Yeni Üyelik
8.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 4/2

@buzlarkralicesi

-4- / 2

Sabah kahvaltısında da durum pek farklı değildi. Aylin ve Yağız'ın bulunduğu kahvaltı masası oldukça sessizdi. Karı koca sükûnet içerisindeydiler. Yağız her ne kadar konuşacak bir şeyi olmamasından dolayı sessizliğini korusa da, Aylin bazı şeyleri konuşmak için cesaret topluyor gibiydi. Suskunluğunun geçerli bir sebebi vardı işin doğrusu. Ancak bu durumu kocasına nasıl açacağını pek bilmiyordu. Aslında konuşmak için doğru zamanı beklemişti ancak böyle bir şey için doğru bir zaman olur muydu? Şüpheliydi doğrusu. Bu yüzden direkt konuya girmeyi tercih etti. "Yağız."

Kahvaltı esnasında karısına göz ucuyla bile bakmayan, tüm dikkatini yemeğe veren genç adam "Efendim." dedi yalnızca. Karısının hesaplarından ya da planlarından habersizdi ama dün geceden beri bir karın ağrısı olduğunun pekâlâ farkındaydı. Onu ne zaman neyi niçin yaptığını anlayabilecek kadar tanıyordu.

"Biz geçen gün annemle konuştuk." Bu cümle kocasının pek ilgisini çekmemiş olacaktı ki, kafasını kaldırıp devamını sormamıştı bile. O da Yağız'ı sürece hazırlama fikrini bir kenara bırakıp konuyu tüm çıplaklığıyla göz önüne sermeye karar verdi. "Bu bebek meselesiyle ilgili." Derin bir nefes aldı. Şimdi tam sırasıydı. "Bir çözüm varmış."

Yağız'ın yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı. Anlaşılan Aylin ve annesinin bulduğu bir çözüme bel bağlamıyordu. "Neymiş?" Konunun iç yüzünü bilmeden olaya pek ilgili yaklaşmamalıydı. Ayrıca uzun zaman düşünmüşlerdi, bir çözüm yolu aramışlardı. Tedaviler sonuç vermezken, doktorlar bile çaresiz kalmışken şimdi nasıl bir çözüm bulmuş olabilirdi ki bu iki kafadar? Bu hususta umudunu kaybedeli çok olmuştu. Evlilikleri çoktan çatırdamaya başlamıştı.

"Taşıyıcı annelik."

"Anlamadım?"

Sonunda kocasının ilgisini çekmeyi başarmıştı anlaşılan. Elindeki çatalı usulca bırakan Yağız'a baktı umutla. "Annem bu şekilde çocuk sahibi olan bir yakınından bahsetti."

Duyduğundan emin olmak için "Taşıyıcı annelik." diyerek teyit etti.

Gözleri parlayan kadın hevesle "Evet." yanıtını verdi yalnızca. Olumlu bir reaksiyon bekliyordu ancak kocası olaya pek de olumlu bakıyor gibi değildi.

"Böyle dâhiyane fikirler hep annenden çıkar zaten."

"Durduk yere anneme niye saldırıyorsun şimdi? Bizim iyiliğimizi istiyor."

Sakin bir biçimde dudaklarında gezdirdiği mendili masaya bırakırken sakince "Eminim öyledir." dedi ve masadan kalktı. Kendisi gibi geleneklerine bağlı biri için bu son derece aptalca bir fikir gibi görünüyordu. Hem bu iki kişinin doğal yollar sonucu bebek sahibi olmasıyla aynı şey değildi ki. İlişki, iki kişinin arasında yaşanan bir şeydi, anne baba olmak da böyle olmalıydı. En azından şuan için böyle düşünüyordu. Üstelik artık gelecekte bir çocuğu olacaksa bunun annesi Aylin mi olmalıydı, ciddi ciddi bunu sorgulama yoluna da gitmişti kendi içinde. Çünkü Aylin anne olabilecek olgunluğa erişmiş biri değildi. Sırf evliliğini kurtarmak için anne olmak istemesi de çok zorlama duruyordu üzerinde.

Masadan kalkmış giden kocasına "Bir şey demeyecek misin bu konuda?" diye sordu Aylin. Son bir umuttu onunkisi.

"Ne diyeyim Aylin? Evde boş boş şeyler kurup geliyorsunuz. Böyle aptal aptal fikirlerle gelme karşıma lütfen." Donuk gözlerle bakan karısını ardında bırakıp dosyalarını aldı ve ceketini giyip evden dışarı çıktı. Aracına bindiğinde baba olmanın nasıl bir duygu olduğunu uzun uzun düşündü yol boyunca. Bir gün bu duyguyu tadabilecek miydi? Evliliği bile yolunda gitmezken nasıl bu konudan bağımsız olarak baba olmayı düşünebiliyordu kendine bile şaşıyordu doğrusu. Ancak içindeki bu yoğun isteğe karşı duramıyordu artık. O da bir ailesi olsun istiyordu. Bu duyguyu er ya da geç yaşamak istiyordu. Babalık duygusunu yaşamadan ölmemeliydi.

Ancak annesi olmasını isteyebileceği bir kadınla olmalıydı bu. Öyle yoldan geçen biriyle değil. Ve bunun için de önce Aylin'den boşanmalıydı. Bu konuyu annesine açarsa alacağı yanıtı şöyle böyle tahmin edebiliyordu. Fakat artık durumun idare edilebilecek bir yanı kalmamıştı. Aynı evde iki düşman olmaktansa, bu esarete herkes için bir son vermek en iyisiydi.

●●●

Babasının yastığını özenle düzelttikten sonra şefkatle "Rahat mısın babacığım?" diye sordu Nağme. Yaşlı adamın yüzündeki küçük tebessümle rahatladı.

"Evet yavrum, gayet iyi. Teşekkürler."

Yine her zamanki yerine, babasının yatağının kenarına kuruldu. "İlaç saatin geliyor. Önce yiyecek bir şeyler hazırlayayım sana. Canın ne istiyor?"

"Sen ne yaparsan yerim ben kızım. Senin elinden her şeyi yerim."

Küçük bir çocuğu sever gibi şefkatle başını okşadı babasının. "Babacığım..." Bir şeyler hazırlamak için mutfağa giderken telefonu çaldı. Arayan Tuna'ydı. Tabi ya, bunu tamamen unutmuştu. Tuna'yla aralarında gelişecek olan adı konmamış bu duyguya alışması zaman alacaktı. Daha fazla bekletmemek adına aramayı yanıtladı. "Alo."

"Nağme, merhaba."

"Merhaba, nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"Ben de iyiyim, teşekkürler."

Girizgâhı geçtiklerine göre asıl niyetine geçebilirdi adam. "Şey... Ben aslında sana bir şey sormak için aradım. Eğer müsaitsen bugün bir şeyler yapalım mı?"

Dakika bir, gol bir. Böyle olacağını tahmin ediyordu en başından. Neden hayır dediğini sanıyordu ki karşısındaki adam? Bir ilişkiye hazır değilim derken bir nevi bunları kast etmişti Nağme. Onun gezip tozmaya, biriyle vakit geçirmeye fırsatı yoktu. Gününün çoğu babasıyla ilgilenerek geçiyordu zaten. Tüm bunları hiç yaşamayan birine anlatması elbette çok zordu. "Babamın yanında kalmam gerekiyor."

"Bir sen mi varsın? Kardeşine bıraksan..."

"Evde yalnızca ben varım." Adamın farkında olmadan bu düşüncesiz, umarsız konuşması hoşuna gitmemişti Nağme'nin. Bir şeyler yolunda gitmeyecekti, hissediyordu. Ondan etkilendiği bir gerçekti, ancak durumunu ve nelerle boğuştuğunu bilen hatta buna en yakından şahit olan bu adama derdini anlatmak daha çok canını sıkıyordu. En azından biraz anlayış gösterebilirdi. Başından bunları konuşmuşlardı zaten. Bilmediği, tahmin etmediği bir şey değildi ki bu.

"Peki, sonra görüşürüz o zaman."

"Tamam, görüşürüz."

Telefonu kapatan Tuna ise koltuğuna yaslandı sıkıntıyla. Şirketteki pencereden dışarı baktı usulca. O kalabalık manzaraya dalıp gitti. Nağme'yle bir şeylere başlamak istiyordu ancak genç kız bunun için bir fırsat yaratmasına izin vermiyordu. Onunla gönlünce görüşemiyor olmak canını sıksa da daha en başından su koy vermemesi gerektiğinin farkındaydı. Sonuçta böyle şeylerin olabileceğini oturup etraflıca konuşmuşlardı. Bunları bekliyor olmalıydı. Dolayısıyla Nağme'ye daha anlayışlı yaklaşması gerektiğinin farkındaydı.

●●●

Babasına yemeğini yedirip ilaçlarını içirdikten sonra uyuduğunu seyretti Nağme. Odaya sessizlik çökünce can sıkıntısından pencereden dışarı bakınmaya başladı. Diğer yandan kolundaki saate bakıyordu ara sıra. Serra'nın okuldan eve geldiği saatlerdi. Bir süre dışarıya bakmaya devam ederken evlerinin önünde lüks bir araç durdu. Merakını cezbetmişti doğrusu. Kim olabilirdi ki evlerinin önünde park eden aracın sahibi? Pek mantıklı gelmiyordu. Hele ki araçtan Serra inince şaşkınlığı daha da arttı. Ne işi vardı onun böyle bir araçta? Biraz dikkat kesilip aracın sürücü koltuğundaki adamı inceledi. Hiç de Serra'nın sınıf arkadaşı olabilecek yaşta görünmüyordu. Ayrıca adam şoför olsa da kardeşinin okulunda maddi durumu bu kadar iyi birinin ne işi olabilirdi ki? Az sonra sorularının hepsi cevap bulacaktı. Bu durum hiç hoşuna gitmemişti. Hem de hiç.

Dış kapıya yöneldi, Serra tam anahtarını kilidin içinde çevirirken atik bir biçimde kapıyı açtı genç kız. Hiçbir şey olmamış gibi içeri giren kardeşinin rahatlığı sinirine dokunmuştu. Aptal yerine mi koyuyordu kardeşi onu? Kör mü sanıyordu ablasını?

"Senin kapının önünde ne işin var ki?"

"Geldiğini gördüm ve kapıyı kendim açmak istedim." Bu cümlesi bile Serra'da herhangi bir utanma, panik duygusu uyandırmadığı gibi açıklama yapma gereksinimi bile duymamıştı. "Kimdi o indiğin arabadaki?"

"Arkadaşım."

Onun umursamazlığı canını sıksa da sabırlı yaklaşmaya çalıştı. Aksi hâlde her türlü yaklaşımı ters tepiyordu. "Öyle arkadaş olmaz Serra, bakışlarını ve ona davranış şeklini gördüm!"

"Ne uzatıyorsun ya?"

Şok olmuştu. Önce geçen akşamki konuşma tarzı, şimdiki umarsız ve hırçın tavırları... Kız kardeşini tanıyamıyordu Nağme. Ne yapmaya çalıştığını, derdinin ne olduğunu anlayamıyordu. Ve endişeleniyordu. Çok endişeleniyordu. Üstelik kardeşinin ters davranışları sabrını köreltmek üzereydi. "Benimle düzgün konuş Serra, ben senin ablanım!" dedi dişlerinin arasından. Sertçe koluna yapıştı kardeşinin.

"Kolumu bıraksana ya!"

"Utanmadan buraya kadar gelmesin o araba, bak abim görürse gebertir biliyorsun Serra. Sonra elinden ne ben ne de başkası alamaz seni. Böyle yaşıtın olmayan ney düğü belirsiz insanlarla da görüşme bir daha!"

Alaycı bir ifadeyle "Tamam mürebbiye hanım." diye karşılık verdi Serra. Artık ne abisinin görme korkusu ne de ablasının nasihatleri umurunda değil gibiydi. Hatta Nağme'nin söylenerek ortak kullandıkları odaya doğru yürümesi bile içinde bir korku, çekinme veya buna benzer bir duygu hissettirmiyordu.

Nağme ise artık bu kızla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. O büyüdükçe dertleri de büyüyordu. Bambaşka iki insan hâlini alıyorlardı. "Allah'ım sen bana sabır ver, sen ıslah et." diye söylenirken sabah Serra'nın oraya buraya saçıp dağıttığı kıyafetleri katlıyordu. Telefonu çalınca arayanın yine Tuna olabileceği düşüncesiyle ağır hareket etti. Onunla ve ısrarlarıyla uğraşmak gözünde büyüdükçe büyüyordu. Telefon ekranına bakıp arayanın Doktor Erkin Bey olduğunu görünce hem rahatladı, hem de heyecanlandı. Babasıyla alakalı bir gelişme mi olmuştu acaba? Yine ümitlenip hayal kırıklıklarıyla yere çakılmak istemiyordu. O yüzden biraz sakinleşmeye çalıştı ve telefonu açtı. "Alo."

"Nağme Hanım, merhaba. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın ama önemli bir görüşme söz konusu."

Kalbi ağzında atıyordu sanki. Heyecanını dizginleyemiyordu artık. "Nedir?" Derin bir nefes alıp doktorun söyleyeceklerini sabırla bekledi. Fakat bir süre aralarında sessizlik hâkim olunca kendini tutamadı. "Şimdi durduk yere ümitlenmek de istemiyorum ama... Yoksa düşündüğüm şey mi?"

"Öncelikle fazla heyecanlandırmak istemem ama babanız için bir donör bulundu."

"Ne?" Duydukları hayal gücünün uydurması değildi inşallah. İnsan bir şeyi çok isteyince aklında o şey olmuş gibi hayaller uydururmuş ya, umuyordu ki bu onlardan değildi. Gerçek olmasını bundan daha çok istediği bir şey yoktu şuan. "Gerçek mi bu duyduğum?"

Nağme'nin sevincine ortak olarak gülümsedi Doktor Erkin. "Evet, bu doğru."

"İnanamıyorum! Bana dünyaları verdiniz şuan, gerçekten." İnanılmaz sevinmişti genç kız. Bu duygularının tarifi yoktu şuan. Son zamanlarda hiçbir şeye bu kadar sevinemezdi, buna emindi.

"Yarın gelirseniz daha detaylı konuşuruz."

"T-Tamam, yarın ilk iş geliyorum. Çok... Çok teşekkür ederim doktor bey, çok sağ olun!" Telefonu kapatırken bu görüşmeden önceki tüm öfkesi geçip gitmişti. Evde aniden bir bayram havası oluşmuştu.

Ayakları yere basmıyordu sanki. Bu muhteşem haberin onun hayatı için ne tür kapılar açacağından habersiz bir biçimde havalara uçuyordu bir kelebek gibi.

...

Loading...
0%