@buzlarkralicesi
|
-20/1- Bakışlarındaki öfke parıltıları, sesindeki sakinlik sonrası açığa çıkan patlamanın habercisi gibiydi. "Senin ne işin var burada?" Yıllar sonra onu karşısında görmenin verdiği gizli özlem, çokça öfke ve hayretin esiriydi. İlknur ise birçok şeyi göze alarak gelmişti buraya. Her şeyden önce kendiyle savaşmıştı. Seneler önce doğruları için, gerçek aşkı için kapıyı çekip çıktığı evin ahalisine geri dönmüştü. Babasını bu durumdayken yalnız bırakamazdı. Her ne kadar kırgın olursa olsun babasının onu diğer çocuklarından ayırmaksızın sevdiğini, bu sevgiyi senelerce bıkmadan usanmadan kalbinde büyüttüğünü biliyordu. "Kavga etmek için gelmedim Salim. Babamı görmeye geldim." "Sen yıllar önce ezip geçtin bizi. Şimdi ne yüzle babamın karşısına çıkacaksın? Hangi cesaretle geliyorsun buraya?" Serra ise abisi ve yıllar sonra ilk kez gördüğü ablasının münakaşası arasına girmeden sessizce dinliyordu. İlknur ablasına sarılmak istese de abisinden çekindiği için buna yeltenmedi bile. Yalnızca şaşkın bakışları yıllar içinde pek de değişmemiş olan kadının üzerinde yoğunlaştı. Aşkı için karşı çıkıp bırakmak zorunda olduğu ailesine geri dönmenin verdiği dayanılmaz rahatlığı ve huzuru ruhunda hissediyordu İlknur. Hepsini öyle çok özlemişti ki teker teker sarılıp öpmek istiyordu. Ancak kendisi büyük masum bir aşkın etkisiyle ailesine karşı geldiği hâlde affedilemediğine göre Nağme'nin babası için bile olsa yaptıkları açığa çıkarsa Salim'in ne tepki vereceğini düşünmek bile istemiyordu. "Sen kabul etsen de etmesen de ben de onun kızıyım. Ölüm kalım meselesi bu. Hasta yatağında da beni geri çevirecek değil. Hiç değilse bir kez göreyim, iyi olduğunu bileyim sonra giderim. Böyle bir durumda küslük olmaz." "Babam iyi. Ve seni görmek isteyeceğini hiç sanmıyorum. Buradaki kimse seni ve desteğini istemiyor. Git buradan İlknur." Yumruğunu sıkan adam "Elimden bir kaza çıkmadan git." dedi dişleri arasından. "Bizim senin gibi kardeşimiz yok!" Gözleri nemlendi İlknur'un. Verdiği bir kararın bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Ailesiyle sevdiği kişi arasında seçim yapmak zorunda bırakılmamalıydı hiç kimse. Bu o kadar ağırdı ki... Ta kapıya kadar gelip iki adımlık mesafeden babasını bile görmeden gitmek zorunda kalmak... Direnmek istese de Salim'in inatçı ve kavgacı yapısını bildiğinden ısrar etmek istemedi. Arkasına dönüp giderken bir an Salim'e baktı. Yüzünü bile görmek istemediğinden arkası dönüktü. Serra'nın yanında kısa bir an durup kısık sesle "Dışarıda bekleyeceğim. Salim gittiğinde bana haber ver, bir saniye de olsa babamı görmek istiyorum." diye fısıldadıktan sonra vakit kaybetmeden hastane koridorlarında kayboldu. ●●● Korkudan titrediğine emindi Nağme. Yakalanmıştı. Hem de hiç yakalanmaması gereken birine. Buna rağmen mağrur ifadesinden ödün vermiyordu. Metanetini koruyordu. Onun bu kadar ileri gideceğini tahmin dahi etmeyen adam ise karşısındaki kızın cesaretine hayran kalmadığını söylese yalan olurdu. "Bir cevabın yok mu?" "Elbette var." Elleri ceplerinde "Ha yani beceriksizce yalan söyleyip kendini küçük düşürmeyeceksin." diyerek onaylarcasına başını salladı Yağız. "Takdir ettim bunu." "Yağız ben aptal değilim. Tehlikede olduğumuzu hissedebiliyorum." Bir adım daha atıp adama yaklaştı korkusuzca gözlerinin içine bakarken. "Sana güvenmiyorum yalanına inanacak kadar saf değilim. Sen başından beri bana güveniyordun. Şayet güvenmesen bebeğini içimde taşımama izin vermezdin. Bu işte başka bir iş var. Normalde senin hayatında olan biten beni ilgilendirmez biliyorum ama şuan geçici de olsa ben de bu hayatın bir parçasıyım. Mecburi olarak. Seni tanımıyorum bile. Belki kötü birisin, belki de değilsin. Ama başında bir bela olduğu kesin. Sence bunu merak etmem doğal değil mi?" Genelde biri Nağme'nin yaptığı türden bir şey yapsa, arkasından iş çevirse buna çok kızardı. İlk gördüğü an çok da kızmıştı esasen. Ancak kızın tüm söylediklerinde haklılık payı buldu. Onu tanımıyordu. Sadece kötü biri olmadığına inanmak istiyordu ancak belli ki bu genç kıza yetmiyordu. Bu yüzden ona kızmamış, aksine cesareti ve dürüstlüğünden ötürü takdir etmişti onu. Hatta belki de onun hayatıyla ilgili şeyleri merak etmesi, ona ilgi duyması da Yağız'ın bir parça hoşuna gitmişti. Çarpık bir gülümsemeyle gözlerinin içine bakan kızın her zerresini seyretti. "Seni anlıyorum. Haksız da sayılmazsın aslında. Ama Nağme, bundan sonra eğer bir şeyi merak edersen gelip bana sor. Sadece bana." "Peki, her şeyi bana dürüstçe söyleyebileceksen neden olmasın. Ben de bu sayede böyle zahmetlere girmiş olmam." Tebessüm etti adam. Onun böyle dik dik konuşmaları, asiliği hatta bazen anlam veremediği tavırları bile öyle hoşuna gidiyordu ki. Başına buyruk hareketleri kışkırtıcıydı. Büyüleyici bir hırçınlığı vardı. Diğer kadınlardan farklı o kadar çok özelliği vardı ki... Hepsi de ona kızmak yerine saygı duymasını sağlıyordu. "Anlaştık o hâlde." Elini uzattı Yağız. "Anlaştık." Genç kızsa karşısındaki adamla el sıkışırken ona güvenmeyi tercih etti. "Başlangıç olarak neden dışarı çıkamadığımı sorabilir miyim?" Yanıtlamaktan korktuğu sorunun aniden gelişi üzerine bir iç geçirdi. "Kazık sorularla başlayalım diyorsun. Peki öyleyse." Elleri ceplerinde odanın içerisinde gezerken kıza dürüst olmakla olmamak arasında kaldı. Her şeyi tüm şeffaflığıyla anlatırsa Nağme'nin korkacağından endişe duydu. Ancak söz vermişti bir kere, doğruları söyleyecekti. Anlaşma böyleydi. "Bir düşmanım var. Yıllar önce öldüğünü düşünüyordum. Ama kuvvetle muhtemel hâlâ yaşıyor ve bana saldırmak için doğru zamanı bekliyor olabilir. Seni de olası çocuğumu da tehlikeye atmak istemiyorum, hepsi bu." "Bana dürüst olduğun için teşekkür ederim." Kadının soğuk nezaketine karşılık güven veren bir ifadeyle yaklaştı Yağız. Kollarını kavuşturmuş kızın omuzlarını kavradı yumuşak bir şekilde. Gözlerini onun gözlerine dikti ve "Nağme, ne olursa olsun sana zarar gelmesine izin vermem. Bu konuda bana güvenebilirsin." dedi. Bakışlarındaki beklentinin farkındaydı, bu yüzden gerekli önlemleri düşündüğü için ekledi. "Ve sonsuza dek seni burada hapis tutacak değilim. Sana sürekli yanında bulundurman gereken bir telefon aldım. Her aradığımda ulaşabilmem gerekiyor." Bunun yanı sıra kıza tedirgin etmemek için söylemese de dışarı çıktığı her an peşinde onu koruyan adamlar olacaktı. Tüm bu önlemler şimdilik Nağme'yi korumak için yeterli görünüyordu. Yine de genç kızın güvenilirliğini teyit etmek istedi. "Sana güvenebilir miyim?" "Bu kadar sorun etmene gerek yok. Bana güvenebileceğini biliyorsun. Ben de insanım. Gezip dolaşmak, kafa dağıtmak benim de hakkım. Beni buraya hapsedemezsin." "Niyetim seni hapsetmek değil Nağme, öyle olsaydı seni rahat ettirmek için elimden geleni yapmaz, bu kadar uğraşmazdım." Biraz düşündükten sonra bunun bir zararı olmayacağını düşündü adam. "Sana güveniyorum Nağme. Bana ihanet etmeyeceğine güvenmek istiyorum, lütfen beni hayal kırıklığına uğratma." "O zaman..." Bu defa elini uzatan kız olmuştu. "Anlaştık mı?" Anlaşma üstüne anlaşma yaptığı bu adamın güvenini kazanmak zorunda olduğunu biliyordu. Öte yandan ona beslediği hislerin sempati içeren hisler olmaması konusunda kendini uyarmadan geçemiyordu. Doğru, bu adam kötü veya tehlikeli biri olmayabilirdi. Kendi isteğiyle bu teklife evet demiş olabilirdi. Ama tüm bunlar Yağız'ın bebeğini ondan koparacağı gerçeğini değiştirmiyordu. Ve elbette tüm suçu ona yüklemek de ne kadar doğruydu emin değildi. Çünkü böyle bir teklifi kabul ederken psikolojik baskı altında olması, bebeğini ona bırakıp gitmeyi kabullenen biri olduğunu unutturmuyordu. Belki de verdiği bu karardan ötürü kendini asla affetmeyecekti. Karşısındaki kadının ne yapmaya çalıştığını bilmese de el sıkıştı ve evet dercesine başını sallamakla yetindi. Aksini yapamazdı. Kızı kafesteki bir kuş gibi buraya hapsedemeyeceğini kendi de biliyordu. "Bak, çok dikkatli olmanı istiyorum. Ailenden biri burayı öğrenmemeli." "Sen merak etme. Buradan da, anlaşmadan da ailemden kimsenin haberi olmayacak." ●●● Şirketteki odasına geçmiş olmanın verdiği rahatlıkla camdan dışarıya bakındı Sonia. Dönüşü gerçekten sandığından da muhteşem olmuştu. Canan'ı öyle şaşkın, öfkeli ve çıldırmış hâlde girmek detoks etkisi yaratmıştı kadında. Telefonda konuştuğu adam da en az onun kadar ilgiliydi dönüşü hakkındaki detaylarla. Bozuk aksanıyla "Nasılsın? Aksilik olmadan ulaştın mı?" sorularını yöneltiyordu kadına. Her şeyin yolunda gittiğine emin olmak istiyordu. Sonia ise Canan Hanım'ın rahatını bozmanın onda oluşturduğu etkiyle keyifliydi ve bu sesine de yansıyordu. "Ulaştım canım, merak etme. Her şey yolunda." Merakla duraksadı kadın. "Sen toparlandın mı? Buraya gelişin ne kadar sürer?" "Bilmiyorum, henüz net bir şey söyleyemem. Seni haberdar ederim." Alayla güldü adam. "Üvey annen nasıl karşıladı seni?" Cevabını bildiği fakat duymaktan zevk alacağı bir soruydu bu Marco için. Gözlerini devirerek dalgacı tavrını rahat gülüşüyle taçlandırdı. "Her zamanki gibi Marco, oldukça kibar." Telefondaki adamın görmeyeceğini bilse de tek kaşını kaldırıp güldü. "Ama bu daha başlangıç..." ●●● Kış bahçesinde oturmuş güneşli bir manzara eşliğinde Yağız'ın çalışma odasından aldığı kitaplardan birini okuyordu kadın. Burada zaman başka türlü geçmiyordu. Şehrin keşmekeşinden uzak bu çiftlik evinde herkes yapacak bir şeyler buluyordu. Melda Hanım akşam yemeği için hazırlıklara daha şimdiden başlamıştı bile. Eşi ise bahçenin bakımıyla ilgilenirken oğlu Ayvaz'a da atların bakımıyla ilgili yardımcı oluyordu. Yağız ise yaklaşık bir saattir odasında yurt dışındaki ortaklarıyla görüntülü görüşme yapıyordu. Zaten onun için böylesi daha iyiydi. Yağız'la çok fazla vakit geçirip ona alışmak istemiyordu. Neden böyle düşündüğünü kendi de anlamamıştı. Ondan nefret ettiğini sanıyordu. Şimdi neden ona alışmaktan korkuyordu? Bazen kendisini bile anlayamıyordu doğrusu. Merdivenlerden inen Yağız'ı göz ucuyla gördüğünde kitabına geri döndü. Aralarında olası bir muhabbeti başlamadan kesmekti niyeti fakat karşısındaki adam en az onun kadar zekiydi ve yapmaya çalıştığı şeyin farkındaydı. Genç kızın kitaba gömülme çabasını görmezden gelerek karşısındaki koltuğa oturdu. "Ne yapıyorsun?" "Gördüğün gibi kitap okuyorum." Bakışlarını kitaptan ayırmadan kendisine yanıt veren kıza güldü. "Hadi kalk, dışarı çıkalım biraz. Atları görmek istemez misin?" "Atları mı?" "Evet." Merakla "Hiç ata bindin mi?" diye sordu adam. Bilmediğine neredeyse emindi ve ilgisini çekeceğine inanıyordu. Nağme hayvan sevgisiyle dolu birine benziyordu. "Hayır." "İyi o zaman, şimdi tam sırası." "Ne? At mı bineceğim?" "İstersen neden olmasın?" Buna pek gönüllü görünmeyen kızı biraz kışkırtmaya karar verdi. "Ne o, korkuyor musun yoksa?" "Niye korkacakmışım ki zavallı hayvancıktan?" "E hadi o zaman." Mağrur bir ifadeyle kitabı koltuğa bırakıp adamın peşine takıldı. Yağız ise kendisine yetişen kızın ince beline sardı elini hafifçe. Onun teninin sıcaklığını hissederken oldukça memnun ve huzurlu görünüyordu. Birbirilerine alışmaları için biraz zaman geçirmeleri gerekiyordu ve Yağız da bugünden itibaren her fırsatı değerlendirme kararı almıştı. Onu sadece eve hapseden adam olarak kalmak, böyle görünmek hoşuna gitmiyordu. Genç kıza kendi iç dünyasını göstermek istiyordu. Aslında nasıl bir adam olduğunu görmesini istiyordu. Kötü biri değildi, sadece hayat şartları onu sert bir adam hâline getirmişti. Mutsuz bir evliliğin etkisiyle gülmeyi unutmuştu. Tüm bunları yanındaki kadına da anlatmak istiyordu. Elbette davranışlarıyla. Atların yanına geldiklerinde Ayvaz'a seslendi Yağız. Atlara yemini veren adamın usulca yanına gelmesiyle "At bineceğiz. Nağme Hanım'a Yıldız Güzeli'ni hazırla." diye direktifte bulundu. "Size de Savaşçı'yı-" Adamın sözünü tamamlamasını beklemeden"Evet." yanıtını verdi. Seyis atları hazırlamaya gittiğinde bir süre adamın arkasından baktı Yağız. Bu adamın bakışlarını ve tavrını pek beğenmiyordu. Özellikle Nağme'ye bakışlarını. Gerekmedikçe etraflarında dolanmasını da istemiyordu. Ne var ki annesi ve babası onun hatırlı emektar çalışanlarıydı. Onların hatırına işten çıkarmak pek doğru gelmiyordu. Hem de henüz herhangi bir yanlışını görmemişken... Atlar geldiğinde kendisine getirilen bembeyaz atın hayranlıkla yelelerini okşayan kız onun gözlerine baktığında adının neden Yıldız Güzeli olduğunu anlamıştı. Tüm ihtişamıyla gelmişti. Yağız'ın atına baktı ve "Onun adı neden Savaşçı?" diye sormadan edemedi. Dış görünüşüne göre daha farklı bir isim hayal etmişti ne yalan söylesin. Kendine getirilen at ne kadar beyaz ve ışıltılıysa Yağız'ın atı bir o kadar karaydı. Ve ehlileştirilmesi zor, hırçın bir ata benziyordu. Ayvaz getirirken pek bir huysuzlanmıştı. Yağız'ın yelelerini okşayıp sakinleştirmesiyle biraz daha uysallaştı. Yağız ise kadının atıyla ilgilenmesinden hoşlanmış görünüyordu. En azından bir sebeple ilgisini çekip sohbet açmasını sağlamıştı. "Doğduğunda bu çok yaşamaz demişlerdi. Biz ona ölecek gözüyle bakıyorduk. Babamın hediyesiydi. Öleceği için çok üzülüyorduk. Ama o pek de pes etmeye niyetli çıkmadı. İyileşince babamla adını Savaşçı koymaya karar verdik." "Baban... Nerede?" "Onu kaybettik. Epey oluyor." "Başınız sağ olsun." "Teşekkürler." Pek duygularını dışa yansıtmayı sevmeyen adam keyifli hâline bürünmekte gecikmedi. Ayvaz Nağme'ye binmesi için yardımcı olmaya yeltenecekken Yağız "Ben yardımcı olurum, sen gidebilirsin." dedi buyurgan bir tavırla. Seyis aralarında soğuk rüzgârlar estiğinin farkındaydı, bu yüzden üstelemeksizin ifadesizce at kulübelerinin arkasına doğru yürüdü. Nağme iki adamın arasındaki gerginliğe anlam veremese de herhangi bir yorumda bulunmadı. Onu ilgilendirmiyordu sonuçta. Ata binmeye çalışırken Yağız'ın elleriyle kendisini desteklemesine ve yardımcı olmasına itiraz etmedi. Kızı bindirdikten sonra sakince öğütler vermeye başladı Yağız. "En uysal atı hazırlattım senin için. Sen sakince atı yönlendirirken topuklarını şöyle tut, benim gözüm hep sende olacak zaten." "Korkulacak bir şey yok. Sakinim ben." Atın yelelerini okşarken "Hem biz çok iyi anlaştık Yıldız Güzeli'yle. Hadi sen de bin." İkisi de ata bindi ve güzel bir gezintiye çıktılar. O gün belki de geldiğinden beri geçirdiği en güzel anları yaşamıştı Nağme. Bunu adama itiraf etmese bile içinin ne kadar huzurla dolduğunu ve eğlendigini kendine inkâr edeceği yoktu. Şakayla karışık atlarla yarışıp gülüşmüşlerdi bile. Yağız'sa genç kadını geldiğinden beri belki de ilk kez bu kadar neşeli görmüştü. Onun bu mutluluğundan oldukça memnuniyet duymuştu. Birlikte vakit geçirebildiklerinden ötürü adam da mutluydu. En azından karşı koymamış, inatlaşmamıştı kız. Bu çaba gösterdiğinin en büyük kanıtıydı onun için. Henüz karanlık çökmek üzereyken akşam yemeği için eve girdiklerinde soğuk bir nezaketle adama döndü Nağme. "Bugün için teşekkür ederim. Keyifli vakit geçirdim." Tebessüm etti ve "Ben de." yanıtını verdi adam. "İnanmayacaksın belki ama uzun zamandır ilk defa bu kadar keyifli vakit geçirdim. Çok huzurluydum Nağme, teşekkür ederim her şey için." "Ben bir şey yapmadım ki." "En azından karşı koymadın. Benim çabalarıma karşılık verdin. Bu da bir gelişme." Genç kız yanıt niteliğinde "Burada birlikteyiz." dedi iç geçirerek. "İster istemez yüz yüze bakıyoruz. Bu süreyi kavga gürültüyle geçirmenin manası yok." İmalı bakışlarını Nağme'nin gözlerine diktiğinde mutluluğu gözlerinden okunuyordu. "Seni bilmem ama ben mecburen değil, gönülden istiyorum seninle vakit geçirmeyi." Aksini hiç düşünmedi Nağme. Zaten aksi olsaydı adam böyle bir ortam oluşturmaz, sahip olmak istediği bebeği daha tıbbi yöntemlerle elde ederdi. Ancak o çok farklı bir yöntemi tercih etmişti. Nağme'nin hiç de gönüllü olmadığı bir yöntem. Ve genç kadın onunla ne çok vakit geçirmek istiyordu ne de iyi yanını görmeye niyetliydi. Çünkü onu kötü biri olarak gözünde canlandırmazsa suçlayamazdı. Onu anlamaya çalışırsa ve bunu başarırsa kendine daha çok yüklenir, bütün suçu kendinde arardı. Bencilce bir düşünceydi belki bu. Ama karşısındaki adamın iyi yönlerine rastladıkça ona alışacağını hissedip korkuyordu. Yağız bazı arzularını tatmin etmek ve bebek sahibi olmak için anlaşma gereği bedenini kullanıyordu. Ancak kadın bir de duygularını kullanmasına izin vermek istemiyordu. Bu anlaşma bitip herkes yoluna gittiğinde kalbinde evlat acısının yanı sıra aşk acısı ve suçluluk duygusu barındırmak en büyük kâbusuydu. ... |
0% |