@buzlarkralicesi
|
-22/3- Çok da uzun bir süre geçmediğinden ötürü fazla uzağa gitmediklerini tahmin etti Nağme. Ancak hâlâ nereye geldiklerine dair bir fikri yoktu. Havalandıkları andan itibaren bir an olsun elini bırakmayan ve gözlerini gözlerinden ayırmayan adamın güven veren hâli ise korkmaya fırsat bırakmamıştı. Sadece onları bekleyen araca bindiklerinde midesi hâlâ allak bullaktı ve bunun uçuştan ötürü olduğunu düşünüp endişelenmemeye karar verdi. Onun hâl ve tavırlarından pek iyi olmadığını fark eden Yağız ise "İyi misin?" diye sordu ilgili bir biçimde. "Uçuştan olmalı. Geçer birazdan." "Bak, doktora gitme teklifimi tekrarlıyorum." "Gerek yok, gerçekten. Gerek olsaydı söylerdim zaten." Araçla yine uzun bir yolda giderlerken etrafına bakındı merakla. "Nereye geldik?" "Antalya'ya." Merakla kadına döndü ve sordu. "Daha önce gelmiş miydin?" "Kilis dışında İstanbul dışına çıkmadım desem?" "O zaman bu tatilin tadını çıkaralım." Yağız'ın keyifli oluşu gerçekten güzeldi. Ama kendisi onun kadar huzurlu sayılmazdı. Hâlâ bazı pürüzler vardı ve onları kafasına takmadan duramıyordu. Yine de her şeyi en azından bu tatilde geçici olarak geride bırakmayı denedi. Kendisine uzun uzun bakan adama soru dolu gözlerini dikerek "Ne?" diyerek tepki verdi. Onun kendisine bakarken ne düşündüğünü merak ediyordu. "Öğrencilerini anlatırken gözlerinin içi gülüyordu geçen gün. Onları çok seviyorsun değil mi?" "Hem de çok... Hepsi o kadar masum ve bilgiye aç ki. Annelerine odaklanmış yavru kuşlar gibi ders dinleyişlerini hatta haylazlıklarını bile özledim." Güldü Nağme. Özlem dolu bir gülüştü bu. Kadının gülüşü dünyasını aydınlattı adamın. O da gülerek karşılık verdi. Uzanıp Nağme'nin karnına dokundu. "Kim bilir kendi bebeğin olduğunda nasıl güzel bir anne olursun." Bu söze ne tepki vereceğini, nasıl yanıtlayacağını bilemeyip sustu yalnızca. Daha önce pek fırsatı olmamıştı bunu düşünmek için. Kendi bebeği olsaydı bırakamayacağını çok iyi biliyordu artık. Ama nasıl bir anne olurdu acaba? Elinden geleni yapsa da yetebilir miydi ona? Dahası, bebeğini kendi büyütebilecek miydi? O bile bir muammaydı. "Aslında korkuyorum." diye itiraf etti aniden. "Neden?" "Bilmiyorum... İyi bir anne olabilir miyim? Her şey çok hızlı gelişirken ben daha anne olma hissine bile alışamadım. Gerçi daha ortada bebek falan yok ama... İnsan yine de düşünüyor. Acaba ona iyi bir anne olabilecek miyim, ona yetebilir miyim diye çok düşünüyorum." Rahatlatıcı ve şefkatli bir bakışla kadının elini tuttu Yağız. "Sen dünyanın en iyi annesi olabilirsin Nağme. Öğrencilerine bile bu kadar şefkatli, anaç yaklaşan bir kadın kendi bebeği için dünyayı bile karşısına alır. Ben sana güveniyorum. Bebeğimin annesi olarak seni seçtiğime hiç pişman değilim." Biraz mahcup da olsa yaptığına pek pişman görünmeyen ifadesiyle kaşlarını indirdi. "Pek adil dövüşmesem de... Sen de bebeğinin babası olarak beni seçtiğin için teşekkür ederim." Bu konular o kadar hassastı ki... Şimdi böyle konuştukları hâlde ileride hayatın onlara ne getireceğine dair en ufak bir fikri yoktu Nağme'nin. Ve korkuyordu. Öte yandan Yağız'ın karısını merak etmeden de duramıyordu. Onu düşünüp duruyordu. Kendisi şuan mutluyken başka bir kadın üzüntü duyuyordu. Ve bu gerçekliğin verdiği his asla onun tam anlamıyla huzurlu olmasına müsaade etmiyordu. Onun tedirginliklerini hisseden Yağız ise kadının yüzünün düşüşü üzerine kaşlarını çattı. "Bir sorun mu var? Bana söyleyemediğin..." "Bilmiyorum Yağız, bu içinde bulunduğumuz durum bana çok... Çok yanlış geliyor. En başından beri böyleydi, biliyorum. Ama babam için kabul etmiştim, buna mecburdum. Şimdiyse..." "Şimdiyse suçluluk duyuyorsun." "Sana yalan söyleyemem." "Söyleme de zaten." Kadının başını göğsüne yatırdı. "Nağme sen bunları düşünme tamam mı? Bunlar benim sorunlarım. Sana o teklifi sunarak işleri bu raddeye getiren de, karısına karşı haksızlık yapan da benim. Sen sadece baban için girdin bu işe. Bu yüzden kabul ettin teklifi. Şimdi iki gram mutluluğu kendine çok görme." "Hayır Yağız, bu tür hatalar tek kişi tarafından yapılmaz. Ben de sorumluyum. Birbirimizi kandırmayalım. Bir kadının gözyaşlarının sorumlusuyum." "Aylin'in şuan benden boşandığı için gözyaşı döktüğünü sanmıyorum, bizim ilişkimiz çoktan bitmişti. Elbette sırf bu yüzden yaptığım yanlışı da hafife alıp inkâr edecek değilim." Her ne olursa olsun hiçbir kadının aldatılmayı hak etmediğini biliyordu. Sırf bu yaptığı yüzünden Nağme'nin ona tam anlamıyla güvenemediğini de. "Ama dediğim gibi, yanlış benim yanlışım. Sen bu işin dışındasın. Senin amacın farklıydı. Kendini suçlama artık. Bunları düşünme." Yüzünü ellerinin arasına alıp kadının gözlerine baktı. "Burada her şeyi unutmanı istiyorum senden. En azından burada olduğumuz sürece kim olduğumuzu unutalım. Tamam mı?" Gayri ihtiyari bir biçimde başını sallayıp onayladı Nağme. Uzun zamandır bir şeylerin sorumluluğunu almadan birine yaslanmanın verdiği rahatlamayı yaşıyordu yarım yamalak da olsa. Uzun yıllardır annesinin yokluğunda kardeşine anne olmuş, babasının hastalığıyla savaşmıştı ve yorgun düşmüştü. Yeri geldiğinde evin annesi olurken abisinin sırtındaki babalık görevine de yardım etmeye çalışmıştı hep. Şimdi güçlü bir omza yaslanıp hiçbir şeyi düşünmeden kendini bırakmak öyle iyi gelmişti ki... Yanlış olduğunu bile bile Aylin'i düşünmemeye çalıştı. Kısa bir an hareketsiz kaldığını sansa da yol boyu uyuduğunu Yağız'ın hafif seslenişiyle fark etti. Gözlerini aralarken aracın muhtemelen kalacakları otelin önünde durduğunu gördü. "Nağme, hadi uyan. Geldik." Uyku mahmuru gözleriyle birkaç saniye etrafa şapşalca bakındıktan sonra araçtan inen Yağız'ı takip etti. Üzerinde anlayamadığı bir yorgunluk vardı. Uçuş yorgunluğu olduğunu düşünüyordu. Araçtan indiğinde ise yoğun nemli bir hava karşılamıştı onları. Esen rüzgârı bile sıcaktı Antalya'nın. Ancak otelden içeri girdiklerinde klimanın etkisiyle serinleyebilmişlerdi. Resepsiyondan oda anahtarlarını alıp bellboyla birlikte asansörle odalarına çıktılar. İçeri girdiği an odada ferah bir hava karşıladı kadını. Oldukça huzurlu bir havası vardı ortamın. Manzaradan kendisine tebessüm eden güneşe baktı uzun uzun. 

Çenesini kadının sağ omzuna koyan adam "Nasıl? Beğendin mi burayı?" diye sordu. Alacağı cevabı Nağme'nin tepkisinden az çok tahmin edebiliyordu. "Gerçekten beğendim. Çok dinlendirici bir yer." "Arabada uyukluyordun. İstersen öğle yemeğine kadar biraz uzan, dinlen. Ben de birkaç telefon görüşmesi yapıp geliyorum." Arkasına dönüp onaylarcasına başını salladı kadın. Gerçekten inanılmaz tatlı bir uyku hâli vardı üstünde. Gözlerini ondan ayırmadan odadan çıkan adama baktı usulca yatağa otururken. Gerçekten büyüleyici bir yerdi burası. Cennet gibi. Uzandığı an gözlerinin tatlı bir yorgunlukla uykuya daldığını hissetti. Karman çorman rüyalar görmüş, hiçbir şey anlamamıştı uyuduğundan. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmeksizin gözlerini araladığında gördüğü rüyaların hiçbirini hatırlamıyordu. Ne kadar zamandır uyuduğunu da bilmiyordu. Yalnızca baş ucunda onu seyreden adamın bakışlarıyla karşılaştı. Elleriyle gözlerini ovaladı mırıldanırken. "Ne kadar uyudum ben?" "Çok değil, yarım saat." "Sen ne zaman geldin?" "Az önce. Lobide işlerimi halledip geldim." Yataktan doğrulan kadına "Aç mısın?" diye sordu. "Biraz." "Hadi yemeğe inelim o zaman. Temiz hava alırız hem." "Olur. Ama önce bir duş almak istiyorum. Hava o kadar sıcak ki yapış yapış hissediyorum." Tamam dercesine başını sallayan adamı arkasında bırakıp banyoya girerken kendini rüyada gibi hissediyordu. İlk defa bu kadar huzurlu ve rahat hissediyordu kendini. Uzun zamandır bu kadar güzel bir zaman geçiriyordu. Biraz tedirgin, biraz mutlu... Tuhaf bir gündü ama güzeldi. İstanbul'a döndüklerinde her şeyin ip düğümü gibi bir bir çözülmesini diledi içinden. Ilık bir duşun ardından bornozuyla dışarı çıktığında Yağız balkonda yine telefonda biriyle konuşuyordu. İşle ilgili olduğunu düşündü çünkü hararetli bir konuşmaya benziyordu. Sessizce bavulları açıp yerleştirdi ve kıyafetlerinin arasından kırmızı, uzun ve havadar bir elbise seçti kendine. Gittiğinde tam böyle sıcak coğrafyaya uyumlu bir kıyafet olduğunu teyit edip seçiminin ne kadar yerinde olduğunu düşündü. Telefon görüşmesi biten ve yanına gelen adamı aynadan süzerken boynuna küçük siyah boncuklardan oluşan salaş ama tatlı bir kolye taktı. Dalgalı saçlarını açık bırakmak istese de ensesini pişireceğini düşündüğü için at kuyruğu şeklinde bağladı. O kadar hararetli kiminle konuştuğunu merak etmişti Yağız'ın. Ancak direkt sormak istemedi meraklı biri gibi görünmemek için. "İşlerle ilgili bir problem çıktı galiba." "Yo, hayır. Önemli bir şey değil. Bir dosya kaybolmuş sanırım, onunla ilgili konuşuyorduk." Kendisine doğru dönen kadını baştan aşağı süzdü ister istemez. "Güzel görünüyorsun. Hazırsan inelim mi?" "Tabii." Asansörle yemek katına indiklerinde Nağme adamın neden oda servisiyle uğramadığını anlamıştı. Buranın bahçesi öyle şirin ve ferahtı ki. Öğle yemeği için daha uygun bir yer düşünemiyordu doğrusu. 
Nağme'nin burada mutlu ve huzurlu görünmesi de oldukça hoşuna gidiyordu Yağız'ın. Ancak Sonia'yla konuştukları mevzular kafasını kurcalıyordu. Aylin'in bu durumu kolaylıkla kabullenecek bir kadın olmadığını söylemişti. İşin kötü yanı, haklıydı. Sonia'nın haklı olduğunu biliyordu Yağız. Bu yüzden dikkatli olması gerektiğinin farkındaydı. En son konuşmalarında bence sen Aylin'in peşine bir adam takmalısın, neler yapıyor veya seni takip ettiriyor mu, aklında ne var öğrenmiş olursun demişti kadın. Aslında mantıklı da gelmişti ama... Bilemiyordu Yağız. Yıllardır evli olduğu kadın gerçekten kendisine samimi davranmamış olabilir miydi? Öte yandan onu samimiyetsizlikle suçlayamayacağını bilse de boşanmak istediğini söyleyip arkasından iş çevirme ihtimalinin onu nasıl zora sokacağını düşündü. Genç adamın dalgın bakışları ve sessizliği meraka sürüklemişti Nağme'yi. "Bir sorun mu var?" diye sormuştu dayanamayıp. Balkonda her kimle konuştuysa sonrasında keyfi kaçmıştı sanki. Düşüncelere dalmış gibi bir hâli vardı. Oysa düşünmemesi gerektiğini ona söyleyen yine karşısındaki adam değil miydi? "Yo, hayır. Küçük pürüzler için canımızı sıkmayalım." Gelen yemeği işaret etti adam. "Hadi, başlayalım mı? Ben kurt gibi açım." Uysal bir biçimde kabullenip yemeğini yemeye başladığında ortamdaki sessiz ve gizemli havayı kovmak için aklındaki soruyu yöneltmekte sakınca görmedi. "Neden beni seçtin?" "Efendim?" "Yani bu teklifi sunmak için, bebeğinin annesi olarak neden beni seçtin?" Duraksadı adam. Bu konu hoşuna gitmişti, her hâlinden belliydi. "Cesaretinden ve dürüstlüğünden etkilendim diyelim." "Beni tanımıyordun bile." "Baban için mücadele biçimin hoşuna gitti. İstekleri için savaşan, hayır cevabını asla kabul etmeyen ısrarcı bir yapın vardı. Tıpkı benim gibi..." Başını iki yana salladı kadın reddedercesine. "Alakası yok." "Evime gönderdiğin çiçeği unutuyorsun galiba." Tek kaşını kaldırmış iddialı bir biçimde sorduğu bu soruya yanıt gelmediğini görünce güldü Yağız. "Sırf teklifini kabul edeyim diye böyle cesurca bir şey yapman beni etkilemişti ne yalan söyleyeyim." "Sen de etkilenmek için bahane arıyormuşsun gibi geldi bana ama..." Sorgulayan bakışlarını üzerine dikmiş kadına kahkaha atarak yanıt verdi Yağız. "Olabilir. Ama cesaretini ve dürüstlüğünü seviyorum." Portakal suyundan bir yudum aldıktan sonra bakışlarını kadının yüzünden gezdirdi ve gözlerinin içinde bitirdi bu gezintiyi. "Özellikle o gece seni istiyorum dediğinde cesaretinden ve dürüstlüğünden çok etkilendim. Ne istediğini bilen ve gizlemeyen bir yapın var. Kendi tarzı olan bir kadından etkilenmem çok doğal değil mi?" Yanaklarının alev aldığını hissediyordu Nağme. Tüm bunları kendisi yapmıştı, evet bu doğruydu. Nasıl bu kadar cesur olabilmişti hâlâ bilemiyordu. Kalbinin sesini dinlediğinde bambaşka biri oluyordu ancak mantığını dinleyen diğer yanının kontrolü ele alması çok sürmüyordu. Öğle yemeğini yedikten sonra sahilde hoş bir gezintiye çıkıp sohbetlerine devam ettiler. Odaya döndüklerinde ise Yağız "Balkonda birer kahve içmeye ne dersin" teklifini yaptığında kadın elbette hayır diyemeyecekti. Bu temiz havada ve hoş balkonda müthiş sessizlik eşliğinde kahve içmek gibisi yoktu. Kahvelerini yudumlarlarken kendi içinde gidip gelen kadın sadece iyi değil kötü bir itirafta da bulunması gerektiğini düşündü. Madem Yağız onun dürüstlüğünden hoşlanıyordu, olumsuz itiraflara da açık olmalıydı değil mi? "Sana söylemek istediğim bir şey var Yağız." "Elbette, ne istersen söyleyebilirsin." "Madem dürüstlüğüm hoşuna gidiyor, bunu da bilmen gerekir. İtiraf etmem gereken bir şey var." Keyiflerini kaçıracak muhtemel bir itiraf olduğu her hâlinden belliydi ve buna hazırlıklı bir biçimde bekliyordu adam. "Evet, dinliyorum." "Evet, seni istiyorum. Bu doğru. Ama... Karısını aldatan bir adam olduğun için sana tam anlamıyla güvenmiyorum Yağız. Güvenemiyorum, elimde değil." Başını iki yana sallayarak "Bu erdemli bir davranış değil." diye de ekledi. "Biliyorum, en az senin kadar ben de suçluyum. Ama sen bunu benim gibi çaresizlikten yapmıyorsun. Ona dürüst olmadın." Karısını aldatan bir adam pekâlâ herkesi aldatabilirdi. Güvenmemekle doğruyu mu yapıyordu bilmiyordu ama elinde olmadığı için bunu pek sorgulamadı. Asıl bunu Yağız'a açıkça söyleyerek doğru olanı yapıyordu. Dudakları ince bir çizgi hâlini alan adam bu itirafı sindirmeye çalışırken yalnızca "Haklısın." yanıtını verdi. "Bana karşı dürüst olduğun için teşekkür ederim. Ve şunu bilmen gerekir, bana güvenmediğin için seni suçlayamam. Ama her şey için zaman diyorum Nağme. Zamanla beni tanıyacaksın. Zamanla bana güveneceksin. Her şeyin ilacı zaman, inan bana." "Şuan böyle düşünmem çok normal, değil mi? Seni tam anlamıyla tanımıyorum sonuçta." Adamdan rahatlatıcı bir yanıt bekler gibi tedirgindi. Ona güvenemeyişinin doğal olduğunu düşünmek istiyordu. Bu kadının güvensiz yanının bir etkisi olsun istemiyordu. Tuna'dan sonra çok fazla güveni sarsılmıştı. Her şeye farklı bakmaya başlamıştı. Şimdiyse önüne kim çıksa şüpheyle yaklaşıyordu. Yağız'la tanışmalarının sebebinin taşıyıcı annelikle başlayıp ilginç yollara sürüklenen bir teklif olduğu düşünülürse bu doğal olmalıydı. Onun kendisine inanmaya hazır, tatlı endişeyle bakan soru dolu gözlerine karşılık güven veren bir edayla tebessüm etti. "Evet, bu doğal. Beni tanımıyorsun. İnan bana tanıdığında ve sözlerimi tutan biri olduğumu gördüğünde her şey değişecek kafanda. Lütfen rahat ol, sana bu yüzden kızmıyorum asla. Kızmaya da hakkım yok zaten." Ayağa kalktı ve "Ben bir lavaboya gidip geliyorum. Sen keyfine bak." diyerek oradan uzaklaştı Yağız. Adamın arkasından bakan Nağme ise kafasının iyice karıştığını hissediyordu. Karısını üzdüğü ve aldattığı için ona güvenemiyordu. Ne olursa olsun hiçbir kadın aldatılmayı hak etmezdi. Kadını tanımıyordu ama ya Yağız'ın kendisine gösterdiği yüz başka bir yüzse? Bunu bilemezdi. O an bakışları masadaki telefonda asılı kaldı. Lavaboya giden adam telefonunu burada unutmuştu. Normalde böyle şeyleri ne merak eder ne de yapardı. Lakin konu güven olunca ister istemez adamın telefonunu kurcalarken buldu kendini. Gerçekten söylediği gibi bir şirket çalışanıyla mı konuştuğunu merak etmişti. Son aramalarda genellikle erkek isimleri vardı fakat en son görüştüğü kişi Sonia adında biriydi. Böyle bir erkek ismi bilmiyordu. Daha çok yabancı bir kadın ismi gibiydi. Tabii ki bu bir şeyi kanıtlamazdı. Yabancı şirketlerle de çalışıyor olabilirdi Yağız, bundan daha doğal ne olabilirdi ki? Neden her şeye şüpheyle bakıyordu ki? Biraz rahatlaması gerekliydi. Kapı sesini duyar duymaz alelacele telefonu kapatıp masaya bıraktı kadın. Hiçbir şey olmamış gibi manzara bakınırken gördüğü isim üzerinde çok durmadı. Önemsemedi çünkü bu gerçekten bir şeyi kanıtlamazdı. Balkonda biraz daha oturduktan sonra "Hava serin oldu, ben içeri geçiyorum." diyerek odaya girdi kadın. Arkasından gelen adamın "Ben de banyoda olacağım." sözüyle onaylayarak yatağa uzandı Nağme. Düşünceleriyle baş başa kaldığında bu kadar şüpheci yaklaşmanın kimseye bir faydası olmadığı konusunda hemfikir oldu. Buraya da zaten birlikte daha fazla vakit geçirip birbirlerini tanımak için gelmişlerdi. Biraz da gevşemek için. Onu tanımak ve anlamak için çabaladığını göstermek istiyordu. O cesur kadın olmanın ne zararı vardı ki? Üzerindekilerden kurtulup bornozunu giydi ve usulca içeri süzüldü. Tüm pürüzleri geride bırakma zamanıydı. Buraya geliş amaçlarından biri de buydu zaten. İçeri girdiğinde huşu içinde bornozunu soydu. 
Onun bu teklifine karşılık ne diyeceğini bilemeyecek şekilde şaşırdı adam. Bir o kadar da memnundu esasında. Şaşkınlığının tek sebebi, kadından bunu beklemiyor oluşuydu. "Tabii ki." Nağme'nin vücuduna kısa bir bakış attıktan sonra tekrar rahat pozisyona geçti jakuzide. Onun bu değişimine anlam veremese de hoşnut tavrını gizleme gereği duymadı. Aralarındaki buzu eritmeye çalışan kadına karşı çıkıp zorluk çıkaracak değildi. Nağme ise usulca jakuziye girip oturdu ve bakışlarını adama dikti. Adam da yanıt bekler gibi bakışlarını kadının vücudunda gezdirdiğinde harekete geçme zamanının geldiğini hissetti. Hafifçe doğrulup adamın üzerine eğildi, ellerini bir tüy gibi hafifçe Yağız'ın göğsünde ve gövdesinde gezdirdi. Birçok şey söylemek istese de o an susmayı tercih etti. Dokunuşlarıyla anlatmayı istiyordu. Bu gece sözler değil tutku dolu sessizlik konuşsun istiyordu. Kendi içindeki duyguları gereğinden fazla bastırmıştı ve dolup taşmıştı. Bir kez olsun duygularının yönlendirdiği şekilde içinden geldiği gibi davranmak istedi. Korkmadan. Tüm cesaretiyle zırhlarını soyundu. Aptal doğrularını bir kenara bıraktı. Aşk cesaret isterdi ve Nağme bunu biliyordu. Öğrenmesi biraz zaman almıştı. Bunun için kaybetmesi gerekiyordu ve kaybetme korkusunu yaşamıştı. Hiçbir şey söylemese de, Yağız'a şimdilik seni seviyorum diyemese de bunu göstermek istiyordu. Ne şartlarda olursa olsun hâlâ evli olan bir adama beklentisi olduğunu göstermek ona doğru gelmiyordu. Eğer boşanmak istiyorsa adam bunu gerçekten kendi istediği için yapmalıydı. Bu yüzden seni istiyorum ya da seni kaybetmek istemiyorum gibi cümlelerle onu veya kararını etkilemek yerine duygularının samimiyetini göstermek daha dürüstçe geliyordu. Fısıltılarla "Sana dokunmam hoşuna gidiyor mu?" diye sordu adama. Derin bir iç geçirdikten sonra kendisine yaklaşan kadının kokusunu içine çekti. "Hem de nasıl..." Elleri kadının sırtında masumca gezinirken bunun bir rüya olduğunu düşünmeye başladı. Nağme'nin böyle değiştiğine inanamıyordu. Genç kadın ise Yağız'ın bacaklarının üstüne hafifçe otururken eğilip adamın boynuna masum ama bir o kadar tutkulu öpücükler kondurmaya başladı. "Peki, seni öpmem hoşuna gidiyor mu?" Yanıtını bildiği bir soruyu sorduğu için hafif bir sitemle "Nağme..." diye sayıkladı. "Hoşuma gittiğini biliyorsun." Kadının boynundan göğsüne inen dudaklarıyla mest oluyordu. Dudaklarını adamın dudaklarına bastırdığında kışkırtıcı ve ihtiraslı bir biçimde derin öpüşlerle onu baştan çıkarmaya başladı. Dili adamın dilini şehvetle dansa davet ederken elleri adamın vücudunda bir tüy gibi hafif fakat tahrik edici bir biçimde geziniyordu. Bu gece kendi bile bambaşka bir Nağme'yle tanışıyordu. Adamın şaşkınlığını düşünemiyordu bile. Elleri Yağız'ın kaslı karnında duraksarken dudakları nefes nefese ayrıldı dudaklarından. "Hani sen bugün hiçbir şey söyleme, ne varsa yarına kalsın demiştin ya." "Evet, bu gece yalnızca kalbimizin sesini dinleyelim Nağme." "Ben de öyle yapıyorum. Kalbimin sesini dinliyorum Yağız." Adamın ellerini sırtında ve göğüslerinde hissettiği an hafifçe eğilip adamın kasıklarına dokundu. Onun irkilişiyle tebessüm etti ve ellerinin dansıyla adamın duygularını şaha kaldırdı. Buna daha fazla dayanamayacağını bildiği için onu kışkırtıyordu. Eğilip dilini boynunda ve adamın kaslı göğsünde, göbeğinde, en son da kasıklarında gezdirirken bu kez adamın zevk dolu inleyişlerini duymaktan memnun oldu. Ona neler hissettirdiğini adamın duyumsamasını istiyordu. Aynı hisleri tatması için tüm maharetlerini kullanarak ellerinden yardım aldı. Tahmin ettiği gibi de oldu. Yağız kadının baştan çıkarıcı dokunuşlarıyla kendinden geçerken nezaketini daha fazla koruyamayacağını anladı. Kadının kalçalarını yakaladığı gibi yavaşça üzerine oturtarak ve hızlı bir birleşme sağladı. Kıvrımlı belini bir oyun hamuru şekillendirir gibi hareket ettirirken ikisinin de iniltileri jakuzi bölmesinde yankılanmaya başladı. Nefes nefese "Bana ne yaptığının farkında bile değilsin." dedi yutkunarak. Heyecandan kalbi küt küt atıyordu ve "Ben her şeyin farkındayım." derken vücudu adamın üzerinde hafifçe inip kalkıyor, kalçalarını yumuşak bir biçimde hareket ettiriyordu. Adamın dudaklarını boynundan göğüslerine kadar ürpertici bir tutkuyla hissederken başını hafifçe geriye atıp inledi. Elleri adamın göğsünde yerini arar gibi gezinirken Yağız elleriyle yakalayıp ellerini öptü yumuşak bir biçimde. Sonra tekrar kadının iki göğsü arasındaki boşluğa döndü dudakları. Bir eli göğüslerinden birini hamur gibi yoğururken kadının onu cesaretlendirir cinsten verdiği karşılıklarla tutkuyla dudaklarını göğsünde gezdirmeye başladı. Heyecanla iniltileri arasında "Yağız... Yağız..." diye sayıklamaya başlamıştı zevkle. Kendini kaybetmek üzereydi ve adamın onu belinden yakalayıp jakuziye yaslamasıyla kapanmış gözlerini araladı. Hafifçe göğüs ucunu ısırırken kadının eliyle başını daha da yaklaştırmasına gülerek karşılık verdi. Yükselen inleyişleri adamın kulaklarında hoş bir seda gibi yankılanıyordu. Genç kadının kalp atışlarını dudaklarında hissetmek gibisi yoktu Yağız için. Saçlarının arasında gezinen Nağme'nin elleriyle oldukça huzurlu duygular uyanmıştı kalbinde. Yıllardır belki de ilk defa bu kadar sevildiğini hissediyordu Yağız. Ona istediğini vermek istercesine eğilip bu kez daha yumuşak bir biçimde kadınlığına süzüldü. Önce hafif bir inleme, sonra kadının yumuşak ellerinin boynunda, ensesinde ve saçları arasında telaşla gezinmesi rahatlatıcı hissettiriyordu. Kadın ise içgüdüsel bir biçimde bacaklarını aralayarak davetkâr bir biçimde kapılarını aralayışı üzerine ellerini adamın güçlü sırtında, ensesinde ve saçlarında gezdirirken "Yağız..." diye mırıldandı. "Sen..." Sözlerini tamamlayamayacak kadar kendinden geçmişti. Bacaklarını adamın kalçalarına doladığında bütünleşmiş bedenlerinin suyun içinde danslarını başını geriye yaslamış bir biçimde seyrederken vücudunu adama daha da yaklaştırıyordu. Göğüslerini öpüp ısıran adamın yüzünü kaldırıp ellerinin arasına aldı. Dudaklarıyla örttü dudaklarını. Sert bir biçimde öpmeye başladı ayartılmaya dünden razı dudakları. Adamın gitgelleriyle dudakları arasındaki iniltileri kapatan dudakları hafifçe yırtıcı bir ihtirasla ısırıyordu. Daha önce hiç böyle bir şey hissetmemişti. Bu duygular ilkti. Ve tarifi yoktu. Tatmin duygusunun çok üstünde şeyler hissediyordu. En sonunda dayanamadı, kendine verdiği sözü tutmaksızın elleri adamın ensesinde birleşmişken dudaklarını ayırdı ve adamın gözlerine baktı. "Seni istiyorum Yağız. Seni her şeyden çok istiyorum. Senin olmak istiyorum. Artık savaşmaktan yoruldum. Benim olmanı istiyorum. Sadece benim... Bencilce sadece benim ol istiyorum." Hâlâ içinde dolaşan adamın başını göğsüne yaslarken nefes nefeseydi. "Benim ol. Sadece benim..." Bu açık itirafla neye uğradığını şaşıran adamın gözleri parladı. Sertçe dudaklarını kadının göğüslerinde gezdirmeye devam ederken nefes nefese hayvani bir inleyişle "Sen sadece benimsin zaten. Başkasının olamazsın." dedi sert ve erkeksi bir tepkiyle. Nefesini kontrol altına almaya çalışırken tane tane ekledi. "Ben de, çok yakında, tamamen senin olacağım." Duyduğu yanıtla daha da cesaretlenen kadın bu kez adamı daha büyük bir istekle içine aldı. Işıldayan gözleriyle gülerek adama baktı. Elleri adamın vücudunda tekinsiz bir biçimde dans edercesine gezerken tutkuyla inledi. Gecenin ilerleyen saatlerinde duşun ardından yorgunlukla yatağa uzandıklarında sessizleşmişlerdi. Yağız, Nağme'nin söylediklerine nazaran yaptıklarının çelişkiye düşmesini çözemese de bundan memnuniyet duymadığını söylese yalan olurdu. Çünkü belli ki o da bazı şeylere uyum sağlayıp alışmaya ve tutkularının peşinden gitmeye çalışıyordu. Nağme ise mevcut duruma uyum sağlamaya ve çaba gösterdiğini adama hissettirmeye çalışmanın verdiği rahatlığın yanı sıra içindeki tutkulu kadınla doğrunun peşindeki kadın savaşıyordu. Tüm korkuları ve endişelerini geride bırakarak bu tatili daha anlamlı kıldılar. Her ikisinin de tedirginlikleri vardı. Zaten hayat da böyle bir şeydi. Tüm pürüzlere, zorluklara rağmen yanlış gibi görünse de mutlu olmak. ... * YAZAR NOTU: Canımlar bugünkü notta konuyu çok fazla uzatmayacağım. Küçük bir şeyler söyleyip sizleri bölümle baş başa bırakacağım. Öncelikle herkesin bilmesi gereken önemli bir şey var, ben uykudan önce çocuklara masal kitabı yazmıyorum. Yetişkin kurgu bu. Ve adı üstünde, kurgu. Her şey dosdoğru olmak zorunda değil. Kimseyi aşağılayıp kötü göstermediğim gibi kötü şeyleri allayıp pullayıp iyi bir şey olarak göstermiyorum. Aramızda her şeyi eleştirmeyi seven bir kesim var ki bunun adı eleştiri bile değil artık şahsıma karalama boyutuna kadar gelmiş durumda. Öncelikle hikâyenin başından beri böyle aykırı bir konuyu işlediğim belliydi, ahlaki değerlerinize ters geliyorsa veya bunun bir kurgu olduğunun ayrımına varamayan varsa aramızda, bence hikâyenin adından bile yetişkin kurgu olduğu belli olan bu hikâyeyi bırakma gibi bir opsiyonunuz var onu kullanabilirsiniz. Bu bir kurgu. Her şey doğru olmak zorunda değil. Sizler yetişkin olduğunuza göre doğruyla yanlışı ayırt edebiliyorsunuzdur diye umuyorum. Bir erkeğin karısını aldatmasının ne kadar yanlış olduğu gibi... Yine konuyu uzatmayacağım zira konu nerelere geldi. Artık lütfen linç kültürünü bir yana bırakıp her yazılanı eleştirmek yerine keyifli vakit geçirmek için hikâyeyi okuyup hikâyeye odaklanın. Çünkü bu şekilde yok yere benim de motivasyonum düşüyor. Beni ve kalemimi geliştirmeye yönelik tüm eleştirilerinizi okuyor ve kulağıma küpe yapıyorum. Güzel yorumlarınıza zaten âşığım. Kısacası, sizleri seviyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘
|
0% |