de planını devreye sokabilmek için dışarı çıkabilmesi gerekiyordu. Bunu nasıl yapabilirdi bilmiyordu ama biraz daha zamana ihtiyacı olduğu kesindi. Nağme'ye sorulacak olursa ise onun beklemeye hiç mi hiç niyeti yoktu. ●●● Evindeki odada oturmuş düşünceli bir biçimde Serra'nın Tuna'ya ulaştırması için bıraktığı kağıda bakıyordu. Elbette bu numarayı Tuna'ya ulaştırmayacaktı çünkü arkadaşının bu kızı tanımadığını ve bu kâğıdı umursamazca yırtıp atacağını adı gibi biliyordu. Fakat kendi içinde düşündüğü zaman elindeki kâğıdı hiçbir şey olmamış gibi öylece çöpe atması da pek içine sinmiyordu Berkan'ın. "Bir dersi hak ediyor aslında." Durup düşündü. O kızın gerçekte ne kadar maddiyatçı ve yüzeysel biri olduğunu anlamak için öyle büyük büyük psikoloji tezleri vermeye gerek yoktu. Güzelliğiyle her şeyi elde edebileceğini sanan bir servet avcısından farksızdı. Bir budalaydı ve belki de küçük bir dersi hak ediyordu. ●●● Bahçeye çıkıp yürüyüş yapan adamın atlara gösterdiği saf ilgiyi camdan dışarı bakarken dalgın gözlerle seyrediyordu Nağme. Kendisine eşlik etmesi için teklifte bulunsa da pek yanaşmamıştı kız. Onunla ne kadar az vakit geçirirse o kadar iyiydi. Aralarında bir bağ kurulmasını istemiyordu. Kendi sınırlarını çizmişti, o sınırlar içinde almıyordu Yağız'ı. Öte yandan adamın çizdiği sınırlar da yadsınamazdı. Mesela sakladığı o büyük sırlar neydi? Karısı dışında başka başka hayatları da mı vardı? Neler çeviriyordu? Başı ne tür bir beladaydı da Nağme burnunun ucunu bile dışarı çıkardığında tedirginlik duyuyordu. Bunun psikolojik bir rahatsızlık olma ihtimali de vardı, doğru. Belki de adam paranoyaktı. Belki daha da kötü. Psikopattı. Sadist bile olabilirdi. Ancak bu son söylediği pek de inandırıcı gelmemişti. En azından seks hayatında buna dair ipuçları görürdü Nağme. Sadist olması konusunda abartılı düşündüğünü kabul ediyordu. Esasında o psikolojik bir problemi olmasından çok belaya bulaşmış olma ihtimalini daha yakın buluyordu. Tanıştığı ilk andan beri karanlık bir yanı vardı bu adamın. Hazır atlarla ilgileniyorken usulca çalışma odasına süzüldü kız. Buraya nasıl geldiğini bile bilmiyordu. Ayakları onu bir anda çalışma odasından içeri sokmuş, şüphesine yenik düşmesini sağlamıştı. Belki sakladığı sırlarla ilgili bir ipucu, gizli bir bilgi öğrenebilme umuduyla bir gözü kapıda adamın çalışma masasındaki kâğıtları kurcalamaya başladı. Her an biri gelebilecekmiş gibi tetikteydi, diken üstündeydi. Yakalanmaktan korkuyordu ama masayı ve çekmeceleri karıştırmaktan da kendini alamıyordu. Neydi bu adam, gizli bir ajan veya mafya mı? Ya da belki daha fazlası. Daha kötü, daha karanlık sırları olabilir miydi? Çekmecelerden birini zorladı fakat açılmadı. Kilitliydi. Anahtarı da buralarda bir yerlerde olmalıydı. Masanın altına ve diğer çekmecelere iyice baktı ama yoktu. Herhangi bir şey bulamadı. Masadaki kâğıtları eşelerken de sadece sıradan, sıkıcı şirket dosyalarına rastladı. Zaten bilgilerini gizleyen birinin sırlarını masada herkesin görebileceği şekilde saçması da mantıksız olurdu. Aniden duyduğu bir sesle korku dolu bir çığlık atmaktan kendini alamadı. "Ne arıyorsun?" ●●● Uzun zamandır ilk defa bu kadar mutluydu Salim. Dün gece öyle huzurlu bir uyku çekmişti ki, defalarca arayıp ulaşamadığı Nağme'yle de bu mutluluğu paylaşmak için can atıyordu ancak bir türlü konuşamamıştı onunla. Başına bir şey gelmiş olabileceğinden ötürü korku duymuş, arkadaşlarını aramıştı ve iyi olduğunu öğrenince biraz olsun rahatlamıştı. Yeni bir yere yerleşip adapte olmaya çalışıyor olabilirdi ama abisini bu kadar merakta bırakmaya hakkı yoktu. Bu konuyla sakin kafayla daha sonra ilgilenecekti. Şimdi babası hastanede istirahat ederken bu telaşeye kafa yormak zorundaydı. Uyuyan babasının yanında kız kardeşi Serra'yla beklerken oldukça düşünceliydi adam. "Daha adama teşekkür bile edemeden taburcu oluvermiş." Hayret etmişti Salim. Babasını kurtaran adama teşekkür etmek isterken aldığı haber şaşırtıcıydı. Henüz tam manasıyla iyileşmeden çıkıp gitmişti adam. Sır olmuştu adeta. İzini tozunu bulmak mümkün olmamıştı. Oysa ona büyük bir teşekkür borçluydu. Ve her şeyden önce babasının hayatını. Bu konuyla çok da ilgilenmeyen, yalnızca sonuca odaklanan Serra ise "E doktordan ismini öğrenip bizzat gider teşekkür edersin, ne var bunda?" yanıtını verdi. Babasının bu amansız hastalıktan kurtulmuş olması ile ilgileniyordu daha çok. Belli ki yardımsever adam bir teşekkür beklemeden yapmıştı bunu. Salim kimsenin asla düşünmediği hatta kendisinin bile aklına getirmediği bu dahiyane fikri Serra'nın rahatça söylemesine alayla yaklaştı. "Onu da düşündük herhâlde. Adam kimliğinin gizli tutulmasını tercih etmiş. Artık ona ulaşmamız mümkün görünmüyor." Birdenbire yok olan bu adamın gizemini çözemediği için oldukça mahcup hissediyordu çünkü babasının hayatını kurtaran, onlara karşılık beklemeden böyle büyük bir iyiliği yapan adama hiç değilse bir teşekkürü borç biliyordu. Fakat görünüşe göre sırlarla dolu adamın isteğine bakılırsa bu mümkün değildi. "Olsun, babamız artık sağlıklı ve önemli olan da bu." Serra normalde diğer konularda oldukça meraklı biri olmasına rağmen bu konuyu pek de irdelemek gelmiyordu içinden. Mantıksızdı ona göre. Sonuç olarak babası iyileşmiş miydi? İyileşmişti. Onun için önemli olan da buydu. Odanın aralık kapısından hava almak için çıktığında koridorun başında gördüğü kişiyle şok oldu ve dudaklarında yalnızca bir şaşkınlık nidası olan "Abla..." kelimesi uçuşuverdi. ... |
0% |