Yeni Üyelik
18.
Bölüm

❦ Tutku Meyvesi | 9/2

@buzlarkralicesi

YAZAR NOTU: 600 Bin okunmaya ulaşmamızın şerefine bu tatlış bölümü getirdim sizlereee! Çok teşekkür ediyor ve keyifli okumalar diliyorum! Bol kokulu öpçüklerrr! :*

*

-9- / 2

Odasına çağırdığı yardımcısının meraklı ve kaçamak bakışlarla kendisini süzdüğünü hissedebiliyordu. Bu yüzden fazla uzatmak istemedi. Zaten kendisinin de oldukça işi vardı, böyle şeylere harcayacak ekstra bir vakti yoktu. "Senden birini daha araştırmanı istiyorum. En azından bu konuda yeterince hızlı ol."

"Elbette efendim, kimdir?"

Merakla kulak kesilen adama "Nağme Ongur." dedi Yağız. Ve ihtiyatla ekledi. "En geç yarın bir şeyler öğrenmiş ol."

"Tabii efendim."

"Çıkabilirsin."

Odada yalnız kaldığı an rahatça yaslandı koltuğuna. Son zamanlarda ona neler oluyordu bilmiyordu ama şu gereğinden fazla inatçı ve tavrı çoğu kişiye göre yapışkan gelebilecek kız tuhaf bir biçimde ilgisini çekmeyi başarmıştı. Gizemli gelmişti. Onu sık sık düşündüğünün farkındaydı. Bu yüzden nasıl biri olduğunu merak etmişti. Temiz, güvenilir biri miydi? İyilik yapmaya değer miydi? Belki iyilik istemeye. Ne saçmalıyordu? Sanki düzgün biri çıksa herhangi bir şey değişecekmiş gibi. Başta ateşli bir şekilde inkâr etse de zamanla ondan etkilenmeye başladığını en azından kendine itiraf etmeyi başarmıştı. Bu nasıl oluyordu bilmiyordu, ama bu kadınla ilgili her şeyi hemen öğrenmek istiyordu. Elbette bu kadarı mümkün değildi, bunu tahmin edebiliyordu. Her insanın kendine sakladığı sırları vardı, olmalıydı da. Tıpkı kendisinin olduğu gibi. Ancak en azından onun küçük dünyasıyla ilgili merakını köreltecek bir şeyler öğrenseydi iyi olurdu.

●●●

Nağme ise adamla aynı duyguları paylaşmıyordu. Bir o kadar da öfkeliydi tabii. Nasıl biriydi ki bu, sözleştikleri hâlde bir kadını ekme nezaketsizliğini gösteriyordu? Onu oyuna getirerek kendini akıllı mı sanmıştı merak ediyordu doğrusu. Odada Serra'nın her zamanki gibi etrafa döküp saçtığı kıyafetleri hışımla katlarken o ukalâ adama olan sinirini zavallı eşyalardan çıkarıyor gibiydi. Öyle kızmıştı ki, hâlâ o adamın münasebetsiz davranışını hatırladıkça sinirle söyleniyordu.

"Hayır, ne sanıyorsa kendini! Utanmadan bir kadını bu kadar bekletebiliyor. Ayıp ya, vallahi ayıp! Zengin falan ama zerre görgüsü yok!"

Söylene söylene işlerini bitirmeyi başardıktan sonra gecikmeden okula gitmek için hazırlandı. Kapıdan çıkmadan önce babasını ve mutfaktaki tüpü kontrol etti. Artık aklına takılabilecek herhangi bir pürüz kalmadığına göre çıkabilirdi. Otobüs durağına yürürken öfkeyle aklına parlak bir fikir gelmişti. Hem zaten o kendini beğenmiş adama bir ders vermeyi düşünüyordu, öyle değil mi? Peki ya neden bunu erteliyordu ki?

"Doğru ya, bu yaptığı yanına kalmasın! İyi bir ders alma zamanı geldi beyimizin."

Önce internetten Yağız denen o adamın evini araştırdı. Artık teknoloji sayesinde isteyen herkes böyle bilgileri eliyle koymuş gibi bulabiliyordu. Bu biraz tehlikeliydi tabii, kötü insanların eline geçince bu bilgiler olumsuz kullanılabiliyordu ama... Ona neydi ki? Zaten kendisi de şuan çok iyi niyetlerle kullanmıyordu bu bilgiyi. Umursamazca omuz silkti. Çiçekçiyi aradı ve bu defa Yağız denen adamın evine bir çiçek yollamaları için talimat verdi. Elbette bu güzel çiçekleri güzel bir notla taçlandıracaktı. Telefonun diğer ucunda söylediklerini kaydeden adama "Notta da şey yazacak... 'Geçen gece için teşekkür ederim. N.' Evet, sadece N yazın, o anlar." demeyi ihmal etmedi. Gereken her şeyi söyledikten sonra zafer kazanmış bir komutan edasıyla telefonu kapattı.

"Evet Yağız Efendi, insanlarla oynamak neymiş gör bakalım."

O adam böyle bir dersi çoktan hak etmişti. İnsanlar tepeden bakmak, onlara ümit verip kandırmak ne demekmiş öğrenmeliydi. Herkesin hayatta alması gereken dersler vardı elbet. Bu adama da böyle bir ders düşmüştü işte.

●●●

Arkadaşıyla bir mekânda oturmuş dertleşirken geçen gün ablasıyla yaşadığı tartışmayı da bir çırpıda anlatıvermişti Serra. Morali bozuktu ancak sebebi ablasıyla tartışması değildi. Bıkmıştı artık bu sefaletten. Üstelik ne abisi ne de ablası çırpındıkça battıklarının farkında bile değildi. Körü körüne bir şeyleri kurtarmak için uğraşıyorlardı. Öyle acınasıydı ki. Ancak o içinde bulundukları trajediye daha fazla katlanmayacaktı, bu konuda kararlıydı.

Arkadaşı İrem ise endişeyle "Demek Nağme abla görmüş sizi ha?" diye sordu.

"Aman görürse görsün, umurumda bile değil."

"Ne demek o şimdi?"

"Ablamın ne dediği umurumda değil İrem. Bıktım artık attığım her adımın hesabını yapmaktan. Buraya gelirken bile kaç kez düşündüm. Elimdeki parayı idareli kullanmam gerekiyormuş, sanki elimde doğru düzgün para var da! Bıktım üç kuruşun hesabını yaparak yaşamaya çalışmaktan. Ben daha fazlasını hak ediyorum."

"Ya Serra, anladım ama senin görüştüğün adamın da yaşı yaşına uygun değil ki. Şimdi Nağme abla da bir yerde haklı. Senin için en iyisini istiyor."

"Kimin haklı olduğu beni zerre alakadar etmiyor. Ben haklı olmak da istemiyorum artık, haklılık ablamda kalsın. Madem benim için en iyisini düşünüyor, öyle istiyor şunu da bilsin artık, benim için en iyisi varlıklı bir hayat olacak. Ben artık mutlu ve zengin olmak istiyorum. Aldığım kıyafetin etiketine bakmadan alışveriş yapmak istiyorum, anlıyor musun?"

"Peki, o adamla olacak mı? Ya mutsuz olursan? Sonuçta aranızdaki yaş farkı-"

"Zengin bir insan neden mutsuz olsun ki?" Dostunun söylediklerine omuz silkerek karşılık verdi Serra. Hayal ettiği şeyleri kovalamaktan asla vazgeçmeyecekti. "Düşünsene, istediğin her şeyi elde edebiliyorsun. Böyle bir insan neden mutsuz olsun?" Bu konuda kendisiyle tam olarak aynı fikirde olmayan, bazı çekinceleri olan arkadaşını uyarma ihtiyacı hissetti aniden. "Bak sakın ablam bir şey sorarsa ağzından falan kaçırayım deme."

"Tamam, senin bileceğin iş." Yine de tedbiri elden bırakmamak adına "Ama dikkatli ol." diye ikaz etmeden de duramadı İrem. Kendisi de rahat bir yaşam istiyordu, zaten sorulsaydı kim istemezdi ki? Bu konuda dostuyla hemfikirdiler. Ama Serra'nın daha rahat bir yaşam için gözünü ne denli kararttığını görüyor ve korkuyordu onun için. Ya kendine zarar verecek bir şey yaparsa?

Endişeli arkadaşını "Merak etme sen." diyerek rahatlatan genç kız ise ne yaptığının gayet bilincinde hissediyordu. Ablası gibi sefalet içinde ölmeyi beklemektense bir şeyler yapmaya çalışıyordu. En azından ne istediğini, neyle mutlu olacağını biliyordu. Üstelik her ne olursa olsun böyle bir hayata devam etmek istemiyordu. Bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırdı.

●●●

Genellikle günleri evde can sıkıntısıyla dergileri karıştırarak veya tek başına alışveriş yaparak geçtiği için yarım saat önce annesiyle görüşmüştü Aylin. Önce alışveriş yapmak için bir yerde buluşacaklar, oradan da eve geçip birer keyif kahvesi içerek sohbet edeceklerdi. Bugünkü planı hazırdı. Hem ona Yağız'la aralarında geçen son olayları anlatmak için sabırsızlanıyordu. Ceketini giymiş, yardımcısının açtığı kapıdan çıkacakken gelen çiçekçiyle şaşırmıştı kadın.

"Yağız Koçbeyli?"

Soru dolu gözlerle "Ben karısıyım." dedi temkinli bir biçimde. Kocası adına çiçeği teslim aldıktan sonra bir giden çiçekçiye bir de ellerinin arasında duran çiçek buketine boş gözlerle baktı. Yağız'a çiçek gönderen kadın göndermiş olabilir miydi? Hem başka kim olabilirdi, kocasına kim çiçek gönderirdi ki? Her şeyden önce buna kim cesaret edebilirdi? Bunu öğrenmenin tek yolu vardı. Kendi kendini yemeyi bırakıp çiçeklerin arasındaki notu okumak. İç sesini dinleyerek nota şöyle bir göz gezdirdi ve hayatının şokunu yaşadı.

"Geçen gece için teşekkür ederim.

N."

Bu neydi? Ne demek oluyordu? Yağız bu kıza evine kadar çiçek gönderecek cesareti ne ara vermişti? O an kızdan çok kocasına öfke dolmuştu. Herkese haddini bildiren Yağız, bu kıza nasıl haddini bildirememişti bir türlü? Çıldırmış bir biçimde elindeki çiçeği etrafa savurarak parçalarken "Hangi gece için teşekkür ediyorsun acaba, şırfıntı! Hangi gece için?" diye bağırıyordu sinirle. O an çantasından çıkardığı telefonun çalışı, Tuna'nın arıyor oluşu zerre umurunda değildi. Öfke nöbetleri geçirirken ailesinden biriyle görüşmesi doğru olmazdı zaten. Gerçi kontrolü bu kadar kaybetmişken neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünecek kadar sağlıklı değildi. Şu hâle bak, diye geçirdi içinden. Böyle bir skandal sosyetede duyulsaydı onun adına ne büyük bir rezillik olurdu! Tuna'nın aramasını reddettikten sonra hışımla Yağız'ı aradı. Parmakları tuşlara döver gibi basıyordu. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. Aklı karmakarışıktı. Öfkeden beyninin kaynadığı hissiyatına kapılırken kocasının çalan telefona bir an önce bakmasını umuyordu.

Yağız ise daha az önce asistanının getirdiği kahveden huzurla bir yudum alırken telefon çalmıştı. Arayanın Aylin olduğunu gördüğünde huzurun da bir sonu var maalesef, diye düşünmeden edemedi. İsteksiz de olsa aramayı yanıtlamakta buldu çareyi. Yoksa açana kadar aramaya devam ederdi, doğal olarak karısını çok iyi tanıyordu. Sakince açtı telefonu. "Efendim Aylin?"

"Ne cesaretle ya, ne cesaretle?"

Telefonu açar açmaz karısının selamsız sabahsız ateş püskürmesi şuan beklediği şeyler arasında değildi. Yine ne olmuştu da böyle çıldırmıştı bu kadın? Sormaya korkuyordu doğrusu. "Ne oluyor Aylin?"

Öfkeden titreyen ellerine hâkim olamıyordu, kelimeleri toparlamakta bile zorlanırken "Bu kız ne cüretle senin evine kadar çiçek yollamaya cesaret edebiliyor Yağız?" diyerek başladı söze. Susmak bilmeyecekti, bunun sinyallerini verircesine hızlı ve öfkeli bir giriş yapmıştı. "Bana bunu hemen açıkla, anlıyor musun? Hemen açıklayacaksın bana bunu!" Derin bir nefes aldı, öfkeden gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Âdeta burnundan soluyordu. "Ya madem başkası var, bari bunu göstere göstere yapma Yağız! Benim bir kadınlık gururum var!"

Konuyu tam olarak anlayamasa da yine bir çiçek krizi yaşandığı kesindi. Duyduklarından en azından bu kadarını anlayabilmişti. Demek kafede ekilmiş olmanın cezasını böyle kesmişti hanımefendi, ha? Bununla daha sonra ilgilenecekti. "Saçma sapan konuşup da benim sinirlerimi bozma Aylin!" Anlaşılan, bu defa karısını zapt etmek daha zor olacaktı. Çünkü öfkeden öyle hızlı konuşuyordu ki, nefes almayı bile unutmuştu. Fakat buna rağmen söylediklerinden çok azını anlayabiliyordu. "Ne çiçeği bu, adamakıllı anlat."

"Şirkete çiçek yollayan kız az önce eve de çiçek gönderdi! Notta geçen gece için teşekkür ediyor, ne demek bu Yağız? Geçen gece ne oldu da teşekkür ediyor? Delireceğim ya, delireceğim! Yağız konuşsana!"

Zor durumda kaldığı için sinirlenmek yerine gülmemek için kendini zor tutmuştu Yağız. Kızın ne yapmak istediğini elbette anlamıştı. Ekildiğini sandığı için Nağme denen o inatçı şeyin bir karşılık vermesini bekliyordu ama böylesi... Ne yalan söylesin, ondan böyle akıllıca ve acımasızca bir hamle beklemiyordu. Bu intikam yöntemi ister istemez keyfini yerine getirmişti. Hayatı gitgide satranç tahtasına dönmüştü bu kız sayesinde, kendi zekâ seviyesine uygun bir rakip bulmuş olmak da hoşuna gitmişti doğrusu. Kızın hiç vazgeçmemesine hayran olmamak elde değildi zaten. Sinirden mi yoksa keyiften mi belli olmayan gülme isteğini yuttu. Karısına gereken açıklamayı yapmalıydı yoksa bu konuşma uzayıp gidecekti. Üstelik bu defa tepki vermekte haklıydı. "O kadınla aramda bir şey yok Aylin, istediğin kadar araştır soruştur."

"Yalan söylüyorsun!"

"Böyle bir konuda yalan söylemeyeceğimi en iyi sen bilirsin."

Aylin'in ikna olması biraz zaman alsa da, kocasının böyle bir konuda yalan söylemeyeceğini az çok biliyordu. Hem aldatmış olsaydı bile böyle aptal bir hatadan dolayı yakalanmayacağı da açıktı. Bu mantıklı değildi. Ancak bu durum aklındaki soru işaretlerini yok etmeye yetmiyordu. Öfkesini biraz olsun yenmeye çalıştı. "Peki, kim bu kadın? Niye musallat oldu sana böyle?" Meselenin aslını anlamaya çalışıyordu. Gerçekte ne olduğunu öğrenmesi önemliydi, çünkü çevresinden birileri duyar da sorular sorarsa hazırlıklı olmalıydı. İnsanların içinde küçük düşmeye dayanamazdı.

"Israrcı bir müşteri, hepsi bu." En azından ısrarcı olduğu konusunda dürüst olmadığını kimse söyleyemezdi.

"Öyle mi gerçekten?"

"Aylin, o kadar meşgulüm ki rutin kıskançlık tartışmamıza vakit ayıramayacağım. Bak ben gerekeni söyledim, sen neye inanmak istiyorsan ona inan tamam mı?" Telefonu kapattığında rahat bir nefes almıştı nihayet. Bu defa her ne kadar haklı bir sebebi olsa da genellikle tartışmak için incir çekirdeğini doldurmayacak konular bulmakta üstüne yoktu. Bu tarz konuşmalar öyle çok geçmişti ki aralarında, artık rutine bağlanmıştı. Ve şunu çok iyi biliyordu ki karısı aldatılmaktan çok bunun rezil olma boyutunu düşünüyordu. Az önceki konuşmada "Aldatıyorsun, bari göstere göstere yapma." sözü de buna en büyük kanıttı. O ihanete uğramaktan çok, cemiyet hayatındaki yerinin sarsılmasından, saygınlığının zedelenmesinden üzüntü duyabilirdi. Yani karısının onu sevdiği ve paylaşamadığı için değil, yine kendi prestijini düşündüğü için böyle bir tepki verdiğini öğreneli çok olmuştu, bundandır ki onun histeri nöbetlerini umursamıyordu artık. Zaten her fırsatta hır çıkarmak için bahane ararken bu durum Aylin için bulunmaz bir fırsattı.

Öte yandan Nağme'nin kendisine haddini bildirmek için açtığı şu küçük çapta kıyamet koparan savaş da düşündükçe keyfini yerine getirmiyor değildi. Genelde böyle bir şey başına gelse -ki daha önce geldiği hiç olmamıştı- kendinde bu cesareti bulan kişiyi mahvederdi. Ama iş hiç beklemediği şu ufak tefek kıza gelince, ister istemez hem şaşırmıştı hem de cüssesine bakmadan böyle bir şeye cesaret edebilmiş olmasını takdir etmişti. Üstelik azimli ve mücadeleci tavrı da takdire şayandı doğrusu.

Ellerini başının altında birleştirip koltuğuna iyice yaslandı Yağız. Çiçekte yazan notu hatırladı. Geçen gece için teşekkür etmişti demek. İster istemez güldü adam. Hatırladıkça da gülecekti bir süre, o belli olmuştu.

●●●

Uzun süre sonra ilk kez bir araya geldikleri için hem Tuna hem de Nağme oldukça memnun görünüyorlardı. Genç kız aralarındaki sorunu çözdükleri için iyi hissediyordu. Gecikmiş özrünü tekrar diledi. "Tuna, özür dilerim. Gerçekten niyetim seni ailene karşı mahcup etmek değildi. Olayı anlattım sana." Gereğinden fazla uzamıştı zaten bu mesele.

"Tamam, sorun yok cidden. Ben de fevri davrandım. Önce seni dinlemeliydim. Tek taraflı bir hata değildi yani." Tuna ise mahcuptu. Yaptıklarından, söylediklerinden. Sakladıklarından. Evet, en çok da sakladıklarından dolayı mahcup ve üzgündü. Nağme'nin bunu bilmeye hakkı vardı. Ama nasıl söyleyebilirdi ki? Dili varacak mıydı ben seni ilk fırsatta aldattım demeye? İçten bir ifadeyle "Nağme, her şey için özür dilerim. Gerçekten." dedi birdenbire. Kendisi bile böyle bir tepkiyi beklemiyordu. İçinde dolup taşan duyguların tezahürü olmalıydı.

Neşeli bir yüz ifadesiyle "O zaman problem çözüldü?" diyerek teyit etti kız. Bugün oldukça keyifliydi. O hadsiz adama çoktan haddini bildirmiş olmalıydı. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Bir de Tuna'yla aralarındaki problemi çözmüşlerdi. Her şey bir bir yoluna giriyordu. Bir de babası için uygun donör meselesini çözebilseydi, başka ne isterdi?

Kız arkadaşının sorusuna karşılık olumlu manada başını salladı. "Çözüldü." Nağme gülümseyince kendisi de tebessüm etti. Fakat kırık bir tebessümdü bu. Nağme olanları öğrenirse bir daha asla yüzüne bakmazdı, bunu çok iyi biliyordu. En azından bu kadarına tahammülü olmayacağını bilecek kadar tanımıştı onu. Bir an önce bir şeyler yapmalıydı. Onu kaybedemezdi. O an "Bir şartla." diye ekledi Tuna.

"Nedir?"

"Seni ailemle tanıştırmak istiyorum Nağme." Onu gerçekten seviyordu ve kaybetmek istemiyordu. Belki işleri biraz hızlandırmakta fayda vardı. Onunla ilgili ciddi düşünüyordu Tuna. Bunu hissettirmekten de kaçınmıyordu.

"Ne?" Bu kararı erken bulan genç kız ise şaşırmıştı. Aniden bu konunun tekrar açılması korkutmuştu belki de, bilemiyordu. "Sence de biraz erken değil mi?"

"Evet, senin için öyle ama benim için tam zamanı. Hem aileme senden bahsettim ve seni çok merak ediyorlar. Tanışmak için can atıyorlar." Bu konuda pek istekli görünmeyen kıza biraz ısrar etmesi gerektiğini biliyordu. "Hadi Nağme."

Nağme ise yaşanan onca şeyden sonra en azından bu kadarını genç adama borçlu olduğunu düşünüyordu. O kadar sabretmişti, beklemişti, anlayış göstermişti. Bunun bir mükâfatı olmalıydı, değil mi? Gülümsedi. "Peki, peki." Erkek arkadaşının ısrarları sonucu teklifi kabul etse de içi hiç rahat değildi. Tuhaf bir his vardı ve bunu yapmak istediğinden emin değildi.

Fakat kabul etmişti bir kere, geri dönüşü yoktu.

...

*

Bu hikâyemi beğeniyle okuyanlar için farklı bir kurgu daha öneriyorum. Beklenmedik sonlara hazır olun. :)

"Birbirinden habersiz, gelinin de damadın da düğününden kaçtığını düşünün.

Eş zamanlı olarak...

Gelinsiz, damatsız bir düğün...

Ve kader onları tekrar karşılaştırırsa, ne olur?

♚ ♔ ♚

Gülmeye ve birbirinden tuhaf tesadüflere hazır olun!

Çünkü bu, sizin bildiğiniz düğünlere hiç mi hiç benzemeyecek."

Hikâye Adı: BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu

Kullanıcı Adım: -BuzlarKralicesi

Göz atacak olanlara keyifli okumalar dilerim.

Loading...
0%