@buzlarkralicesi
|
-22/2- Yağız o an duyduklarına inanamıyordu. Hâlâ rüyada gibiydi. İlk defa bu kadar dürüst ve cesur bir kadın görüyordu karşısında. Nağme her şeyi tane tane anlattığında korunmasını da geri kalan her şeyi de net bir biçimde anlamıştı. Her şey yerli yerine oturmuştu tıpkı bir yap bozun parçaları gibi. Neden soğuk ve mesafeli davrandığını, yaklaşmaktan korktuğunu, o doğum kontrol haplarını neden kullandığını... Her şeyi. Tüm o tuhaf davranışları bir anda mantıklı bir hâl almıştı. Bir erkek olarak bir kadının gözünden düşünüp empati yapamadığını da anlamıştı böylece. İlk zamanlar bazı kaygıları vardı tutku duyduğu bu kadın hakkında. Evet, onu deli gibi arzuluyordu ve bebeğinin annesi olarak onu seçmişti ama anne olabilecek nitelikte mi diye çok muallakta kalmıştı. Sonuçta tanımıyordu o kadını. Yağız'ı Nağme'ye yaklaştıran şey ise ona duyduğu katıksız tutkuydu. Ancak çok ünlü bir sözün de söylediği gibi, kalp kendi ruh eşini bilirdi. Yağız bebeğinin annesini ve hayatını paylaşacağı kadını bulduğuna neredeyse emindi artık. Bebeğini bırakmak istemeyen gerçek bir anne olduğunu açıkça gözler önüne seren sevdiği kadına bir kez daha saygı duymuştu. Onu bebeğini doğurduktan sonra bırakıp gidecek duygusuz bir kadın olmasından korkarken bile delicesine arzuluyordu. Yanlış olduğunu bile bile seviyordu. Şimdi ise ondan emindi. Aşkı, saygısı ve sevgisi katlanmıştı. Öte yandan o gece yaptığı hayvanlığın hiçbir affı yoktu. Kadının isteği doğrultusunda olsa da o davranışlarının bir savunması yoktu. Kaba ve aşağılayıcı tavırlarını koruyacak değildi. Tüm açıklamalardan sonra içindeki pişmanlık kat be kat daha fazla körüklenmişti. Bir duygu karmaşası içindeydi. O an hiç düşünmeden daha önce asla yapmadığı bir şey yaptı. Diz çöküp Nağme'nin ayaklarına kapandı adam. "Çok özür dilerim, çok... Sana o şekilde davrandığım için... Çok... Çok özür dilerim. Seni anlamaya çalışmadığım için. Öfkeme yenik düştüğüm için... Her şey için çok özür dilerim. Bir daha asla olmayacak bu. Asla!" Bu cümleleri mırıldanırken defalarca kadının ellerini öptü. "Beni affet, ne olur..." Nazik bir biçimde ellerini çekti kadın. "O geceki davranışlarını hangi duygularla yaptığını biliyorum ve senin aksine empati kurabiliyorum Yağız. Seni anlıyorum. Evet, sana çok kızdım ve kırıldım. Ben aşkla birbirimize dokunmak isterken öfkenin yansımasını gözlerinde ve dokunuşlarında hissetmek kızdırdı beni, kırdı. Bunun zamanla düzeleceğini umuyorum. Her şeyin fazlası zarar veriyor insana. Tutkunun da öyle. Bu zamana kadar hep birbirimizi yanlış anlattık, kendimi yanlış anladık. Yaşananlarda ikimizin de suçu var. Ve yaşadığımız yanlış anlaşılmaların birbirimizi daha yakından tanımakla çözüme kavuşacağını düşünüyorum." Ayağa kalkan adam başını sallayarak uysal bir biçimde "Haklısın." dedi. "Sana kendimi affettirmek için ne gerekiyorsa yapacağım Nağme. Bundan sonra seni hiç üzmeyeceğim." "Yağız, hakkım olmadığı hâlde bir şey sormak istiyorum sana. Yanıtlamak zorunda değilsin." "Ne istersen sorabilirsin Nağme, sor. Yeter ki her şeyi açık açık konuşalım. Artık hiçbir yanlış anlaşılma olmasın aramızda." Utana sıkıla da olsa merakına yenik bir biçimde sorusunu yöneltti Nağme. "Buradan uzak olduğun, evinde vakit geçirdiğin süre boyunca karınla hiç birlikte oldun mu?" Henüz ona olan duygularını bile açmamışken böyle bir soru sorması ne kadar anlamsızdı tahmin edebiliyordu. Kim bilir adam neler düşünmüştü bu soru üzerine. Ama bu yanıtı almak istiyordu. Merakına bir dur diyemiyordu. Bu adam hem karısıyla hem de kendiyle aynı anda birlikte oluyor muydu? İki haftadır bunu düşünmeden edemiyordu. Ona dokunuyor muydu? Kendisiyle birlikte olduğu gibi büyük bir tatmin duygusuyla doyuma ulaşıyor muydu? Eğer bu soruları yanıtı evetse kendisi neden vardı? Karısı onu yatakta mutlu ediyorsa o yalnızca adamın çocuğunu taşıyacak bir kuluçka makinası mıydı? Eğer öyleyse bu hisse dayanabileceğini sanmıyordu. Yağız ise genç kadının bu sorusuna kahkahalarla gülmek istese de yalnızca yumuşak bir tebessümle yanıt verdi. Henüz bazı şeyleri, mesela duygularını açık açık söylemediği hâlde bu soruyu sorması adamı kıskandığını gösteriyordu. Şuan için bu kadarı bile Yağız için yeterliydi. "Hayır, Nağme. Biz uzun zamandır yatakları bile ayırdık. İma ettiğin gibi bir ilişki yok aramızda, rahat olabilirsin." "Yok, yani benim üzerime vazife değil tabii ama..." Yanaklarının kıpkırmızı olduğuna emindi şuan. Alev alevlerdi çünkü. "Yani beni ilgilendirmez." Konuştukça batıyordu galiba. Bu yüzden kendini savunmayı bıraktı. Seni ilgilendirir Nağme, demek istese de bunu söylemedi genç adam. Önce kadının duygularını itiraf etmesini istedi. Bunun için de zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden yalnızca "Sen öyle diyorsan..." sözüyle gizemli bir yanıt verdi. "Ve... Bir şey daha var sana söylemek istediğim." "Nedir?" "Biz Aylin'le..." Açıklama gereği duyarak "Yani karımla." diye ekledi. "Biz boşanmaya karar verdik Nağme." "Ama... Bu..." Şaşırmıştı kadın. Nasıl olurdu bu? Yağız bir bebek istiyordu. Evliliğini düzene sokmak, kurtarmak ve bir varise sahip olmak için. Şimdi bu boşanma tüm dengeleri bozmayacak mıydı? Bu, anlaşmanın bozulduğu anlamına mı geliyordu? Kafası karışmıştı kadının. Bunca şey, anlaşma, her şey boşuna mıydı? Bir yanı mutluluk duyarken diğer yanı sorgulayıcıydı. Duygularını anlamaya çalışıyordu. "Bebek ne olacak o zaman? Anlaşma ne olacak?" Kalbi durmak üzereymiş gibi hissetti. "Anlaşmayı bozuyor muyuz?" "Hayır. Nağme, ben karım için çocuk sahibi olmak istemedim. Bu evlilikte en çok çocuk sahibi olmak isteyen bendim zaten. Geleneksel bir aileden geliyorum, biliyorsun. Aileye karşı bazı sorumluluklarım var, soyumu devam ettirmem gerek ama bunu ne olduğu belirsiz bir kadınla yapmak istemedim. Üstelik uzun zamandır baba olmak istiyordum, bu yüzden senden bir bebek istedim." Derin bir iç geçirdikten sonra devam etti Yağız. Tüm dürüstlüğüyle ekledi. "Bu yüzden senden hâlâ bir bebek istiyorum Nağme, anlaşmamız geçerli. Ama şuna bir açıklık getirmek istiyorum, sen istemeden asla sana dokunmayacağım." Onaylarcasına başını salladı kadın. Yağız'ı tanıyordu. İlk andan beri ona istemediği hiçbir şey yapmamıştı ki zaten. İstemesini beklemiş, onu arzulamasını sağlamıştı. Çiftlik evine geldikleri ilk gece bile birlikte olmayı reddetmişti sırf kadın kendini rahat hissedene kadar beklemek için. O gece de adama öfkesi yüzünden istemediğini söylerken bile çelişkili hareketlerle ona karşılık verdiği için devam etmişti adam. İki öfkeli âşığın ateşli ve sert dansından ibaretti. Kural dışı bir oyundu bu. Bazen insan duygularını kendine bile itiraf ederken dürüst olamıyordu, bu düşünülürse pek de mantıksız sayılmazdı yaşananlar. "Yağız, biliyorum. Bu konuda bana kendini anlatmana gerek yok. Çiftlik evine ilk geldiğimiz günden beri kendimi burada rahat hissetmem için elinden geleni yaptın. Ben sadece anlaşma yüzünden sana öfkeliydim, hepsi bu. İsteğim dışında bana dokunmayacağını biliyorum." Adama yaklaştı ve ellerini onun sert göğsünde birleştirdi. "Ama ben seni istiyorum, Yağız." Kararlı bakışları ve cesur duruşuyla oldukça dürüsttü bu kez. Buraya geldiğinden beri ilk defa bugün böylesine dürüst ve cesur davranıyordu. Yağız onu değiştirmişti. İçindeki tutkulu kadını uyandırmıştı. Hırçınlığını tutkulu ve ihtiraslı dokunuşlarıyla ehlileştirmiş, sabırla onu yeni bir kadın hâline getirmişti. Daha dürüst. Daha cesur. Daha ateşli. İsteklerini açıkça belli eden. Gözlerinin içine baktı ve tekrar etti. "Seni istiyorum Yağız." Dudaklarına dokundu ince parmaklarıyla. "Bana dokunman hoşuma gidiyor. Beni öpmen. Bana gösterdiğin şefkat, anlayış hoşuma gidiyor. Bana öfke duyduğunda ölmek istiyorum. Bir daha bana öfkeyle davranmaman karşılığında unutuyorum bazı şeyleri. Ödeştik sayıyorum. Ben seni üzdüm, sen de beni. Ama artık üzmeyelim birbirimizi, ne yaşanacaksa yaşayalım ama şefkatle, aşkla. Dürüst olalım birbirimize. Yanlış anlamayalım birbirimizi. Üzmeyelim, kırmayalım." Yanağına dokundu adamın. "Seni tanıyor gibiyim. Uzun zamandır hiç sevilmemiş bir erkek çocuğu gibi hırçınsın, asiliğin hep bundan." Okşadı o yanakları şefkatle. "Ben her şeyin sevgiyle ve dürüstlükle çözüleceğine inananlardanım. Sevginin gücüne inanıyorum." Adamın parıldayan gözlerine, o derinliklere bakarak son sözünü söyledi. "Seni istiyorum." Usulca parmak uçlarında yükselip dudaklarından öptü adamı. Yağız ise bu gece daha ne kadar şaşıracağını düşünüyordu. Sanki karşısındaki kadın onun kalbinin içini açmış gibi görebiliyordu. Onu tanıyordu. Uzun zamandır sevildiğini hissetmediği doğruydu. Hırçınlığı bundan mıydı bilmiyordu ama kalbi kaskatı olmuştu. Kimseye güvenemem dediği anda ise karşısındaki eşsiz kadınla kesişmişti yolları. Çok değerli bir mücevher gibi girmişti hayatına. Eğilip az önce kendisini öpen dudakları aşkla ve tutkuyla kavradı. Nefes nefese kalana kadar öptü o dudakları. En sonunda ayrıldığı sırada mırıldandı. "Ben de seni istiyorum Nağme. Deli gibi istiyorum. Her zerreni. Sadece seni kırmaktan korktuğum için..." Sözünü dahi tamamlayamadan ellerini adamın dudaklarına bastırdı kadın. "Şşşt... Bir şey söyleme." Gözlerinin içine baktı adamın. "Sadece öp beni. Sen öpünce her şeyi unutuyorum." Dudaklarını Nağme'nin dudaklarına bastırırken çok lezzetli bir yemeği tadar gibi büyük bir haz duydu adam. Genç kadının ellerini gömleğinin düğmelerinde hissederken elleri Nağme'nin sırtında dolandı ihtirasla. Birbirlerinin bedenini tanıdıkları kadar ruhlarını da tanıyor gibiydiler. Sanki uzun yıllardır tanışır gibi. Önceki hayat diye bir şey olsaydı oradan aşina olduğunu düşünebilirlerdi. Kalbiyle, ruhuyla tanıyorlardı sanki birbirlerini. Ne kadar maske takarlarsa taksınlar, duygularına ne denli gem vururlarsa vursunlar gerçek hislerini birbirlerinden gizleyemeyecek kadar derin bir bağ kurmuşlardı sanki. Nağme de bunu hissediyordu. Boynunda, omzunda ve sırtında gezinen şefkatli dokunuşların özlemini duydu tüm kalbiyle. Keşke kalbini de açarken bu gece olduğu kadar dürüst olabilseydi. Başarabilseydi bunu. Ancak belki de böylesi daha iyiydi. Her şeyin doğru bir zamanlaması olduğuna inanıyordu. Yağız geçmişle ve evliliğiyle tüm bağlarını kopardığında söylemeliydi belki. Şimdi istese de aynı cesareti toplayıp ben sana âşık oldum diyemezdi. Ah, söyleyemediği o kadar çok şey vardı ki... Onun dudaklarının tadına susamıştı Yağız. Her şeyin bu kadar kolay çözüleceğine pek ümidi yoktu. Düğüm düğüm olmuştu çünkü duygular, olaylar. Yanlış anlaşılmalar kördüğüm etmişti her şeyi. Birbirini hep bu kadar yanlış hem de bu denli iyi nasıl anlayabilirdi ki iki insan? Yağız da buna şaşırıyordu. Oysa zembereğinden boşalmıştı her şey bir anda. İkisi de söylemesi gerekip de sustukları tüm şeyleri söyleyivermişti. Dökülmüştü sırlar ve itiraflar ortaya. Hiç beklenmedik bir biçimde çözüme kavuşmuştu her şey. Boynunu yumuşak bir biçimde kavradığı kadının gözlerine baktı. "Senden ayrı kalamıyorum. Bana ne oldu bilmiyorum ama..." "Biliyorum. Ama Yağız... Bunları sonra konuşalım, ne olur. Önce karınla tüm bağlarının kopması gerek. Bazı şeylerin zamanı henüz gelmedi. Ben sadece..." Yutkundu kadın heyecanla. "Sadece bebeğimi bırakmak istemediğimi daha fazla saklamak istemedim. Bunu bilmen gerekiyordu. Ama geri kalan her şey için zaman gerek. Zaman... O her şeyin ilacı." "Haklısın." Yumuşacık bir tebessümle kadını bağrına bastı. Saçlarını usulca okşarken "Zaman gerçekten her şeyin ilacı." diye mırıldandı. "Biz şuan birlikte, baş başa kalmanın tadını çıkaralım." 

Çok geç saatte uyumuşlardı. O gece hiçbir tensel temas olmadan yalnızca birbirilerine sarılarak uyumuşlardı. Aralarında sessiz bir sözleşme var gibiydi, ne birbirilerine olan aşklarından bahsetmişlerdi ne de görünmez duvarlarla birbirlerini yormuşlardı. Günlerdir hatta haftalardır ilk kez böyle huzur dolu bir uyku çekmişlerdi. Sabahın erken saatlerinde hafif bir mide bulantısıyla gözlerini araladığında gözlerinin gün ışıltısına duyarlılığından ötürü kamaştığını hissedip başını tekrar yastığa koydu ve uyumaya çalıştı. Ancak onun da böyle bir huyu vardı. Bir kez uyandı mı uyuması çok zor oluyordu. Döndü dolaştı bir türlü uyuyamadı. Tam Yağız'ı da uyandırmamak için yataktan kalkarken adamın gözlerini üzerinde hissetti. Küçük bir erkek çocuğu gibi saçları dağılmış, uyku mahmurluğuyla yumuşacık bir yüz ifadesiyle kendisine bakıyordu. Huzurun tablosu gibiydi. Tebessüm etti kadın. Dingin bir tebessümdü bu. Uzun zamandır özlediği huzurun ve rahatlamanın verdiği güzel bir duyguydu. "Günaydın." İç geçirerek "Günaydın." derken bakışlarını genç kadından ayırmamıştı Yağız. "Göl kenarında harika bir kahvaltıya ne dersin?" Tek kaşını kaldırdı kadın şüpheyle. "Göl kenarında mı? Ah, hayır. Almayayım, sağ ol." İmalı bir ses tonuyla söylemişti bunları. Yine onu baştan çıkarmasından kaçınır gibiydi. Genç adam ise ellerini birleştirip af diler gibi "Söz veriyorum bu kez uslu duracağım." diyerek Nağme'yi ikna etse de bu sözü ne kadar tutabileceğine dair inancını sorguladı kendi içinde. Bir süre adamın gözlerinin içine kuşkuyla bakan kadın başını iki yana salladı. "Hiç inandırıcı değil. Daha fazla çalışmalısın Yağız Koçbeyli, ben inanmadım!" Aniden ayağa kalktığında tüm midesinin birbirine girip düğümlendiğini hissetti kadın. Neye uğradığını şaşırmış bir biçimde yüzünü buruştururken kendisine "Ne oldu? İyi misin?" sorusunu yönelten adama bir süre yanıt veremedi. Alelacele kendini banyoya attığında kapıyı kilitlenmişti. Yağız ise ne olduğunu anlayamamış bir biçimde kapının önünde sabırsızca beklerken endişeliydi. Kapıyı tıklatmaktan kendini alıkoyamıyordu. "Nağme! Nağme iyi misin? Bir cevap ver hiç değilse!" "Abartma, bir şey olduğu yok! İyiyim." Aldığı yanıtla biraz olsun rahatlasa da pek ikna olmuş değildi adam. Olayı hafife alan kadının dakikalar sonra öğürmelerini duyunca daha da endişelenmişti. "Bak, pek iyi gibi değilsin Nağme. Mideni üşütmüş olabilir misin? Doktora gidelim, ha?" Kapının arkasındaki kadından bir yanıt beklerken telaşı artıyordu. Saniyeler sonra banyodan çıkan kızın itiraz ederek başını iki yana sallaması üzerine pek ikna olmamıştı. Çünkü yüzü kireç gibiydi. "Hadi, hazırlan doktora gidiyoruz." "Yağız, bir dur! Bir de kadınlara her şeyi abartıyorsunuz dersiniz. Sen her miden bulandığında doktora mı gidersin? Hiç mi mideni üşütmedin?" "Yahu üşüttüm de... Yüzün sapsarı. Telaş etmem normal değil mi sence?" "Midemi üşütmüşüm işte, ne var bunda? Rahatlatıcı bir bitki çayı içerim, geçer." Söylediklerini destekleyici bir biçimde başını salladı. "Hem ben kahvaltı yapmayınca bazen böyle oluyor." Pek ikna olmasa da ısrarcı görünmek istemeyen Yağız, belli belirsiz bir biçimde onayladı baş işaretiyle. "İyi o hâlde, hadi kahvaltı yapalım." Odadan çıkarlarken duraksadı ve emin olmak istercesine genç kadına döndü. "İyisin ama değil mi?" "Tabii ki iyiyim Yağız. İyi olmasam böyle durabilir miyim?" Merdivenlerden aşağı inerlerken "Bu sabah kahvaltımızı bahçede, temiz hava eşliğinde yapalım. Ne dersin?" diye bir teklif sundu. "Neden olmasın?" "Kahvaltıdan sonra sana bir sürprizim var." "Nedir o?" Gözlerini devirdi adam. "Nağme, sürpriz diyorum. Sürpriz söylenir mi?" "O duruma göre değişir." "Hiç uğraşma, söylemem." Şakayla karışık bozulan kadın ise "Söylemezsen söyleme, sanki yalvaracağım." derken omuz silkerek küskünce kollarını kavuşturdu. Ancak bu tavırları da Yağız'ı harekete geçirmeye yetmemişti anlaşılan. Merdivenlerden inmiş adamın peşinden giderek "Ya Yağız, ne sürprizi bu?" diye bağırdı Nağme. Genç adam ise onun sabırsızlığına sadece gülmekle yetindi. 
"Evet, gerçekten çok acıkmışız." Kahvesini yudumlarken saatine baktı Yağız. "Hadi, birkaç parça eşya al yanına. Hazırlan. Tatile çıkıyoruz." "Ne?" "Duymadın mı? Tatil diyorum. Şöyle bir iki gün bir yerlere kaçıyoruz." Şaşkınlıkla kendisine bakan kadına "Hadi, hazırlan." dedi tekrar. Kendisi ondan bile heyecanlıydı. Nağme ise şaşırmaktan heyecanlanmayı bile unutmuştu. "Nereye gideceğiz ki? Ayrıca bu şimdi mi söylenir Yağız? Ben on dakikada nasıl hazırlanayım?" Başını geriye atıp gülerken "Siz kadınlar..." dedi keyifle. "Ha siz erkekler çok tutarlısınız, bir biz kadınlar böyle şeyiz zaten!" Kahvaltı masasından kalkıp içeri girerken söylenmeye devam ediyordu Nağme. "Hey Allah'ım ya! On beş dakika kala hadi tatile gidiyoruz denir mi? Şaka gibi! Ne hazırlık var ne bir şey!" Onun söylene söylene gidişinden keyif duyan Yağız'ın ise gülüşleri kahkahaya dönüştü. Yarım saat sonra hazırlıkları yetiştirebildiği için mutluydu Nağme . Tabii bu hâlâ söylenmeyeceği anlamına gelmiyordu elbette. Şoförü küçük bavulları araca yüklerken atların yanındaki Ayvaz'ın onları seyredişi Yağız'ın canını kısa bir anlığına sıksa da Nağme'nin tekrar söylenmeye başlaması keyfini yerine getirmişe benziyordu. "Siz erkekler de her şeyi son anda söylemeye bayılıyorsunuz galiba. Ne bu, kadının seriliğini ve çevikliğini ölçen bir sınav mı? Nedir yani?' Güldü adam. Onun dırdırı bile hoşuna gidiyordu doğrusu. "Bakalım deniz kenarında keyifle güneşlenirken de böyle söylenebilecek misin?" Küçük de olsa bir ipucu veren adama kulak kabarttı kız. "Nasıl yani? Ağva'ya falan mı giriyoruz?" Olumsuz bir biçimde başını sallayan adama "Kilyos mu yoksa?" diye sorarak bir kez daha şansını denedi. "Boşuna uğraşma, gidene kadar söylemeyeceğim." "Al işte, yine bunu yapıyorsun!" Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi sahte bir hayrete düştü adam kaşlarını kaldırarak. "Ne yapıyorum?" "Hep böyle gizemli bir tavır takınıyorsun işte. Sanki söylesen öleceksin." "Sürpriz bu, sürpriz. Söylersem sürpriz olmaz." Hiçbir şey söylemeden gözlerini devirerek tavırlı bir biçimde araca bindi Nağme. Onun bu davranışı üzerine gülerek başını iki yana salladı ve o da yanındaki koltuğa oturdu. Yol boyunca hep camdan dışarı bakındı Nağme. Uzun uzadıya bir yolda gidiyorlardı. Sonu gelmeyen bir yol gibiydi. Buralara hiç aşina değildi. Nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışsa da başaramıyordu. En ufak bir fikri bile yoktu. Ama inat etmişti. Bir kez daha sormayacaktı en az kendisi kadar inatçı adama. O sırada beklenmedik bir biçimde telefonu çaldı Nağme'nin. Ekranda abisinin adını görünce heyecanlandı ve biraz da korktu. Gözleri irileşerek kendisine merakla bakan Yağız'la göz göze geldi. "Abim arıyor. Sessiz ol, olur mu?" Anlayışlı bir biçimde başını salladı Yağız. Genç kadının abisine ne kadar değer verdiğini kısa sohbetlerinden az çok anlamıştı. Ve bir baba gibi saygı duyduğunu hatta belki de bir parça korktuğunu. Belli ki babasının hastalık sürecinde otoriter baba figürü görevini abisi üstlenmişti. Sessizce aralarındaki diyaloğu dinlemeye koyuldu. "Alo, abi." "Nağme, nasılsın?" "İyiyim, teşekkürler abi. Siz nasılsınız?" Titremeye müsait sesini nefes alış verişleriyle düzene sokmaya çalışırken sakinliğini koruyordu. "İki gündür ne arıyorsun ne soruyorsun kızım. Merak ettim. Ondan önce de ben aramıştım zaten, kısa kısa konuşup kapatıyorsun." "Ben müsait zamanda seni arayacaktım abi ama bir türlü müsait olamadım. O yüzden..." "Epey yoğunsun anlaşılan." Belli belirsiz kekeleyerek "E-Evet." diye onayladı kız. Ona yalan söylemek hiç hoşuna gitmiyordu. Hayatta hiç yalan söylemediğini iddia etse bu en büyük yalan olurdu. Elbette onun da her insanın hayatında olduğu gibi küçük, masum yalanları olmuştu. Ancak becerememiş ve yakalanmıştı her seferinde. Ve alışık olmadığı, sevmediği için doğru bir insan olmaya çabalamıştı hep. Yalanı tercih etmemişti ve kardeşine de hep doğru dürüst bir insan olmasını öğütlemişti. Şimdi söylediği ise yalanların şahıydı. "Ben de diyecektim ki kısa bir süre de olsa eve dönemez misin? Hem babam seni özledi hem de konuşmamız gereken bir mevzu var." "Ne mevzusu?" "Şimdi sen de ben de müsait değiliz. Daha münasip bir zamanda konuşuruz. Sen işin bittiğinde beni ararsın." "Peki, abi. Önemli bir şey yok değil mi? Yani babamın sağlığıyla ilgili falan?" "Hayır, öyle bir şey değil. Aksine güzel bir şey." "Tamam o zaman." Ani bir rahatlamayla nefesini verdi kadın. Abisiyle vedalaşarak telefonu kapattığında babasının sağlığıyla ilgili bir problem olmamasından dolayı mutluluk duysa da ailesine söylediği yalanlardan ötürü epey rahatsızdı. "Ne dedi abin?" "Öyle, hâl hatır sormak için aramış." İster istemez Nağme'nin aile hayatıyla ilgili şeyleri merak ediyordu adam. Anlattıkları ise asla yeterli gelmiyordu. Yanındaki kadınla ilgili her şeyi bilmek istiyordu. Ne öğrenirse öğrensin yeterli olmayacaktı. "Abin despot biri midir?" "Biraz agresif bir yapısı var ama gerçekten çok iyi biridir." Omuz silkti kadın. "Babamın uzun bir hastalık süreci geçirdiğini ve evin tüm yükünü sırtına aldığını düşünürsek bu çok normal." "Ona saygı duymakla korku duymak arasında gidip geliyor gibisin." "Evet, aslında biraz öyle ama... Onu seviyorum. Bana, bize her zaman bir baba gibi kol kanat gerdi." Düşünceli hâli dikkat çekiyordu kadının. Abisinin konuşmalarından ve ve isteğinden ötürü karmaşık bir duygu hâkimdi ruhunda. Bunu Yağız'la paylaşması gerektiğini düşündü o an. "Abim kısa bir süre de olsa geri dönmemi istiyor." Merakla kaşlarını çattı adam. "Geri dönmeni mi?" "Konuşmamız gereken önemli şeyler varmış. Tekrar arayacağını söyledi." "Neymiş bu kadar önemli olan şey?" "Bilmiyorum ki. Bahsetmedi. Gizemli konuştu." Adamın tepkisini yoklamaya çalışır gibi "Israrcı olursa gitmem gerekebilir. Bu senin için sorun olur mu?" sorusunu yöneltti. Düşünceli bir yüz ifadesiyle "Elbette, gitmen gerekiyorsa gidersin Nağme. Seni zorla tutacak değilim." dese de bu fikir pek de hoşuna gitmiş gibi görünmüyordu. Şimdilik bunları düşünmeme kararı aldı kendi içinde. "Onu da o zaman düşünürüz. Şimdi tatilimizin tadını çıkaralım." Tatil söz konusu olunca aniden havası değişti Nağme'nin. "Hâlâ nereye gittiğimizi söylemediğine inanamıyorum. Gideceğimiz yere hazırlıklı mıyım onu bile bilmiyorum!" "Abartma." Kadının elini tuttu usulca. "Sen her hâlinle her mekâna hazır ve nazırsın, şüphen olmasın." Mutlu olduğunu inkâr edemezdi genç kadın. Hatta hayatı boyunca daha önce hiç bu kadar mutlu değildi ve bu duyguları ilk kez yaşıyordu ancak öte yandan yanındaki adamın hâlâ evli olması mutluluğuna amansızca gölge düşürüyordu. Bunları düşünmeden umursamaz bir biçimde mutluluğunu yaşayamazdı. Sonuçta madalyonun diğer tarafında başka bir kadın vardı. Kocasından ayrılmak üzere olan ve muhtemelen mutsuz bir kadın. Onu yok sayarak empati yoksunu bir biçimde mutluluğunu sürdüremezdi. Sanki şuan mutluluk ve heyecan duyması ayıp gibi geliyordu. Belki de gerçekten ayıptı. Bir diğer husus da Yağız'la mükemmel giden bir aşk oyunları vardı ancak bunun nereye kadar süreceği ise meçhuldü. Genç kadın bebek hakkındaki tüm duygularını dürüstçe söylemişti fakat yanında elini tutup gözlerinin içine bakan adamdan tam manasıyla bir yanıt almış değildi. Yani ne bana söz verdiğin bebeği ver ve hayatımdan çık demişti ne de bu bebeğin annesi sensin ve sizi ayırmayacağım gibi bir taahhütte bulunmuştu. Her an diken üstünde gibiydi Nağme. Her şey bir gizemden ibaret gibiydi. Aylin ve bebek. Bu iki olayın üzerindeki o koca perde kalkmadan katıksız mutluluk yoktu ona. Belli belirsiz bir tebessümle genç adamın yüzüne bakarak ona karşılık verse de içindeki düşüncelere mani olamıyordu. Uzun bir yolculuğun ardından araçtan indiklerinde karşılarında büyük bir alanda küçük bir jet onları bekliyordu. Şaşkınlıkla adama döndü Nağme. "Nereye gidiyoruz?" O en başından beri arabayla şöyle yakın bir yerlere gideceklerini sanmıştı. Şimdiyse bir muammaya yolculuk etmeye hazırlanıyor gibiydiler. Yağız ise kadının şaşkınlıkla karışık heyecanı üzere güldü. "Kaçırıyorum seni." Şok olmuş hâlde söyleyecek bir şey bulamadı kadın. Oysa daha önce hiç böyle korku ve heyecanı bir arada yaşamamıştı. Buna adrenalin diyorlardı herhâlde. "Daha önce hiç uçağa binmedin mi?" Başını iki yana salladı Nağme. "Pek sanmıyorum." Doğruydu bu. Daha önce hiç uçağa binmediği için korkuyor muydu bilmiyordu. "Korkuyor musun?" Tepkisiz kalıp gözlerine bakan kadının elini tuttu ve gözlerinin içine baktı. "Ben yanındayken sakın korkma." İçini ister istemez bir güven duygusu alan Nağme'nin dudakları ise telaşlı bir tebessümle kıvrıldı. Ve karşısındaki adamın heyecanlı sürprizine bir adım attı. 
Nağme ise bu mutluluğun çok sürmemesinden korkuyordu ancak gelecek kaygısının şimdiki heyecanını ve mutluluğunu ziyan etmesini istemiyordu. Derin bir iç geçirerek dışarıyı seyretmeye devam etti. Adamın gözlerini üzerinde hissederken duyduğu heyecanı ise bastırması pek kolay olmuyordu. Onunla göz göze gelmek veya onun tarafından seyredilme hissi kalbinin hızlı atmasına sebep oluyordu. Artık nereye gittiklerini de o kadar merak etmiyordu. Yanında Yağız varken nereye gittiklerinin o kadar da önemi yoktu. ... |
0% |