Yeni Üyelik
11.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 6/1

@buzlarkralicesi

-6- / 1

Önündeki dosyaları boş gözlerle incelerken aklında hep Nağme vardı. Onu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Her merak edip aradığında ulaşamamak çok kötüydü, ancak öte yandan diğer kadınlar gibi sürekli elinin altında olmaması onu daha değerli kılıyordu. Tuhaf bir histi bu. Tüm insanlar için hayatlarındaki kişiler böyle mi kategorize ediliyordu yani? Ulaşabilip kıymetini bilmedikleri ve ulaşamayıp değer verdikleri... İlginçti doğrusu. Biraz da saçma. Ne yani, seni gerçekten seven ve her aradığında seni merakta bırakmamak için aramalarını coşkuyla yanıtladığın, ulaşabildiğin kişi senin için daha mı az değerli olacaktı? Olacak iş değildi ama oluyordu işte.

Telefonuna uzanıp genç kıza bir mesaj yazmaya karar verdi. Tam mesajlar kısmına giderken duraksadı. "Yok ya, yazmayayım şimdi. Kızı boğuyor gibi olmayayım." Vazgeçti, kendine hâkim olmalıydı. Kızı sıkboğaz etmemeliydi. Ama dayanamıyordu işte. Mesela şuan nerede, kiminle ne yapıyordu kim bilir. Düşündükçe onun hakkında pek de bir şey bilmediğini fark etti. Hatta belki de neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Yok, yok böyle olmayacaktı. Hem bir mesajdan ne çıkardı? Atıverseydi ya! Ama neden hiç Nağme aramıyordu, neden o yazmıyordu? Hep merak eden, arayan, yazan taraf kendisiydi. Neden? Bunu kızcağızın başının kalabalık oluşuna bağlıyordu. Kızın başında bin bir türlü dert vardı. Bir yandan hasta babasına bakıyor, bir yandan ergen kız kardeşiyle ilgilenmek zorunda, öte yandan abisi... Hem anlattığına göre zor bir abisi vardı. Sonuç olarak hepsiyle birlikte ilgilenmek hiç de kolay olmasa gerekti. Onu böyle bir dönemde yalnız bırakması söz konusu bile olamazdı. Hem içinden geliyorsa elbette mesaj atmalıydı, bunda kötü veya ayıp bir şey yoktu ya. Mesajlar bölümüne girdi ve fikri değişmeden bir mesaj attı kıza.

Kime: Nağme

"Nasılsın?"

Cevap beklerken kapı çaldı. Mesaja öyle hemen yanıt gelmeme ihtimalini göze almıştı. Sonuçta kızın işi başından aşkındı. O yüzden telefonun başında meraklı bir biçimde beklememek için elindeki telefonu masaya bıraktı çalan kapıya "Girin!" yanıtını verirken.

İçeri giren genç adamın babası Erdinç Beydi. Bir süredir yurtdışında iş seyahatinde olduğu için onu karşısında gören oğlunun şaşkınlığını normal karşılayarak güldü.

"Baba, hoş geldin!"

Aralarında kısa bir sarılma geçtikten sonra "Hoş bulduk oğlum." diyerek oğlunun karşısına oturdu. "Nasılsın, nasıl gidiyor işler?"

"Her şey gayet iyi, bıraktığın gibi. Asıl sen neden bugün döneceğini haber vermedin? Karşılardık seni."

"Abartma Tuna, her zamanki iş seyahatlerimden biri. Hem sevmem ben öyle haber vermeyi, karşılama beklemeyi. Çıktım geldim işte." Kızını da özlemişti. Üstelik kocasıyla arasındaki buzlar erimiş miydi, onu da merak ediyordu ama direkt olarak sormak abes kaçabilirdi. Bu yüzden dolaylı olarak ağzının kenarıyla "Yağız ne yapıyor?" diye sordu. Gerçi Tuna ve Yağız'ın birbirilerinden pek de hazzetmediklerini biliyordu ama bu konuları böylesi kadar rahat konuşabildiği sayılı kişilerdendi oğlu.

"İyi sanırım, pek görüşemedik."

Ser verip sır vermeyen, ilgisiz bir tavır takınan oğluna daha düz ve açık bir soru sormaya karar verdi. "Ablanla araları limoni mi hâlâ?"

Umutsuz ifadesini gizlemeksizin arkasına yaslandı. "Aynı, değişen bir şey yok." Ona kalsa bu evlilik ölmüştü zaten. Çekiştirilecek bir tarafı da kalmamıştı üstelik. Fakat ailesindeki diğer insanlar bunu henüz anlayamamışlardı, daha doğrusu anlamamakta ısrar ediyordu. Ablası Aylin saplantılı bir biçimde Yağız'a bağlıyken istemediği hâlde sırf kocasını elinde tutabilmek için bebek meselesini kovalıyor, annesi ise kızın evliliğini kurtarabilmek için her gün saçma bir çözümle ortaya çıkıyor, babasıysa ortaklıkları ve iş anlaşmalarından mütevellit kızıyla damadının boşanmaması için dua ediyordu. Ancak kimse gözünün önündeki bu gerçekle yüzleşmek istemiyordu. İşlerine gelmiyordu. Onlar tüm problemleri kapı altına süpüredursun, hiçbir sorun sonsuza dek saklı kalmayacaktı. Bu evlilik eninde sonunda bir yerde patlak verecekti. İşte o zaman ablasının yıkılmasından korkuyordu Tuna. Tek isteği Aylin'in, zamanı geldiğinde bu boşanmadan en az hasarla kurtulabilmesiydi.

Beklemediği bir anda telefonu çaldı ve arayanın Nağme olduğunu görünce istemsizce heyecana kapıldı adam. Yüzünü babasına döndüğünde onun imalı ve bilge bakışlarıyla her şeyi tahmin ettiğini anlamıştı.

Erdinç Bey ise oğlunun ancak bir sebepten bu kadar heyecanlanabileceğinin farkındaydı; onun için önemli bir kadın. Fakat bunu anladığını dile getirerek onu utandırmak ya da zor durumda bırakmak istemediğinden "Sen konuş, ben çıkıyorum zaten." dedi yalnızca. Nasılsa zamanı gelince Tuna ona her şeyi anlatırdı. Birbirilerinden gizlisi saklısı olmayan iki insandı onlar. Hatta baba oğuldan öte, iyi bir takımdı. "Sonra görüşürüz." diyerek kapıdan çıktı.

"Görüşürüz." Babası çıkınca kendini hazır hissettiği bir anda Nağme'nin aramasını yanıtladı. "Alo, Nağme."

"Merhaba, nasılsın diye mesaj atmışsın. Ben de yazmak yerine aramak istedim." Naif bir tebessümle "İyiyim." yanıtını verdi.

Genç kızın cana yakın olmaya çalışan tavırları onu mutlu ediyordu. Demek ki kendisi kadar o da bu ilişkiye alışmak ve bu ilişki için çaba sarf etmek istiyordu. Gülümsedi neşeyle. "Çok iyi yaptın, ben sürekli arayıp boğmamak için-"

"Sorun değil."

Sesinde az önceki tebessümden eser yoktu kızın. Ve elbette Tuna'nın bunu fark etmesi uzun sürmemişti. "Sesin soğuk geliyor Nağme, bir şey mi oldu?"

"Seninle ilgisi yok, kardeşimle kapıştık biraz. Mühim değil." Serra'yla tartıştıkları doğruydu, ancak keyifsizliğinin Tuna'yla ilgisi olmadığı bir bakıma yalandı. Bir parça onun da etkisi vardı çünkü. Yeni başlayan ilişkileri konusunda hâlâ biraz endişeleri vardı. Nağme ve bitmeyen endişeleri. Sürekli sorun çıkaran taraf olmamak adına susuyordu ancak aklında bazı şeylerin oturmadığı da aşikârdı. Dönüp dönüp önceki problemleri düşünüp kafaya takıyordu. Ama bu mutlu günü aptal düşüncelerle gölgelemek istemiyordu. Son günlerde babası için bir umut ışığı doğmuştu ve Nağme bu ışığın altında hayaller kurmaktan son derece mutluydu.

Onu ve ailesini tanımaya çalışan Tuna ise fazla merakı bir tavır sergilemeksizin "Kardeşin senden biraz uçarı galiba." diye tahminde bulundu.

İç çekerek "Evet, farklıyız." yanıtını verdi Nağme. "O biraz hırçın, uçarı ve sorumsuzdur ama özünde çok iyidir."

"Gençlikte olur öyle şeyler, takma kafana." Birden konuyu kendi lehine değiştirdi Tuna. Hem kızın kafası dağılsın istedi, hem de onunla görüşebilmek için fırsat yaratmaktı niyeti. "Eee bugünkü planın ne?"

"Yarın okullar açılıyor, bu yüzden birkaç yere uğrayıp kalan işlerimi halletmem gerek."

"Sana eşlik etmemi ister misin?"

"Yo, önemli değil zaten. Kendim halledebilirim. Şimdi kapatmam lazım, yine görüşürüz."

"Görüşürüz." Telefonu kapattıklarında Tuna oldukça düşünceliydi. Aklında yeni soru işaretleri oluşuyordu her seferinde. Nağme'nin bu ilişki için çaba sarf ettiği açıktı. Ancak yine de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu kesindi. Ufak da olsa bazı pürüzler baş gösteriyordu ancak genç adam bunları nasıl çözeceğini pek de bilemiyordu açıkçası. Kız arkadaşındaki bu soğukluğun anlamını tam olarak çözemiyordu. Her an değişkenlik gösteriyordu Nağme'nin ruh hâli. Onu mutlu etmek için arıyordu ancak aynı saniyede bir soğukluk giriyordu aralarına. Genç kızın bu ilişki konusunda kararsızlığı fark edilmeyecek cinsten değildi. Fakat onu rahatlatmak, onda bir güven duygusu uyandırmak için ne yapabilir, nasıl bir yol izleyebilirdi bilmiyordu. Ona bir türlü ulaşamıyordu.

●●●

Heyecanlı ve umutlu bir bekleyişin ardından görüşme saati yaklaşmıştı. Hiç tanımadığı bir adamla babası için görüşecekti ve derdini anlatıp onu ikna etmesi gerekecekti. Bunu başarabilecek miydi, onu ikna edebilecek miydi bilmiyordu. Ancak bunu yapmak zorunda olduğunu çok iyi biliyordu Nağme. Bu zamana kadar yüzünü karartıp, boynunu büküp kimseden kendi için bir şey istemeyecek kadar gururluydu. Ama bugünden sonra babası için, onun hayatı için bu gururunu bir kenara bırakmanın vakti gelmişti. Onun için her türlü fedakârlığı yapardı. Ne gerekirse. Adam canını isteseydi onu bile verebilirdi. Çünkü babasının yeniden sağlığına kavuşması o adama bağlıydı.

Şimdi onun nasıl biri olduğunu da bilmiyordu. Donörün Yağız denen o adam olduğunu öğrenince biraz araştırmış, televizyonda verdiği röportajı izlemişti. Yardımsever birine benziyordu. Hem öyle olmasa bu denli bir iyiliği neden yapardı ki bir insan? Zor ikna edilen biri olmamasını umdu çaresizce. Dua etmekten başka çaresi de yoktu zaten. Elinden geleni yapacaktı. Ne yapıp edip o adamı ikna edecekti. Başka yolu yoktu. Şartlamıştı kendini buna.

Kardeşiyle ortak kullandıkları odada, aynanın önünde hazırlanıyordu. Boynuna fularını taktığı sırada içeri Serra girdi. Okuldan çıkalı epey olmuştu, şu sıralar gelmesini bekliyordu zaten.

Ablasını baştan aşağı süzen Serra ise "Nereye abla?" diye sordu merakla. Genelde sade giyinirdi ancak bugün biraz daha şıktı sanki. Kot ceketini ve koyu kırmızı fularını inceledi. Nereye gittiğini gerçekten merak etmişti doğrusu.

"Önemli bir işim var, halledebilirsem akşam anlatırım. Ben gelene kadar babama bakarsın tamam mı?"

İsteksiz de olsa "Tamam." deyiverdi, çünkü bunun bir soru değil de kendisine verilmiş bir görev olduğunun bilincindeydi. Fakat hemen ardından "Geç kalma ama." diye şart koşmayı da ihmal etmedi. O babasına Nağme kadar iyi bakamıyordu. Hasta ve yaşlı birine nasıl bakılır bu konuda bir fikri olduğu da söylenemezdi. Sadece birkaç kez mecburiyetten yanında kalıyordu, hepsi o. Nitekim ablasının yanıtıyla rahatladı.

"Merak etme, gecikmem zaten."

Odanın dışında gözleri abisini arıyordu ama bu saatte evde olmasına pek ihtimal vermiyordu Serra. Yine de emin olmak için meraktan sordu. "Abim evde mi?"

"İş görüşmesi vardı, ona gitmişti. Gelir birazdan. Aç olur o şimdi, yemek hazırlarsın ona da."

"Offf..."

Ciddi ve uyarıcı bir ifadeyle "Serra lütfen." dedi Nağme. Surat sarkıtan kardeşini anlayabiliyordu. Bu yaşta sorumluluk almadan öylece gününü gün etmek kolay geliyordu ona. Ama artık büyümesi gerektiğini kendi de anlamalıydı. "Kırk yılın başında bir şey istedim."

"Tamam ya, tamam." Babasıyla ilgilenmek zorunda olduğu yetmiyormuş gibi bir de abisi çıkmıştı iyi mi? Onun da sohbeti ne çekilirdi ya. Zaten yaptığı hiçbir şey beğenmezdi. Ablasının "Dolapta yemek var zaten." sözü yüreğine biraz su serpmişti doğrusu. Bir de yumurta kırıp abisine beğendirememe zahmetinden kurtulmuştu ne de olsa.

Nağme ise fazla gecikmeden kardeşiyle vedalaştı, evden çıkıp gitse de gözü arkada kalmıştı açıkçası. Sonuçta Serra'nın aklı biraz havadaydı, bu bilinen bir şeydi. Diğer yandan donör olacak adamla görüşeceği için de ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeyecek kadar heyecanlı ve tedirgindi. Bu onun için hiç kolay bir şey değildi. Otobüs durağına doğru yürüdüğü sırada "Umarım her şey yolunda gider." diye mırıldanırken bunun henüz başına geleceklerin başlangıcı olduğunu elbette bilmiyordu.

●●●

Koçbeyli Holding girişinde asistanı Gözde'yle yürürken biraz gergindi Tuna. Eniştesi Yağız'la aralarındaki iş anlaşmaları sürekli birbirileriyle görüşmek zorunda kalmalarına sebep oluyordu. Oysa ne o Yağız'dan, ne de Yağız ondan hoşlanmıyordu. Bu bilinen ve görülen bir gerçekti. Elbette iş ve aile ortamında öyle büyük gerginlikler, soğuk savaşlar meydana gelmiyordu ancak birbirilerinden o kadar farklı iki insandı ki, birinin ak dediğine diğeri kara diyordu. Yumruk yumruğa kavga etmeseler bile birbirilerinin düşünce yapılarını anlayamıyor, çoğu zaman aynı fikirde olamıyorlardı. Tuna affedici ve gerektiğinde yumuşak kalpli biri olabilirken Yağız tam tersi, yapılan hatayı asla affetmeyen, mükemmeliyetçi, sert bir yapıya sahipti. Ve bu durum da onları birçok konuda birbirilerinden ayırdıkları, fikir ayrılıkları yaşattığı gibi zaman zaman çeşitli gerginliklere de sürüklüyordu. Yine de arada Aylin ve şirketler arası iş anlaşmaları olduğu için daha ılımlı ve saygılı yaklaşmaya özen gösteriyorlardı. Böyle olmasa huzur nasıl sağlanabilirdi ki?

Asansörün önünde beklerlerken Yağız'ın asistanını gören Tuna yanından bir an olsun ayrılmayan, tabiri caizse kendisine yapışık ikiz gibi yapışmış Gözde'ye asistanı işaret ederek "Siz toplantı hazırlıklarıyla ilgilenin isterseniz." dedi. Böylece kendisi de toplantı saatine kadar biraz yalnız kalıp kafasını dinleyebilirdi.

"Tabi Tuna Bey."

Genç kadın isteksizce asistan kızı takip ederken Tuna asansör düğmesine tekrar bastı. Neden gelmemişti bu asansör hâlâ? Bugün biraz gergin miydi sanki? Hem Nağme'yle arasındaki küçük de olsa düşündüren sorunlardan hem de Yağız'la tekrar yüz yüze gelmek zorunda olmaktandı herhâlde bu geçici gerginliği. Yağız'la sık sık yüz yüze gelirlerdi, bu onu eskisi kadar etkilemiyordu doğrusu. Demek ki asıl sebep Nağme'ydi. Onunla da sorunlarını yakında çözeceklerine inanıyordu. Birkaç saniye sonra asansör kapısı açıldı ve içeride Aylin'le karşılaşınca kısa bir şaşkınlık geçirdi. Elbette kocasının şirketine gelebilirdi, bunda bir problem yoktu fakat ablası öyle çok sık şirkete gelen biri değildi. Çoğu zaman kendi işlerini yürütmek için aile şirketine giderdi, burada onu çok fazla göremezlerdi. Evlendikleri ilk zamanlarda soluğu her gün burada alırdı oysa. Henüz aşkın bitip sorunun başlamadığı günlerde. Zaman nasıl geçiyordu, her şey ne acımasızca değişiyordu. O da evlenince karısıyla böyle mi olacaktı? Hayır, tabi ki olmayacaktı. Bu bir tercih meselesiydi. İnsan elbette başına gelecekleri önceden göremezdi, karşısındaki insanın kendisi için doğru olup olmadığını da. Ama bittiği an zorlamayacak kadar tevekkül eden, şayet zorlayacağı zaman gelecekte neler olabileceğini tahayyül edebilen biriydi Tuna. O asla böyle şeyleri yaşamam diyecek kadar kendinden emin olamasa da -ki sonuçta hayatın ne getireceği pek belli olmazdı- en azından başına bu ve benzeri bir durum geldiğinde ablası gibi davranmayacağı netti. Ablasıyla karşılaştığına memnun ve bir o kadar da şaşkın, meraklı bir yüz ifadesiyle "Abla, senin ne işin var burada?" sorusunu yöneltti.

"Burası benim kocamın şirketi, unuttun galiba."

Aylin'in yarı esprili yarı kinayeli cevabını tabi ki bekliyordu adam, bu yüzden güldü yalnızca. "Tabi ki unutmadım ama geçen geldiğimde karşılaşmasak da burada olduğunu söylemişlerdi, sen bu kadar sık gelmezdin. Bir şey mi oldu?"

"Alışverişten dönerken bir uğrayayım dedim ama Yağız pek müsait değilmiş sanırım, gidiyorum." Aylin ise buraya hem Yağız'ı ziyaret edip etrafındaki kadınlara kocasının sahipsiz olmadığına dair gözdağı verip boy göstermeye gelmişti, hem de şu taşıyıcı annelik mevzusunu konuşmak istemişti. Ancak şuan yeri ve zamanı olmadığını anlayınca ısrar edip üstelememişti.

"Evet, toplantıya gireceğiz." Ablasının dik duruşunun altındaki yılmışlık ve bıkkınlık ancak kendisi gibi ona yakın olan kişilerin fark edebileceği bir ayrıntıydı. Bu yüzden gayet şefkatli ve sağduyulu bir ses tonuyla "Sen iyi misin?" diye sordu Tuna.

Bu ve türevi sorulardan oldukça sıkılmış olan kadın ise artık yorgundu. Hem yürümeyen bir ilişkiyi tek başına yürütmeye çalışmaktan, hem de etrafındaki herkesin bu durumun farkında olmasından dolayı çok sıkılmıştı. Bitkin düşmüştü. Yenilgiye uğramış gibiydi. Ancak o yenilemezdi. Göz göre göre kocasını kaybetmesine, yenilgiye uğramasına izin veremezdi. "Beni her gördüğünde şunu sormaktan vazgeçsen keşke." En yakını olsa dahi asla gardını düşürmemeyi öğrenmişti bu süre zarfında. Çünkü çok sevdiği, değer verdiği, en yakını olan insanlar bile bir süre sonra bu durumu istemeden de olsa silah olarak kullanabiliyordu. Tuna gibi mesela. Kötü bir niyeti olmadığını çok iyi biliyordu ama aradaki huzursuzlukları bildiğinden ve Yağız'dan da hazzetmediğinden ötürü bu evliliği bitirmesi için gözünün içine bakıyordu. Çokbilmiş. O da evlenecekti bir gün, görecekti evliliğin kolay yürütülür bir müessese olmadığını. Şimdi onu tam olarak anlamasını beklemiyordu. Bekâra koca boşamak kolaydı nasıl olsa.

"Senin için endişeleniyorum abla."

"Neden?"

"Yağız'la yolunda gitmediğini biliyorum, bunun farkındayım. Yetmez mi?"

"Her evlilikte olur böyle şeyler, abartma."

"Tabi canım, her evlilikte çocuğu olmuyor diye insanın kaynanası üzerine kuma getirmeye çalışabilir. Haklısın, normal böyle şeyler."

"Tuna, bunlar böyle ayaküstü konuşulacak şeyler değil ama şu kadarını bil, ben Yağız'la evlendim. Ne sorunum varsa da onunla hallederim. Üçüncü şahısların konuşma hakkı yok. Biz sadece yaşlı kadındır, kalbi kırılmasın diye Semiha Hanımla tartışmıyoruz, susuyoruz. Yoksa onu ciddiye aldığımız falan yok. Dediğim gibi, her evlilikte olur böyle şeyler. Bunları da aşacağız biz."

Durumu tüm detaylarıyla bildiği ve gördüğü için pek inanası gelmiyordu Tuna'nın, ancak yine de ablasının umutlarını yıkmak istemedi. Nasılsa yaşayıp görecekti. "Peki, sen öyle diyorsan..."

"Evet, öyle diyorum." Hiçbir şey olmamış gibi kardeşini yanaklarından öptü ve "Müsait olduğun bir akşam yemeğe bekliyorum ona göre. Hadi görüşürüz!" diyerek çıkışa doğru yürüdü.

Genç adam ise Aylin'in arkasından yalnızca "Görüşürüz..." diye mırıldanmakla yetindi. Düşünceli bir ses tonuyla söylemişti bu sözü. Her şeyin sonunu bilir, tahmin eder gibi çıkmıştı kelime dudaklarından. Ancak yine de umarım yanılırım, demekten de alıkoyamadı kendini. Ablasının mutsuz olmasındansa kendisi yanılmayı tercih ederdi.

●●●

Toplantı hakkında hazırlıklarını tamamlarken öncesinde gerçekleşecek görüşme için kol saatine baktı Yağız. Ne zaman gelirdi acaba şu kadın? Neydi adı? Nağme. Çok sık duyduğu bir isim olmadığı için kalıvermişti aklında. Ne istiyordu veya ne isteyecekti acaba kendisinden? Tahmin etmek güçtü doğrusu. Nasılsa öğrenirdi karın ağrısının ne olduğunu.

Kapının çalışıyla içeri asistanı girdi. "Misafiriniz Nağme Hanım geldi Yağız Bey, eğer müsaitseniz içeri alıyorum kendisini."

"Gelsin bakalım." Ağzının içinden "Neymiş karın ağrısı öğrenelim." diye gevelerken içeri beklediğinden farklı bir kız girivermişti içeri. O nedense daha olgun hatta kaba bir tabirle yaşı geçkin birini bekliyordu. Hastaneden yönlendirildiğine göre doktor veya hemşireyse elbette illa yaşlı biri olması gerekmezdi ama Nağme Hanım denildiği andan itibaren aklında daha büyük, daha olgun birini beklemişti. Öyle bir karakter belirmişti aklında, nedenini ise hiç bilmiyordu ancak şaşırmıştı.

Nağme ise içeri girerken oldukça çekingen ve heyecanlıydı ve her ne kadar bunu gizlemeye çalışsa da pek becerebildiği söylenemezdi. Karşısındaki adam ise ona göre daha sakin, rahat, umursamaz ve ciddi görünüyordu. Eee ne de olsa bir şeyler isteyecek taraf o değil de kendisiydi, gergin ve heyecanlı olması çok doğaldı değil mi?

Bir süre kısık gözlerle genç kızı inceledikten sonra soğuk bir nezaketle karşısındaki koltuğu işaret etti. "Hoş geldiniz, buyurun." Yavaşça karşı koltuğa buyur ettiği kızı incelemeyi sürdürüyordu. Kızın ciddi bir konu için geldiği her hâlinden belliydi. Otururken dizlerinde duran çantası ve ona uzanan elleri istemsizce titriyordu sanki.

"Hoş bulduk Yağız Bey." Güçlü bir giriş yapmaya çalışarak adamın karşısına oturan Nağme ise dik bir duruş sergilemeye çalışıyordu. Göz kontağını kesmeden cesur bir biçimde konuya girmek için hazırlandı. Kısa bir an sessiz kalsa da adamın onu bekleyecek vakti olmadığı belliydi, sürekli saatine bakıyordu.

En sonunda dayanamayıp "Size nasıl yardımcı olabilirim?" sorusunu yöneltti Yağız. Bir an önce girizgâha girilmesi taraftarıydı. Nitekim vakti de yoktu, toplantısına az bir süre kalmıştı.

Konuya girmek için gereğinden fazla acele etmesi öngörülen Nağme ise nazik bir öksürükle boğazını temizledi. "Benimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için de çok teşekkür ederim. Vaktiniz olmadığını biliyorum. Bu yüzden direkt konuya gireceğim."

"İsabet olur."

Karşısındaki adam son derece soğuk, açık sözlü ve ciddi bir mizaca sahipti. Bu durum da Nağme'yi geriyordu hâliyle. Nezaketten anlamayan bu soğuk adamın tavırlarından hoşlanmasa da kibarlığını sürdürmeye kararlıydı. "Beni doku testi yaptırdığınız hastaneden yönlendirdiler. Babam hasta ve açık konuşmak gerekirse pek geniş bir vakti yok. İyileşebilmesi için uyumlu bir donör bulunması ve ameliyat olması gerekiyor. Doktorumuz uzun süredir beklediğimiz bu mutlu haberi verince çok sevindim. Donörü bulmuşuz." Her saniyesi kıymetli bu adam ilgisizce gözlerini kısarak kendisini dinlerken sabırsız bir biçimde bu konuşmanın altından ne çıkacağını bekliyor gibiydi. Umut dolu bakışlarla "O donör sizsiniz." dedi kısaca. Bu cümleyi kurarken ses tonundaki o sıcaklığın ve umudun karşısında kaskatı durmuş adama yansıyıp onu biraz olsun etkilemesini umdu. "Meğer siz babam için uygun bir vericiymişsiniz." Oldukça sevinçli, hevesli ve heyecanlıydı ve çekingence parmaklarıyla oynarken devam etti. Onun yüzüne bakmadan daha rahat konuşabiliyordu. Çünkü adam karşılaştıkları ilk andan beri üzerinde sebebini anlayamadığı güçlü bir baskı kurmuştu. Sanki kendisini yargılıyor gibi hissediyordu Nağme. "Gelmeden önce sizi araştırdım. Gördüğüm kadarıyla çok hayır sahibi bir insansınız. Anneniz de gerçekten harika şeylere vesile oluyor. Yani ben de bundan cesaret alarak bize yardımcı olabileceğinizi düşündüm. Sizin gibi biri bir insanın hayatını kurtarabilir, bunu isteyebilir. Yanılıyor muyum?"

Yaslandığı koltuktan kısa bir an doğruldu ve karşısındaki kadınla göz kontağı kurmaktan çekinmedi. Oldukça hoş bir kadındı. Hatta güzel bile sayılabilirdi. Genellikle insanlara bu kadar dikkatli bakmaz, buna gerek duymazdı ancak kadının cesaretinden etkilenmişti doğrusu. Masanın üzerinde kenetledi ellerini. "Benden babanızın donörü olmamı istiyorsunuz, doğru mu anladım?"

Gayet açık bir biçimde "Evet, tam olarak bunu demek istedim." diyerek onayladı Nağme. Rahatlamış görünüyordu. Karşısındaki kişi tarafından anlaşıldığı için memnundu fakat sonrasında aldığı cevapla adeta donup kaldı.

Sırtını koltuğa yaslamış, rahat ve umursamaz bir tavırla "Peki, bunu neden yapayım?" sorusunu yöneltmekten çekinmedi Yağız. Karşısında duran kadın için ne kadar acımasız ve düşüncesiz biri gibi göründüğü pek de umurunda değil gibiydi. Hatta kadının şaşkın bakışları ve donakalması hoşuna bile gitmişti.

●●●

Toplantı odasında yaklaşık yirmi beş dakika, yarım saat kadar Yağız'ı beklediği hâlde ne gelen vardı, ne giden. Yağız'ı pek sevmezdi ama ille de sevdiği, saygı duyduğu bir yönü sorulsaydı eğer, bu kesinlikle dakikliği olurdu. Kolundaki saate baktı ve adamın karakterinde tezatlık oluşturarak toplantıya geciktiğini fark etti. Bunun sebebini merak ediyordu doğrusu. Önemli bir sebep olmalıydı, aksi takdirde Yağız herhangi bir iş görüşmesine veya toplantıya bir dakika bile gecikmezdi.

Ayağa kalktı ve toplantı odasından çıktı. Gidip onu çağırmalı ve kendisini akşama kadar bekleyemeyeceklerini nazik bir dille belirtmeliydi. Kendi şirketinde de halletmesi gereken önemli işler onu bekliyordu. Yağız'ın odasının önünde durdu ve bir eli kapı kolundayken diğeri kapıyı çalmaya hazırlanıyordu.

Tam o sırada asistanı Gözde onu yalnız yakalama fırsatını asla tepmedi ve adamın tepesinde bitti. Laf olsun torba dolsun diye, biraz da işle ilgili görünmek için "Tuna Bey, toplantıya girmiyor muyuz?" diye sordu.

"Ben de Yağız'ı çağırmaya gelmiştim. Epey bir bekledik, teşrif buyurmadı." Bu adama uyuz olduğu için ne yapsa batıyordu, işin açığı buydu. Özellikle şu tepeden bakan, soğuk ve umursamaz hallerine. Ona bazı konularda saygı duymayı öğrenmişti ancak içindeki o uyuz olma duygusunu bir türlü ehlileştirememişti.

Gözde'nin tam arkasında duran Yağız'ın asistanı Melek uzlaşmacı bir tavırla "Yağız Beyin içeride bir misafiri vardı. Ben kendisini beklediğinize dair bilgilendirir, toplantı için çağırırım. " diyerek onları toplantı odasına buyur etti.

Elleri ceplerinde isteksizce toplantı odasına yönelirken "İyi o hâlde." demekle yetindi Tuna.

"Beklerken bir şeyler içmek ister misiniz?"

"Hayır Melek, teşekkürler."

Tuna ve Gözde toplantı odasına girerken Melek ise biriyle görüşürken katiyen rahatsız edilmekten hoşlanmayan patronunun odasına nasıl gireceğini kara kara düşünüyordu. En iyisi görüşmenin bitmesini beklemekti ama Tuna Bey de bu konuda pek sabırlı sayılmazdı bugün. Olmadı birkaç dakika daha bekleyip öyle girerdi. Toplantı odasına doğru akın eden diğer çalışanları usulca seyrederken vakit geçirmeye baktı.

...

YAZAR NOTU: 2 Bin voteye ulaşmamızın şerefine yepyeni bir bölümle karşınızdayım! Bölümler arası çok fazla ara vermemeye çalışıyorum, elimden bu kadarı geliyor. Umarım beğenerek okursunuz. Keyifli okumalar dilerim. ❤

*

Bu hikâyemi beğeniyle okuyanlar için farklı bir kurgu daha öneriyorum. Beklenmedik sonlara hazır olun. :)

"Siz bir intikam için ne kadar ileri gidebilirdiniz? Bu yolda nelerinizi feda edebilirdiniz? Ben yüzümü, kimliğimi, canımı ortaya koyuyorum, yok mu arttıran?"

Hikâye Adı: KANLI ZAMBAKLAR

Kullanıcı Adım: -BuzlarKralicesi

Göz atacak olanlara keyifli okumalar dilerim.

Loading...
0%