@buzlarkralicesi
|
-8- / 2 Aradan geçen 1 haftada çok şey değişmediği gibi, Yağız'ın hayatına gitgide renk bile gelmişti aslında. Yine şirketten içeri girdiğinde ve yönetim katına çıkıp odasına doğru yürüdüğünde son günlerde her sabah olduğu gibi bezgin bir yüz ifadesi takınarak yolunu kesen asistanının elindeki çiçekleri aldı. "Yine mi?" Asistanı ise yalnızca onaylar gibi başını sallamakla yetinmişti. Artık bu duruma alışmış gibiydi ve Yağız'ın fark etmediği bir an sıkılmış bir ifadeyle gözlerini devirdi. Patronunun ellerinde çiçeklerle odasına girdiğinden emin olduğu an telefonuna sarıldı kız. Birkaç gündür patronunun karısına bu hususta gizli gizli rapor veriyordu. Telefonu açan kadının "Çiçekler mi?" diyerek direkt konuya girmesine karşın "Evet, Aylin Hanım. Yine aynı çiçeklerden geldi ve notta yine aynı isim vardı." yanıtını verdi. Kısa bir süredir yalnızca seyirci kalan kadın artık bu olanların basit bir çiçek meselesi olduğunu hiç sanmıyordu. Kimdi kocasına her gün çiçekler yollayan bu süprüntü? Ve dahası, Yağız gibi biri böyle bir şeye nasıl müsaade edebiliyordu. Onun tanıdığı Yağız böyle şeylerden hiç hazzetmez ve bu tür konularda asla taviz vermeksizin sert ve netti. Şimdi ne olmuştu da bu çiçekleri kabul ediyordu? Uzaylılar kocasını kaçırıp yerine onun negatif kopyasını koymadılarsa eğer -ki bu çok uzak bir ihtimaldi- bunun başka bir açıklaması olmalıydı. Delirdi ve öfkeden tüm odayı dağıtıp darmaduman etmişti. Günlerdir kocasına çiçekler gönderen, vazgeçmeyeceğini söyleyen o kadın kimdi? Kim? Yuvasını yıkmaya çalışan o kadının kim olduğunu düşünmekten deliye dönmüştü. Çıldıracaktı. Nasıl cesaret edebilirdi böyle bir şeye? Hışımla çantasını kaptığı gibi evden çıktı Aylin. Bu gidişe bir dur demenin zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Hiç kimse onun kocasın asılmaya cüret edemezdi, bunu en ağır şekilde göstermeliydi. Aracına bindi ve iki eli direksiyonda derin nefesler alarak biraz sakinleşmeye çalıştı. Bu şekilde yola çıkarsa çok geçmeden kontrolünü kaybeder ve kaza yapardı. Biraz sakinleştiğini hissettiği an yavaşça aracı çalıştırdı. Bu rezalete bir son vermeliydi. Onun gibi bir kadın kimseyi arkasından güldüremezdi. ●●● Odasına girip çiçeklerin arasındaki notu inceleyen Yağız ise hiç de hâlinden şikâyetçi gibi durmuyordu. Nota uzun uzun baktı. "Vazgeçmeye niyetim yok. Nağme." Yağız böyle şeylerden hoşlanmayan hatta bunalan biriydi normalde. Fakat buna rağmen bu ilgi ve ısrar hoşuna gidiyordu. Nedenini kendi de anlayamıyordu. Belki de uzun zamandır hasret kalmıştı böyle şeylere. Bundandı hoşlanmadığı bir davranış olmasına rağmen şu Nağme denen kızın uğraşlarını takdir etmesi. Ama sevmişti bu azmi. Gerçekten. Böyle tuttuğunu koparan insanlar her zaman ilgisini çekmiştir zaten. En azından bu çabası Aylin'inki gibi zorlama görünmüyordu, gerçekten istediği bir amaç uğruna gösterdiği kararlılıktan doğduğu belliydi. Karısıyla yedi göbek yabancı bir kızı kıyaslaması hiç doğru ve mantıklı bir şey değildi aslında. Ancak son zamanlarda ister istemez çaba gösterme hususunda her iki kadını da birbiriyle karşılaştırmaktan alıkoyamıyordu kendini. Aylin'le evliliklerinin monotonlaşması bir yana, ilişkilerinin çatırdamaya başlamasının üzerinden çok zaman geçmişti. Kabul etmeliydi ki, artık birbirilerine ilgileri eskisi gibi yoğun değildi. Tamam, hiçbir zaman o eski heyecanın ve renkli duyguların geri gelmeyeceğini, hiçbir şeyin ilk günkü gibi taze kalmayacağını anlayabilecek olgunluktaydı ancak bahsettiği bambaşka bir şeydi. Bu karısının evrim geçirmesiyle alakalıydı. Yalnızca onu suçlaması da doğru değildi üstelik. Kendisi de değişmişti ister istemez. Zamana karşı durabilen kim vardı ki onlar değişmeyecekti? Zamana karşı gelmek esen rüzgâra karşı üflemek gibiydi, beyhude ve sonuçsuz bir çabaydı özetle. Telefonu çaldığında milyonlarca kez düşündüğü fakat bir sonuca varamadığı evlilik problemlerinden kısa süreliğine sıyrıldı ve boş bulunarak kimin aradığına bakmaksızın aramayı yanıtladı. "Alo..." "Yağız Bey." Kadife gibi ses tonundan tanıyordu artık bu inatçı genç kızı. Gerçek duygu ve düşüncelerini gizleyen ifadesiz bir ses tonuyla karşılık verdi. "Efendim." Umut dolu bir ifadeyle kibarlığını korumaya çalıştı. 1 haftadır her gün çiçek gönderiyordu adama. Onu psikolojik olarak tatlı da olsa bir baskıya maruz bırakıyordu. Ve bunun bir sonuç vermesini bekliyordu çaresizce. "Çiçeklerimi aldınız mı?" Onunki, bir mucizeyi bekleme gibiydi farkındaydı ancak bundan daha iyisi elinden gelmiyordu. Her gün şirketin kapısında yatıp kendini küçük düşürmeye de razıydı ama bunun yapışkanca ve acınası duracağı için o tür bir adama sökmeyeceğini, ikna edici bir adım olmayacağını biliyordu. Ne yapsa onu etkilerdi acaba, nasıl değiştirebilirdi fikrini? "Evet, hafta boyunca her gün aldığım gibi." Umursamaz fakat keyifli bir ses tonu takınmıştı. Sanki içten içe hoşuna gittiğini ya da en azından bu durumla eğlendiğini gizleme gereksinimi duymuyordu artık. "Sizce de artık yüz yüze gelip konuşma vakti gelmedi mi?" Esrarengiz ve meraklı bir ses tonuyla "Geldi mi?" sorusunu yöneltti Yağız. Bilmezden gelir hatta yok sayar gibi bir hâli vardı. Fakat karşısındaki kadının pes etmeye veya boyun eğmeye pek niyeti yoktu. Nağme kararlı bir biçimde "Bence geldi." dedi. Ses tonunda geri adım atmayan cüretkâr bir tavır sezinlenebiliyordu. Hatta kontrolü ele almanın zamanı gelmişti onun için. Bu yüzden buluşmayı ertelemek ya da adamın insafına bırakmak gibi bir gaflete düşmeksizin "Bu öğle arası sizin için de uygun mu?" sorusunu yöneltti cesurca. "Konuşmadan düşmeyeceksin yani yakamdan, öyle mi?" "Aynen öyle. Hatta siz kabul etmedikçe peşinizi bırakmayacağımı bilmelisiniz. Bu tatlı tacizlerimden ancak böyle kurtulabilirsiniz." Keyifle gülümsese de sesi umursamaz bir ifadeyle çıkmaya devam ediyordu. "Peki, öğlen seni alırım." "Gerek yok, nereye isterseniz kendim gelirim." Söylediklerini duymazdan gelir gibi ilgisizce "Şimdi çok meşgulüm, kapatıyorum." dedi ve telefonu kapattı. Tanımadığı bir kadına bu kadar yüz vermesi doğru muydu? Ya çok yapışkan ve ısrarcı hatta servet avcısı bir tip çıkarsa? Onu tanımıyordu bile. Neden buluşmayı kabul ettiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Her şey bir anda gelişmişti. Gerçi onu kandırmak, tuzağa düşürmek ya da zor durumda bırakmak henüz herhangi bir kadının başarabildiği türden şeyler değildi. Bu yüzden endişelenmesi de son derece manasızdı. O ufak tefek kız ne yapabilirdi ki kendisine? Eterle bayıltıp zorla ameliyat masasına mı yatırırdı? Hiç sanmıyordu. Düşündüğü bu uçuk şeylere güldü adam. Bahsettiği öylesine bir kızdı. Kendisinin onda biri güce sahip, ufak tefek, narin görünümlü bir kız. Ne kadar da büyütmüştü ısrarcı bir kadını gözünde. ●●● Boş ders saatinde öğretmenler odasında tek başına oturan Nağme ise Yağız denen o buzdan adamla bir görüşme kapabildiği için heyecanlı ve mutluydu. Şimdiden onun karşısında yapacağı konuşmayı hazırlamaya koyulmuştu bile. Kendi içinde prova bile yapıyordu nasıl konuşacağıyla ilgili. Öncelikle sakin ve kendinden emin olmalıydı. Ona ne kadar ihtiyaçları olduğunu dozunda belli etmeli ama yalvarır gibi durmamalıydı. Bu tür adamlar yalvaran insanları ayaklarının altında ezmeye pek bir meraklıydı nedense. O yüzden kuyruğu dik tutmalı, babası için yapabileceğinin en iyisini yaptığına emin olmalıydı. Diğer yandan düşüneceği tek dert de bu değildi ne yazık ki. Kardeşi Serra'nın olayları kafasını son derece kurcalıyordu. 1 haftadır öyle meşguldü ki, gerek işiyle gerekse bu Yağız Bey meselesinden ötürü kafası çok dağınıktı ve kardeşiyle bir türlü konuşamamıştı. Üstelik konuşup ne diyecekti? Gördüklerini ifade etmeye bile utanırdı. O gün hastaneye giderken biricik kız kardeşini onun hiç dengi olmayan bir adamla gördüğüne neredeyse emindi. Öyle şaşırmış ve ne yapacağını bilememişti ki, hâlâ nasıl bir tepki vereceğini, kardeşine nasıl yaklaşacağını bilemez hâldeydi. Yaklaşımıyla her şey geri tepebilirdi, sert tepki vermemesi gerektiğini de biliyordu ancak kendini nasıl tutacaktı? 1 hafta boyunca yeterince tutmuştu zaten, bir yerde patlak vereceği kesindi. Çünkü bu konuyu hiç olmamış gibi açmamak, unutmak, yok saymak da hiç sağlıklı bir çözüm değildi. Bugün böyle bir hata yapan kız yarın kendine farkında olmadan daha büyük zararlar verebilir, başını belaya sokabilirdi. Bir abla olarak en kısa sürede duruma el koymalıydı. Üstelik her şeyi gözleriyle görmesine rağmen hâlâ ona konduramıyordu. Aptalca bir düşünceyle bunun çirkin bir benzerlik olabileceği düşüncesi kafasında dönüp duruyordu. Bunun mümkün olmamasını hatta yanlış görmüş olmayı her şeyden çok isterdi. Onun tanıdığı Serra biraz uçarıydı, deli doluydu ama sırf par için de böyle bir şey yapacak kadar aşağılık bir insan değildi. Hoş, onun tanıdığı Serra geçen günkü o korkunç konuşmayı yapacak insan da değildi, olamazdı ama beklemediği o kadar çok şey yapmıştı ki, Nağme bir noktadan sonra tüm bunlar inanmak zorunda bırakılıyordu. Hayat bazı şeyleri kafasına vura vura öğretiyordu işte. Hiç kimsenin küçük bir çocukkenki gibi masum kalmadığını, zamanla değişip canavarlaştığını görüyordu en acı şekilde. Bugün bazı şeyleri netleştirirse ve başı biraz rahatlayabilirse akşam Serra'yı alıp karşısına konuşmayı düşünüyordu zaten. Bunun başka bir çıkar yolu yoktu. Kardeşinin gittiği bu yol, yol değildi, giren insanı içine çeken bir bataklığın ilk adımıydı. ●●● Günün ilk toplantısından çıkmış odasında oturuyor, asistanından istediği raporları inceliyorken dışarıdan gelen seslerle daha ne olduğunu anlayamadan kapıyı çalmaksızın içeri aniden karısı Aylin girmişti. Nefes nefeseydi ve sinirliydi. Şaşkınlıkla ve merakla kadını seyrediyordu. Aylin ise çileden çıkmış bir ifadeyle yutkundu ve "Nerde o?" diye sordu. Delirmiş gibiydi. Kadının arkasından mahcup bir ifadeyle gelen asistanını konuşmasına müsaade etmeden adeta sert bakışlarıyla dışarı çıkardı Yağız. Odada yalnız kaldıklarındaysa zıvanadan çıkan karısının yaptıklarına anlam veremiyordu adam. "Ne oluyor Aylin?" "Asıl sana sormalı, ne oluyor?" Sinirlerine hâkim olmaya çalışan Yağız sabırla "Ne diyorsun Aylin, anlamıyorum!" sorusunu yineledi. "Kim, hangi hakla sana böyle çiçekler gönderiyor? Kim bu kaltak?" Karısının ağzından daha önce hiç böyle kelimeler duymamış adam ise şaşkınlık ve öfke arasında gidip geliyordu. Bir kadının kocasını kıskanması çok doğaldı ancak insan gibi gelip sormak varken mekân basar gibi fütursuzca girip terör estirmek de neyin nesiydi? Hışımla ayağa kalktı. "Kendine gel, benimle konuştuğunu unutma!" "Sen kimsin Yağız, ha? Kimsin sen?" "Kim olduğumu çok iyi biliyorsun, sesinin tonuna dikkat et! Bana bu şekilde, bu üslupla hesap soramazsın." Kendini biraz olsun kaybettiğinin farkındaydı. İleri gittiğinin de. Bu yüzden kocasının sert bakışlarıyla geri adım attı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırken düşük bir ses tonuyla "Kim bu kadın? Kim de bu kadar çiçekler gönderiyor sana?" diye sordu tekrar. Karısının bunu kıskançlık yüzünden yapmadığını, sırf huzursuzluk çıkarmak adına bahane olarak kullandığını çok iyi biliyordu Yağız. Çünkü birbirilerini eskisi gibi sevmeyi, kıskanmayı bırakalı uzun zaman olmuştu. Aylin'in ciğerini bilirdi o. Yeri geldiğinde birbirilerini çok iyi tanıdıklarından, neyi niçin yaptığını çok iyi anlıyordu Yağız. Son zamanlarda kavga çıkararak deşarj olan karısı, her türlü konuyu gereğinden fazla uzatıp bundan nasıl kavga çıkarabilirim diye düşünerek ortamı domine ettiği için alışmıştı artık. Yine de sabırla "Önemli biri değil Aylin." yanıtını verdi. En azından bu kadarını bilmeye hakkı vardı. Fakat bununla yetinmeyeceğini de iyi biliyordu. Böyle sağlam bir kavga konusu çıkmışken bu fırsatı asla kaçırmazdı. "Eğer sakince sorsaydın, normal bir biçimde oturup konuşsaydık belki cevap verirdim. Ama şuan sana açıklama yapmak hiç içimden gelmedi." Koltuğuna oturdu ve önündeki dosyalara döndü, sıradan bir ses tonuyla "Çıkabilirsin. Halletmem gereken işler var." demeyi de ihmal etmedi. Kopan kıyametlere rağmen onun sakin duruşu karısını çıldırtıyordu, bunu çok iyi bildiği için en güçlü kartını oynuyordu şuan. Umursamaz ve sakin olmak. Kadın ise bir eli belinde "Neymiş o işler?" diye sorarken konuyu kapatmaya hiç niyeti yoktu. "Bir sürtükle buluşmak mı mesela?" "Daha fazla ileri gitme Aylin, zaten sabrımın son demlerindeyim. Hepten iplerin kopmasını istemiyorsan daha fazla taşırma sabrımı." Uyaran ses tonunun ardından karısıyla uzun bir süre bakıştılar. Gözleriyle ona ne kadar kararlı olduğunu anlattıktan sonra tahmin ettiği gibi pes etti ve hiçbir şey elde edememenin verdiği öfkeyle çıkıp gitti karısı. Onun için artık âşık olduğu bir adamdan çok, sahip olduğu bir eşya gibi göründüğünün farkındaydı Yağız. Kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya geldiğinde hırsla dolabildiği ve elinden kaçırmak istemediği bir eşya... Belki de ilişkilerini bu noktaya getiren en önemli sebeplerden biri de buydu. Hem artık ne önemi vardı ki, şu saatten sonra hiçbir şey değişmeyecekti nasılsa. ... YAZAR NOTU: Bugün 570 Bin okunmaya ulaştık! Bunu kutlamalıyız diye düşündüm ve sizlere yeni bölümle geldim. Beğenmeniz dileğiyle, keyifli okumalar diliyorum. ^^ |
0% |