Yeni Üyelik
40.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 20/2

@buzlarkralicesi

-20/2-

Yağız önde, Nağme arkada merdivenleri çıktıklarında gergindi genç kadın. Ancak eskisi kadar rahatsızlık duymuyordu bu durumdan sanki. İnsan zamanla her şeye alışıyordu ya hani, o misal. O da ister istemez bazı şeylere yavaş yavaş alışıyordu.

Adam kapıyı aralayıp Nağme'yi içeri buyur ettiğinde onun üzerindeki gerilimi azaltmak istercesine tebessüm edip elini uzattı. Kararsız da olsa elini tutan kadının ince parmaklarını şefkatle kavradı avuçları. Usulca kendine çekti onun yüzünü, ellerinin arasına aldı ve gözlerinin içine baktı. Söylemek istediği çok şey vardı aslında. Kokusunun onu ne denli sarhoş ettiği mesela. Ya da gözlerinde nasıl kaybolduğu. Teninde can bulduğunu. Esasında onu karısı Aylin de dâhil tüm kadınlardan ayıran çok farklı şeyler vardı. Kendine bile anlatamadığı, tarif edemediği... Doğallığı, sahiciliği ve masumiyetinin de ardında bir şey. Dudaklarına değdirdi dudaklarını usulca, iş bilir bir ustalıkla kavrayıp tutkuyla öptü. Aynı dudaklar mis kokulu boynunda ve yumuşacık teninde keşfe çıkarken bir o kadar coşkuluydu. Elleri ince belini kavramış onu yatağa yatırırken eğilip tek elini kızın kalbime koydu. Hızla çarpıyordu. Üzerindeki ince kazağı, ardından askılı bluzu çıkarırken kadının beceriksizce gömleğinin düğmelerini çözüşüne dudaklarını onun köprücük kemiğinden ayırmaksızın gülümsedi. Zor da olsa alışacaktı ona. Alışacaktı ve vazgeçemeyecekti. Derin bir nefes alırken "Kokun beni sarhoş ediyor." diye mırıldandı bir eli Nağme'nin sırtını okşarken. Bu sırada boynuna yumuşak ve şefkatli öpücükler kondurmayı da ihmal etmiyordu.

Ona ne olduğunu anlamıyordu Nağme. Bedeni bu şefkatle gevşiyordu. Artık eskisi kadar gergin hissetmiyordu ve tüm bunlar onun isteği dışında gerçekleşiyordu. Kalbi hızla atarken huzur duyduğunu kendine bile inkâr edemiyordu. Adamın sert vücut kaslarının göğüslerine değmesiyle ürperdi kadın. Titreyen elleri adamın sırtında gezinirken güvende hissediyordu.

Yağız ise dudaklarını yavaşça o ürpertiyle varlığını belli edercesine kadın nefes aldıkça havalanan göğüslerine gömdü iç geçirerek. Kadının kot pantolonunu ve iç çamaşırını indirirken dudaklarının altında gümbürdeyen kalbin varlığıyla büyülendiğini hissediyordu. O kalp şuan onun için bu kadar hızlı atıyordu. Dudakları göğüs boşluğundan kadının düz göbeğine huşu içinde inerken aylar sonra orada kendinden, ikisinden bir parça olacağını hayal ettikçe heyecanlandı. Uzanıp gözlerine baktığı kadın, onun bebeğini taşıyacaktı. Kim bilir ne kadar güzel olacaktı, kime benzeyecekti... Eli o düz göbeğe dokunduğunda henüz gerçekleşmemiş bu mucizeye hayranlık duydu. Ondan doğacak bebeğinin ne kadar güzel olabileceğini hayal etti.

Adamın dudakları göğüslerinde gezinirken derin bir nefes alıp hızla bıraktı. Elleri kontrolsüzce adamın saçlarını okşarken şuan ona şefkat gösterdiğine inanamıyordu. Bu adama karşı şefkat beslemek istemiyordu. Onun ustaca dokunuşlarından tahrik olmak istemiyordu. Göğüs ucunu kavrayan dudakların sarhoş edici hamleleriyle ve dil darbeleriyle inilti koptu kızdan. Dili ve dişlerinin varlığını en derinlerinde hissederken sadece nefes almaya çalıştı o an. İstediği kadar gizlemeye çalışsın, ona karşı bir çekim hissettiği ortadaydı.

Nağme'yi tecrübeli ve tutkulu dokunuşlarıyla etkileyebildiğine memnundu. Hafifçe bacaklarını aralayıp yavaşça derinliklerine girdiğinde kızın dudaklarındaki iniltiyi daha yakından dinlemek için daha çok yaklaştı dudaklarına. Vücudunun gül gibi ferah kokusunu içine çekerken içinde hareket etmeye devam ediyordu.

Genç kadın ise adrenalini had safhada yaşamanın şaşkınlığıyla dudaklarındaki iniltiyi susturmaya çalışıyordu. Kontrolsüzce duyduğu bu bedensel zevkten utanıyordu. Çünkü bu durumda suçlu yalnızca üzerindeki adam değildi, kendisiydi de. Bir süre sonra yatağın diğer yanına yığılan adamın gözlerini araladıktan sonra kendisine baktığını ayrımsayınca elleriyle vücudunun üst çıplaklığını örtmeye çalıştı fakat adam onu engelledi.

Elleriyle kadının vücudunu örtmeye çalışan ellerini engelledi ve "Hayır," dedi. "Bu güzellikten utanma. Vücudunun her zerresini izlemek istiyorum." Usulca kadını kendine doğru çekip başını göğsüne yaslamasını sağladı. Saçlarını sevgiyle okşarken uykunun karanlık esiri oldu, göğsünde yatan kızın gözlerini çoktan kapadığını bilmiyordu.

Gecenin bilmediği bir saatinde kulağına doluşan hırıltılı nefes alış verişler ve iniltilerle gözlerini araladığında ilk önce neler olduğunu anlamadı Nağme. Uyku sersemi yanındaki adamın kendi kendine uykusunda acı dolu mırıldanışlarına tanık oluyordu. Kâbus görüyor olmalıydı. Onu ilk defa bu kadar savunmasız görmenin şaşkınlığıyla ne yapacağını bilemedi. Onu dürtüp uyandırmalı mıydı? Bilmiyordu. Akabinde nasıl bir tepki alacağına dair fikri yoktu. Fakat yine de uzanıp dokunacakken adamın aniden irkilerek yataktan zıplaması üzerine temkinli bir şekilde geri çekildi.

Alnında boncuk boncuk terler birikmiş adam kendine gelmeye çalışıyordu. Yine o karmaşık ve anlamsız kâbuslarından biriydi. Mehmet. Onu vurduğu sahne gözlerinin önünden geçip gitmişti. Kanlar içinde atından düşüp yere yığıldığı o korkunç sahne. İkisi de henüz o zamanlar erişkin olamayacak kadar genç yaşlardaydılar. Çocuk denebilecek yaşlarda. Silah sesi. Kan. Yere yığılan ceset. Kâbus böyle acımasız bir şekilde sürüp gidiyordu. Ve en kötüsü de bu bir zamanlar gerçeğin ta kendisiydi. Kâbuslardan uyanınca kaçabilirdi insan. Ancak gerçeklerden... Asla kaçamazdı. O da kaçamadı yıllarca. Üzerinden yığınla yıl geçmesine rağmen üstesinden gelemiyordu. Nağme'nin yanındaki uyanmış varlığını fark etmesi ise dakikalarını almıştı.

Yağız'a yaklaşmaksızın sakin ancak meraklı bir tonda "İyi misin?" diye sordu. Onun bu denli sarsılabileceği aklının ucundan geçmiyordu. Onu kendi içinde öyle bir yere koymuştu ki. O üzülmez veya korkmazdı. Hiçbir şeye kırılmazdı. Granit gibi sert ve dayanıklıydı. Belki de kusursuzdu. Rahatsız edici bir kusursuzluk. İnsan değildi onun nezdinde. Ancak bu gece görülüyordu ki her insan gibi onun da korkuları, kâbusları, duygusal sarsıntıları vardı.

İki farklı hayat yaşıyordu adam. Nağme'nin bildiği kadarıyla iki farklı yaşam... Birinde karısı Aylin ve ilk zamanlar mükemmel görünen fakat şimdi kusursuz görünme telaşı olmayan yıpranmış evlilikleri. Diğerinde ise Nağme ve bebek sahibi olmak isterken bu hayatın içinde tuttuğu karanlık ve yıllarca da perde arkasına itilecek sırlar... Yeterince ürkütücü değil miydi? Kim bilir daha neler saklıydı karanlık ve gizemli hayatının derinliklerinde. Ancak böyle düşünmek bile Nağme'yi adamdan soğutmaya yetmiyordu. Çünkü insani yanıyla tanışmıştı bir kere. İsteyince ne kadar vicdanlı ve iyi biri olabildiğini de görmüştü. İstese de ona karşı eskisi kadar nefret besleyemiyordu.

Yağız ise kızın düşündüklerinden habersiz, çok farklı bir biçimde kafasının içindeki sesleri susturmaya çalışıyordu. Silah sesini. Adamın yere yığılırken çıkardığı acı dolu iniltileri. Karanlık geçmişinin asla silinmeyecek acımasız hatıralarını. Genç kızın sorusuyla yutkundu. "İyiyim." Biraz uyku mahmurluğundan kurtulup kendine geldiğinde dönüp kadına baktı. "Uyandırdım mı?"

Kafası karışmış Nağme ise başını iki yana sallarken "Önemli değil." dedi düşünceli bir edayla. "Sen iyi olduğuna eminsen..."

"İyiyim, merak etme."

"Su getirmemi ister misin?"

Başını iki yana salladı adam. "Hayır, teşekkürler." Kendisine merakla bakan kızın aklında gezinen düşünceleri az çok tahmin edebiliyordu. Ona neler olduğunu merak ediyordu. Tam normal bir adam olduğuna biraz olsun inanmışken bu tuhaf kâbus gecesine anlam veremediği ortadaydı. Ama yine de onunla vicdanen de olsa ilgilenmesi hoşuna gidiyordu. Her ne kadar şimdi bunları düşünemeyecek kadar karmaşık bir hâlde olsa da. "Hadi, yatalım artık."

Tekrar yatağa uzanıp adama sırtını dönerek uyumaya çalışsa da aklındaki düşüncelerin dur durak bilmeyeceği kesindi. Her hareketiyle bir gizemin parçasıydı adam. Ne kadar normal görünmeye çalışsa da bu gerçeği degiştiremiyordu.

Kadının beline sarılarak uyumamak için kendini zor tutan adam ellerini başının altında birleştirmiş tavanı seyretmeye koyuldu.

Her ikisinin de uyuması uzun zaman alsa da onları uykularından alıkoyan şey bir nevi aynıydı. Biri geçmişinden kaçarken diğeri geleceğini düşünmemeye çalışıyordu. İkisi de kendilerinde olmayan bir silgiyi umutsuzca aramaya çalışırken uykuya dalmıştı. Ne geçmiş silgisi ne de gelecek silgisi... Bu mümkün müydü? İnsan geçmişini silebilir miydi? Ya da bir anlaşmaya mahkûm edilmişken geleceğini değiştirebilir miydi? Bilinmez bir çukurdu onlar için.

●●●

Akşam yemeği buz gibi bir sessizlikle sürüp gelirken Sonia ile ilgili tartışma hâlâ tazeydi. Canan Hanım'ın öldürücü bakışlarına maruz kalan Erdinç Bey bu durumu pek de umursuyor gibi görünmüyordu.

Yağız iş seyahatine gittiğinden beri ailesiyle daha sık vakit geçirmeye çalışan ve akşam yemeklerine katılan Aylin de, yemek sırasında önemli bir konuyu açmaya hazırlanan Tuna da merakla birbirilerine bakıyorlardı. Masada olup bitenleri anlamaya çalışıyorlardı.

En sonunda atmosferdeki soğukluğun ve gerilimin varlığına dayanamayan Aylin olmuştu. "Neler oluyor Allah aşkına? Bilmediğimiz bir şey mi var baba? Tartıştınız mı?" Babasından herhangi bir yanıt gelmeyince annesine döndü kadın. "Anne?"

Konuşmak ve içindeki öfkeyle patlamak için dünden razı olan Canan Hanım ise hemen yanıtladı. "Babana sor istersen kızım. Bakalım pişkince anlatabilecek mi size..."

Merakla babasına döndü Tuna. "Problem nedir baba?" Olanı biteni çözmeye çalışan sakin bir hâli vardı.

Ağzını açtığında fevri bir çıkışla sözünü kesen Canan Hanım'ın "Bu kez ne kadar ileri gittiğini anlatabilecek mi merak ediyorum doğrusu!" cümlesi üzerine "Eee yetti artık be!" Sabrı taşıyordu adamın. Çocuklarına dönüp tek nefeste durumu özetledi. "Şirket zor bir dönemden geçerken Sonia'dan maddi bir yardım aldım. Yüklü bir meblağ karşılığında hisselerimin bir kısmını aldı ve bu şirketin düzlüğe çıkmasını sağladı. Olan bu!"

Aylin duyduklarına inanamadığının verdiği şaşkınlıkla "Bunu nasıl yaparsın baba?" diye haykırdı. Sonia'ya nasıl bu kadar güvenirdi?

Kardeşinin tavrından ziyade daha sakin ve durumu normal karşılayan Tuna ise hem annesine hem de Aylin'e dönerek "Bunun neresi tuhaf veya yanlış anlayamadım." dedi dürüstçe. "Aksine, şirketin hisseleri yabancı birine gideceğine aileden birinin üzerine geçti. Böyle zor bir durumda yardım etmiş Sonia, ne var bunda?"

Öfkeyle "Al işte, babasının oğlu!" diye söylendikten sonra bir daha konuşmamak üzere sustu Canan Hanım.

Kızı Aylin ise bu kadar kolay susacak değildi. "Ne diyorsunuz siz ya? Tuna, Sonia bizim aileden falan değil! O sadece bir hata, anlıyor musun? Hata!"

Erdinç Bey "Doğru konuş kardeşin hakkında." diye uyarıda bulunsa da onu o kadar da kolay durdurmayacağını biliyordu.

"Aylin sen bunu kabullnemiyor olabilirsin ama Sonia da bizim kardeşimiz. Bize karşı hiçbir zaman haince bir öfke, nefret beslemedi. Üstelik işler zor durumdayken şirketimizi kurtarmak için bize yardım eli uzattı. Kötü bir şey yapmadı. Onu aileden dışlamanız hiçbir şeyi değiştirmeyecek." Konuyu çok da uzatmadan ortamı yatıştırmaya çalışan adam "Her neyse. Bu konu gereğinden fazla uzadı." diye geçiştirdi. "Benim sizinle konuşmam gereken farklı bir konu var." Herkes merakla kendisine dönmüş ne diyeceğini bekliyorken fazla uzatmadan ani bir şekil kararını açıkladı. "Ben Amerika'ya gitmeye karar verdim." Herkes şaşkınlık nidalarıyla ve meraklı bakışlarla onu düşerken derin bir nefes aldı. Bunun zor olacağını biliyordu ve her tepkiye hazırlıklıydı.

Canan Hanım şok olmuş bir şekilde "Ne demek bu şimdi Tuna?" sorusunu yöneltti. "Nereden çıktı bu?"

Belki de ilk defa eşiyle aynı fikirde olan Erdinç Bey de onun sorusunu yineledi. "Hakikaten oğlum, nereden çıktı birdenbire?"

"Bunu uzun zamandır düşünüyordum ve daha önce sizinle paylaşacaktım ama birtakım telaşelerden fırsat olmadı. Şaşırdığınızı biliyorum ama kafamı boşaltmaya, kendimi dinlemeye ihtiyacım var. Lütfen anlayın beni."

Kardeşini anlamaya çalışarak ılımlı yaklaştı Aylin. "Tuna, emin misin? İyi düşündün mü?"

"Evet Aylin, bir süre buradan uzaklaşmam lazım." Hâlâ çekinceleri olan ailesini yatıştırmaya ve ikna etmeye yönelik "Böylesi benim için daha iyi olacak, gerçekten." diyerek konuya bir bu nokta koydu. O kafasına çoktan koymuştu bu fikri, kimse onu vazgeçiremezdi.

●●●

Dün geceki aksiyonlu olaylara ve geç uykuya dalmasına rağmen çok da geç olmayan bir saatte uyandı kadın. Uyku sersemi gözlerini birkaç dakika tavanda misafir ettikten sonra tüm günü yatakta geçiremeyeceğini, dahası bu yöntemle Yağız'dan kaçamayacağını düşünüp ayaklarını yataktan aşağıya sarkıttı. Bir duş alıp kendine gelmek için banyoya girdiğinde aynadaki yansımasına saplanıp kaldı. Aynaya bakarken öyle yabancılaşmıştı ki tarifi yoktu. Mesela o eskiden kız kardeşine doğruluk ve bilgelikle verdiği öğütlerin hiçbir anlamı yoktu. Her zaman doğru, namuslu, dürüst, paraya tamah etmeyen biri olmasını tembihlerken bir gün babasının hayatını kurtarmak adına bile olsa para için bir adamın yatağına giren adi bir kadın olabileceğini aklının ucundan geçirmemişti. Belki de bundandı hem kendine hem de Yağız'a nefreti. Yaptığı hiçbir anlaşma, hiçbir nikâh, hiçbir şey ailesinden gizli yaptığı bu şeyin aşağılık gerçekliğinden kurtaramıyordu onu.

Böyle hayal etmemişti. Hiçbir şeyin böyle olmasını istememişti. Ancak hayatta kim her zaman planladığı ve hayal ettiği gibi yaşıyordu ki? Bunları düşünmenin manası neydi? Artık ona bir faydası olmadığını anlamalıydı ve daha az düşünmeliydi. Bir anlaşmanın içine girmişti, geri dönüşü olmadığı gibi geçmişi değiştiremezdi de. Kendine ve Yağız'a duyduğu nefret hayatında hiçbir şeyi olumlu yönde değiştirmeyecekti. Bu yüzden kendine daha kontrollü olması gerektiğini defalarca tekrarladı.

Kontrollü ol.

Tek yapması gereken yaşananları geride bırakmak ve sakinleşmekti. Soyunup duşa kabinin kapılarını araladı. Kendini ılık suyun altında daha sakinleşmiş hissediyordu artık.

Odaya yeni giren Yağız ise banyodan gelen su sesiyle istemsizce kapıya doğru ilerledi. Aralık bırakılmıştı. Sessizce içeri girmeden duşa kabinin buzlu camında yansıyan kadını gördü. Kapıyı çekip çıktığında aklı hâlâ gece gördüğü kâbusla karmakarışıktı. Her şeye rağmen Nağme'yle güzel bir gün geçirmeye niyetliydi. Fakat aklına takılan bir şey vardı ki bu da Aylin'in asla beklemediği sessizliğiydi elbette. Normalde paranoyakça ve histerik tavırlar sergileyen kadını durduran tek şey bu taşıyıcı anne meselesi olabilir miydi? Şu ana kadar milyonlarca kez onu arayıp taciz etmesi gerekirdi. Oysa son telefon görüşmelerini hatırladığında taşıyıcı anne mevzusunu açarken bile o kadar isteksizdi ki... Neler olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu ama kendi içinde bazı duygular yıllar içinde nasıl ölmüşse onunkiler de eski etkisini yitiriyordu belli ki. Belki de artık zorlamanın bir manası yoktu. Boşanmak en iyisiydi. Ancak onun gibi geleneklerine bağlı bir aileye mensupken bu pek de mümkün görünmüyordu. Annesi Aylin'i her ne kadar sevmiyor olsa bile töre ve gelenekleri örnek göstererek boşanmasının çok doğru olmadığını söyleyip üzerinde baskı kurmaya çalışacaktı. Öte yandan Aylin'in histerik ve nevrotik tavırları da gözünün önüne gelebiliyordu daha şimdiden. Boşanmak istiyordu. Yıllardır söylemek ve yapmak istediği fakat birçok şeyin onu durdurduğu bir şeydi bu. Üstelik buna değer bir sebep de göremiyordu. Evet, elbette boşanmak için illa başka bir kadın olmasına gerek yoktu ancak böyle bir durumda çıkıp da nasıl boşanmak istediğini söyleyebilirdi bilmiyordu doğrusu. Karısı yeni bir bebek sahibi olacaklarını beklerken karşısına çıkıp ben aslında boşanmak istiyorum demek ne kadar mantıklı olurdu?

Bunun için henüz zaman var, diye düşündü adam. Beklediği bazı şeyler olduğu ortadaydı.

Banyodan bornozla çıkan kızın kendisini fark etmesiyle utanıp bunu gizlemeye çalıştığını fark etti ve karşılığında çarpık gülümsemesiyle "Günaydın." dedi.

"Günaydın." Saçlarını kurularken adamla göz göze gelmemeye gayret ediyordu. Fakat gördüğü kadarıyla dün geceki kâbusun etkisi kalmamıştı.

"Dün gece uykunu böldüm, özür dilerim."

"Önemli değil, insanlık hâli."

Kadının huzursuz duruşuyla burada bulunmasından rahatsızlık duyduğunu anlaması pek de zor olmamıştı. "Ben çıkıyorum, sen de giyinip aşağıya gelirsin."

"Tamam." Adam usulca kapıyı çekip çıkışıyla neden bu kadar neşeli göründüğünü düşündü Nağme. Hayır, iki gözü iki çeşme ağlamasını beklemiyordu tabii ama neden korkunç kâbuslarla uyandığı gecenin sabahında diğer günlere göre daha enerjik olduğunu merak ediyordu doğrusu.

Yatağı topladıktan sonra kıyafet dolabını açıp alelade seçtiği bir kot pantolon ve yeşil ince bir kazak giydi. Dalgalı saçlarını açık bırakarak aynada kendine baktı. Aşağıya inmek için hazırdı. Kapıyı çekip çıktığında sabahki düşüncelerden eser yoktu. Esasında yalnızca kendini düşünen biri olsa bu kadar sık düşünmeyecekti yaşananları. Ancak yaşananları ailesinin öğrenme ihtimalini düşündükçe içinde büyüyen bir panik atak olduğuna yemin edebilirdi. Bazen o kadar baskı altında hissediyordu ki kendini. Yalnızca ailesi de değildi sorun. Yetiştiriliş tarzı, kendine karşı olan sorumlulukları... Keşke kardeşi Serra kadar umursamaz olabilseydi. Ne dilediğinin farkında bile değildi ancak belki öyle olsaydı bazı şeylere bu kadar saplanıp delirmezdi. Belki yaşananlar o zaman bu kadar rahatsız edici görünüp ete kemiğe bürünen bir vicdan azabı gibi karşısına dikilmezdi.

Merdivenlerden aşağı indiğinde normalde de pek gürültülü olmayan evin bugün neden normalden daha sessiz olduğunu düşündü. Terk edilmiş bir kasaba gibiydi. Bahçeden sesler gelmiyordu mesela. Mutfaktan da güzel kokular gelmesine rağmen Melda Hanım'ın varlığına dair bir ses, bir iz yoktu. Hâlbuki Melda Hanım yemek yaparken ufacık da olsa bir şeyler mırıldanmayı pek severdi. Kendisi de dinlediğini belli etmeksizin kulak misafiri olurdu. Bugün hiçbiri yoktu.

Salona geldiğinde ise mükellef bir kahvaltı masası onu bekliyordu. Mutfaktan elinde sahanda yumurtayla çıkan adamın suratına baktı. Başına bir şey düşmüş olabilir miydi? Kahvaltıyı o hazırlamıştı belli ki. Ama neden? Melda Hanım neredeydi? Pek anlam veremese de abartılacak bir şey olmadığını düşündü. Fakat merakına yenilip sormayı da ihmal etmedi. "Kahvaltıyı sen mi hazırladın?"

"Evet."

"Melda Hanım?"

"O ve evdeki çalışanlar izinli bugün. Baş başayız anlayacağın. Öğle yemeğini de birlikte yaparız diye düşündüm."

Kuşkuyla adamın yüzüne bakan kadın onun ne yapmaya çalıştığını çözmeye gayret etse de bunu sözleriyle ifade etmekten kaçındı. Sürekli kavga çıkaran insan olmak istemiyordu.

Onun şaşkın ve meraklı bakışlarına karşılık şaka yollu takıldı Yağız. "Ne o, yemek yapmayı bilmiyor musun yoksa?"

"Hayır, biliyorum tabii ki."

"Eh, güzel. Bakalım ben beğenecek miyim?"

"Beğenmezsen dert etme, nasılsa ömür boyu birlikte olmayacağız."

Kadının laf sokma gayretiyle tebessüm etti adam. Esasında bunu ne kadar çok isteyebileceğini düşündü o an. Neden olmasın, diye geçirdi içinden. Ancak hem bunu düşünüp hayal etmek için çok erkendi hem de karşısındaki kadının onu istemediğini adı gibi biliyordu. Bazı şeylerin zamana bırakılması gerekiyordu. Yaşananlar çok tazeyken istese de olmazdı zaten. Önce kadının gözlerindeki yağmur, kalbindeki nefret dinmeliydi. Ona alışmalıydı. Yüzünde ve yüreğinde çiçekler filizlenip açmalıydı. Onun sabrı vardı. Birbirlerini tanımalı, birbirilerine alışmalıydılar. Tüm prensiplerine ve doğrularına rağmen genç kızın attığı küçük adımlar bile kendisi için çok önemliydi. Nağme'nin sandalyesini çekerek onu masaya buyur etti. "E hadi, otursana."

Adamın her zamankinden biraz tuhaf davrandığının farkındaydı kadın. Daha nazik, daha istekli, daha enerjik ve daha yapıcı. Tamam, bu ilişkide en yıkıcı ve kavgacı insan olduğunu kabul ediyordu ancak buzullar kadar soğuk ve sert adama birdenbire neler olduğunu merak ediyordu doğrusu. Hiçbir şey söylemeden oturdu adamın çektiği sandalyeye. Karşısına oturan adamın neşeli tavırlarını ise hayra yormaya karar verdi. Sonuçta abartılacak pek de bir şey yoktu. Ne olmuştu yani adam karakterinden biraz farklı davranıyorsa?

Yağız ise genç kızı daha da yakından tanımak istiyordu. İlişkilerinin sadece tutkudan ibaret kalmasını istemiyordu. Kahvaltının ilerleyen saatlerinde sohbet başlamanın güzel bir hamle olacağını düşündü. "Nağme, açıkçası seni daha yakından tanımak istiyorum. Eğer bu seni rahatsız etmeyecekse bana biraz ailenden bahseder misin?"

"Neden merak ediyorsun ki bunu?" diye sorarak omuz silkti Nağme. Ona ailesini anlatmanın bir mahsuru yoktu elbette. Çok isterse anlatırdı ancak neden birdenbire böyle bir soru gelmişti aklına, anlamamıştı. Yani birdenbire neden kendisini daha yakından tanımak istemişti bu adam?

"Hakkında her şeyi bilmek istiyorum. Merak ediyorum." Aynı sıradan omuz silkme hareketiyle "Sadece merak." diyerek yineledi. "Hem uzun bir zaman aynı ortamda kalacağız. Birbirimizi tanımanın, vakit geçirmenin, sohbet etmenin ne zararı var?"

Kadın bir süre Yağız'ın gözlerine baktıktan sonra nereden başlayacağını düşündü. "Dört kardeşiz biz. Ablam İlknur, abim Salim ve kız kardeşim Serra. Bir de babam var, biliyorsun işte. Bu kadar."

"Annen?"

"O yok."

Bu konuda çok konuşmak istemediğini anlayınca üstelemedi Yağız. Belli ki bir yarası vardı. Kaybetmiş olabilirdi ve bu konuda konuşmak istememesi normaldi. "Eee, kardeşlerinden en çok hangisiyle iyi anlaşıyorsun?"

"Aslında... İlknur ablamla çok iyi anlaşırdık. Şeyden önce..." Kendisine merakla bakan adamın beklediği gibi anlatmaya devam etti. "O kaçmadan önce."

"Evden mi kaçtı?"

"Birine âşık oldu. Bizimkiler istemedi o adamı, kaçtı. Onu tercih etti... Uzun bir süre görüşmedik. Ama abim bilmese de ben gizli gizli görüşüyordum." Sonra Serra geldi aklına. Hırçın ve asi tavırları, çocuksu yanı. Hata yapmaya meyilli cahil ama en iyisini ben bilirim havaları. Nağme onu seviyordu. Bir anne şefkatiyle sarıp sarmaladığı kızın şimdi nasıl olduğunu merak ediyordu. "Serra bizden farklıdır biraz." İstemsizce tebessüm etti Nağme. "Aklı beş karış havadadır mesela. Yaptığı şeylerin sonuçlarını pek düşünmez. Kısacası klasik genç kafası. Asidir biraz, dediğim dedik çaldığım düdüktür. Ama iyi kızdır. Kötülük yoktur içinde." Omuz silkti dalgın bakışlarla. Abisini nasıl anlatsın bilemiyordu. "Salim abim... Hepimizin babası gibi davranır hep. Sert, otoriter ama bir o kadar da şefkatli, düşünceli. Aynı bir baba gibi. Hepimize kol kanat gerer. Fedakârdır. Belli etmiyordu ama babamın durumu belki de en çok onu sarstı."

Ailesini anlatırken kızın yüzündeki tebessüm içini ısıtmıştı Yağız'ın. Kız kardeşini anlatırken onu daha iyi anlamıştı. Kendi kardeşi gelmişti gözünün önüne. "Küçükler hep en iyisini onlar biliyor sanır."

Onayladı başıyla kız. "Evet. Buraya gelmeden önce... Küçük bir sürtüşme yaşamıştık. Bana hiçbir şey bilmiyorsun demişti. Kendi küçük dünyanda hiçbir şeyden haberin yok. Ona göre küçük bir okulda öğretmenlik yapan geri kafalı bir ablaydım galiba. Ama bu beni pek de yaralamıyordu. Annemiz uzun bir süredir yoktu, onun yokluğunda ben anne yerine geçmiştim. Anne kız ilişkisini de bilirsin, bir türlü birbirlerini anlamazlar. Kızlar çoğu zaman görmüş geçirmiş olmayı cahillik, geri kafalılık olarak algılar. Senin yaşanmışlığını, tecrübelerini hiçe sayarlar. Yaşamadan anlamazlar yani."

Kıstı gözlerini Yağız. "Sen çok iyi bir ablasın, biliyor musun?" diyerek itirafta bulundu.

"Bilmiyorum, sadece elimden geleni yapıyordum. Hepsi bu."

Yaşanmışlık ve tecrübelerden bahsederken aklına gelen o soruyu çekinerek de olsa sormaya hazırlandı adam. "Peki, hayatında birileri oldu mu hiç? Yani... Mutlaka olmuştur ama..." Nağme'nin ilki olduğunu biliyordu Yağız. Ama onun bahsettiği şey aslında duygusal olarak gönül bağı olan birinin olup olmadığıydı. Ve en önemlisi, o hisler hâlâ sürüp gidiyor muydu?

Dürüstçe "Pek olmadı." yanıtını verdi. "Yakın zamana kadar böyle bir şeye ne hevesim ne de vaktim oldu. Babamın hastalığı bizi çok yıprattı. Ondan öncesi de zorlu geçmişti bizim için. Kısacası evi çekip çevirmekten, çalışıp eve katkıda bulunmaktan, hayat telaşından biriyleriyle duygusal bir şeyler yaşamaya vaktim olmadı. Merakım da yoktu. Ta ki... Yakın zamanda biri girdi hayatıma. Ama onunla da uzun sürmedi, yürümedi."

"Özel değilse, sebebini sorabilir miyim?" İlk kez duygusal olarak bu kadar yakınlaştıklarını hissetti Yağız. İlk defa onun duvarlarını biraz olsun aşıp kalbinin derinliklerine iniyordu. Ve bu yolculuk onu heyecanlandırıyordu. Ancak karşısındaki kadını heyecanıyla boğmak istemediği için "İleri gittiysem özür dilerim." demekten kendini alıkoyamadı.

Başını iki yana salladı "Yo, hayır." diyerek. Aslında bu konuşma onun için de kendine yolculuk, bir iç hesaplaşmaydı. "Birbirimize karşı yeterince saygılı ve anlayışlı değildik sanırım. Babamın durumunu anlatıp uyarmama rağmen son zamanlarda yeterince vakit geçiremememizden yakınıyordu. En sonunda da... Başkası olduğunu öğrendim ve bitti." Tuna'nın kötü biri olduğunu hiç düşünmemişti genç kadın. Ancak gerçekten sevmenin ne demek olduğunu henüz bilmiyordu onun nazarında.

Yağız ise o sırada Nağme gibi bir kızın nasıl olur da aldatıldığını düşünüyordu. O kadar temiz, masum, dürüst, özü sözü birken neden? "Bence bunlar tamamıyla bir bahane. Birini gerçekten seviyorsan kırk yılda bir bile görsen o sana yeter. Tamamıyla sevgi, saygı ve anlayışla alakalı." İkna edici bir ses tonuyla "İnan bana." diye ekledi.

O an nasıl olduğunu anlamasa da merakına yenildi Nağme. "Peki, sen?" Merakla kendisinden gelecek soruyu bekleyen adamın gözlerine baktı. "Sen aşka inanmıyor musun?"

Bu soruya verebilecek bir yanıt bulamadı Yağız. Dürüstçe "Bilmiyorum." dedi yalnızca. "İnanıyorum sanmıştım. Ama sanırım karımla evlenirken bile hissettiklerim tam olarak aşk değildi. Arzularım ve mantığım birleşip böyle bir karar almıştı ama aşk diyemem." Umutsuzluğunu gizlemeye çalışarak "Sanırım inanmıyorum." derken önemli bir itirafta bulunduğunu düşündü. Ancak tam manasıyla da inanmadığı söylenemezdi. Sadece aşkın ne olduğunu henüz bilmiyordu. "Bence ikimiz de aşkın ne olduğunu bilmiyoruz. Bize aşkı öğretecek, bizi aşka inandıracak insanlar henüz karşımıza çıkmadı."

Haklı olabilirdi adam. Ondan çok hazzetmediği doğruydu ama bu söylediklerine katılıyordu. Aşk fedakârlık isterdi, emek isterdi. Hazıra konmak aşk değildi ki. Tuna bunu yapmaya çalışmıştı. Aşkına emek ve sabır göstermemiş, fedakârlık etmemişti. İlk zorlukta pes etmeyi tercih etmişti. Aşkın emek ve fedakârlık olduğunu bilen ve onları aşka inandıran birileri henüz çıkmamıştı karşılarına. Aşkı öğrenmek de hayata dair önemli bir adımdı.

Yağız aşkı Nağme'den öğrenmeyi isterdi fakat karşısındaki kadının kendisine karşı olumsuz hisleri adamı dizginliyordu. Bir de yakın zamanda bir erkek tarafından aldatılması onu iyice güvensizleştirmiş olmalıydı. Nereden bilebilirdi ki o sadakatsiz eski sevgiliyi çok yakından tanıdığını.

...

Loading...
0%