Yeni Üyelik
5.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 3/1

@buzlarkralicesi

-3- / 1

Araçtan inip şirket binasından içeri girerken aklına doluşmuş düşüncelerden hâlâ kurtulabilmiş değildi Tuna. Aklı karışıktı. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Üstelik ilk görüşte aşka falan da inanmazdı o. Tamam, biraz abartmış olabilirdi. Bu kıza hissettiği yoğun duygulara aşk adını vermek fazla abartı kaçardı. Ancak ona karşı bazı duygular hissettiğini hatta ilk gördüğü andan beri yıldırım çarpması gibi bir hisle dolduğunu, ondan etkilendiğini de inkâr edemezdi.

Yönetim katına çıktı, tam odasına girecekken kendisine seslenen asistanı Gözde'ye çevirdi dalgın bakışlarını. Aklı öyle çok düşünceyle dolmuştu ki, kadının söyledikleri uğultu hâlinde geliyordu kulağına. Ne anlatmaya çalıştığını bile anlayamıyordu şuan. "Ne demiştin Gözde?"

"Sabah kahvenizi hemen getiriyorum demiştim Tuna Bey. Başka bir arzunuz var mıydı?"

"Yo, hayır teşekkürler." Kendisini ilgili bakışlarla süzen asistanını ardında bırakıp odasına girdi usulca. Onu her saniye düşünecek kadar ona bağlanmak doğru muydu, bilemiyordu. Fakat yanlış olsa dahi buna engel olabileceğini sanmıyordu. Aklına düşmüştü bir kere. Bu iş olsa da olmasa da, hatta onun için büyük bir hayal kırıklığı olarak da kalsa Nağme'yi düşünmeden duramayacaktı. Aklında sürekli onu aramakla alakalı saçma sapan düşünceler dönüp duruyordu. Acaba yine arasam çok yapışkan görünür müyüm, diye düşünmeden edemiyordu. Israrcı görünmek istemiyordu ama onunla bir şeylere başlamak istiyordu. Onu tanımak istiyordu. Karakterini, iç dünyasını... Nelerden hoşlanır, nelerden nefret eder? En sevdiği renk nedir? Bir erkekte aradığı özellikler... Her şeyi. Onun hayatıyla ilgili her türlü detayı oturup ondan dinlemek istiyordu. Saatlerce sıkılmadan onu dinlemek istiyordu. Bu normal miydi? Abartıyordu. Bazı şeylere zamana bırakmak en iyisi olacaktı. Ah, bir de bunu iflah olmaz duygularına dinletebilseydi. Üstelik zamana bırakınca kız gelip bir şeyler başlatacak değildi ya, onun çabalayıp bir şeyler yapması gerekirdi. Ama ne?

Kapı çalındı. Tuna durgun bir ses tonuyla "Gir." dedikten sonra asistanı Gözde girdi içeri.

Kapkara saçları, iri gözleri ve yüzünde kendine güvenen o ifadeyle Tuna Beye doğru yürüdü. Elindeki kahveyi masasına bırakırken onunla göz kontağı kurmaya çalıştı. Pek başarılı olduğu söylenemezdi. Adam telefonuna kilitlenmiş, birinden haber bekliyor gibiydi. Telefonu vazgeçilmez bir organı hâline gelmişti. Böylece kadının tazelediği makyajı da, o an için topladığı özgüveni de anlamını yitirmişti. Boşa gitmişti.

Kibar fakat ilgisiz bir ifadeyle "Teşekkürler Gözde, çıkabilirsin." derken aklında Nağme'yi aramaya dair isteği iyice yer edinmişti. Mantığı dur dese de kalbi bastırıyordu. Sanki geçen her saniye onu kaybedecek, başkasına kaptıracakmış gibi aptalca bir his esir almıştı onu. Bu hissi biliyordu. İnsanlar birinden çok etkilendiğinde hep o kişiyle konuşmak, onunla vakit geçirmek, onu tanımak isterdi. Saatlerin önemi kalmazdı o kişinin yanında. Sürekli onunla olmak isterdi. İşte akıldan geçen o "Mesaj at." ya da "Hadi onu ara." komutlarının sebebi de bu hissin verdiği bir semptomdu. Onu kaybetme korkusu. Hatta daha kazanamamışken başkasına kaptırma korkusu.

Gözde'ye gelince... İlk başlarda onun ilgisinin farkında değildi. Ancak zamanla o kadar belirginleşmişti ki, kızın ona olan bakışlarından, konuşmasından ve davranışlarından kendisine karşı boş olmadığını anlamıştı. Kör olmayan herkes bunu görebilirdi. Yine de görmezden ve bilmezden gelmek daha konforluydu. Başını ağrıtmak istemiyordu. Hem alıp karşısına konuşup ne diyecekti ki? Benden hoşlanma, falan mı? Kim kime böyle bir şey diyebilirdi? Emir verir gibi. Sanki insan kendi duygularına gem vurabiliyordu da, şıp diye o kişiye karşı hoşlantısından vazgeçecekti. Var mıydı öyle bir şey? Kendinden pay biçmesi gerekirse, Nağme'ye olan duygularına bir dur diyebiliyor muydu? Kulağa biraz bencilce gelebilirdi ancak Gözde'yle bu konuyu konuşmayı hiç düşünmemişti Tuna. Zaten ona karşı ilgisinin olmadığını her hâl ve hareketinden hissettiriyordu. Zamanla kadının da vazgeçeceğini düşünüyordu. İlgisine karşılık alamayınca başka tarafa yönelecekti. Yani öyle umuyordu.

Gözde sessizce odadan çıkarken elindeki telefonu evirip çeviren Tuna'ya son kez baktı. Acaba hayatında biri mi vardı? Bildiği kadarıyla yoktu. Zaten muhtemelen olsaydı da bir şekilde bilirdi. Asistanıydı sonuçta. Yeri geliyordu, özel hayatıyla ilgili düzenlemeler de yapıyordu. Görev kapsamı genişti. Daha önceki sevgililerine çiçek göndermişliği bile vardı. Öyle biri yoktu hayatında. Ya hayatına yeni biri girdiyse peki? O farkında değilse. Bir şeyler yeni yeni filizleniyorsa? Geç mi kalmıştı? Bunları öğrenmenin şuan için bir yolu yoktu. Bekleyip görecekti. Ancak böyle bir ihtimalin gerçekleşmemesini ummaktan başka çaresi yoktu.

●●●

Camdan dışarı akşamın karanlığına baktı. Günlerdir babasıyla ilgili oradan oraya koşturup yeni bir gelişme beklerken oldukça ümitliydi Nağme. Hâlâ bu ümidini taze tutuyordu. Tuna Bey ona güven vermişti. Bu işin başında duracağını adı gibi biliyordu. Herkes babası için seferber olmuştu, bunu hissedebiliyordu. Tek korkusu geç kalmaktı. Her şey için geç kalmak. Bu kulağa öyle korkutucu geliyordu ki, uzanıp yatağının kenarına oturduğu babasının elini tuttu. Şuan hasta da olsa başlarında bir babaları vardı. Ya ona bir şey olursa, ne yapardı? Nereden güç alırdı? Nasıl dayanırdı onsuzluğa? Kim tutabilirdi ki onun yerini? Kim doldurabilirdi boşluğunu? Ona güç veriyordu babası. Belki komik geliyordu ancak hasta yatağında çaresizce yatarken bile onun varlığı güç veriyordu Nağme'ye. Hâlâ bir şeyleri değiştirebilirim, bir şeyler yapabilirim, hissi veriyordu. Elini sıkan babasına döndü. Bir şey isteyeceğini sansa da yaşlı adamın acınası bakışlarından konunun ne olduğunu anlamıştı.

"Kızım."

"Baba, lütfen." Ne diyeceğini adı gibi biliyordu. Bu konuşmayı defalarca yapmışlardı. Babası iyileşme ihtimaline umutsuz bakıyordu ve bu da Nağme'yi çok üzüyordu. Olsun, ben onun yerine de umut beslerim, dese de bir yerden sonra onun çabalamayı bırakması boşa kürek çektiği hissiyatını veriyordu.

"Ben yoruldum kızım. Gerçekten."

"Baba böyle şeyler söyleme. Ne dersen de, ama bunları söyleme. Bak, çok yaklaştık. Her şey çok güzel olacak diyorum. Sen de buna inansan, bana güvensen olmaz mı?"

"Sana güveniyorum kızım, ama bazı şeyler ne kadar uğraşırsan uğraş olmaz. Elinden bir şey gelmez. Hayatta elimizde olmayan şeyler vardır, bu da öyle bir şey. Bunu kabullensen..."

"Bak lütfen bu kadar umutsuz olma. Bizim umudumuzdan başka bir şeyimiz yok zaten. Bari bunu elimizden alma."

"Sonunu bile bile sana bu kadar yük olmak istemiyorum, hepsi bu." Geleceği öngördüğünü iddia eden adam bilge bir ifadeyle başını salladı. "Sen de anlayacaksın, ama çok geç olacak. O kadar çok ümitlenmiş olacaksın ki, gerçekleri gördüğünde büyük hayal kırıklığına uğrayacaksın. Yere çakılacaksın. Yapma kızım."

"Baba sen bana yük falan olmuyorsun, yeter artık. Çocuk gibi davranıyorsun. Yük ne demek ya? Ben severek bakıyorum sana. İsteyerek yapıyorum her şeyi. Sonunda hayal kırıklığına uğrama ihtimalim mi var? Olsun. Ben hepsini göze aldım anlıyor musun? Beni bunlar korkutamaz."

"Biliyorum canım kızım, meleğim... Biliyorum. Senin ne melek kalpli olduğunu bilmez miyim ben? Hepsini biliyorum. Ama ben diyorum ki, keşke boş versek-"

"Hayır, asla" Ses tonu kararlı ve netti. Gerçek buysa bile duymak istemiyordu. Bazı şeyleri kabullenmek için henüz çok erkendi. Tüm yolları denemiş olması lazımdı pes etmesi için. Birkaç kez deneyince vazgeçecek tipten biri değildi o. Kararlıydı, azimliydi. O istemeden yolundan kimse döndüremezdi onu. Bu yüzden sıkı sıkı tuttu babasının elini. "Sakın bir daha böyle şeyler söyleme baba. Sakın... Sen iyi olacaksın, duydun mu beni? İyi olacaksın. Buna inan. Başka bir şey istemiyorum senden. Sadece buna inanmaya çalış. Gerisini ben halledeceğim." Perdesi aralanmış camdan abisinin geldiğini görünce dolan gözlerini elleriyle sildi ve hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. "Salim abim geldi, yemeği ısıtayım ben."

Birkaç dakika sonra içeri giren Salim önce ayaküstü babasının odasına uğradı. Yaşlı adamın kendisini "Oğlum, hoş geldin." diyerek karşılamasıyla başını salladı. "Hoş bulduk baba, bugün nasılsın?"

"Bugünlerimize de şükür."

"Sen dinlen babam, ben de bir şeyler atıştırayım." Odadan çıktığında etrafa biraz bakındı fakat Serra'yı göremedi. Mutfağa tıkılmış kendisine yemek hazırlayan kardeşine kısık bir biçimde seslendi. "Nağme." Genç kız kaynayan yemeğin fokurtu sesinden ötürü kendisini duymayınca mecburen iki kişinin bile zor sığdığı küçücük mutfağın kapısına geldi. "Nağme."

"Efendim abi?" Adamın bir şeyler söyleyeceği belliydi. Yüzü sirke satıyordu üstelik. Kesin ters bir şeyler olmuştu. "Bir şey mi oldu? Moralin bozuk görünüyor."

"İşten kovdular."

"Ne?"

Alıştıra alıştıra söylemediği için pişman olan adam "Sessiz ol!" diye uyardı kısık sesle. "Babam duymasın sakın. Bu durumdayken bir de benim yüzümden üzülmesin."

"Neden kovdular ki?"

"Ya sadece beni değil, birkaç kişiyi daha çıkardılar işten. Küçülmeye mi gidiyorlarmış ne yapıyorlarmış." Dişlerinin arasından "Cehennemin dibine gitsinler!" diye söylenirken haksız yere kovulduğu için oldukça öfkeli görünüyordu.

"Ne yapacağız şimdi?" Aralarında en olumlu düşünen kişi olmasına rağmen paniklemişti Nağme. Babasının hastalığından ötürü paraya ihtiyaçları vardı. Şimdi ne olacaktı? "Hayır, ben de atanamadım ki bir türlü. Başka bir iş bulayım diyorum ama babama kim bakacak? Hem sen de izin vermiyorsun."

Kızın son cümlesini onaylayan bir ifadeyle "Sakın." diyerek karşılık verdi Salim. "Ben dururken el kapısında çalışmak kız başına sana düşmez. Anca kendi işinde, kendi mesleğinde çalışabilirsin. Başka yerlerde ezdirmem seni. Kimsenin ağız kokusunu çektirmem sana, unut." Diğer yandan düşündü. Mantıken baktıklarında da bu pek akla yatkın değildi. "Hem dediğin gibi, babama kim bakacak? Aklı beş karış havada Serra mı? O kendine bile bakamıyor üstelik günün çoğunluğu okulda."

"Tamam, sen üzülme. Yeni bir iş bulursun. Ben de zaten ücretli öğretmenlik için başvurdum, bir yerden dönüş olursa babamın durumuna da bakarız. Sen sıkma canını artık."

"Bak Nağme babamdan saklıyoruz."

"Tamam dedim ya, merak etme sen."

"Serra demişken..." Etrafa bakınırken "O nerede?" diye sordu merakla. Hava kararınca kardeşlerinin dışarıda olmasından hazzetmezdi.

Nağme ise kardeşinin nerede olduğunu bilmediği hâlde bu yorucu ve kötü geçen günde abisini kızdırmamak adına "Ben onu alışverişe gönderdim, evde birkaç şey eksikti de." dedi. Yalan söylemeyi seven biri değildi ama zaman zaman böyle durumlarda söylemek zorunda kalıyordu. Ailenin huzuru için pembe yalanlar. Keşke kardeşi de onun kadar düşünceli olsaydı da vaktinde gelebilseydi şu eve.

"Bu saatte ne alışverişine gönderiyorsun, günler torbaya mı girdi?"

Abisinin söylentili hâllerine alışan kız "Bugün öyle denk geldi işte abi kusura bakma." diyerek alttan almaya çalıştı.

Ağzının kenarıyla geveleyerek "İyi, tamam." diyen Salim'in bu tarz konularda geri adım atmaya pek niyeti yoktu. Katı kuralları olan biriydi. "Ama bir daha bu saatlerde dışarıda olmayın. Onu da ara gecikmesin bak. Ayar oluyorum böyle şeylere biliyorsun. Bir daha da ne lazımsa bana söyle. Akşama doğru ikiniz de çıkmayın dışarı sakın."

Bezgin bakışlarını gizlemeye çalışırken "Olur, sen merak etme." dediyse de aklı kardeşindeydi. Hangi cehennemdeydi gene? Üstelik abisinin huyunu bildiği hâlde bu düşüncesizliği neden yapıyordu? Onun yüzünden yalan söylemek zorunda kaldığı yetmiyormuş gibi bir de abisinden bir ton laf yemişti bu kız yüzünden.

"Ya sen yemek hazırladın da, ben biraz uzanacağım. Kalkınca yerim artık. Pestilim çıktı bugün."

"Tamam abi, sen uzan dinlen biraz. Yine ısıtırım ben yemekleri dert değil."

Abisinin uzanmak için odaya girmesini izledikten sonra saatine baktı. Gerçekten de abartmıştı artık bu kız. Üstelik Salim'in huyunu bildiği hâlde bu kadar pervasız davranması Nağme'yi zaman zaman çileden çıkarsa da anlayışlı olmaya çalışıyordu. Gençti, canı gezmek eğlenme istiyordu. O hayatın zor ve çetrefilli tarafıyla tanışmamıştı henüz. Büyümemişti. Gençliğini yaşamak istiyordu. Zaman zaman da böyle abartıyordu işte. Ablası olarak biraz tolere edecekti, başka yolu yoktu. Ama bu rahatlıkla at koşturmasına izin vereceği anlamına gelmiyordu. Hele bir eve gelsin, onu uygun bir dille uyaracaktı. Çaktırmadan telefonunu çıkardı ve sessizce aradı Serra'yı. Ulaşamıyordu. İyice meraklandı. Üstelik öfkelenmişti de. "Neredesin Serra? Neredesin yine..." Tam telefonunu cebine sokuşturacakken zil sesiyle heyecanlandı. Serra aramasını görü dönmüş olabilirdi. Umarım başına bir şey gelmemiştir, diye düşünerek ekrana baktı fakat yanlış alarmdı. Arayan Tuna'ydı. Artık adamın da isteğiyle ona bey demek yerine Tuna diye hitap ediyordu. Tabi henüz yeni tanıştığı birine bu şekilde hitap etmek biraz tuhaf hissettiriyordu ama. Neredeyse bir iki haftadır tanıştığı biriyle mesafeyi korumalıydı. "Alo..."

"Nağme, nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"İyiyim. Yani... Aslında ben seni bu saatte aradım ama umarım rahatsız etmemişimdir."

"Hayır, estağfurullah."

Kelimeler boğazından düğümlenmiş gibiydi. Neden onu gördüğünde, sesini duyduğunda böyle kilitlenip kalıyordu? Üstelik kız her ne kadar kibarlık yapsa da bu saatte araması abes kaçmış gibi hissediyordu. Onun bulunduğu ortamda böyle şeyler normal karşılanıyordu ama Nağme farklı bir ortamda yetişmişti. Onun tanımadığı, alışık olmadığı bir ortam. Belli ki Nağme'nin bulunduğu ortamda işler biraz farklı yürüyordu. Artık onun ses tonundan anlayabiliyordu bunu. Her ne kadar kendini tanıtmaya kapatsa da, insanları tanımakta pek de fena olmayan Tuna yavaş yavaş Nağme'yi tanıyordu kendince. "Ya ben ısrarcı olmak istemem, mizacım böyle değil. Ama... Yarın bir kahve içelim mi? Yani eğer müsaitsen."

Onu bir kere reddetmişti zaten. Tekrar reddetmesi kabalık olacaktı ama o yokken babasına kim bakacaktı? En ekstrem durumlarda bile evde kalıp babasına bakması için Serra'yı zor ikna ediyordu. Bir de böyle keyfi bir durumdan ötürü babasını yalnız bırakmak hiç de doğru gelmiyordu ona. "Bilmiyorum ki Tuna, yani..."

"Hadi ama lütfen. Bak rica ediyorum. Hem bana olan kahve borcun böyle böyle artıyor haberin olsun. Bir yerden ödemeye başlamalısın."

Kısa bir düşünme evresinden sonra "Söz vermiyorum." dedi yalnızca. Net bir şey söylemese de açık kapı bırakmıştı. "Yarın haberleşiriz."

Yüzü gülen Tuna mutluluğunun sesine de yansıdığına emindi. "Tamamdır, yarın aramanı bekliyorum. Aramazsan da ben arıyorum."

"İyi akşamlar."

"Sana da." Telefonu kapatınca yatağına uzandı. Tavanı seyrederken telefonuyla çenesinde bir ritim tutturdu. "Zorsun, zor..."

●●●

Aracından inip bahçe kapısından içeri girdiğinden beri evden dışarı dolu taşan müzik sesiyle iç çekti Yağız. Anahtarıyla kapıyı açtığında tam tahmin ettiği gibi bir manzara karşılıyordu kendisini. Yine karısının o meşhur partilerinden birinin ortasına düşmüştü. Kendisinin içeri girdiğini gören evin yardımcısı, elinde kokteyllerle dolu tepsiyi bir kenara bırakıp Yağız'ın ceketini aldı.

"Hoş geldiniz Yağız Bey."

Ağzının içinden bezgince "Hoş bulduk demek isterdim ama..." diye geveledikten sonra "Bu ne hâl böyle?" sorusunu yöneltti.

"Aylin Hanım davet organize etti de konken grubu için."

"Anlaşıldı." Geldiğini gören karısına baş işaretiyle yukarı gelmesini ima etti ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Yatak odasına girerken sıkıntıyla kravatını çıkardı. Ardından içeri giren karısının umarsız duruşu canını daha çok sıkmıştı.

"Yine ne var?"

"Asıl ben sormalıyım bunu." diye karşılık verdi Yağız. "Yine neyi kutluyorsunuz? Her gün her gün neyin partisi bu?"

"Yeni bir şey değil bu, her zamanki gibi-"

"Ben artık akşamları eve geldiğimde rahatça dinlenmek istiyorum Aylin. Huzur istiyorum, anlıyor musun?" Sakinliğini koruyarak kol düğmelerini çözdü. "Bir daha bana haber vermeden insanları toplama."

"Ne yani, sıkıcı mı olayım senin gibi? Ayrıca bu evde yalnızca sen yaşamıyorsun Yağız."

"Bildiğim kadarıyla bu evde sadece sen de yaşamıyorsun Aylin. Ortak bir hayatımız varsa bazı şeyleri birbirimize danışmalıyız. Evli bir kadın olduğunun ayrımına var artık."

"Sen istemiyorsun diye ağız tadıyla eğlenemeyeceğiz de yani, öyle mi?"

"Ben öyle bir şey demedim, bilerek konuyu çarpıtma. Ayrıca memnun değilsen boşanabiliriz. Bak, kapı orada."

Komodinin üzerindeki vazoyu kaptığı gibi öfkeyle yere çaldı kadın. "Her tartışma sonrası bunu yapmaktan vazgeç artık! Beni tehdit etme!"

"Ben tehdit etmem Aylin, yaparım. Bıktım senin bu şımarıklıklarından."

"Ya senin bencilliğine ne demeli?"

"Birincisi, ben bencil değilim. İkincisi, öyle olsam bile bu senin için bir sürpriz olmazdı çünkü ben evlendiğimizden beri neysem oyum. Değişen sensin. Eğer yürümüyorsa zorlamanın anlamı yok. Zira bu evde kedi köpek gibi tartışmamız dışında bir paylaşımımız olduğunu da göremiyorum."

"Senin için boşanma kelimesini telaffuz etmek ne kadar kolay! Hani siz geleneklerinize bağlı bir aileydiniz, ha diye boşanamayacağımızı sen de biliyorsun."

Beklenmedik bir anda "O zaman kendine gel Aylin!" diye patladı adam. Ona göre çok bile dayanmıştı. Karısı öyle üstüne geliyor, tartışma çıksın diye o kadar tahrik ediyordu ki. "Ben böyle bir hayatın içinde yaşamak istemiyorum. Yoruyorsun beni. Evet, bizim ailemizde boşanmak hoş karşılanan bir şey değil. Ama sırf bu yüzden hayatımın geri kalanını heba edecek değilim. Çok damarıma basarsan bazı şeyleri göze alır dediğimi yaparım. Beni bilirsin." Karısının karşı hamle yapmasına müsaade etmeksizin kapıdan çıktı ve çalışma odasına doğru yürüdü.

Aylin ise suçun kendisinde olduğunu asla düşünmüyordu. Tüm bu huzursuzlukların, anlaşmazlıkların çocuk yüzünden olduğunu düşünüyordu.

Aynı zamanda çalışma odasına kapanan Yağız da sevgiyle başlayan bu ilişkinin zamanla bir iş anlaşmasına dönüştüğünün farkındaydı ve bu canını sıkıyordu.

...

*

Öneri vakti! Bu hikâyemi beğeniyle okuyanlar için farklı bir kurgu daha öneriyorum.

- Merak ettiğim defter dolu kutuya eğildim. İlk rastladığım defterin yine ilk sayfasını çevirdiğimde merakımı daha da kamçılayan bir söz yığını karşılamıştı beni.

"Adımı bilmeni istemiyorum. Hikâyemi bil yeter." -

Hikâye Adı: TAVAN ARASI

Kullanıcı Adım: -BuzlarKralicesi

Göz atacak olanlara keyifli okumalar dilerim.

Loading...
0%