Yeni Üyelik
6.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 3/2

@buzlarkralicesi

-3- / 2

Karşısındaki adamın direkt gözlerine bakmamak için etrafı süzüyordu Nağme. Buraya neden geldiğine dair en ufak bir fikri bile yoktu. Sadece onu bir kez daha reddetmenin ayıp olacağını düşündüğü için buradaydı. Ya da öyle sanıyordu. Buraya gelerek, bu davete icabet ederek doğru mu yoksa yanlış mı yapmıştı bilmiyordu.

Tuna ise genç kızın bu defa davetine olumlu yanıt vermesinden büyük memnuniyet duyuyor ve bunu gizlemiyordu. Aslında hiç ümidi yoktu başta. Hatta kızın kendisinden hoşlanmadığını düşünüyordu. Ancak bu buluşmanın gerçekleşmesi ufacık da olsa cılız bir umut yeşertmişti yüreğinde. Kim bilir, belki aradığı kadın karşısındaydı. Doğru kadın oydu. Buna emin olmak için çok erkendi, henüz yolun başında bile değildi. Ancak emin olmak için de karşısındaki kişiyi tanıması gerektiğinin farkındaydı. Bu yüzden dürüst bir biçimde niyetini açmaktan çekinmiyordu. Kendisiyle göz kontağı kurmaktan çekinen kızın yüzünde gezdirdi bakışlarını ve hiçbir girizgâh hazırlamaksızın konuya girdi. "Buraya seni neden çağırdığımı merak ediyorsun doğal olarak. Tüm sorularına yanıt olacağım." Nazik bir öksürükle boğazını temizledikten sonra derin bir nefes aldı. "Nağme, ben konuyu uzatmayı, eveleyip gevelemeyi sevmem. Zaten beceremem de. Bu yüzden sana açık olacağım. Tahmin edebileceğin gibi, sana karşı bazı duygular hissediyorum. Biliyorum, çok erken bulacaksın, hızlı ve ani oldu bunun da farkındayım. Ama beklemek benim için vakit kaybından başka bir şey olmayacaktı. Seni tanımak istiyorum. İlk günden beri beni etkiledin. Güçlü duruşun, konuşma tarzın, olgunluğun..."

Olayların bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin etmeyen Nağme ise çok geç olmadan "Ama-" diyerek araya girmek istedi fakat anladığı kadarıyla adamın durmaya pek de niyeti yoktu.

"Lütfen, sözümü kesme. Zaten cesaretimi toplamam çok kolay olmadı." Genç kızın da kendisine boş olmadığını, duygularına karşılık vereceğini düşünmek istedi o an. Diğer türlüsü onu gerçekten üzecekti. "Eğer sen de bana karşı en ufak bir şey hissediyorsan... Yani tamam, henüz beni tanımadığın için benim kadar yoğun şeyler hissetmeni beklemiyorum ama en ufak bir his varsa bana karşı, bu duyguların adını koyalım mı birlikte? Tabi eğer sen de benimle aynı hisleri paylaşıyorsan."

Nağme biraz düşündü. Onu tanıdığı ilk anda ne kadar hoş biri olduğunu fark etmişti, aklından böyle bir düşünce geçmişti doğru. Ama ona karşı etkilenme, hoşlanma ve benzeri duygular hissetmemişti. Sıradan bir beğenmeydi onunkisi. Hoş adam, demişti yalnızca. Olayların buralara kadar geleceğini düşünmemişti. Hem hoşlansa bile ne değişecekti ki? Sağlıklı bir ilişki yaşayabilecek durumda değildi şuan. Başta kafası rahat değildi. Aklı karışıktı, zor bir hayatı vardı. Geçim sıkıntısıyla savaşırken babasının hastalığı onu yeterince düşündürüp yıpratıyordu. Tüm bunların arasında başını kaşıyacak vakti bile yokken bir ilişki yaşaması mümkün müydü? Bunları az çok Tuna'nın da biliyor olması gerekirdi aslında. Bazı şeylerin o da farkındaydı. Birbirilerinden farklı hayatlar yaşadıklarını, dolayısıyla dertlerinin boyutunun bile dağlar kadar farka sahip olduğunu görüyordu herhâlde. En azından görüyor olması gerektiğini düşünüyordu Nağme. Yine de tüm bunları Tuna'ya kibar bir dille anlatmayı deneyecekti. "Tuna bak, açıkçası önce şunu bilmelisin ki benim hiç de kolay bir hayatım yok. Tahmin edersin ki birden çok problemle başa çıkmam gerekiyor. Üstelik dert benimle bitmiyor. Yalnızca kendimi değil, ailemi de düşünmek zorundayım. Takdir edersin ki böyle bir durumda birine karşı duygular beslemeye, onu tanımaya ne vaktim ne de imkânım yok şuan."

"Seni anlıyorum. Ama en azından bir şans verebilirsin değil mi? Birbirimizi tanımaya çalışabiliriz."

"Bilmiyorum Tuna."

Kestirip atmaya son derece müsait olan kızı ikna etmesi gerekeceğini tahmin etmişti doğrusu. Hemen evet diyebilecek biri olduğunu daha ilk andan anlamıştı. "Hemen hayır deme, biraz düşün. Ve düşünürken kendine şunu sor, doğal şartlarda yani tüm bu sorunlar yokken beni tanımak ister miydin?"

"Bak, şunu itiraf edebilirim ki ilk karşılaşmamızda senin hakkında olumlu düşüncelerim olmuştu. Ancak özel biri olarak değil. Yani senin gibi yoğun duygular beslemiyorum sana karşı."

Bunu duyduğuna gerçekten mutlu olmuştu Tuna. Duygularının tek taraflı olmadığını, belki de bir karşılığı olabileceğini düşünmek heyecanlandırmıştı onu. "Emin ol bu kadarı bile bana yeter Nağme. Sadece düşün."

"Asıl sen düşün. Böyle kaos dolu bir hayata adım atmak istiyor musun? Çünkü evet desem de normal bir ilişkimiz olmayacak. Her görüşmek istediğinde görüşemeyeceğiz mesela. Birbirini tanımaya çalışan iki normal insan gibi gezip tozamayacağız, kaliteli zaman geçiremeyeceğiz her zaman. Diğer kız arkadaşlarınla işler nasıl gitti bilmiyorum ama benim hayatım hem çok karışık hem de zor. Bunu bil ve iyi düşün. Sonra bir ilişkiye başladığımızda bunlar senin için büyük sorunlar doğurabilir." Masadan kalkmak için hazırlandı, ceketini giyip çantasını eline alırken "Hoşça kal." dedi ve adamın herhangi bir cevap ya da tepki vermesini beklemeksizin kafeden çıkıp gitti. Her şeyi açık açık konuşmuştu. Artık düşünmesi gereken kişi kendisinden çok Tuna'ydı. Hiçbir şeyin kolay olmayacağını bile bile evet der miydi ki?

Sessizce genç kızın gidişini seyrettikten sonra masada yalnız başına kalan Tuna ise dalgın ve düşünceliydi. Ne istediğini bildiğini sanıyordu ancak Nağme'nin sözleriyle alt üst olmuştu. Buraya Nağme'ye bir karar vermesi için onunla konuşmaya gelmişti. Aynı duruma kendisinin düşeceğini, düşünmesi gerekenin aniden kendisi olacağını hiç tahmin etmemişti. Tüm sorumluluğu üzerinde hissetmek karmaşık duygulara sürüklemişti onu.

●●●

Kahvesini yudumlayan annesine kollarını kavuşturmuş bir biçimde bakıyordu Aylin. Çok dalgın ve düşünceliydi. Karmakarışıktı. Düşündükçe işin içinden çıkamıyordu. Bir çözüm yolu bulamıyordu. Çaresizdi. Bir çıkış yolu yok gibiydi. Bu sorunun bir çözüm formülü olmamasından korkuyordu. Öyle zor zamanlar geçiriyordu, bu sorunu kafaya öylesine takmıştı ki artık annesiyle bile sabah akşam bu konuyu konuşur olmuşlardı. Tüm gündem buydu sanki. "Artık ne yapacağım bilmiyorum anne. Yağız gittikçe benden uzaklaşıyor. İpleri koparması an meselesi. Çocuğumuz olsaydı bu kadar kolay kestirip atamazdı sen de biliyorsun. Annesi de hep başıma kakıyor. Eskiden bu kadar takmazdım ama gittikçe daha dayanılmaz bir hâl alıyor anne."

"Ne seviyesiz, düşüncesiz bir kadın bu? Problem kendi oğlunda olsaydı da böyle pervasız davranabilecek miydi acaba? Hiç sanmıyorum"

"Bu çocuk meselesiyle ilgili Yağız'a da baskı yapıyor. Resmen boşanalım diye oğlunun gözünün içine bakıyor ya. Bu şekilde daha ne kadar dayanabilirim, bu evliliği tek başıma nasıl yürütebilirim bilmiyorum."

Kahvesinden bir yudum daha alan kadın düşünceli bir şekilde suskunluğunu bozdu. Gözlerini kısarak kızına baktı ve düşünmeden aklından geçenleri söyledi. "Süheyla'yla konuştum geçen gün. Bir yakını da böyle bir durumdan mustaripmiş. Ne yaparlarsa yapsınlar çocuk sahibi olamamışlar."

Muhabbetin nereye bağlanacağını merak eden Aylin bir çözüm yolu bulabilmenin heyecanıyla "Eee?" diye sordu.

"Senin için ne kadar uygun bir çözüm olur kuşkuluyum kızım, ancak böylesine çaresiz oluşundan cesaret alarak bunu paylaşmak istiyorum."

Sabırsız bir ifadeyle "Nedir anne, söyle!" dedi yalnızca. Annesinin tereddütlü ifadesini görünce ısrarcı oldu. "Aman Allah aşkına anne, görmüyor musun neler yaşadığımı? Kocamı kaybetmek üzereyim, hangi durum bundan kötü olabilir?" O an ne diyeceği umurunda bile değildi. Olayın sadece çözüm kısmında takılıp kalmıştı. Nasıl bir çözüm olduğundan çok, bu sorunun bir çözümü olduğuyla ilgileniyordu o an. Merakla beklediği hâlde sessizliğini koruyan kadına "E hadi söyle, neymiş?" diyerek sorusunu tekrarladı.

"Bir kadınla anlaşmışlar taşıyıcı annelik için. Bu tür şeylerin bizim ülkede yasal olarak pek karşılığı yok. Yaygın bir çözüm de sayılmaz. Ama ben duyduğumu söylüyorum kızım. Madem bu kadar çaresizsin, bir düşün bunu."

Aylin duyduklarından pek memnun olmasa da ciddi ciddi düşünüyordu. Şuan seçim yapabilecek kadar rahat bir konumda değildi. Evliliği sallantıdaydı ve bu çocuk meselesi büyük bir sorun hâlini almıştı. Günün birinde bu evlilik biterse boşanma sebebinin kendisinden kaynaklanan bu sorun yüzünden olması her şeyden daha katlanılmazdı onun için. Bu yüzden denize düşen yılana sarılır, diye düşünüyordu.

Aralarında uzunca bir süre oluşan sessizliği bozan annesi Canan Hanım olmuştu. "Ne oldu, sustun?" Bir torununun olmasını elbette kendisi de istiyordu. Ancak böyle bir şey yüzünden kızına baskı kurmayı, hem de çözümü olmayan bir durum yüzünden kızının evliliğini bozma pahasına bu konuda ısrarcı olmayı hiç doğru bulmuyordu. Yağız'ın annesi Semiha Hanımın da bunu neden yaptığını pekâlâ anlayabiliyordu. Tabi ki torununun olmasını hatta oğlunun soyunu sürdürecek tercihen bir erkek evlat olmasını çok istiyordu ancak bu baskı ve ısrarın altında yatan en önemli sebeplerden biri de Aylin'i asla gelini olarak kabul etmemiş olmasıydı. Buna adı gibi emindi. "Sana bunun kolay ve uygun bir yol olmadığını söylemiştim."

Aklı yatmasa da şuan için daha iyi bir fikri olmadığından bu fikre sıcak bakmaya çalışıyordu. "Ben bir Yağız'la konuşayım, sonra tekrar gündeme getiririz bu konuyu."

Ağzının kenarıyla alaycı bir biçimde güldü Canan Hanım. "Kocan gibi eski kafalı bir adamın böyle bir şeyi kabul edeceğini düşünmüyorsun herhâlde? Hele annesi..."

"Başka şansım var mı? Hayır, eğer daha iyi bir çözüm yolu varsa şimdi paylaşmanın tam sırası." Annesinin kararı sana bırakıyorum, manasına gelen bakışlarından sonra gözlerini pencereden dışarıdaki şehir manzarasına dikti.

●●●

"Tamam, sen gerekeni yaparsın."

Kısa bir iş görüşmesinden sonra telefonu kapattı adam. Günlerdir kendini tekrarlayan kâbuslarının başkarakteri hakkında kafasını kurcalayan bazı soru işaretleri vardı. Sürüncemede kalan şeylerden nefret ederdi, bu yüzden tüm bu pürüzleri ve tereddütleri ortadan kaldırmalıydı. En ufak bir şüphe kırıntısı bile kalmamalıydı aklında. Asistanına en güvendiği adamı İbrahim'i çağırması için talimat verdi. İsteği üzerine adamının gelmesi ise yarım saatten fazla sürmedi. Kapı çalar çalmaz gelenin İbrahim olmasını umarak "Gir." dedi yalnızca. Önündeki dosyalara göz gezdirirken gelen kişi hakkındaki tahmininde yanılmadığını görmek memnun etmişti kendisini. Çünkü bu konunun daha fazla bekletilebilir bir yanı yoktu. Gördüğü kâbuslar bir işaret olabilirdi, olmasa bile şüphe tohumları içine atılmıştı bir kere. Gerçeği net bir şekilde öğrenmeden asla rahat edemeyecekti.

"Beni arzu etmişsiniz Yağız Bey."

"Evet, otur bakalım." İbrahim karşısındaki koltuğa oturur oturmaz lafı dolandırmadan konuya girdi. "Senden birini aramanı istiyorum. Ama kapsamlı bir araştırma olmalı bu."

"Tabi Yağız Bey, ismi nedir?"

"Adı Mehmet Sönmez." Sonuca odaklanmış bir biçimde oturduğu koltuğa yaslandı. "Ne kadar sürede tatmin edici bilgiler getirebilirsin?"

"Hakkında ne bilmek istiyorsunuz?"

"Her şeyi."

"O zaman... Biraz uzun sürebilir. Kapsamlı bir araştırma olacak çünkü. Tüm kaynaklardan araştırmam gerekecek."

"Sen bilirsin işini. Ama fazla uzatma, bir an önce bir şeyler getir önüme. Bilirsin, beklemeyi sevmem. Ve bu konuda acil bilgiye ihtiyacım var. Yani tüm işlerini bırakacaksın, tüm gücünü bu araştırmaya vereceksin."

"Siz hiç merak etmeyin, elimden geleni yaparım."

Kendine güvenen, net bir tavırla "Elinden geleni değil, en iyisini yap." diyerek ısrarcı oldu Yağız.

"Emredersiniz Yağız Bey."

Bir süre yardımcısına baktıktan sonra "Çıkabilirsin." diyerek masasındaki dosyalara çevirdi bakışlarını. Odada yalnız kalıp çalışmak için uğraşırken aklı hâlâ gördüğü kâbusun anlamını düşünmekle meşguldü. Acaba sıradan bir kâbus muydu yoksa bir işaret mi? Öğrenmesi zaman alacaktı.

...
 

YAZAR NOTU: Yeni kapağımızı beğendiniz mi? :)

Loading...
0%