@buzlarkralicesi
|
-8- / 1 Otobüste endişeyle inmesi gereken durağı beklerken içinden dua ediyordu Nağme. Babasının gerçekten iyi olması için Allah'a yalvarıyordu içten içe. Yine o kuruntu yapmış olsun, razıydı. Yeter ki babasının iyi olsun, başka bir şey istemiyordu. Bir durakta daha durduklarında, karşıdaki kafede Serra'yı gördüğünü sanmıştı bir an. Dalgındı ve aklında çok şey vardı, bu yüzden ilk etapta halüsinasyon gördüğünü düşündü. Hatta sen de Serra'yı düşüne düşüne kıza iyice taktın ha, diye kızdı kendine. Fakat biraz daha dikkatli bakınca benzetmediğini, karşısında oturan genç kızın gerçekten de kendi kardeşi olduğunu anlamıştı. Karşısında arkadaşı olamayacak kadar yaş farkı olan biriyle oturmuş kahve içerken gülüyordu. "Yok, o değildir," diyerek gözlerini yalanlamaya çalışsa da gerçeklerden kaçması o kadar da mümkün değildi. Üstelik adamla gayet samimiydiler, adam kardeşinin elini tuttuğu sırada ani bir manevrayla o durakta inmek istemişti ancak kapı suratına kapanmıştı. Öfkeyle kapıya vururken şoföre seslendi Nağme. "Lütfen kapıyı açar mısınız, ineceğim! Kapıyı açın!" "Açamam kardeşim, durağı geçtik. Burada yolcu indirmem yasak!" Alev saçan gözleri geçmiş durakta kalan genç kız hem öfkeli, hem üzgünken öte yandan kardeşi için endişeliydi. Kimdi o adam? Serra niye onunla buluşmuştu? Neden bu kadar samimiydiler? Anlamakta güçlük çekiyordu Nağme. Bir açıklaması vardır, diye düşündü kız. Bir açıklaması olmalıydı. Ama nasıl bir açıklama bu samimi buluşmayı temize çıkarabilirdi ki? Kendini kandırmaya devam ediyordu işte. Konduramıyordu biricik kardeşine bu tavırları. Safça hatta salakça açıklamalar yapıyor, susturmaya çalışıyordu mantığını. Gerçekse gözünün önünde hiç olmadığı kadar acımasız bir biçimde duruyordu. Tüm bunları bir kenara bırakmaya karar verdi. En azından kısa süreliğine. Bir an önce babasının iyi olduğunu gözleriyle görmeye ihtiyacı vardı. Daha sonra elbette Serra'ya bunun hesabını soracaktı. Şimdi başka öncelikleri vardı. Hastaneye vardığında yüreği ağzındaydı. Neden bu kadar panik yaptığını kendi de anlamıyordu. Anlamsız olduğunun farkındaydı. Sonuçta abisinin söylediğine göre basit bir doktor kontrolüydü. Tabi Salim doğruyu söylüyorsa. İçindeki ses de tam bu sırada devreye giriyordu işte, ya gerçekten ciddi bir problem varsa? Hastane koridorunda abisine ne kadar sorduysa da öncekinden farklı bir yanıt alamamıştı. Çok üstelemedi, çağrıldıkları üzere doktorun odasına girdiler. Doktor Erkin'in karşısına oturduklarında Nağme'nin kalp atışı kendisinin bile duyabileceği şiddetle atıyordu. Doktorun ağzından çıkacak ufacık bir kelimeyi kolluyordu kız. Erkin Bey ise genç kızın endişesinin farkında olduğundan fazla uzatmadan "Zaman daralıyor." diyerek başladı söze. Gerçekleri yumuşatarak söylemenin şu aşamada bir faydası yoktu. Durumu tüm şeffaflığıyla bilmeliydi hasta yakınları. "Babanız için çok zaman yok. Bir an önce ameliyat edilmesi gerekiyor. O zamana kadar her hafta kontrole getirmelisiniz." Tabi ameliyat olabilirse, diye geçirdi içinden Nağme. Kendi içindeki umut çiçeklerinin bile çürüdüğü çaresiz bir noktadaydı. Vazgeçmiyordu, vazgeçmeyecekti de. Ama bu durumun kritik olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Keşke değiştirseydi. Salim durumun ciddiyetinin farkındaydı ve konuşmayı daha da uzatarak kardeşinin saf umutlarına eziyet etmek istemiyordu. Çünkü kendisinin aksine o hâlâ bir umut olabileceğine inanıyor, o hayalin varlığına tutunuyordu. "Tamam doktor bey, sağ olun." Usulca odadan çıkarlarken boğulduğunu hissediyordu Nağme. Düşünceli ve çaresizdi. Aslında hâlâ yapabileceği bir şeyler olduğunu düşünüyordu. Yağız denen o vicdan yoksunu adama daha çok baskı yapmalı, onu ikna etmeliydi. Bunu yapabileceğini hissediyordu. Felaket tellalı olmak istemiyordu ama ailede duruma gerçekçi bakan tek kişi olduğunu hissedebiliyordu adam. Sağ eli çaresizce ensesinde gezinirken iç geçirdi Salim. "Ne yapacağız şimdi?" Kız kardeşinin ne kadar endişeli olduğunu görebiliyordu, ona böyle sorular sormaması gerektiğini de biliyordu ancak kendine engel olamıyordu. En az Nağme kadar çaresiz hissediyordu. Artık bir işi bile yoktu. Yerine getiremediği bu sorumluluğun altında eziliyordu. Abisinin duygularına tercüman olan genç kız ise aklına doluşmuş tüm düşünceleri bir kenara bıraktı o an. "Bilmiyorum abi. Ama üzülme, halledeceğiz." Aileyi umutlarıyla ayakta tutma sırası kendisindeydi. Genellikle bu görevi ailenin büyüğü olarak abisi Salim üstlenirdi lakin bugün onun da durumu pek parlak görünmüyordu. "Elde yok avuçta yok Nağme, ben de iş bulamadım. Ne olacak böyle?" "Ben çalışıyorum. Daha da elimden ne gelirse yapacağım." Adamın omzuna dokundu ve "Sen üzülme, durumumuz o kadar kötü değil. Şimdilik iyiyiz." dedi onu rahatlatmaya çalışırcasına. Fakat kendisi de düşünmeden duramıyordu. Bir çözüm üretmesi gerektiğinin farkındaydı, çünkü donörü ikna etse de gereken parayı nereden bulacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Köşede biraz birikmişleri vardı, dişlerinden tırnaklarından artırıp kenara bir şeyler atmaya çalışmışlardı ama gerçekçi olmaları gerekiyordu ki o para ihtiyaçları olan meblağın çeyreğini bile karşılamazdı. Buna rağmen adam donör olmayı kabul etsin de, gerisini o zaman düşünürüz, diye geçiriyordu içinden. Sanki tek sorun oymuş da, adam evet deyince her şey bitecekmiş gibi. ●●● Elindeki kalemi sükûnetle masaya bırakırken sabah kendisine gelen çiçeğe baktı göz ucuyla. Ne kadar ısrarcı bir kızdı öyle. Asla mücadeleyi elden bırakmıyordu. Aslında normalde ısrarcı insanlardan hiç hazzetmezdi, bu tür davranışları yüzsüzlük olarak değerlendirirdi. Ama bu durum nedense hoşuna bile gitmişti. Sebebini ise bir türlü anlayamıyordu. Kendi karakterine ters bir duyguydu bu. Emrivakiler, ısrarlar onun tahammül edebileceği şeyler değildi ama bu kızın ısrarları gururunu mu okşuyordu yoksa başka bir sebebi mi vardı bilmiyordu ama anlamsız bir biçimde hoşuna gidiyordu. Kapı çalınca çiçek buketinden kopardığı çiçeği masaya bıraktı ve "Evet!" diye seslendi bekleyen kişiye. Tahmin ettiği üzere içeri karısı Aylin girdi ve manasız bir beklentiyle kendisine bakıyordu. Geldiğinden beri her zamanki gibi odasına kapanan adama baktı dik dik. Akşam yemeği için vakit gelmişti ama kocasının hiç de iştirak etmeye niyeti yoktu. "Gelmiyor musun?" "Çalışacağım. Beni bekleme sen, afiyet olsun." Herhangi bir karşılık vermedi kadın. Yalnızca girdiği gibi sakin çıkmak yerine hafifçe kapıyı çarpmayı tercih etti. Tabi bu tavrı kocasının ne kadar umurunda olurdu bilemiyordu. Zira onun bütün isyanlarını görmezden gelmeyi bir alışkanlık hâline getirmişti. Yağız ise gerçekten umursamıyordu artık. Aylin kızmış mıydı? Kırılmış mıydı? Tavır mı yapıyordu? Artık bunlarla ilgilenmiyordu. Bunları düşünmeyi bırakalı o kadar uzun zaman olmuştu ki... Karısındaki çabanın farkındaydı ancak artık bunu yersiz ve zorlama buluyordu. Sevdiği, istediği için değil de birilerine bir şeyleri kanıtlamak için ya da evliliğini kurtarmak için yapıyor gibiydi. Ve bu da genç adamın canını sıkıyordu. Çünkü o bu kadar zorlama bir ilişki yaşayacak derecede yüzüne bakılmayacak, çaresiz bir adam değildi. Aylin'in kendisine böyle hissettirmesi ise karısından daha da uzaklaşmasına sebep oluyordu ister istemez. Artık onunla birlikte olmaya ya da onunla çocuk yapmaya ve buna benzer her türlü çabaya dair isteksizdi. Açıkçası yapmaya çalıştıkları şeyin ölmüş birini diriltmeye çalışmalarından farksız olduğunu düşünüyordu. ●●● Ertesi sabah öğle saatlerine doğru şiddetli bir baş ağrısıyla gözlerini araladığında aklında dün geceye dair tek bir anının izine dahi rastlayamıyordu. Gözlerini açıp etrafa bakmaya çalıştıkça başı daha şiddetli zonkluyordu, o yüzden bir süre daha yatakta gözleri kapalı bir biçimde düşünmeye çalıştı Tuna. Neler oluyordu? Neredeydi? Tüm vücudu neden üzerinden kamyon geçmiş gibi ağrı sızı içindeydi? Galiba daha fazla dayanamayacaktı. Başına gelecek her şeye hazırlıklı bir biçimde açtı gözlerini. Artık ağrıları sızıları umurunda değildi. Bütün gün bu yatakta kalamazdı. Doğrulmaya çalışırken bir otel odasında olduğunun bilincine vardı. Yatakta doğrulup etrafına bakınmaya devam ederken yanında yatan kadını fark etmesi çok sürmedi. Neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Gözde'nin burada ne işi vardı? Beyni durmuştu. Bir kez daha sordu kendine; neler oluyordu? Ya da daha kötüsü, neler olmuştu? Yanında huzurlu bir biçimde yatan Gözde'ye bakarken dün geceden birkaç küçük sahne hücum etti aklına ve utançtan kıpkırmızı oldu adam. Hatırlıyordu. Artık bazı şeyleri hatırlıyordu ve utanıyordu. Ne yazık ki olmadığı biri gibi davranmıştı ve şimdi çaresizce bunun utancını yaşıyordu. Elleriyle yüzünü kapatırken tüm pişmanlıkları bir arada yaşıyordu. Ve tek bir soru yükseliyordu fısıltılı dudaklarından; "Allah'ım, ne yaptım ben?" ... YAZAR NOTU: Bugün 560 Bin okunmaya ulaştığımız için bana bu mükemmel duyguyu yaşatan güzel okurlarıma ödül olarak bonus bölüm getireyim dedim. Beğenmeniz dileğiyle, keyifli okumalar diliyorum. ^^ |
0% |