@buzlarkralicesi
|
-7- / 1 Anahtarıyla evinin kapısını aralarken oldukça gergindi. Patlamaya hazır bir bomba gibi dolmuştu Nağme. Hayal kırıklıklarıyla dolu dönmüştü evine. Henüz pes etmiş değildi, her ne olursa olsun umudunu yitirmemeye çalışıyordu ama tüm çareler de tükenmiş görünüyordu. Ne yapacağını, nasıl bir yol izleyeceğini bilmiyordu. Adamın peşini bırakacak değildi, ikna yollarını deneyecekti fakat bu bir işe yarayacak mı pek emin değildi doğrusu. Karşısındaki adam kolay ikna edilebilir birine benzemiyordu. Sert, sabit fikirli, vicdan yoksunu biriydi belli ki. Aklı öyle yorgun ve karışıktı ki... Her neyse, bunları daha sonra düşünecekti. Şimdi biraz dinlenip kendine gelmeli, güç toplamalıydı. Her sabah yeni bir yaşam savaşıyla karşı karşıyaydı ve güce ihtiyacı vardı. Gün doğmadan neler doğar, diye geçirdi içinden. Salondan içeri girer girmez kız kardeşinin sitemleriyle karşı karşıya kaldı genç kız. Sabahtan beri yollarını gözlediği ablasını karşısında bulunca "Erken geleceğim dedin, saat kaç oldu abla ya!" diye söylendi Serra. Şikâyet ederken oflayıp puflamayı da ihmal etmiyordu. Babasının durumu yetmiyormuş gibi bir de kız kardeşinden darbe yemişti Nağme. Bir de utanmadan söylenip durması genç kızı daha da kızdırmıştı. Kardeşini kolundan tutup "Sen gelsene şöyle." dedi ve odaya sürükledi nazikçe. Ondan böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. Hatta kardeşi Serra'dan çok büyük beklentileri vardı her zaman. Ondan umutluydu. En çok onun okumasını, bir yerlere gelmesini istiyordu. Tamam, belki biraz savruk ve sorumsuz bir kişiliği vardı ve gençliğin verdiği bir cehaletle hırçın davranıp sözlerini seçmeden konuşuyordu ama onun kötü niyetli olmadığını biliyordu Nağme. Şimdiyse kardeşi büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı onu. "Ne var abla, ne oldu?" "Dershaneden aradılar, devamsızlık için..." Daha fazla şey söylemesine gerek kalmadan durumu anlayıp suskunlaşmış, sessiz kalmıştı Serra. Bu suçunu kabullendiğini gösteriyordu. Oysa ne ümitler beslemişti onunla ilgili, ne kadar başarılı olacağını düşünüyordu. Ne hayalleri vardı... Bu bir abla olarak Nağme için büyük bir yıkım olmuştu. Çünkü yeri gelmiş, ona bir anne kadar emek harcamıştı. Böylesine yıkılması çok normaldi. "Tam 3 aydır hiç gitmemişsin dershaneye. Bu da yetmezmiş gibi bana ulaşamasınlar diye sahte telefon numarası vermişsin." "Abla, ben..." "Nerelerdeydin bu kadar zaman, nerelerde takıldın? Kimlerleydin?" "..." Kardeşinin sessiz kalması daha da öfkelendiriyordu kızı. Her ne kadar "Cevap versene!" diyerek Serra üzerinde baskı kurmaya çalışsa da pek başarılı olamadı hatta yöntemi ters tepti. "Yeter artık, bana hesap sorup durma!" "Ne diyorsun sen Serra, düzgün konuş! Ben senin ablanım!" "Ama sahibim değilsin! Hayatıma, seçimlerime karışmazsın!" Şaşkınlığını dizginlemeye, biraz olsun sakinleşmeye çalıştı. "Serra sen ne yapıyorsun, beni delirtmeye mi çalışıyorsun ablacım? Amacın ne? Niye böyle yapıyorsun ablacım, niye?" Karşısındaki sedire oturan kızdan herhangi bir yanıt gelmeyince daha da sinirlendi. Abisi duysa, öğrense ne olacaktı? Bunların hiçbirini düşünen yoktu! Varsa yoksa gezmek tozmaktı derdi. Yaptıklarının önünü ardını düşünmüyordu. Belki de bunda kendisinin de payı vardı. Bugüne dek abisine karşı Serra'yı hep korumuştu, idare etmişti. Onları yüz göz etmemişti, her zaman orta yolu bulmuştu. Elini öfkeyle alnına koyarken nerede hata yaptığını anlamaya çalışıyordu. "Delireceğim! Gerçekten, delireceğim artık! Biz senin için elimizden geleni yapmadık mı, yapmıyor muyuz? Bize bunu neden yapıyorsun?" Beklenmedik bir şekilde "Çünkü yetmiyor!" diye patladı Serra. Tam burada susması ve mahcup, pişman bir duruş sergilemesi gerekirdi ama yapmadı. Yüzsüzlüğü hatta pişkinliği ele almış gibi suskunluğunu bozdu. "Anlıyor musun, yetmiyor! Yaptıklarınız yetmiyor abla, boşa kürek çekiyoruz görmüyor musun?" Duyduklarına inanamayan Nağme ise kekeleyerek "N-Ne diyorsun Serra?" diyebildi ancak. Kız kardeşinin söylediklerini algılaması, sindirmesi güçtü. "Sen okudun da ne oldu? Öğretmen oldun da sıkıntıların geçti mi, refaha erdik mi?" Hayretler içinde "Çok şükür başımızda bir çatı, önümüzde bir kap yemeğimiz var Serra." diyerek savunmaya geçti Nağme. "Kendi yağımızda kavruluyoruz ablacım niye böyle söylüyorsun?" "Başımızda akan bir çatı, önümüzde bir kuru ekmek var. Aç gözünü artık abla, iyi tarafından bakılacak bir hayatımız yok! Bu kafayla da daha iyisine ulaşacağımız yok, gerçekçi ol!" O ne söylerse söylesin bulunduğu rezil duruma karşı bile Pollyannacılık oynamayı tercih eden ablasının gözünü açamayacağını iyi biliyordu Serra. Boşa kürek çektiğinin farkındaydı. Çünkü ablası bugüne kadar hep azla yetinmeyi tercih etmişti. Nağme ise kız kardeşinin bu kadar şükürsüz biri olduğuna inanamıyordu. İkisi de o kadar zıt duygular içerisindeydi ki... Özellikle Nağme için çok zordu bu. Neredeyse kendi büyüttüğü kardeşini tanıyamıyordu. Gözünün önündeyken ne ara bu hâle gelmişti, anlamak güçtü doğrusu. Her şeye rağmen sakin kalmaya, onu girdiği bu yanlış yoldan döndürmeye çalışıyordu. "Peki, ne yapalım ablacım? Bizim elimizden gelen bu? Sen okumayarak bu durumumuz nasıl bir katkıda bulunacaksın?" Omuz silkerek "Bilmiyorum, belki iyi, varlıklı biriyle tanışıp hayırlı bir evlilik yaparım." dedi makul ve iyi bir çözüm bulmuşçasına. Daha önce bulundukları durumdan birçok kez şikâyet etmişti kardeşi, bu doğruydu. Ama hep gençliğine, cahilliğine vermişti Nağme. Bu onun gerçek kişiliği değil, sadece böyle bir hayata senin kadar dayanıklı değil biraz sabırlı ol, demişti kendi kendine. Her zaman bu yalan sözlerle teselli etmişti kendini. Ancak şimdi görüyordu ki, kız kardeşine maneviyata dayalı hiçbir şey verememişti. Önemli olanın namuslu, erdemli, onurlu olmanın farkına varmasını sağlayamamıştı. Koca bir hiçti karşısındaki. Tüm emeklerinin boşa gittiğini görmek canını öylesine yakıyordu ki... "Sen maddiyata dayalı bir evliliğe hayırlı mı diyorsun? Bedenini, kalbini, duygularını satmak değil mi bu?" Sessiz kalan kıza eğilip yüzüne baktı ve "Ne zaman bu kadar tamahkâr oldun sen?" diye sordu. Tanımadığını bu kızla yüzleşmeye çalışıyordu. Çünkü karşısındaki kızın gerçekten büyük emekler verdiği kardeşi olduğuna inanmak istemiyordu. Serra ise itham edildiği sıfatlara "Sadece gerçekçiyim, anladın mı?" diyerek itiraz etti. Geri adım atmaya niyeti yoktu. Kendi tarafından baktığında haklıydı çünkü. Kimse kendini kolay kolay haksız görmezdi ki. O da görmüyordu. Haklıydı. Çektiği bunca sıkıntılar karşısında büründüğü bu kimliğe gerçekçilik adını vererek rahatlatıyordu sızlayan vicdanını. Bu yüzden hayatın tüm acımasız gerçekleriyle karşı karşıya kalıp savaşan ablasını "Senin gibi hayaller âleminde yaşamıyorum. Senin kazandığın üç kuruşla dönmez bu ev, aç gözünü artık! Gerçekleri gör!" sözleriyle suçlamak işine bile gelmişti. Başını iki yana sallarken gözleri dolmuştu genç kızın. Şimdi karşısında yalnızca koca bir hayal kırıklığı görüyordu. Koskocaman bir hiçlik... "Yazık, gerçekten yazık..." Anahtarla kapının açılma sesini duyunca çabucak gözlerindeki yaşları sildi. Olanları abisinin duymasını istemiyordu. Salim'i karşılamaya gitmeden önce kapının önünde durup arkasına döndü ve son kez arkasındaki kıza baktı. Kız kardeşi olduğuna bir türlü inanamadığı o yabancıya... Anlıyordu ki artık çok farklı yerlerde, çok farklı saflardaydılar. Bunu anlamak o kadar acıydı ki. ●●● Gecenin geç saatlerine kadar çalışmıştı, uzun süre koltukta dik ve hareketsiz oturduğu için boynu tutulmuştu. Araçtan inip evin önüne geldiğinde boynunu ovaladı. Anahtarını kilide sokup içeri girdiğinde etraf karanlıktı. Ses yoktu. Herkes odasına çekilmişti; yardımcılar, karısı... Merdivenlerden yukarı çıktı yavaşça. Yorulmuştu. Üstünü değiştirip bir an önce uyumak istiyordu. Yatak odasına girdiğinde kapının altından süzülen ışık huzmesinin tahmin ettiği gibi yanan gece lambası olduğunu gördü. Karısı ise hâlâ uyumamıştı, yatakta doğrulmuş kitap okuyordu. Geldiğini görünce kitabı komodinin üzerine bırakıp kendisine döndü. "Hoş geldin hayatım." Ceketini çıkaran Yağız ise donuk bir ses tonuyla "Hoş bulduk." dedi sadece. Muhabbeti daha fazla ilerletmeye niyeti yok gibiydi. Aylin ise hâlâ umudu kesmişe benzemiyordu. İmalı bir ses tonuyla yatağın boş tarafına koydu elini. "Yanıma gelsene." Ayartıcı bir ifade takınmıştı ve yalnızca bunun Yağız'ı etkilemeye yetmeyeceğini bildiği hâlde şansını deniyordu. Hızlı bir hamleyle üzerini değiştirip altına eşofmanı çekerken karısının neyi ima ettiğini gayet iyi anlamıştı ancak bunu istemiyordu. Artık eskisi gibi olmayan o kadar çok şey vardı ki. "Yorgunum, yatacağım." Tişörtünü giydikten sonra yatağına uzandı ve kadına sırtını döndü. Aylin'in de ümidi kesip kendi yattığı tarafa döndüğünü görünce sırtüstü yatmaya başladı. Ellerini başının altında birleştirip tavanı seyrederken ister istemez Nağme'yi düşünmeye başlamıştı. Onun cesur, cüretkâr, hiçbir şeyden çekinmeyen istikrarlı tavırları oldukça etkileyiciydi. Kim olsa böyle kendine güvenen, ne istediğini bilen bir kadından etkilenirdi herhâlde. Yani, herhâlde. Oysa bunları düşünmek oldukça saçmaydı. Üstelik de çok yorgundu. Yan dönüp gözlerini kapadı ve önlenemez düşüncelerle uykuya daldı. ... YAZAR NOTU: Tam 1 haftada 2 Bin okunma arttık, siz okurların sayesinde! Bu yüzden bu bölüm size ananızın ak sütü gibi helal! Keyifli okumalar diliyorummm. :) Bu arada, duyurunun asıl amacına gelelim... Bir sonraki bölümde soru-cevap etkinliği yapmayı planlıyorum arkadaşlar. Siz okurlarımın kitap hakkında merak ettiği her şeyi uygun bir biçimde yanıtlamaya çalışacağım. Bu yüzden bu bölümün altına istediğiniz kadar soru sorabilirsiniz, önümüzdeki bölüm düzenleyeceğim soru-cevap etkinliğinde hepsine yer vereceğim. Sizleri seviyorum, esen kalın! ^^ * Öneri vakti! Bu hikâyemi beğeniyle okuyanlar için farklı bir kurgu daha öneriyorum.
"Kendi ölümü temsil eden koca bir günah bulutuyken bebeğin neşeyi, masumiyeti ve hayatın ta kendisini simgeleyişi ne büyük tezattı değil mi? Bir gören var mı diye etrafına bakındıktan sonra bağrına bastı bebeği. "Artık kanatlarımdasın." Sıkıca sardı onu, üşümesin diye. Belki de üşüyen onun günahkâr kalbiydi."
Hikâye Adı: MARAZ-I MEVT
Kullanıcı Adım: -BuzlarKralicesi
Göz atacak olanlara keyifli okumalar dilerim.
|
0% |