@buzlarkralicesi
|
-9- / 1 Kolundaki saate sabırsızca baktıktan sonra hem mekânın içinde gezdirdi gözlerini, hem de cam kenarından dışarıya şöyle bir bakındı. Görünürde ne gelen vardı ne giden. Sözleştikleri saati de epey bir geçmişti üstelik. Bu adamla görüşmek, meramını anlatmak Nağme için çok önemliydi. Babasının iyileşmesi, yaşama tutunması az sonra gelecek olan adamın tek cevabına bağlıydı. Bu yüzden yarım saat, kırk beş dakika daha bekledi fakat kendini beğenmiş o ukalânın geleceği yoktu. Belki ne kadar zor durumda olduğunu gördüğünden yalvartmak istiyordu kızı, kendini ağırdan satıyordu kim bilir. Belki de kurtulmak için atlatmıştı kendisini. Bir kez daha saatine baktıktan sonra sıkıntıyla ofladı. Kendine öyle kızıyordu ki. Nasıl gelmişti böyle bir oyuna? Hışımla ayağa kalktı. "Bu adam da artık çok olmaya başladı." Sinirden söylenmeye başladığının farkında bile değildi. Çantasını kaptığı gibi kafenin çıkış kapısına yürüdü. O adama gününü göstermeliydi. "Oyun mu oynuyor bu züppe benimle? Hem de böyle önemli bir konuda." Toparlanıp giderken bile etrafına bakınıyordu. Hâlâ belki yolda karşılaşırız ümidi taşıyordu naif yüreğinde. Ancak buluşma mekânından uzaklaşıp otobüs durağına vardığında oyuna geldiğine emin olmuştu. Sağ ayağıyla öfkeli bir ritim tutturmuştu ve söylenmeye devam ediyordu. "Ama suç bende! Karşımdakini kendim gibi insan sandım! Konuşup derdimi anlatabileceğimi düşündüm. Ah salak kafam, ah!" Durakta onunla birlikte bekleyen insanların kendisine baktığını fark edince biraz sakinleşmeye çalıştı. Öfkelenerek bir yere varamayacağını, bir çözüm yolu bulamayacağını biliyordu. O hadsiz adama iyi bir ders vermeli, vazgeçmeyeceğini göstermeliydi. ●●● Toplantısı bir buçuk saat kadar uzadığı için şirketten anca çıkabiliyordu. Aracına binerken saatine baktı. Epey gecikmişti. İçinden keşke gecikeceğimi bildirseydim diye geçirirken buluşma yerine doğru yola çıkmıştı bile. Anayola çıktığında arkasında karısı Aylin'in arabası olduğunu fark etti. Takip ediliyordu. Onun böyle bir şey yapabileceğini tahmin etmeliydi. Paranoyak karısı sonunda onu takip etmeye başlamıştı işte. Derin bir nefes alıp çözüm odaklı düşünmeye çalıştı. "Bir de senin paranoyalarınla hiç uğraşamayacağım." Yeşil ışık yandığı anda birkaç arabayı sollayarak Aylin'le aralarına mesafe soktu ve bulduğu ilk yola sapıp izini kaybettirdi. Mekâna yaklaşırken hâlâ arkasını kolluyor, karısının onu takip etme ihtimaline karşı temkinli yaklaşıyordu. Mekâna vardığında kapı önlerinde karşılandı Yağız. Bu tarz davranışlara alışıktı. Çoğu yerde tanınır ve saygıyla karşılanırdı. Burada da farklı olmamıştı. Bir hürmet, bir ikram... Mekânın sahibi bizzat karşılamıştı onu ve yüzüne belirgin bir memnuniyet konmuştu. "Aman efendim bu ne şeref! Hoş geldiniz Yağız Bey, keşke geleceğinizi haber verseydiniz. Sizi daha iyi karşılamak isterdim." Ağır başlı bir ifadeyle "Hoş bulduk. Teşekkür ederim." dedikten sonra gözleri masalarda gezindi. O ısrarcı ve inatçı kızı göremiyordu. Yoksa henüz gelmemiş miydi? Tekrar saatine baktığında çoktan gelmiş olması gerektiğini düşündü. Hatta kendisi epey gecikmişti. Beklemeyip gitmiş olmalıydı. "Misafirim geldi mi?" Ellerini birbirine kenetlemiş can kulağıyla karşısındaki adamı dinleyen mekân sahibi anlayamamıştı. "Kim efendim?" Kızın boyunu tarif ederek "Uzun kıvırcık, siyah saçlı bir kadın." demekle yetindi Yağız. Belli ki kendisiyle buluşacağını belirtmemişti kız. Eğer belirtmiş olsaydı mekân çalışanları ne yapıp eder, oyalayıp beklemesini sağlardı. "Geldi, ama..." "Ama?" "Az önce gitti, sinirle söylene söylene gidiyordu. Sizin misafiriniz olduğunu bilseydim durdurur bir şeyler ikram eder, oyalardım ama... Ne yazık ki bilgim yoktu." Duyduklarından sonra bir mahcubiyet hissetmeliydi, farkındaydı ama aksine keyifle tebessüm etti Yağız. Bu hoşuna gitmişti çünkü. Aklında mağrur ve bekletildiği için öfkeden çakmak çakmak gözlerle bakan delici bakışlar canlandı. Muhtemelen öfkeden deliye dönmüştü. "Tamam, teşekkürler." "Gitmeden bir şeyler ikram etseydik size Yağız Bey." "Zamanım yok, başka zaman." Adamla mesafeli bir biçimde el sıkıştıktan sonra "Teşekkürler, kolay gelsin." diyerek oradan ayrıldı. Gitmesinin ardından ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ancak mekân sahibinin söylediğine göre pek uzun zaman geçmemiş olsa gerekti. Hâlâ bu civarda olma ihtimaline karşı etrafta gezindi gözleri. Öte yandan kızın kendisini bekleyip kızgınlıkla oradan ayrılması nedense hoşuna gitmişti. Onu sinirliyken hayal etmek sebepsizce gülümsetiyordu doğrusu. Eve vardığında daha kapıdan içeri girmeden karısının salonda ya da evin herhangi bir yerinde kendisinden hesap sormaya hazır beklediğini tahmin edebiliyordu. Bunu öngörmek için çok da zeki biri olmaya gerek yoktu, Aylin'i biraz tanımak yeterdi. Beklediği gibi de oldu tabii. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğinde sağdaki koridorda ceketini almak için koşturan yardımcıyı bakışlarıyla durdurdu ve o mutfağa giderken ceketini kendi çıkardı. Salondaki koltuktan hışımla kalkan karısına ise gayet sakin ve keyifli bir biçimde "Ne o, hızını alamadın yine aynı mevzuyu ısıtıp önüme mi koyacaksın?" sorusunu yöneltti. Şuan kızgın ya da gergin değildi. Aksine karısını atlatıp gittikten sonra buluşma yerinde aldığı haberle keyfi yerine bile gelmişti. Fakat aynı şeyi kadın için söylemek mümkün değildi, çünkü Aylin kızgınlıktan kulakları ve kafasından buharlar çıkan çizgi film karakterlerine benziyordu. "Sence de bu işte bir terslik yok mu Yağız? Bu ne vurdumduymazlık?" En çok da kocasının bu evlilik için çabalamayı bırakmış olması öfkelendiriyordu onu. Hiçbir şekilde bir şeyleri düzeltme, açıklama yapma ihtiyacı hissetmiyordu. "Asıl senin beni başkasıyla yatakta yakalamış gibi davranman, iş yerimi basar gibi gelip beni rezil etmeye çalışman ters değil mi?" "Hassasiyetimi biliyorsun Yağız, seni kıskanıyorum!" "Sen beni kıskanmıyorsun Aylin, sadece elindekileri kaybetmemek için verdiğin çaba alışkanlık hâline gelmiş hepsi bu! Ayrıca gerçekten kıskanıyor olsaydın bile her şeyin bir sınırı, ölçüsü var! Böyle bir şüphen varsa önce sakin bir biçimde gelip bana sormalıydın. Ama tabii senin olgun davranmanı beklemek de benim hatam." "Ha bütün suç bende yani, öyle mi?" Söylediklerinin karşısındaki kadında boş bir yankıdan ibaret olduğunu anlayan adam yalnızca başını iki yana sallamakla yetindi. Ne söylerse söylesin karısının bakış açısını değiştiremeyeceği aşikârdı. "Hâlâ kim haklı, kim haksız bunları kovalıyorsun." "Yağız..." "Ne var biliyor musun? Bu evlilikte eksilen bir şeyler var. Saygı gibi. Hatta belki de birçok şey. Böyle bir durumda çocuğumuzun olmaması da ceza değil ödül olmalı. Daha evliliğimizi bile sağlıklı bir şekilde yürütemezken çocuğumuz olsaydı kim bilir her şey nasıl sarpa sarardı." Şaşkınlıktan henüz cevap bile veremeyen karısını ardında bırakarak odasına çıktı adam. Gerçekten insan yaşadıkça hayattan çok şey öğreniyordu. Bugünlerde öğrendiği şey de çocuklarının olmayışının bile ne kadar haklı sebeplerinin olduğuydu. Her şerde bir hayır vardır diye boşuna demiyorlardı, değil mi? Odasına çekilip dinlenirken "İyi bir hayat dersi." diye mırıldandı adam. Artık Aylin'den bir çocuğunun olmasını istediğinden bile emin değildi. Bu yüzden bir zamanlar dualar ettiği, ısrarla dilediği bu şeyin gerçekleşmediği için neredeyse memnuniyet duyuyordu artık. ●●● Otobüsten inip eve on beş dakikalık mesafeyi yürürken son konuşmaları tartışmayla biten erkek arkadaşını hatırladı Nağme. O günden sonra bir daha aramamıştı. Son derece kırılmış olmalıydı Tuna, yoksa mutlaka arar ve bir şeyleri çözmeye çalışırdı. Uzlaşmacı yaklaşırdı. Kız da o günden beri koşturmacadan bir türlü fırsat bulamamıştı ki. Onu kırdığının farkındaydı ancak iki tarafın da suçu vardı. Tabii en çok kendisinin. Tuna da keşke bir plan yapmadan önce arayıp fikrini sorsaydı, gereksiz bir emrivaki işi nerelere getirmişti. Kendisi de gereksiz ve sert çıkışmış olabilirdi. Ya da baştan savar gibi bir davranış sergilediği için adamı kırmıştı belki. Bilmiyordu, nasıl bir tavır sergilediğinin farkında bile değildi. Buna ancak tarafsız biri karar verebilirdi. Bazen insan bir şey söylerken veya bir davranışta bulunurken dışarıdan nasıl görünüyor olabileceğini kestiremiyordu elbette. Bu konuda hatalı olduğunu ve Tuna'yı ihmal ettiğini düşündüğü için telefonunu çıkardı ve onu aramaya karar verdi. Konuşarak çözülemeyecek hiçbir şey yoktu. Hem en azından özür dilemiş olurdu. Telefon bir süre çaldıktan sonra Tuna tarafından açıldı. "Alo..." Normalde Nağme aradığı zaman ilk çalışta açan adam, bu defa açıp açmama konusunda uzun uzun düşünmüştü. İlk çalışta gördüğü hâlde açmamış, donup kalmıştı. Yaptığı şey çok iğrençti ve kendinden utanıyordu. Nağme'ye ne diyeceğini, nasıl davranacağını, onun yüzüne nasıl bakacağını bilemez hâldeyken telefonlarını açmak kolay olmasa gerekti. "Tuna, nasılsın?" Sesindeki suçluluk ve pişmanlık dolu o ifadeyi bastırmaya çalışarak yanıtladı adam. "İyiyim, sen nasılsın?" "İyiyim. Sesin biraz tuhaf geliyor sanki." Son cümleyi söylediği andan itibaren pişmanlık duydu Nağme. Sesinin neden tuhaf geldiği yeterince açık değil miydi? Kendisine kırgın olmalıydı. Kekeleyerek de olsa "İ-İyiyim." demeyi başardı Tuna. O günkü tartışmada bir parça kendisi de hatalıydı, bunu itiraf etmeliydi. Belki önceden haber verseydi, emrivaki yapmasaydı işler bu raddeye gelmeyecekti. Nağme'nin hayatındaki zorlukları bilerek girmişlerdi bu yola. Her şeyi bile isteye kabul etmişti Tuna. Şimdi her şeyden yeni haberdar olmuş gibi anlayışsız ve kavgacı davranması da kendi suçuydu elbette. Bazen ne yazık ki insan kendi hatalarını göremiyordu. Ta ki durup salim kafayla düşünene kadar. Nağme'ye haksızlık ettiği için kendini çok kötü hissediyordu. O gece öfkeyle çok içip Gözde'yle yaşadıkları... Düşündükçe nefes alamıyordu sanki bunalıyordu. Onu aldatmıştı ve zavallı genç kızın bundan haberi bile yoktu. Saklıyordu. Tam bir şeyler söyleyecekken Nağme'nin söze girmesiyle yutkunarak sustu adam. "Bana kızgınsın, biliyorum. Haklısın da. Ama ben ilişkiye başlamadan önce söylemiştim Tuna, seni uyarmıştım. Benim hayatım böyle." Sıkıntıyla iç geçirdi kız. Bazı şeyleri öngörmüş olsa da gerçekleşmesine engel olamamıştı işte. Tuna birlikte bir yola girme teklifiyle karşısına geldiğinde bunların olacağını tahmin etmiş ve uyarmıştı adamı. Ancak sözleri ciddiye alınmadığı için bu noktaya kadar gelmişlerdi. "Üzerimde çok sorumluluk var. Ben bile bunalıyorum bazen, inan ki. Memnun değilim bu durumdan. Ama mecburum. Seni de boğmamak için uzak tutuyorum biraz. Çağırdın, gelemedim çünkü babam hastanedeymiş. Önemli bir şey olabileceğinden korktum, o durumdayken seninle eğlenmeye gelemezdim. Aklım babamda kalırdı tüm gece. Onu görmeye gitmeseydim rahat edemeyecektim." Nağme'nin geçerli bir mazeretinin oluşu adamı daha çok yerin dibine sokmuştu. Kız onca problemle boğuşurken o aptal, şımarık bir çocuk gibi davranmış ve her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı. "Bilmiyordum Nağme, özür dilerim." "Mühim değil, nereden bilebilirdin ki zaten?" "Babanın önemli bir şeyi yoktur umarım?" "Yo, hayır. Şuan gayet iyi, çok şükür. Ona bir şey olsaydı ne yapardım bilemiyorum." "Hâlâ donör konusunda bir gelişme yok mu?" Buluşmak için gittiği yerde yaşadıklarını tekrar hatırladı, adamın onu nasıl atlattığını ve ne kadar öfkelendiğini. İçinde sönmüş bir yanardağ gibi duran öfkenin tazelenişi üzerine "Yok." yanıtını verdi kısaca. İyi ki ilk zamanlarda heveslendiği hâlde anlatmamıştı. Zira anlatsaydı herkesi boşa ümitlendirmiş olacağını bugün daha iyi anlamıştı. O dengesiz adamın sağı solu belli olmuyordu ki. Her neyse, bu telefon görüşmesinin konusu o züppe adam değildi. Tuna'yla aralarında yaşananları telafi etmek için bir teklifte bulunmaya karar verdi kız. "Bak ne diyeceğim, yarın öğle yemeğinde buluşalım mı? Hem aramızdaki sorunları konuşarak daha etkili bir şekilde çözebiliriz, hem de ben özrümü yüz yüze dilemiş olurum. Ne dersin?" "O-Olur. Ama bana bir özür borcun da yok, şu andan itibaren çözmemiz gereken bir sorun da yok. Hata bendeydi, düşüncesizce davrandım. Bundan sonra daha dikkatli olacağım, inan bana." Tebessüm etti kız. Onun böylesine anlayışlı davranması hoşuna gitmişti. "Peki, yarın görüşürüz o zaman." "Seni okuldan alırım." "Gerek yok, ben-" "İtiraz istemem." diyerek kızın sözünü kesti. "Tabii ki erkek arkadaşın olarak seni ben alacağım." Yalnızca gülümsemekle yetindi ve "Tamam, yarın görüşürüz." dedi Nağme. Her şeyin düzelmesine sevinmişti. "Görüşürüz." Telefonu kapattığında eve varmıştı genç kız. İçeri girdiğinde ortam sessizdi. Önce odaya girip babasını kontrol etti. Uyuyordu. Gayet iyi görünüyordu üstelik. Buna memnuniyet duyarak odadan çıktı. Evde biraz gezinince abisinin de henüz gelmediğini fark etti. Bu durumu fırsata çevirebileceğini düşündü ve kardeşiyle ortak kullandıkları odaya girdi. Tahmin ettiği gibi Serra elindeki moda dergisini kurcalıyordu. Onunla konuşmak için en iyi fırsatı yakalamıştı ancak ona nasıl yaklaşması gerektiğini bilemez hâldeydi. Konuşmaya nasıl başlamalıydı? Genç bir kıza nasıl yaklaşılmalıydı? Kendisi de genç kız olmuştu, en iyi o anlamalıydı normalde. Ancak o hiçbir zaman Serra gibi hırçın ve başına buyruk olmamıştı ki. Yapı meselesiydi bu. Biraz düşündükten sonra oldukça anlayışlı ve sakin yaklaşmaya karar verdi. Bu şekilde kardeşiyle daha iyi iletişim kurabilirdi. "Serra, nasılsın?" Ablasının yüzüne bile bakmadan "İyiyim." dedi ve önündeki dergiyi karıştırmaya devam etti. Fakat karşısındaki kadında bir karın ağrısı olduğunu anlamayacak kadar aptal değildi. "Ne oldu ki?" "Bir şey olmadı, kardeşimin hâlini hatırını sormam için illa bir şey mi olması lazım?" "Ne bileyim, birikmiş bir şeyler söyleyecek gibisin." Dürüstçe "Söylemem gereken bir şeyler olduğu doğru." diyerek onayladı. "Biraz konuşalım mı?" "Ne konuşacağız ki?" Boş vermiş ve umursamaz ifadelerle kendisini geçiştiren kıza "Serra, ben senin ablanım." derken ciddi bir şeyler olduğunun sinyalini veriyordu. "Her zaman senin iyiliğini düşünürüm." "Biliyorum." "Bana her şeyi anlatabilirsin." "Ne gibi?" Ablası neden ağzında bir bakla varmış gibi davranıyordu, anlamış değildi doğrusu. Sıkılmıştı ve "Abla ağzında ne geveliyorsan çıkarır mısın?" sorusunu yöneltti sabırsızca. Tüm teşviklerine rağmen hiçbir şey anlatmaya niyeti olmayan kardeşine açık açık sormakta buldu çareyi. Bu yüzden lafı dolandırmayı kesti Nağme. "Ben seni biriyle gördüm Serra." Gördüklerini ve yorumladıklarını nasıl dile getireceğini bilemiyordu. Kırıcı olmamalı, olayın aslını öğrenmeliydi ama öte yandan uyarıcı da olmalıydı. Nasıl bir tavır takınması gerektiğini az çok biliyordu ama sorgulayıcı görünmemek için çok çaba sarf ettiğinden ötürü kendini dile getirmekte zorlanıyordu. İşte en çok böyle zamanlarda bir annenin yokluğunu bu kadar derinden hissediyordu. "Bir mekânda oturuyordunuz. Elbette bunda bir sakınca yok, tabii gördüklerim bu kadarla kalsaydı. Ama karşındaki kişi erkek arkadaşın olamayacak kadar olgun biriydi ve siz oldukça samimi görünüyordunuz." Tüm bunlara rağmen tırnağını törpülerken sakinliğini koruyan Serra "Yani?" diye sordu yalnızca. Ona göre böyle bir tabloda açıklanması gereken herhangi bir şey yoktu. Nağme'yi çileden çıkaran da kız kardeşinin bu noktada takındığı sakinlik ve umursamazlıktı. Yanlış anlaşılma olsaydı bunu açıklamaya çalışırdı ancak karşısındaki kızın hiç de böyle bir niyeti yok gibiydi. "Ne demek yani? Serra sen beni öldürecek misin? Abim duysa keser bizi, farkındasın değil mi?" "Sen söylemezsen duymaz." "Nasıl bu kadar sorumsuz ve umursamaz olabiliyorsun Serra? Hem ayrıca o adam kim?" "Kimse kim, ne yapacaksın? Belki de erkek arkadaşım." "Bizim için bulduğun çözüm bu mu? Elin herifleriyle... Hem de senden benden bilmem kaç yaş büyük biri... Tövbe tövbe!" Dili de varmıyordu kelimelere dökmeye. İşaret parmağını sallayarak uyardı Nağme. "Bir daha görmeyeceğim Serra, duydun mu beni?" "..." Sessizliğini koruyarak pek de oralı olmayan kıza baktı ve teyit etmek istercesine "Duydun mu dedim?" diye tekrarladı. Herhangi bir cevap gelmeden dış kapının sesini duydu. Abisi gelmiş olmalıydı. "Bu konu burada kapandı sanma." Uyarılarını pek de ciddiye almayan kardeşini geride bırakarak abisini karşılamaya gitti kız. Ceketini asan adama "Hoş geldin abi." derken aklında hâlâ kız kardeşinin verdiği cahilce kararlar yüzünden kendine zarar verebilme ihtimali vardı ve ister istemez endişe içindeydi Nağme. "Hoş bulduk." Salona geçerken "Çok açım, yemek var mı?" diye sordu Salim. "Dünden kalan bir şeyler var, hemen hazırlıyorum." Dalgın bir biçimde mutfağa doğru yürüdü. Tüm sorunların üst üste gelişi yetmiyormuş gibi bir de Serra'nın dik başlılığı canını sıkıyordu. Onu nasıl engelleyeceğini bilemez hâldeydi, git gide zapt edilemez birine dönüşüyordu ve Nağme tam anlamıyla ikilemdeydi. ... |
0% |