@buzlarkralicesi
|
-29/3- Karşısında abisini gördüğüne inanamıyordu. Dili tutulmuştu âdeta, hiçbir şey söyleyemiyordu. Bu anı defalarca hayalinde canlandırmıştı. Böyle bir anın geleceğini biliyordu ancak düşündükçe hep aklının derinlerine öteliyordu. Şimdiyse ertelediği ne varsa yaşıyordu. "Abi..." Kendisini bu adamın karısı olarak tanıtan kadın gelip söylediğinde inanmamıştı oysaki. Karşısında gördüğü manzara ise gerçekleri bir tokat gibi suratına çarpmaktan çekinmiyordu. "Doğruymuş demek." Salim'in ise yüzünde büyük bir öfke bulutu gezinirken iç dünyası hayal kırıklıklarıyla doluydu. Nağme'ye herkesten hatta kendinden bile çok güvenirdi. Onun yanlış bir şey yapmayacağına inanırdı hep. Şimdiyse gördüğü manzara... Aylardır ona başka bir yerde çalıştığını söyleyip başkasının kapatması olmuştu. Bu kelimeyi kendi içinde zikrederken bile midesi bulanıyordu. Kız kardeşine böyle bir şeyi yakıştırdığı için hem kendinden hem de böyle bir şeye meydan verdiği için Nağme'den nefret ediyordu. "Abi, lütfen sakin ol tamam mı? Önce dinle. Açıklayabilirim." "Sen bir de bu görüntüyü açıklayabilirsin yani, öyle mi?" Öfkeyle bağırmaya başladı. "Bunu nasıl yaparsın Nağme? Bunu bize nasıl yaptın?" Hâlbuki onunla ilgili ne hayalleri vardı. İyi tanıdığı, helal süt emmiş terbiyeli bir adamla onu baş göz edecek, evlendirecekti. Kardeşinin mutlu bir izdivacı olacaktı. Namuslu bir evlilik yapacaktı. Şimdiyse tüm hayallerini yıkan bir tablo vardı karşısında. Öfkesi her geçen dakika daha da artıyordu. "Bana yalan söyledin. Gözümün içine baka baka bana yalan söyledin. Uzakta çalışıyorum deyip bu adamın koynuna girdin. Evli adamın koynuna!" Ölseydi de bu günleri görmeseydi keşke. İçinden ben bunu hak edecek ne yaptım diye geçiriyordu öfke ve üzüntüyle. Hiç yapmayacağı şeyler yapmıştı Nağme. Ailesine yalan söylemişti mesela. Onları hayal kırıklığına uğramıştı. İstemeden de olsa bir felâkete neden olmuştu. Şimdiyse geri dönüşü olmayan bir yoldaydı. Eli ayağı birbirine dolanan kadın ne diyeceğini bilemez hâldeydi. Beyni durmuştu sanki. Yağız'a dikkatle bakan abisinin şaşkın yüzünde ise öfkeden çok daha büyük duygular görebiliyordu. Salim ilk an sinirden adamın yüzüne dikkat etmese de şimdi yavaş yavaş tanıyordu. Bu adam oydu. Yağız Koçbeyli. Bu nasıl olabilirdi? Nağme herhangi bir adamla değil, o adamla birlikteydi. Düşmanıyla. Can düşmanıyla. Kadının panik hâline karşılık yatıştırıcı bir ses tonuyla araya girdi Yağız. "Tamam, bak sakin ol. Her şeyi konuşacağız. Hadi, içeri geç sakince izah edelim her şeyi." "Ulan sen bir de konuşuyor musun? Ben şimdi seni..." Belinden çıkardığı silahı adama doğrulttuğunda sinir harbi yaşıyordu Salim. Duyduklarına ve gördüklerine inanamıyordu. Bir rüyada gibiydi. Daha doğrusu korkunç bir kâbus. Kafasının içinde kendine sürekli böyle bir şey nasıl olabilir diye tekrar ediyordu. Nağme bir adamla metres hayatı yaşıyor ve ondan hamile kalıyordu. Bu utanç yetmezmiş gibi söz konusu adam can düşmanı, kan davalısı çıkıyordu. Bu kadar tesadüf nasıl mümkün olabilirdi? Aklı karıştığı gibi öfkesi onu esir almıştı sanki. Tek bir kurşunla karşısındaki adamın işini bitirecekti. Abisinin sevdiği adama silah doğrultulduğunu gören Nağme hemen araya girdi. "Abi, hayır! Hayır, sakın böyle bir şey yapma." Genç kadını nazikçe aradan çekmeye çalışan Yağız "Sen bu işe karışma Nağme, bu bizim meselemiz." dedi büyük bir sakinlikle. "Bu adam kim biliyor musun Nağme? Bizim düşmanımız! Bu adamın karısı kapıma kadar geldi! Senin kardeşin kocamı ayarttı, ondan çocuk peydahladı dedi. İnanabiliyor musun? Ben o an ne diyeceğimi bilemedim Nağme, yerin dibine girdim!" Gözleri kan çanağı gibi olmuş bir biçimde kardeşine çevirdi bakışlarını. "İnkâr ettim, benim kardeşim yapmaz dedim! Nağme öyle bir şeyi ölse yapmaz dedim! Ta ki bu kapıya gelip seni karşımda görene kadar... Yapmışsın işte! Bana... Bize uzaklara çalışmaya gidiyorum diye yalan söyleyip burnumuzun dibinde ne işler çevirmişsin!" "Abi, indir şu silahı da oturup doğru düzgün konuşalım." "Sen çekil aradan Nağme, bu ırz düşmanının cezasını kendi ellerimle vereceğim." Yağız ise kendisini de kardeşini de dinlememekte ısrarcı olan adama "Kardeşini seviyorum, Salim. Onunla evlenmek istiyorum. Sen istesen de istemesen de onunla hayatımı birleştireceğim. Dünyaya gelecek olan çocuğumuza mutlu ve huzurlu bir hayat kuracağız." yanıtını verdi açık yüreklilikle. Alaycı bir gülüşle "Ya, öyle mi?" diye sordu adam. "Ne diyeceksiniz ona? Bu günah yuvasını da anlatacak mısınız? Başkasıyla evliyken annesine metres hayatı yarattığını da söyleyecek misin?" "Abi hiçbir şey bildiğin gibi değil ki! Bir dinlesen... Her şeyi anlatacağım sana." "Sen kes sesini!" Aşağılayıcı bir ifadeyle karşısındaki kadına baktı. "Rezil, kepaze." Bir çöpe bakar gibi bakıyordu ona. Gözünden sakındığı kardeşini bir gün böyle göreceğine ölmeyi yeğlerdi. "Nağme'yle düzgün konuş. Abisisin diye sesimi çıkarmamaya çalışıyorum ama sırf abisi olduğun için onu aşağılayamazsın." "Kardeşimle nasıl konuşacağımı sana mı soracağım lan?" Silahı adamın alnına yaklaştırdığında aralarına giren kadınla duraksadı Salim. "Sen çekil kenara!" "Hayır, abi! Onu öldürmen için önce benim cesedimi çiğnemen gerek." Yağız engel olsa da aralarından çekilmemeye kararlıydı Nağme. Bu iş bugün burada çözülecekti. Ya abisi durup dinleyecekti onu, ya da bu silah patlayacaksa bile abisi onun cesedini çiğneyecekti. Kararlılığı gözlerinden okunuyordu. "O benim bebeğimin babası, abi. Onu seviyorum. Tamam, çok doğru şeyler yapmamış olabilirim. Ama hepsini babam hayatta kalsın diye yaptım. Sonrasında ise ona âşık oldum. Anlıyor musun, abi? Bu gelip geçici bir şey değil." "Ahlaksızlığınıza aşk adı altında kılıf uydurmayın! Aşk böyle bir şey değil, olamaz! Âşık olan adam sevdiği kadını böyle rezil hâllere sokmaz! Eğer bu adam seni gerçekten sevdeydi önce karısından boşanırdı." "Boşanıyor zaten abi, o kadın uzun zamandır her şeyi bildiği hâlde neden şimdi kapına dayandı sanıyorsun? Yağız ondan boşanmak istediği için! Hadi şu silahı indir de konuşalım." Hayretle kız kardeşine baktı adam. "Bu adamı vurmamam için karşımda duruyorsun. Onun için bana yalvarıyorsun. Değer mi bu adam için Nağme? Kendini ne hâllere soktun, değer mi onun için bu kadar kepazeliğe?" "Abi, onu seviyorum." Ses tonu sızlanan bir kız çocuğu gibi çıkmıştı. Ağlamaklıydı. Gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Bu hayatta değer verdiği iki adam karşı karşıyaydı, birbirine düşmandı. Bu işin sonunda ikisinden birini kaybedeceği aşikârdı. Hatta abisini şimdiden kaybetmişti bile. Usulca silahını indiren adam hayal kırıklığıyla dolu gözlerle baktı kardeşine. "Sen layığını bulmuşsun, ben ne desem ne yapsam boş." Geri geri iki adım attıktan sonra "Sakın bir daha karşıma çıkma, eve gelme. Senin artık bir ailen yok." diye ekledi. Arkasını dönüp giden adamın ardından bakarken gözyaşları usulca yanaklarına süzülüyordu Nağme'nin. Bir kez olsun dinlememişti onu abisi. Bir kez olsun. O Aylin ortalıklardan kaybolmadan önce hayatını mahvedip gitmişti. Bir zamanlar İlknur ablasını reddettiği gibi onu da reddetmişti abisi. Artık o aileye ait değildi. Kolu kanadı kırık bir kuş gibi ortada kalmıştı. Ona sarılan adam başını alıp göğsüne yasladığında gözyaşlarının yanına hıçkırıkları da eklenmişti. "Duydun değil mi? Artık senin ailen değiliz dedi." Yağız ise olanlardan fazlasıyla etkilenmiş kadının göğsüne yaşlanmış başını öptü, saçlarını okşadı. "Senin ailen benim Nağme. Biz yeni bir aile kuruyoruz artık. Üstelik zamanla Salim'in de siniri geçecektir. Beklediğimden daha az tepki verdi." En azından bir konuda haklıydı Yağız, genç kadın da ona katılıyordu. Abisi daha fazla tepki vereceği bu olaya yalnızca kınayarak tepki vermişti. O silahtan bir kurşun çıkarmaktan taksir etmeyecek olan adam kendini dizginlemiş, ağzına geleni söyledikten sonra çekip gitmişti. Normalde can düşmanı olan bu adamı vurabilirdi de. Ancak bunu yapmamıştı. Hangi sebepten olursa olsun yapmamıştı. Artık bu kan davası meselesine bir son verdiklerinin işareti olabilirdi bu. Her ne kadar kardeşine öfkeli olsa da doğacak yeğeninin babasız kalmasına gönlü razı gelmemiş de olabilirdi. Abisi vicdanlı bir adamdı. Sadece şimdi öfkeliydi. Son derece öfkeli ve hayal kırıklığına yaşamıştı. Zamanla bunları aşacaklarına inanmaya çalıştı Nağme. Zira abisine bunu sindirmesi için zaman vermekten başka çaresi de yoktu. O gece bir damla uyku bile uyuyamamıştı Nağme. Uyumak istediği ve uykuya dalmaya çalıştığı her dakika rüyalarla, kötü kötü kâbuslarla boğuşmuştu. Hep aynı rüya. Aylin'in onu Yağız'la birlik olup bebeğini almakla tehdit ettiği zaman gördüğü hayalî sahneler rüyaya hatta kâbusa dönüşmüş onu kemiriyordu. Envai çeşit acı tatmış, defalarca canı yanmıştı. Ona göre hayatta kalma mücadelesi bundan ibaretti. Acılarla savaşıp onlara göğüs germek ve bu mücadelede gösterdiğin dayanıklılıktan ibaretti işte. Hayat buydu. Yaşadıklarından edindiğin tecrübeler, aldığın derslerdi. İnsanlar neden gereğinden fazla abartırdı ki yaşam denen şu engebeli yolu? Bir türlü anlamazdı. Bugüne dek her türlü acı ve sıkıntıya sabır göstermişti. Ta ki verdiği bu kararın sonucunda düştüğü kuyunun derinliğinde çığlığını duyuramadığını fark edene dek. Bir annenin evladını acımasız bir anlaşma sonucu kendi elleriyle vermesi, böylesi bir teklife zehirli bir evet demesi muhakkak acı verici olacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve hiç kimse için de sürpriz olmayacaktı. Ancak bilmekle yaşamak arasında öyle büyük bir fark vardı ki. Bu acının sanal gerçekliği bile insanüstü bir acı eşiği gerektiriyordu ve Nağme'nin bunu anlaması uzun zamanını almıştı. Uzun ve sancılı bir zaman. Gözkapakları tonlarca ağırlığı taşırcasına aşağı süzülürken kapı sesi kendine getirdi kadını. Kucağında inanılmaz küçük ve güzel bir bebekle içeri giren hemşire olağan bir tebessümle "Küçük bir ziyaretçiniz var." dedi. Usulca Nağme'nin kucağına bıraktı minik bebeği. Kollarında tuttuğu mucizeye istemeden de olsa zarar verme korkusuyla bakıyordu. Annelik böyle bir şey olmalıydı. Böylesi mucizevi bir duyguyu bu denli acı bir tecrübeyle taçlandırmak istemezdi ancak şuan içinde bulunduğu acınası duruma dikkat kesilmektense bebeğinin müthiş varlığına odaklanmak istedi kadın. ışıltılı gözleri ona umutla bakarken yumuk yumuk elleri, yumuşacık teni ve sıcaklığı kalbini ısıtmıştı. Minik eli kızın parmağını kavradığında hayranlıkla tebessüm etti Nağme. O an hemşirenin odadan çıkışını fark etmeksizin kucağındaki minik şeyi seyretti sevinçle. Hiç tahmin etmediği bir biçimde bağlanmıştı ona. Bebeğe. Bebeğine. Onun bebeğiydi kollarında tuttuğu mucize. Eğilip nazikçe büyülü kokusunu içine çekerken hışımla açılan kapı odanın atmosferini tamamen değiştirdi. İçeri giren genç adam acımasız bakışlarla kendisine doğru yürüyordu. Hazin son gözünde canlanıyordu. Çenesi titriyordu Nağme'nin. Ağlamamak için zor tuttu kendini. Güçlü durmalıydı. Sıkı sıkı sardı yavrusunu. Bu bir anlaşmaydı. Acımasız bir anlaşma. Ancak hesaba katmadığı bir şey vardı; günbegün içinde büyüttüğü o evlat sevgisi. Hiçbir anlaşma umurunda değildi o an. Böyle sonlanacağını bildiği hâlde acı veriyordu. Yapamazdı. Veremezdi bebeğini. Henüz ortada bile olmayan bir bebeği vermek kolaydı. Ama şimdi kanlı canlı kucağındaydı gerçek. Annesi olduğu bebeği vermek zorundaydı. Yapamayacağını bildiği hâlde içinde bulunduğu anlaşmanın mecburiyeti altında eziliyordu. "Hayır." dedi acı dolu bir mırıltıyla. "Lütfen..." diye yakardı. Yağız ise duygusuz ve ruhsuz bir edayla bebeği annesinin kucağından koparmakta bir an bile tereddüt etmedi. Arkasında bıraktığı enkazı umursamadı bile. Hıçkırıkları arasında kesik kesik nefesler almaya çalışan Nağme ise "Bebeğim!" diye başlayan acı dolu inleyişleri canından can koparcasına yükselen bağırışlara dönüştü. O an vücudundaki acılardan çok manevi bir acıyla kıvranıyordu. Sıçrayarak kâbustan uyandığında eli karnına gitti kadının. Her şey bir kâbustan ibaretti. Bebeği karnındaydı, güvendeydi. Her şey yolundaydı. Yanında merakla ve endişeyle kendisine dönmüş adam ise ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu ve anladığı tek şey ise Nağme'nin kötü bir kâbus gördüğüydü. "İyi misin?" Genç kadın ise yalnızca başını sallamakla yetindi. Bu şoku atlatmaya çalışıyordu. Her şey yolunda gitseydi, birbirilerine âşık olmasalardı ve bu aralarında basit bir anlaşma olarak kalsaydı olacak olan bu değil miydi? Bebeği elinden alınmayacak mıydı? Şimdi neden korkuyordu? Her şey geçip gitmişti. Yağız ile aralarında tek bir sır bile kalmamıştı. Kötü bir biçimde olsa da ailesi bile tüm gerçekleri öğrenmiş sayılırdı. Artık rahatlamanın ve her şeyi zamana bırakmanın zamanı gelmişti. Yanındaki adama döndü ve hiçbir şey anlatmadan "Seni seviyorum, Yağız." diyerek başını onun omzuna yasladı. "Hiçbir şey sorma, ne olur. Sadece sarıl bana." Onu kâbusundaki acımasız adamla bağdaşlaştırmak istemiyordu, buna gerek de yoktu. O sadece bir kâbus olarak kalacaktı. Şimdi ise başını göğsüne yaslarken sadece şefkatine ihtiyacım var mesajı vermek istemişti. Hiç konuşmadan birbirilerini anlayan iki insan oldukları için Yağız hiçbir şey sormadı. Sadece kollarını sevdiği kadına sardı ve şefkatiyle onu sakinleştirmeye çalıştı. "Ben de seni seviyorum, Nağme. Hep yanında olacağım, seni hiç bırakmayacağım." ... |
0% |