@buzlarkralicesi
|
-21/3- Onun gözlerinde öfke dolu bir hayal kırıklığı görüyordu. Alev alev bakıyordu kızgın gözleri. Hiçbir şey söylemeden karşısındaki adamın ne diyeceğini usulca bekledi Nağme. Yağız ise burnundan soluyordu. "Bunlar ne?" Kadının ezilip büzülmesini, açıklama yapmasını bekliyordu ancak beklediği gibi olmadı. Karşısında dimdik duran Nağme adamın gözlerinin içine bakarak "Ne olduğunu görüyorsun." yanıtını verdi. Esasında Yağız'ın tepkilerinden korkmuyor değildi. Anlaşmaya göre suçlu olduğunu da. Ancak korkusunu gözler önüne serecek kadar da aciz görünmek istemiyordu. Ne olursa olsun bir anlaşma yapmışlardı. Bir anlaşma. Onu yakıp yıkacak, adamı ise yeniden hayata bağlayacak bir anlaşma. Ona bir bebek verecekti. Anlaşma böyleydi. Fakat sonrasını kimse düşünmemişti, kendisi bile. Anlaşmanın sonuçlarını düşünmeden çaresizce kabul ederek bir hata yapmıştı zaten. Şimdi bir de başka bir kadına anne diyecek, hayatının gerçeklerinden bihaber büyüyecek bir bebeği doğurmak gibi başka bir hataya düşmek istemediği için yapmıştı bunu Nağme. Bir anne olarak bebeğini terk etmek istemediği için. Yalan söylemek, umut tacirliği yapmak ona göre şeyler değildi ama bebeğini bırakıp gidecek kadar gaddar bir anne de olamayacaktı. Bunu biliyordu. Hissediyordu. Belki henüz hamile değildi ancak yine de kalbinde hissediyordu. Bu hapları sadece birkaç gündür kullanıyordu. Dışarı çıkması serbest kılınana kadar bunu yapmayı planlamıştı. Doğum kontrol haplarını kullanacaktı, hamile kalmasını elinden geldiğince geciktirip engelleyecekti. Yağız ise zamanla onun kısır olduğunu düşünüp anlaşmadan cayacaktı. Planı böyleydi. Tabii bozulana dek. "Bu haplarla ilgili bir açıklaman yok yani." "İlgileniyor musun gerçekten?" "Ne demek bu?" Sessiz kalan kadının suratına tokat gibi çarptı kükrercesine çıkan sözleri. "Ne demek bu Nağme?!" Öte yanda elindeki tabletleri kadının suratına doğru sallıyordu. "Bir de üste mi çıkmaya çalışıyorsun? Bunca şeye karşılığın bu mu?" "Yağız bağırıp durma!" Biraz sakinleşip anlayışlı yaklaşmaya çalıştı. Sonuçta ne olursa olsun yaptığı şeyin adı anlaşmaya hile karıştırmaktı. "Seni anlıyorum, hayal kırıklığına uğradığını da biliyorum. Bana güvenmiştin. Ama ben ne kadar seni anlarsam anlayayım sen bir kere olsun beni anlamaya çalışmadın?" Kaşlarını iyice çatan adam öfkeyle bir adım yürüdü kadının üstüne. "Ne demek anlamadım? Nağme biz bir anlaşma yaptık! Ben o anlaşmaya uydum ama sen... Sen uymadın! Şimdi bir de kalkmış beni mi suçluyorsun? Yok açıklamamla ilgileniyor musun gerçekten, yok beni anlamaya çalışmadın. Ne bu imalı sözler? Ben sana yardım etmek dışında ne yaptım? Tek bir şey istedim senden ya, tek bir şey! Bir bebek! Babanın hayatını kurtarma karşılığında bana bir bebek vermeni!" "Ama sonrasında ne olacağını hiç düşünmedin Yağız Koçbeyli! Sen sadece kendini düşündün! Kendi zevklerini ve kendi hayatını!" "Ne demek bu? Nağme açık konuş benimle!" Ne diyecekti ki? İçindeki hassas duyguları nasıl bir anda açabilirdi ona? Ben bebeğime arkamı dönemem, onu bırakamam nasıl diyecekti? Hem de ortada böylesine katı bir anlaşma varken. Öte yandan yanlış anlaşılmaktan da korkuyordu. Sanki bebeğinin yanı sıra onu da istiyormuş gibi. Evli bir adamı. Ona yamanmaya çalışıyor gibi. Bu korkunç bir şeydi. Aşağılayıcıydı. Anlaşma açık ve netti, bebeği doğurup onlara verecekti. Yağız'a ve karısına. Şimdi nasıl söyleyebilirdi ki? Ben bebeğimi vermek istemiyorum nasıl diyebilirdi? Duyguları pamuk ipliğine bağlıyken, bu kadar hassasken hem de. O sustukça Yağız'ın öfkesi kat be kat artıyordu. Elbette verecek bir cevabı yoktu. Belki de vardı ama adamı bu yanıtı vermeye değer bulmuyordu kim bilir. Her iki durumda da öfkesine yenilmesi an meselesiydi. Elindeki tabletleri öfkeyle yere fırlattı. Karısından bile çok güvendiği, dürüstlüğüne ve samimiyetine inandığı kadının ihanetiyle karşı karşıyaydı. "Sana her zaman iyi niyetle yaklaştım! Seni kırmamaya özen gösterdim." Alevlenen gözleriyle ve öfkeli adımlarıyla kadının üstüne yürüdü. "Bunun karşılığında anlaşmaya uymayan sen oldun! Beni aptal yerine koydun!" Kadının ellerini bileklerinden yakalayıp onu yatağa savururken üzerine çıktı. "Ama sen bu dilden anlıyorsun anladığım kadarıyla." Bileklerini kuvvetli bir biçimde yatakta birleştirirken kızı elleriyle ve güçlü vücuduyla mengene gibi sarmıştı. Kulağına keskin bir fısıltı kondurdu. "Şimdi kaçacak bir yerin yok. O hapları kullanacak kadar hazırlıklı da değilsin." "Yapma. Canımı yakıyorsun!" Aniden "Sen de benim!" diye kükreyerek karşılık verdi Yağız. Kulağına üflercesine sertçe fısıldadı. "Benim canımı ne kadar yaktığının farkında mısın?" Kadını sıkı sıkı tutarken duygularına yenilmek istemedi, sert ve dik durmaya çalıştı. Kırılıp döküldüğünü altındaki kadının anlamasını istemiyordu. Zayıf yanını hissettirmeye niyeti yoktu. Ancak yıkılmış hayalleri altında kalmıştı bir kere. "Ne ümitler beslerken nelerle karşılaşıyorum! Ben sana iyilik yaptım ama sen beni sırtımdan bıçakladın!" Adamı itmeye, üstünden atmaya çalışırken öfkeyle inliyordu. "Bırak beni Yağız, bırak!" Onunla olmak istemiyordu. Şuan, burada değil. Bu durumda değil. Bu kadar hazırlıksızken değil. Öte yandan onun kokusuyla sarhoş olduğunu da kendine itiraf etmek istemiyordu. Onunla birlikte olmak şuan istediği son şey bile değildi. Güçlükle adamı itmeye çalıştı. Tüm gücünü kullandı fakat elbette başaramıyordu. Üstündeki adamın kuvvetine karşılık kendi kuvveti kanat çırpan küçük bir güvercininkiyle eş değerdi. İçindeki hayal kırıklığının, acının ve kandırılmışlık hissinin tarifi yoktu. Bunu nasıl yenebileceğini de bilmiyordu. Daha önce bir kadın tarafından bu kadar kırıldığını, kalbinin bu denli un ufak edildiğini hiç hatırlamıyordu. Öfkesini ve tüm gücünü toplayarak kadının bileklerini sıkmaya devam etti. Kızı hoyratça soyarken akmaya hazır gözyaşlarını sert bir yutkunmayla geri itti. "Ruhsuzca becerilmeyi aşkla sevişmeye tercih ediyorsun öyle mi?" Öfkesi her şeyin galibi geliyordu. "Seninle birlikte olmak istemiyorum! Duydun mu Yağız? İstemiyorum!" Alayla güldü adam. "Öyle mi küçük hanım? İstemiyorsun demek?" İnanmayan, abartılı bakışlarla hayrete düştü sahte bir biçimde. "Demek öyle... Göl kenarında öyle demiyordun ama?" Tek kaşını kaldırmış acımasızca yüzüne vuruyordu kadının bastırdığı arzuları. "Benimle birlikte olmak istediğini adım gibi biliyorum. Sen de istiyorsun. Senin istemediğin şey, benim bebeğimi doğurmak! Sen bundan kaçıyorsun. Ama daha fazla kaçamayacaksın." Ellerinden biri kadının karnına gitti. "Öyle ya da böyle, benim tohumumu taşıyacaksın karnında. Artık kaçışın yok." Nağme ise adamın gözlerindeki öfke ve kararlılıkla karşı karşıya gelirken hiçbir şey söylemeden kaderine razı olmanın dayanılmaz hafifliğine bıraktı kendini. Bedeni değil, kalbi acıyordu. O adamla deli gibi, aşkla sevişmek isterken öfkesinin yansımasını hissediyordu. Onu kızdırmıştı. Arı kovanına çomak sokmuştu. Bu canavarı kendisi yaratmıştı. Biraz daha karşı çıktıktan sonra bir tokat patlattı yüzüne. Kısa bir süre duraksayan adamın gözlerine baktı, bunu umursuyor gibi değildi. Onun tüm duygularını biliyor gibiydi adam. İstediğini biliyordu. İstemediğini söyleyerek kimi kandırıyordu ki? Nağme ise istiyordu ama... Aşkla olsun istiyordu. Tutkuyla. Lakin üstündeki adamın bunu dinleyeceğini hiç sanmıyordu. Bu kez adamın dokunuşları şefkatten yoksundu. Düşünceli olmakla uzaktan yakından alakası yoktu. Sertti. Umursamazdı. Kabaydı. Belki de aşağılayıcı. Düşüncesiz. Aynı öfkeyle dudaklarını esir alan dudaklara sundu kendini. Hiç bu kadar utandığını hatırlamıyordu. Çünkü hâlâ adamın kokusuyla sarhoş oluyordu ve onu istiyordu. Bu oyunu kuralına göre oynamaya karar verdi. Cesaretle başını kaldırarak adamın dudaklarına yapışırken aynı sertlikle karşılık verdi. Dengesiz bir ihtirasla. Ateşli bir biçimde adamın gömleğinin düğmelerini çözmeden koparıverdi. Tutkuyla öfkenin dansıydı bu. Birbirine delicesine, kontrolsüz bir tutku ile öfke duyan iki insanın kural dışı dokunuşlarıydı. Adam ise girizgâha bile ihtiyaç duymadan, kadını baştan çıkarma gayreti gütmeksizin dudaklarıyla sertçe kadının boynunda ve öptüğü her yerde izler bırakarak acımasızca içine girdi. Öfkesi, nefreti, hayal kırıklıkları ve geri kalan tüm olumsuz duyguları rehberiymiş gibi gidip geliyordu kadının içinde. Onun iniltilerle kendisine karşılık verme gayreti öfkesinin önüne geçmesi için yeterli değildi. Acısı henüz çok tazeydi. Canı yanıyordu adamın. Altındaki kadından bin kat fazla yanıyordu canı. Bu yüzdendi belki can yakması. Gözlerinde öfkenin ve intikamın yansımaları yanıp sönüyordu. Elleri sertçe kadının boynunu tutup sabitlerken gidip gelişleri hızlanmıştı. Eskiden şefkatle kadının saçlarında gezinen eller şimdi kabaca kavramıştı onları. Nağme yaşadıklarına inanamıyordu. Ancak anlıyordu. Bu canavarı kendisi yaratmıştı. Ne diyebilirdi ki? İşi bittiğinde öfkeyle ayağa kalktı ve pantolonunu giydi adam. Yatakta kıvrılarak sağa dönen ve çarşafların arasında gizlenerek sessizce ağlayan kadınla göz göze gelmeksizin fermuarını çekti ve kapıyı sertçe çarparak çıktı. Holdeki aynada kendine baktı ve hiç tanımadığı bir adamla karşı karşıya geldi. Aynada bakıştığı adam kendisi miydi gerçekten? Bu bir mahvoluştu. Birine güvenmek, kumardan farksızdı. Risk almak demekti. O risk almış, kumarı kaybetmişti. Bir daha ona nasıl güvenebilirdir bilmiyordu. Güvenebilir miydi onu da bilmiyordu. Öyle öfkeliydi ki... Başka bir kadın olsa bu kadar kırılıp dökülmezdi belki kalbinin parçaları. Ancak Nağme'yi çok başka bir yere koymuştu. Bu derin üzüntüyü yüreğinden nasıl atabilirdi bilmiyordu. Kapının arkasındaki odada, yatakta dizlerini karnına çekip ağlayan kadın ise bambaşka bir üzüntü içindeydi. Yağız'a bu yaptığı için kızmak istiyordu. Ondan nefret etmek istiyordu. O istemeden ona sahip olduğuna kendini inandırmak istiyordu ama başaramıyordu. Yağız'a karşı duyguları buna izin vermiyordu. O da istemişti. Karşılık vermişti. Kendine engel olamamıştı çünkü başından beri korktuğu şey başına gelmişti. Ona âşık olmuştu. Onu istemişti ve istiyordu. Dahası, istemsizce adamın öfkesini anlayabiliyordu. Yıllardır bebek hasretiyle yanıp kavrulurken, baba olma hayalleri kurarken yaşadığı şok ona yetmişti. Onunla resmen oynamıştı. Babalık duyguları ve hayalleriyle oynamıştı. Genç kadın, Yağız'ın gözlerinde saf öfkeyi ve hayal kırıklığını görmüştü. Ve onunla tanıştığı andan beri kendisine nazik davranan adamı bu hâle getirdiğine inanmak istemiyordu. Kırgınlığı kimeydi? Ona bir fahişeden farksız davranan adama mı yoksa onu bu hâle getiren kendisine mi? Bilmiyordu. Kalbi acıyordu. Onu seviyordu. Ve bu duygu onu ölmekten beter ediyordu her saniye. Uzun ve sancılı bir geceyi yarı uyur yarı uyanık geçirmişti. Tan yeri ağarırken yorgun gözlerini araladı ve odada gezdirdi. Yağız hâlâ gelmemişti. Salonda mı uyumuştu? Neredeydi? Hiçbir fikri yoktu. Ayaklarını yataktan sarkıtırken hareket dahi etmek istemeyen bitkin bedenine söz geçirmeye çalıştı. Banyoya yürüdü. Duş alırken ağlayarak o sabahı hatırladı. Yağız'la burada oldukları sabahı. Onun şefkat ve tutkuyla harmanlanmış dokunuşlarını. Yalandan da olsa sevgiyle bakışlarını. Bilmiyordu, kimseyi duygularının sahiciliğinden emin olacak kadar tanıyamıyordu. Dolayısıyla güvenemiyordu da. Öte yandan evli bir adam karısını aldatabiliyorsa pekâlâ duygularının olduğuna dair Nağme'yi de kandırabilirdi. Fakat yine de tüm o dokunuşların, bakışların ve o geceler yaşanırken duyulan hislerin gerçek olduğuna inanmak istiyordu. Onu seviyordu. Bunun için çok savaşmıştı. Onu sevmemek için çok direnmişti. Yağız'ın onunla işi bittiğinde terk edip gideceği zaman acı çekmemek için çok savaşmıştı sevmemek için. Ama başaramamıştı. Düşmüştü aşka. Kalbinde Yağız'a dair bir aşk filizlenmişti. Ve keşke diyordu yalnızca. Keşke dün gece onunla açık açık konuşabilseydim. Belki dürüstçe konuşup kaygılarını, korkularını Yağız'a anlatabilseydi böyle saygısız bir gece yaşanmayacaktı. Öfkeli ve kırgın adam, Nağme'nin içindeki duyguları, aşkı incitmeyecekti. Yağız tüm bu anlatacaklarını anlayabilecek bir adamdı. Bunu en başından beri biliyordu. Sadece korkmuştu işte. Ona âşık olduğunu söyleyemezdi. Üstelik bebeğini bırakmak istemediğini söyleseydi belki de evli bir adama âşık olmuş biri olarak gurursuz biri gibi görünmekten, adama yapışıp kalan bir kadın gibi durmaktan korkmuştu. Onun gözünde onursuz olmamak için yalancı olmuştu. Yaptığı seçim onu böyle bir sonuca sürüklemişti. Lakin hâlâ geç değildi. Hâlâ onunla konuşabilirdi. Tedirginliklerini anlatabilirdi. Yağız'a kalbini kısmen de olsa açabilirdi. Ben bebeğimi bırakıp gitmek istemiyorum, diyebilirdi. Fakat onun ne tepki vereceğini bilememenin verdiği korku her şeyin önüne geçiyordu. Ne olursa olsun onunla konuşmalı mıydı? Bilmiyordu. Duştan çıkıp giyindi. Camdan dışarı baktığında evi takım elbiseli adamların sardığını gördü. Korumaların sayısı çoğalmıştı. Hazır ve nazır bir şekilde odadan çıkıp merdivenlerden indiğinde ev her zamankinden daha sessizdi. İn cin top oynuyor gibiydi. 

"Günaydın." Gözleri Yağız'ı arıyordu. Dayanamayıp sordu. "Yağız nerede?" "Yağız Bey gittiler efendim." "Nereye?" "Eve döndüler." "Eve mi?" Bir kelime insanı ne kadar yaralayabilirdi? Eve dönmek. Yuvasına dönmüştü. Karısının yanına. Sevdiği kadının yanına. Gerçekten sevdiği kadının. "Bana bir şey söylemeden mi?" "Ah, size not bıraktı. Bir saniye." Ellerini kurulayarak salondaki çekmecelerden birine uzanıp çıkardığı kâğıdı Nağme'ye uzattı kadın. "Bir süre görüşmememiz daha iyi olacak. Bazı şeyler için zaman gerek diye düşünüyorum. Orada güvendesin. Bir yere kaybolamayacağını biliyorsun, ona göre davranmanı tavsiye ederim." Dolu dolu gözlerle kâğıda bakarken adamın öfkesini ve ikilemde kalan duygularını yazdığı nottan bile hissedebiliyordu. Gelgitli duygularını kâğıttaki kelimelere de dökmüştü görüldüğü üzere. Melda Hanım'a hiçbir şey söylemeksizin hızla merdivenleri çıkarken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Titreyen çenesi ve akmaya hazır gözyaşlarına hâkim olmaya çalıştı. Yatak odasına girdiğinde kapıya yaslanıp gözlerini kapadı. Bakışları odada gezindiği her an Yağız'la burada geçirdiği geceleri, o zamanları hatırlıyordu. Bununla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyordu. Bu anılarla baş etmenin bir yolu var mıydı onu da bilmiyordu. Yüzüstü yatağa uzanırken hıçkırıklarını koyverip ağlamaya başladı. ●●● 
Kapıyı açan yardımcı "Hoş geldiniz Yağız Bey." diyerek kendisini içeri buyur ederken salona girer girmez etrafına bakındı. Hâlbuki Aylin'in bu zamana kadar meraktan çıldırıp kendisini defalarca aramış olmadı veyahut zil çalar çalmaz kapı önünde ayağıyla ritim tutmuş öfkeyle beklemesi gerekiyordu. En azından tanıdığı karısı böyle histerik hareketlerde bulunurdu fakat düşündüklerinin hiçbiri olmamıştı. Hâliyle küçük de olsa şaşkınlık yaşamıştı adam. "Aylin yok mu?" "Yukarıdalar efendim." Onaylarcasına başını sallarken merdivenlere yöneldi. Her şeye rağmen kendini esaslı bir sorguya hazırladı adam. Usulca yatak odasının kapısını araladığında kadının köşedeki koltukta oturmuş kitap okuduğunu gördü. "Merhaba." "Hoş geldin." Pek de coşkulu olmayan bir tavırla ayağa kalktı ve istemeyerek de olsa kocasına sarıldı. Ona ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu ama nedense hesap sormak gelmiyordu içinden. Nerelerdeydin, neden bu kadar geciktin, konuştuğumuz taşıyıcı annelik konusunu ne yaptın gibi sorular sormak gibi bir istek bulamadı kendinde. Normalde gelir gelmez hesap sorar, bitmek bilmeyen sorularla adamı bunaltıp bir şekilde kavga çıkarırdı ama artık içinde kavga etmeye dair bir arzu bile yoktu. Bir kadın çok konuştuğunda değil de sustuğunda korkmalı insan, derler ya. Aylin ve Yağız tam olarak bu durumun içindeydi. Kadın sustuğunda her şey bitiyordu, konuştuğunda değil. Aylin de konuşmaktan yorulmuş, susmayı tercih etmişti artık. Aralarındaki soğukluğun farkında olan Yağız ise bu durumdan pek de şikâyetçi görünmüyordu. Yıllardır bağırıp çağırmaktan, kavga etmekten bıkmıştı zaten. Aralarındaki ilişkinin bittiğini de uzun zaman önce anlamıştı. "Hoş bulduk. Nasılsın?" Laf ola beri gele sorduğu bu soruya aynı sıradanlıkla bir yanıt alacağını tahmin etmişti. Ve düşündüğü gibi de oldu. "İyiyim, sen?" "Ben de iyiyim." Bir hafta sonra boşanmak istediğini konuşmak için geleceği eve yaşadığı hayal kırıklığı ve büyük yıkım yüzünden erken gelmişti adam. Şimdiyse boşanma konusunu konuşmalı mıydı emin değildi. Eninde sonunda Aylin'le evliliği resmi olarak bitecekti. Nağme olsa da olmasa da. Duygusal açıdan ise çoktan bitmişti. Ancak bunu yapmadan önce düşünmesi gereken önemli şeyler olduğunun da farkındaydı. Onun yetiştiği kültürde çok güçlü bir sebebi yoksa boşanamazdı. Ne bir erkek ne de bir kadın. Geleneksel kültürleri bunu öğütlüyordu. Bu yazılı olmayan kurala uyar veya uymaz, o kişiye bağlı bir şeydi ama annesinin bu boşanma mevzusuna hiç de sıcak bakmayacağını tahmin ediyordu Yağız. Doğru, karısı ve annesi asla anlaşamayan iki insandı ama annesinin geleneklerine sıkı sıkı bağlı olduğu daha katı bir gerçekti. Dolayısıyla boşanacağı gerçeğini ona nasıl kabullendireceğini henüz bilmiyordu. Çok tepki alacağı kesindi. Üstelik Nağme'yle aralarındaki ilişki henüz bir netlik kazanmamışken bu konuda acele etmesi ne denli doğruydu onu da bilmiyordu. "İzninle, akşam yemeğine kadar biraz dinlenmek istiyorum." Aylin ise "Tabii." diyerek onayladı. Duşa giren kocasına baktıktan bir süre sonra okuduğu kitaba geri döndü. Günler önce tanımadığı bir numaradan kendisini arayan Yıldırım'la konuşmaları gelmişti gözünün önüne. "Beni özlemedin mi?" diye sormuştu adam ona. Bir süre şaşkınlıkla sessiz kaldıktan sonra telefonu suratına kapatmıştı. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilememişti. Hâlâ da bilemiyordu. Onu unutmalı, evliliğine devam etmeliydi. Çalkantılı da olsa güzel giden bir evliliği vardı. Her şeye rağmen insanların gıpta ile baktığı bir eşi ve mükemmel görünen bir evliliği... Kendini soğuk suyun altına atmış adam ise üzerindeki yorgunluğu ve tüm öfke dolu duyguları atmak için elinden geleni yapıyordu. Nağme'nin yaptığı şeyi sindirebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. Belki zaman bile ilaç olamayacaktı ona. Ama denemeden bilemeyeceği bir şeydi bu. Sabırlı olup zamanın akışına bırakmalıydı duygularını. Onu affetmek istiyordu ve bunu başaramasa da denemek istiyordu. Suyun altında kesik kesik nefesler alırken aklına Nağme'yle çiftlik evindeki banyoda yaşadığı unutulmaz anlar gelmişti. Onu daha şimdiden özlüyordu. Acaba gittiğini öğrendiğinde genç kızın tepkisi ne olmuştu? Çok üzülmüş müydü? Yoksa dün geceden sonra oh, iyi oldu kurtuldum falan deyip rahatlamış mıydı? Bunu düşünmekten kendini alamıyordu. Duşa kabinin açılma sesiyle ve karısının gövdesine sarılmasıyla irkildi Yağız. Az önce aralarında yaşanan soğuk karşılaşmanın ardından bu kocasını özlemiş arzulu kadın tavrını çok çelişkili bulmuştu. Ve onunla olmak istemiyordu. Aylin'se çıplak vücudunu adamın sırtına yaslamış baştan çıkarıcı dokunuşlarını kadının gövdesinde gezdiriyordu. Başını adamın sırtına yaslayıp kulağına "Seni özledim." diye fısıldadı. Gerilmişti Yağız. Nazikçe kadının kollarını belinden çözerken "Aylin, lütfen. Çok yorgunum." dedi yalnızca. "Duş alıp dinleneceğim." Olay çıkarmadan duşa kabinden dışarı çıkan Aylin ise ne kadar uğraşırsa uğraşsın ilişkilerinin geldiği noktayı düzeltemeyeceğini anlamıştı. Giyinip çıktı evden. Kendini dışarı atmaya ihtiyacı vardı. Spor salonuna gitmek için aracına bindiğinde ikilemdeydi. Aklı ve kalbi çok farklı şeyler söylüyordu. Biri bu mükemmel görünümlü evliliği kurtarmak için ne gerekirse yapmasını söylerken diğeri eski aşkının geri dönüşüyle kafasını karıştırmaktan geri durmuyordu. Mantığı ve duyguları onu iki ateş arasında bırakıyordu. Ve o hangisine kulak kabartacağını hiç bilmiyordu. Belinde havluyla banyodan çıkan Yağız ise odada göremeyince Aylin'in gitmiş olabileceğini düşündü. Camdan dışarı baktığında yanılmadığını gördü. Aracına binmiş gidiyordu. Nereye olduğunu umursamadı bile. Giyinmeden önce duşta defalarca çalan telefonuna baktığında ekranda Nağme'nin adını gördü. Yanıtlayıp yanıtlamama arasında kaldı. Onunla konuşmaya henüz hazır hissetmiyordu kendini. Yeni ayrılmıştı yanından. Yeterince özlem duyarken telefonu açtığı an tüm kızgınlığını bir kenara bırakacağını hissetti. Oysa bunu yapmak istemiyordu. Kırgınlığını hemen unutmak, bir kenara atmak istemiyordu. Öfkesiyle yoğrulmaya ihtiyacı vardı biraz. Öte yandan önemli bir şey olma ihtimali de aklını kurcalamıyor değildi. Tam elinde telefon öylece düşünürken tekrar çaldı ve arayan yine Nağme'ydi. Birkaç saniye düşündükten sonra meşgule aldı. İçi ucunu yiyordu. Ama şimdi konuşmak da istemiyordu. Evi aramaya karar verdi. Telefonu açan Melda Hanım'a "Merhaba Melda Hanım." dedi. Soğukkanlı tavrından ödün vermiyordu. Merak duyarken bile. "Merhabalar Yağız Bey, nasılsınız?" "İyiyim, teşekkürler. Siz?" "İyiyiz, sağ olun." Kısa bir an duraksadıktan sonra kadının ağzını arar gibi "Her şey yolunda mı evde?" sorusunu yöneltti sıradan bir tavırla. "Evet Yağız Bey, her şey yolunda." "Tamam. Bir şey olursa beni haberdar edersiniz." "Elbette, nasıl isterseniz efendim. Bir isteğiniz, arzunuz var mı?" "Hayır, teşekkürler. İyi günler." Telefonu kapattığında rahatlamıştı adam. Hem Nağme'nin aramasını yanıtsız bırakmış hem de evde her şeyin yolunda olup olmadığını öğrenmişti. Nağme iyiydi. Bunu bilmek onun için yeterliydi. Onu affetmesi içinse henüz çok erkendi. ... * YAZAR NOTU: Merhabalar canlarım! Bu kadar erken bölüm yayınlayacağımı düşünüyor muydunuz bilmiyorum ama yine tatlı bir sürpriz yapayım dedim vaktim varken. Siz yine de bu sık sürprizlere alışmayın, sonra hep istersiniz. Bende nerede her gün bölüm yazacak zamaaan. 😏🙄 Ama merak etmeyin, ara sıra böyle sürprizlerim olacak. Siz de güzel yorumlarınızı eksik etmezseniz aşırı aşırı sevinirim. Bu bölüm bazı hayal ettiğim sahneleri görsellerle desteklemeyi denedim, umarım beğenirsiniz ve sizin de hayalinizde bir şeyler canlanır. Keyifli okumalar diliyorum. Sevgiler ve bol kokulu öpçükler! 😘💖 |
0% |