Yeni Üyelik
10.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 5/2

@buzlarkralicesi

-5- / 2

Evin kış bahçesinde annesiyle oturmuş kahvesini yudumlarken karşısındaki kadının meraklı ve heyecanlı bekleyişinin farkındaydı. Vereceği cevaba annesi Canan Hanımın hiç de şaşırmayacağını biliyordu. Belki de Yağız'ı, kocasını ondan bile iyi tanıdığını kabul etmeliydi. Ne de olsa kendisi kocasının bu taşıyıcı annelik fikrine sıcak bakabileceğine dair ümit beslerken annesi kati suretle adamın böyle bir şeyi kabul etmeyeceği tahmininde bulunmuş, nihayetinde kehaneti doğru çıkmıştı. "Bu taşıyıcı annelik fikrine çok soğuk baktı Yağız."

Kadın beklediği cevabı alınca hevesi kırılmış bir biçimde sırtını yasladı ve bilmiş bir tavırla kollarını kavuştururken "Ben söylemiştim sana." demekten geri durmadı. Sonuçta damadı Yağız'ı bunca yıldır tanımıştı. Onun geleneklerine bağlı, biraz da geri kafalı biri olduğunu analiz etmiş, anlamıştı. Bazı şeylere kati suretle tepkili yaklaşımı çok da şaşırtmıyordu artık. "O eski kafalı kocandan da farklı bir şey beklenemezdi zaten."

"Yapma anne."

"Yalan mı Aylin? Sanki mağara insanı gibi davranan kocanı tanımıyoruz."

"Anne abartıyorsun şuan."

Aylin'in kocasını koruma çabalarını duymazdan gelip sonuca odaklandı. "Eee ne yapmayı düşünüyorsun şimdi?"

Oldukça kararlı ve kafayı bu fikre takmış görünüyordu Aylin. Bunca zaman bir bebeği olsun, kocasına bir erkek evlat versin de kayınvalidesinin çenesini kapatsın diye çok uğraşmıştı ama olmadı. Ne denediyse, hangi yola başvurduysa bir türlü sonuç alamamıştı Aylin. Her çözüm başarısızlığa uğratmıştı onu. Şimdi yeni bir şansı vardı ve bu defa da kocası taş koyuyordu yoluna. Bu fırsatın kaderini Yağız'ın aptalca düşüncelerine, mantıksız kararlarına bırakamazdı. Gözünü karartmıştı. "Bu işin başka yolu yok anne, ne yapıp edip Yağız'ı ikna edeceğim."

Bu konuda pek de umutlu ve inançlı olmayan Canan Hanım "İyi bakalım." demekle yetindi. Kızının boşa kürek çektiğini düşünüyordu. Başından beri o adamı kızının yanına yakıştıramamıştı ama elinden pek de bir şey gelmemişti. Şimdiyse Aylin'in evliliğinde ne kadar mutsuz olduğunu, bu umutsuz evlilik için ne kadar beyhude bir çabaya girdiğini görebiliyordu ve bir anne olarak bu durum onu üzmüyor da değildi. "Bana kalırsa boşa kürek çekiyorsun ama..."

Annesinin Yağız ve evliliği hakkındaki sözlerine kulak asmayı bırakalı çok olmuştu. Bu yüzden söylediklerine kulak tıkadı Aylin. O asıl kocasını nasıl ikna edeceğine odaklanmalı, onu düşünmeliydi. Bir yolunu bulup Yağız'ın fikrini değiştirmeli, bu konuya sıcak bakmasını sağlamalıydı.

●●●

Tuna'nın çalıştığı şirketin kapısından giren Nağme ise bomboş hissediyordu. Aklı ve duyguları karışıktı. Nasıl hem bu kadar boş hissederken kendi içinde böylesine karışık olabiliyordu anlamıyordu doğrusu. Tuna'yla ve başlamaya çalıştıkları ilişkiyle ilgili kafasında sürekli soru işaretleri vardı. Bir şeyler tam oturmuyordu sanki. Bir yerde hata yaptığını hatta daha da ileri gidip yanlış bir karar verdiğini düşünüyordu zaman zaman. Tüm bunları kafasından kovmaya çalışırken merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Aynı zamanda aradığı kişinin, Yağız'ın asansörle aşağı indiğini elbette bilemezdi. Kimse böylesi bir tesadüfün olabileceğini düşünmezdi. Nağme merdivenlerden yukarı çıkarken Yağız asansörle aşağı inmişti ve ikisi de çakışmadan yollarına gitmişti. O an karşılaşmış olsalar dahi birbirilerini tanımayacakları aşikârdı. Kader onları aynı yolda çakıştırmak için doğru zamanı kolluyordu. Tuna'nın asistanıyla görüşen Nağme "Tuna Bey toplantıdan çıktı mı?" diye sordu.

Genç kızı merakla süzen Gözde ise kısa ve öz bir biçimde "Henüz değil." yanıtını verdi. Nezaketini bozmasa da böyle bir kızla Tuna'nın ne işi olabileceğini düşünmeden edememişti. Giyimine kuşamına bakılırsa hiç de onların dünyasından biri değildi. Tamamen farklı bir yerden geliyor gibiydi. Ne böyle prestijli bir yerde çalışan insanlarla, ne de Tuna ve onun gibi kişilerin etrafında olan insanlarla benzerlik göstermiyordu. Açık konuşmak gerekirse, onlarla uzaktan yakından alakası yoktu.

"Tamam, teşekkürler."

"Beklerken bir şey içmek ister misiniz?"

Kibar bir biçimde tebessüm ederek "Hayır, teşekkürler." dedi Nağme. Kimseyle gereğinden uzun konuşmak istemiyordu burada. Herkes ve her şey yabancıydı ona. Kendini rahat hissetmiyordu. Buraya ait olmadığı o kadar barizdi ki, bunun ayrımına varmak onun gibi biri için zor olmasa gerekti. Bir süre bekledikten sonra toplantı odasının kapısı açılmış, bir grup çalışanın ardından Tuna da odadan çıkıvermişti.

Genç adam çekingen ve soğuk duran Nağme'nin aksine oldukça sevecen, ilişkilerini saklama gereksinimi duymayan bir tavırla genç kıza doğru yürüdü. "Nağme." Onu görünce heyecanlanmıştı. "Hoş geldin." Tereddüt etmeksizin Nağme'ye sarıldı.

Usulca ve abartıya kaçmadan bu sarılmaya karşılık veren Nağme ayrıldıklarında "Hoş bulduk." dedi yalnızca. Sesinde kırgınlığını gizlemeye çalışan uysal bir ton gizliydi. "Seni işinden alıkoymadım inşallah."

"Saçmalama, olur mu öyle şey? Buraya seni ben davet ettim." Oldukça misafirperver görünüyordu. Hatta Nağme'yi burada gördüğüne de oldukça mutluydu. "Hazırsan çıkalım. Önce güzelce bir öğle yemeği yeriz, sonra da-"

Tuna'nın kendi kendine kurduğu güzel planları "Hava kararmadan evde olmam lazım." diye hatırlatmada bulunarak böldü.

Genç adam ise bu durumu hiç dert etmiyor gibi görünüyordu. "Tamam, merak etme sen. Yemekten sonra kahvelerimizi içer, sinemaya gideriz. Vizyonda çok güzel bir film var." Tedirgin bakan kız arkadaşını "Hava kararmadan evde olacaksın, söz." diyerek rahatlattı.

"Tamam, o hâlde elimizi çabuk tutalım."

Bir çift gibi önce Tuna'nın odasına giden, sonra da adam ceketini ve kişisel eşyalarını alınca asansörden içeri giren ikilide donup kaldı gözleri. Tuna'nın bu kıza karşı oldukça sıcak davrandığı aşikârdı. Sanki şey gibi... Sevgili gibi. Evet, evet iki sevgili gibiydiler. Bu durum Gözde'nin sinirlerini bozduğu kadar onu şaşırtmıştı da. Belki kendisi abartıyordu. Ona öyle gelmişti. Belki yalnızca arkadaşlardı ya da akraba. Gerçi Tuna'nın böyle bir akrabası olamazdı ama... Bu durumda ilk şıkka tutundu umutla. Arkadaş olabilirlerdi. Sadece arkadaş.

Asansörde baş başa kalan Tuna ve Nağme ise birkaç saniye sessizlikten sonra bazı sorunları görmezden gelemeyeceklerinin verdiği farkındalıkla sessizliklerini bozdular. Bu karara önayak olan ise başlangıçta Tuna'ydı. "Sen telefonda bana bir şey anlatacaktın sanki." diyerek kızın dilini çözmeye çalıştı.

Nağme de bu duruma karşılık vermekte gecikmedi. Ancak hevesi kaçmıştı artık, o ilk anki kadar heyecanlı ve mutlu değildi. "Önemli değildi." Kestirip attığı çok belliydi ve bunu gizleme gibi bir çabada bulunmadı. Öylesine bir konuymuş gibi geçiştirmeyi tercih etti. Galiba onu hayatına almakta erkenci davranıyordu. Tuna her ne kadar buna hevesli davransa da henüz buna hazır görünmüyordu, kendi bile farkında değildi ama durum tam olarak böyleydi. Kendisi de bu karar üzerinde tekrar düşünmeye başlamışken aceleci davranmama kararı aldı. Tuna onun mutluluklarını, üzüntülerini paylaşabilecek kadar yakın olamamıştı ona. Daha o aşamaya gelememişlerdi. Her şey adım adım, zamanında ilerlemeliydi. Doğru, Tuna iyi bir insandı, kibardı ama onunla her türlü derdini rahatlıkla paylaşamadığını bugün fark etmişti. Buna yeltendiğinde bile aldığı tepkiyle ne kadar haklı oldu yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Belki gereğinden fazla abartıyordu, ona haksızlık ediyordu. Ancak hisleri bu yöndeydi ve onlara gem vuramazdı.

Tuna da genç kızın kırgınlığının farkındaydı. Keşke lafı ağzına tıkmasaydım, diye de çok pişman olmuştu sonradan. Bazı durumlarda çok fazla aceleci ve hatalı davrandığı için Nağme'yi kendinden uzaklaştırdığının farkındaydı. Hatta bu tür davranışları onun güvenini kazanma hususunda çabalarını sekteye uğratıyordu. Fevri davranmanın ona ve ilişkilerine zarar verdiğini de görebiliyordu. Artık daha sakin davranmalı, Nağme'nin gönlünü almalı ve onu diken üstünde hissettirmektense üzerinden yükleri alıp rahatlatmanın yollarını aramalıydı. Ancak bu şekilde ona biraz daha yaklaşabilirdi.

Şirketten çıktıklarında planladıkları gibi önce güzel bir mekâna gidip yemek yediler. Yemek biraz sessiz geçse de aralarındaki buzlar biraz olsun erimişe benziyordu. En azından ilk karşılaşma kadar sessiz ve donuk geçmemişti.

Bu durumdan cesaret alan Tuna ise söze girmek için fırsatı kaçırmadı. "Nağme, ben sana daha yakın olmak istiyorum. Hırçınlığım da, seni istemeden kırmalarım da bu yüzden. Seni tanımak istiyorum. Lütfen beni hayatına al, bunu çok önemsiyorum. Gör bak, sen bu konuda biraz daha esnediğinde aramızda hiçbir sorun kalmayacak. Ben buna inanıyorum."

"İnan bunu ben de istiyorum Tuna, uğraşıyorum da. Ama bu zamanla olabilecek bir şey ve sen çok acele ediyorsun. Biz daha emeklerken sen koşmaya çalışıyorsun. Üstelik seni hayatıma almaya çalışırken, bunun için gösterdiğim çabayı görmeksizin fevri davranıp lafı ağzıma tıkıyorsun. Söyler misin, sen böyle davranırsan biz nasıl bir şeyleri sağlıklı bir şekilde paylaşabiliriz? Lütfen, hem kendine hem de bana bu konuda zaman ver."

Durup düşününce bir noktada Nağme'nin haklılığını kabul etmek zorunda kaldı. Gerçekten sabırsız olduğu aşikârdı ve bu tavrı bazı şeylerin sarpa sarmasına sebep oluyordu. "Peki, sen öyle diyorsan..." sözüyle onayladı kız arkadaşını. Biraz da onun söylediği gibi denemeye çalışacaktı. Belki o zaman her şeye daha iyi bir başlangıç yapabilirlerdi, kim bilir.

Ona bir adım atan adama başka bir adımla karşılık vermeyi denedi Nağme. "Madem birbirimizi tanımamızı istiyorsun, bana biraz kendinden bahset." Yürütmeye çalıştıkları ilişkide ancak bu şekilde bir yol kat edebilirlerdi, farkındaydı.

Beklemediği bir soruyla karşılaşan Tuna şaşkınca "Ben mi?" diye sorsa da bundan hoşnut olduğunu fark etti. Demek ki genç kız da bazı şeyleri yoluna koymak için onunla aynı cephede savaşıyordu.

"Evet."

Ne anlatacağını bile bilmiyordu, ona göre çok sıradan bir hayatı vardı Tuna'nın. Kız arkadaşının böyle bir soru yöneltmesinden daha doğal bir şey yoktu ama soru beklemediği bir anda geldiği için kendini nasıl anlatacağını pek de bilmiyordu açıkçası. Bu konuda acemiydi. İlişkileri bu düzeyde ilerlememişti daha önce. Daha doğrusu uzun zamandır bu kadar ciddi bir ilişkiye başlamamıştı galiba. Zamanla bildiklerini de unutmuştu. "Ben... Bildiğin, gördüğün gibi biriyim işte. Aile şirketimizde çalışıyorum. Onun dışında vakıfta görev aldığımı zaten biliyorsun. Bir ablam var."

"Ne güzel..."

"Sen?"

Dalgınlığına geldiği için soruyu anlayamadı Nağme. "Ben ne?" Burada Tuna'yla öylece otururken bile kafasında bin bir tane düşünce vardı. Serra okuldan gelmiş miydi, dolapta yemek var mıydı, babasına ilaçları zamanında vermiş miydi, geçen gün olduğu gibi tüpü açık unutmamıştı inşallah. Tüm bunları düşünürken masada dönen muhabbetin geçmişini unutması gayet doğal olmalıydı.

"Biraz da sen kendinden bahset diyorum."

Masanın üzerinde kavuşturduğu ellerini gevşetti biraz. Bir anda söyleyecek bir şey bulabilmek zordu. Nasıl anlatsam, nereden başlasam diye düşünüyordu insan. "Bende de pek farklı bir şey yok aslında. Bir abim, bir de kız kardeşim var. Bir de..." Dahasını anlatmak için henüz doğru zaman değildi. O kadar yakınlaştıklarını düşünmüyordu Nağme. Kalan boşlukları nasılsa ilerleyen zamanlarda vakti gelince doldururlardı. Şimdi bazı şeyleri üstünkörü anlatması yeterli gelecekti. "Bir de hasta babam, biliyorsun işte."

Genç kıza biraz yardımcı olmak için "Çalışıyor musun, yoksa babana bakmak için işten mi ayrıldın?" sorusunu yöneltti Tuna. Muhabbeti ilerletmek için iyi bir destekleyici soruydu doğrusu. Aslında biraz da tanıdığı kadarıyla Nağme'nin sorumluluk sahibi, fedakâr yapısından çıkarım yaparak sormuştu bu soruyu.

"Hayır. Esasında öğretmenim ben, ama atanamadığım için zaman zaman ücretli öğretmenlik yapıyorum. Okullar tatil olduğu için de ben bakıyorum babama."

"Öğretmen ha, ne güzel..." Bu konuya ilgi duyan Tuna gülümsedi. Tam da genç kızı yansıtan bir meslekti bu. "Ne öğretmenisin yani branşın ne?"

"Sınıf öğretmeniyim."

"Biliyor musun, tam karakterini yansıtan bir meslek seçmişsin."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Evet. Etrafına üşüşen çocuklarla yağ satarım bal satarım oynarken hayal ettim seni şuan."

"Sınıf öğretmenliği öyle bir şey değil yalnız."

Nağme'nin son cevabıyla karşılıklı gülüştüler. Oldukça keyifli vakit geçiriyorlardı. Tuna cana yakın, espritüel, kibar bir erkekti. Nağme ise uysal, naif ve hoş sohbet bir kızdı. Dolayısıyla iyi anlaşıyorlardı. Her ne kadar aralarında bulundukları konumdan kaynaklanan keskin farklar olsa da birlikte güzel vakit geçirdikleri de bir gerçekti.

Tuna genç kızı mutlu etmek, onun için bir şeyler yapmak istediğinden "İstersen iş konusunda sana yardımcı olabilirim, biliyorsun değil mi?" diye bir teklifte bulundu. Bodoslama girmesi ne kadar doğruydu bilmiyordu ancak aniden aklına geldiği gibi davranıvermişti işte.

Kati suretle reddetti Nağme. "Hayır Tuna, teşekkür ederim. Ben böyle mutluyum." Henüz yeni tanışmışken hem böyle bir teklif almayı hem de bu tür bir teklife olumlu yanıt vermeyi doğru bulmuyordu. Birbirilerini daha çok yeni tanıyorlardı ve üstelik Nağme başkalarına gebe kalmayı asla sevmeyen bir yapıya sahipti. Ne yapacaksa kendi yapacak, neyi elde edecekse kendi edecekti. Kimseye muhtaç ve borçlu kalmamayı babasından öğrenmişti ve büyüdükçe böyle bir erdeme sahip olmasına katkıda bulunduğu için babasına minnettar oldu. Üstelik ne yaparsa yapsın Tuna'yı kendine yakın görememesinin sebeplerinden birini de biliyordu artık. Her ne kadar yardımsever davransa da tavırlarında istemsiz de olsa hafif bir züppelik ya da işgüzarlık, belki de gücüyle insanları ezme eğilimi seziyordu. Abartıyor olması olasıydı, ancak onu yeterince tanımadığı için ilk izlenimi bu yöndeydi. Ne olduğunu bilmese de, anlayamasa da Tuna'da kendisini rahatsız eden bir şeyler olduğu kesindi. Boşa kuruntu yapıyor olma ihtimali de vardı tabi, ama elinde değildi işte. Hislerine gem vuramıyordu.

●●●

Şirketine gelmiş, asansörden çıkıp odasına doğru yürürken asistanının kibarca yolunu kesip randevularını hatırlatmasına alışık olduğu için bunu garipsemeksizin adımlarını ertelemedi. Odasından içeri girerken kendisini takip eden kadının hatırlatmalarını dinlemeyi ihmal etmiyordu. Bugünü es geçip "Yarınki programımız ne?" diye sordu, çünkü her ne kadar plan program konusunda iyi bir hafızaya sahip olsa da son zamanlarda kafası dolu olduğu için pek çok şeyi unutması son derece doğaldı aslında.

"Öğleden sonra İnanlar'la toplantınız var Yağız Bey. Sonrasında Nağme Hanımla randevunuz var."

Böyle bir randevu hatırlamadığı için dikkatini çekti ve "O kim?" sorusunu yöneltti Yağız. Genellikle o onaylamadan herhangi bir randevu oluşturulmazdı. Bu da onaylayıp unuttuğu randevulardan mıydı, diye düşündü.

"Kendisiyle kısa bir görüşmemiz oldu, doku testi yaptırdığınız hastane yönlendirmiş sanırım."

Aniden arkasına döndü ve gözlerini kısarak asistanına baktı. "Sanırım mı?" Böyle şeyler gereğinden fazla canını sıktığı için sessizliğini bozdu adam. "Birincisi, bana sormadan neden böyle bir görüşme ayarladın? İkincisi, kimin nesi olduğunu tam olarak bilmediğin biriyle beni neden muhatap ediyorsun?"

"Biliyorum Yağız Bey fakat kendisi çok önemli olduğunu söyledi. Ve hayır cevabını asla kabul etmiyordu. Ben de hastane personeli, hemşire veya doktor diye düşündüm. Eğer doku testinizle veya sağlık durumunuzla alakalı önemli bir bilgi paylaşacaksa ve ben bunu engellersem sorun olurdu. Ama isterseniz hemen şimdi arayıp iptal ettireyim."

Kendisinden çekinen asistanının panikle oluşturmak istediği çözüm pek de içine sinmemişti. Çünkü bu kadının kendisiyle konuşacak neyi olabilirdi, merak etmişti bir kere ve mutlaka öğrenmeliydi. Kısa bir an düşündükten sonra "Gerek yok, çıkabilirsin." dedi yalnızca. Saniyeler içinde asistanı odadan çıktıktan sonra kendiyle baş başa kalabilmişti. Daha önce adını bile duymadığı bu kadın hangi gerekçeyle kendisiyle görüşmek istiyordu ve kendisinden nasıl bir talebi olabilirdi? İstemsizce düşüncelere daldı adam. Hayatında düşünmesi için yeterince şey yokmuş gibi...

...

Loading...
0%