Yeni Üyelik
3.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 2/1

@buzlarkralicesi

 

-2- / 1

Yorucu bir toplantıdan çıkan adam asistan "Bana basın departmanından Sinan Beyi çağır." dedikten sonra odasındaki koltuğa usulca otururken annesinin söyledikleri meşgul ediyordu aklını. Son zamanlarda karısıyla arasındaki duygusal dalgalanmalardan en çok şirketi etkilenmişti. Tanınmış biri olarak hemen hemen her adımı takip edildiği için eşiyle arasındaki sorunlar zaman zaman gazetelere manşet oluyordu. Oturup sakin kafayla düşündüğünde kabullenmek her ne kadar zor olsa da annesinin önerdiği fikir en mantıklısı gibi görünüyordu.

Kısa süre sonra gelen Sinan Beyi karşısındaki koltuğa buyur etti ve asistanına "Bize iki kahve getir." dedikten sonra konuya girdi. Olayı üstünkörü de olsa anlattı. Ve elbette annesinin bu konudaki görüşünü de. Aslında cevabı bilse de dönüp "Sen ne diyorsun bu etkinlik fikrine Sinan?" diye sormak âdet olmuştu. Adamın olumlu görüntüsü de tahminini doğruluyor gibiydi.

"Benim fikrimi sorarsanız şirketin prestiji için çok iyi olur derim Yağız Bey. Zaten aldığım duyumlara göre çalıştığımız çoğu iş adamı ve eşleri de bu etkinliğe katkı sağlıyorlar."

Başıyla usulca onaylayan Yağız, sert bakışlarından ve tavrından ödün vermeksizin dalıp gitti düşüncelere. Son zamanlarda karısıyla ilgili yaşadığı sorunlarla gündeme geldiğinden ötürü oldukça rahatsızdı. Her ne kadar inkâr etseler de aralarındaki sorun gizlenebilir türden bir şey değildi. Babasının kurup büyüttüğü, kendisinin de alın teri akıttığı bu şirkete en azından bunu borçluydu. Şirketinin ve iş insanı olarak kimliğinin saygınlığını korumak adına bu kan ve doku bağışı etkinliğine destek vermeye karar verdi. Her adımını en ince ayrıntısına kadar ölçüp tartan Yağız, hayatı için çok önemli bir kararı verdiğinin o an farkında bile değildi. Fakat ileride geçmişe dönüp baktığında, yaşadıklarında verdiği bu kararın büyük payı olacağını görecekti. Gitmek için gözünün içine bakan çalışanına döndü. "Tamam Sinan, sen çıkabilirsin."

"Teşekkürler Yağız Bey, iyi çalışmalar."

Odadan çıkan adama baş işaretiyle verdiği onaydan sonra arkasına dönüp dışarıdaki İstanbul'un yorucu yaşam manzarasına baktı. Belki de bu manzaraya bakan çoğu kişiye nazaran gördüğü çok başka şeylerdi. Genellikle insanlar İstanbul manzarasının büyüleyiciliğine kapılıp rahatlarlardı. Ancak Yağız için durum biraz farklıydı. O genç yaşta hayatın yükünü sırtlanmış biri olarak işin hayalî ve pozitif kısmını düşünmektense olaylara katı ve realist bir pencereden bakıyordu.

O sert, net çizgileri olan, taviz vermeyen hatta çoğu zaman da acımasız olarak nitelendirilen bir karaktere sahipti. Kim bilir, belki bir gün keskin hatlarını yumuşatacak ve evrilmesine yardımcı olacak biriyle tanışırdı da hayatı tamamıyla değişirdi. Evli, duygusallığa yer vermeyen, içini insanlara açmayan biri olarak böyle hayalleri yoktu ama zaten hayat planlarken insanların başına gelen şey değil miydi?

●●●

Saçını gelişigüzel bir biçimde atkuyruğu yapan genç kız dışarıdan oldukça telaşlı ve endişeli görünüyordu. Doktor Erkin Beyin kendisine vakıflarda gönüllü olan bir arkadaşıyla randevu oluşturması çok büyük incelikti gerçekten. Bugün o beyle görüşecekti fakat evde babasına bakabilecek başka biri olmadığı için bu konuda kız kardeşi Serra'ya güvenmek zorundaydı. Belki de endişesi bir parça bu zoraki güvenmeden kaynaklanıyordu. Serra babasına bakmak konusunda pek istekli biri olmamasının yanı sıra genç, aklı havada, uçarı bir karaktere sahipti. Hasta birini ona emanet etmek ne derece doğru bir karardı bilemiyordu doğrusu ancak başka çaresi de yok gibiydi. Nitekim bu konuyu açtığında kardeşinin verdiği tepki de tahmininden çok farklı çıkmamıştı.

"Ya abla, benim bugün işim vardı ama!" İsteksizliğine bir bahane ararken aklına gelen son çareyi sundu Serra. "Hem abim nerede, o baksın. Benim dışarıda işim var işim!"

Nağme kız kardeşinin bu umursamaz, düşüncesiz hâllerine yıllardır alışıktı ve artık bunu yadırgamıyordu. Hem ondan bu yaşta bir olgunluk bekleyemezdi ki. Kendisi gençti, gezi tozmak istemesi ve sorumluluklardan kaçmak için kırk takla atması normal geliyordu ona. Küçük yaştan beri ona annelik, eve kadınlık etmek zorunda olan bir ablaydı, doğru. Ancak kimseden kendi yaptığı gibi fedakârlıklar yapmasını bekleyemezdi. Serra henüz küçüktü onun gözünde. Öyle ya, bir abladan çok bir anne olmuştu ona hep. Bu yüzdendi onu gözünde küçücük, savunmasız ve biraz da uçarı görmeye alışması. Yine de onu şımartmamak adına bazen sert ve otoriter çıkışlar yapması gerekmiyor da değildi. İşte o anlardan biri de şuandı. "Babamdan daha önemli ne işin var Serra?" diye çıkıştı. "Abimin bir iş görüşmesi var biliyorsun. Babama bakacak başka biri yok diyorum, kırk yılın başında bir yaralı parmağa işesen ne olur sanki?"

"Ama abla-"

Mızmız bir edayla itiraz etmeye hazırlanan kız kardeşine fırsat vermedi. "Hayır efendim, oturup babamla ilgileneceksin bugün. Ne de olsa bir gün sokağa çıkmazsan ölmezsin değil mi?" Ceketini giyerken aklına gelebilecek her türlü öğüdü saydı sıraladı. "Babama ilaçlarını zamanında vermeyi unutma. Tüpü de açık unutma sakın, bazen telefona dalıyorsun çünkü. Acil bir şey olursa da beni-"

Tüm bu boş öğütlerden sıkılmış olan Serra ise bezgin bir ifadeyle göz devirip ablasının sözünü kesti. "Offf tamam, acil bir şey olursa da seni ararım. Biliyorum."

Kardeşinin tavrından evi tek başına idare edebileceğine emin olan Nağme temkinli ve onaylayan bir baş işaretiyle "İlaçların zamanını geçirme sakın." diye uyardı tekrar. Ne olursa olsun aklı burada kalacaktı, belli olmuştu. Zaten babasını başkasına emanet etme fikri hiçbir zaman aklına yatmıyordu ama bugün başka çaresi olmadığı için buna mecburdu.

Evden çıkıp vakfa doğru giderken telefonu çaldı. Arayan Doktor Erkin'di, bekletmeden açtı. "Alo, Erkin Bey?"

"Merhaba Nağme Hanım, nasılsınız?"

"İyiyim, siz nasılsınız?"

"İyiyim, teşekkürler. Vakfa gittiniz mi, görüşmeniz nasıl geçti merak ettim doğrusu."

"Henüz yoldayım," Saatine bakarak "Yarım saatim var." diye ekledi. Bu konuda en az kendisi kadar heyecanlı ve çabalayan biri olduğunu bilmek rahatlatmıştı içini. Dürüstçe "Bilmiyorum, sanırım biraz heyecanlı ve endişeliyim." Diyerek beklenmedik bir itirafta bulundu. "Ya olumlu bir sonuç çıkmazsa?"

"Ben her şeyin olumlu geçmesini umuyorum, ama olmazsa da bir şey kaybetmeyiz. En azından denedik deriz. Lütfen siz de müsterih olun."

"Tamam, ilginiz için teşekkür ederim."

"Ne demek. Sonuçtan beni haberdar ederseniz sevinirim. İyi günler."

"Her şey için teşekkürler Erkin Bey, teşekkür ederim." Telefonu kapatınca babası gelmişti aklına. Gerçi hiç çıkmıyordu ki aklına gelsin. Çıkmadan önce son kez kontrol ettiğinde uyuyordu. Şimdi nasıldı acaba? Uyanmış mıydı? Saatine baktığında ilaçlarını içme zamanının gelmediğini görü rahatladı. Umarım çok ağrısı yoktur, diye düşündü. Ona el bebek gül bebek bakmak ve iyileşeceğine dair umut beslemek hayatta asla vazgeçmeden yapabileceği belki de tek şeydi. Bunun için ne gerekirse yapmaya, nereye gidilmesi gerekiyorsa gitmeye, hangi kapı çalınması gerekiyorsa çalmaya hazırdı. Anneleri yokken bile bir anne gibi kol kanat germeye, onun yokluğunu hissettirmemeye çalışan babasına en azından bu kadarını borçluydu. Annenin yokluğu elbette ne yapılırsa yapılsın hissedilirdi. Ancak babasının o çabası, çırpınışları hiçbir zaman gözünün önünden gitmiyordu. Bu bir vefa borcu muydu yoksa katıksız bir sevgi miydi bilmiyordu ancak ona bakmaktan sıkıntı değil zevk duyuyordu. Keşke bir an önce iyileşse de ailemizin başında durmaya devam etse, diye her gün dualar ediyordu. Çünkü ana yokluğundan sonra bir de baba yokluğunu kaldırabileceğini sanmıyordu. Hem ana hem baba olamazdı bu aileye, o kadar yeterli hissetmiyordu kendini.

Vakıf binasından içeri girdiğinde kalbi hızla atıyordu. Danışmadaki kadına "Merhaba, iyi çalışmalar. Tuna Beyle randevum vardı." dedi.

Uzun boylu ve esmer kadın "Nağme Hanım mı?" sorusuyla teyit etti.

"Evet."

"Geldiğinizi haber vereyim." Küçük bir telefon görüşmesinden sonra genç kıza dönüp "Buyurun, size eşlik edeyim. Tuna Bey sizi bekliyor." diyerek önden kendisi, arkadan Nağme merdivenleri çıktılar.

Kadının yaptığı yaklaşık bir dakikalık telefon görüşmesi bile kendisine asır gibi gelmişti. Neden bu kadar heyecanlı ve gergindi bilmiyordu. Belki de zaman aleyhine işlediği içindi. Çünkü tüm çareler tükenmiş gibiydi ve Nağme gün geçtikçe paniğe kapılıyordu. Ya elimden gelen her şeyi yapamamışsam korkusu... O korkunun üzerine düşman tanımazdı. İnsanın içinde hep bir pişmanlık bırakan o ukde bünyeye zehir gibi yayılıyordu. Yanındaki kadın tarafından takdim edildikten sonra odada Tuna Beyle yalnız kaldılar.

Oturduğu koltuktan kalkan adam tahmininden daha genç ve düşündüğünden daha farklı biri çıkmıştı Nağme için. Orta boylu, genç, karizmatik ve güler yüzlüydü. Doğrusu daha olgun biriyle karşılaşmayı bekliyordu.

"Hoş geldiniz Nağme Hanım."

Kendisine uzatılan eli sıkarken çekingen ve telaşlı tavrını gizlemeye çalışarak "Hoş bulduk." dedi ve kendisine gösterilen koltuğa oturdu. "Ben sizin vaktinizi almadan direkt konuya geçersem kabalık etmiş olur muyum?"

Anlayışlı bir biçimde gülümseyen Tuna "Elbette kabalık etmiş olmazsınız. Zira Erkin abi durumunuzdan bahsetti, aciliyetinden haberim var." Asistanına telefon açarken "Ne içersiniz?" sorusunu yöneltti Nağme'ye.

"Yok, sağ olun."

Ret cevabını duymazdan gelerek "Çay, kahve?" seçeneklerini sundu adam.

"Peki, çay olsun."

Telefonun diğer ucundaki asistanına "Bize bir çay bir de kahve getirir misiniz?" dedikten sonra telefonu kapattı ve tamamıyla genç kadına odaklandı. "Evet, sizi dinliyorum."

"Erkin Bey size bahsetmiştir durumdan. Babamın çok fazla vakti olmadığını söyledi. Bu şekilde kısa zamanda birçok yere ulaşıp gönüllü birilerini bulabilir miyiz? Yani siz bu konuda bana yardımcı olabilirmişsiniz, öyle söyledi Erkin Bey."

"Elbette, elimden geleni yaparım. Gerçekten ben de üzüldüm babanızın durumuna. Biz aslında birçok vakıf ve hayır kuruluşlarıyla bağlantılı bir yeriz, gerektiği takdirde onları da kullanacağım. Ulaşabildiğimiz yere kadar sesimizi duyuracağız kuşkunuz olmasın."

"Gerçekten bana bu iyiliği yaparsanız ömür boyu size borçlu kalacağım."

"Estağfurullah, bu bizim işimiz zaten. Lafı bile olmaz." İlk görüşte etkilendiği kadına bir kâğıt uzattı. "Şuraya size ulaşmamız için iletişim bilgilerinizi yazarsanız bir gelişme olduğu takdirde sizi bilgilendiririz."

"Tamam." Bu sıcak ve yardımsever karşılamadan ötürü içine biraz su serpilen Nağme, adamın uzattığı kalemi de alıp telefon numarasını ve adresini yazdı. "Başka bir şey gerekmiyorsa gitmeliyim. Babam evde, beni bekler. Tekrar çok teşekkür ederim."

"Hayır, şuan için bu bilgiler yeterli. Biz herhangi bir gelişme olduğunda biz size döneriz zaten." Kapıya kadar uğurlayıp el sıkıştığı kadına "Hoşça kalın." dedikten sonra arkasından bakmayı sürdürdü. Umarım ilgimi fark etmemiştir, diye geçirdi içinden. Sanki iyiliğinin karşılığını bekler gibi görünmek isteyeceği son şey olurdu.

Babası ile ilgili tatmin edici bir gelişme olacağına dair ümitlenen Nağme ise binadan biraz olsun rahatlayarak çıkmıştı. Tuna Beyin cana yakın, yardımcı olmaya istekli tavırları birçok yere ulaşabileceklerinin sinyalini ve umudunu vermişti genç kıza. Bundan sonra dua etmekten başka yapılacak pek de bir şey yoktu.

...

Loading...
0%