@cagla_ozkatar
|
"Düğümü kes kısa vadeli kazan, düğümü çöz uzan vadede kazan, seçim senin." Elimde bir kadeh vardı ve kadehin içinde ise kırmızı şarap. Düşünmemek için içiyordum ama bu bir şeyi etkilemiyor aksine daha çok düşünüyordum, herkes içince düşünmez ama ben içince beynimin çalışacağı tutuyor ve normalde düşünmediği ne varsa hepsini önüme sererek düşündürüyordu. Babamı düşündürüyordu sürekli, onu son gördüğüm hali son defa sarıldığım anı ve o buz gibi morgda ona yalvararak uyanmasını söylediğim anları sürekli ama sürekli gözlerimin önüne seriyordu, olan gidene olur derlerdi evet babama da çok şey olmuştu unutulmuştu ama onun adına kurduğum vakıfla adı yaşıyordu. Bana olanları görmemişti ki babam görseydi gittiği için ağlardı, nazlı kızı evinin neşesi ölmüştü çınara benzettiğim babamın gidişiyle ama babam bunu görmemişti iyi ki de görmemişti. Ortam sessiz ve loştu, bu sessizliği bozan telefonumun zil sesiydi. Ekranda yazan ismi görmek için telefonumu kendime yaklaştırdım, gördüğüm isim bir tebessüm yerleştirdi yüzüme telefondaki aramayı yanıtlayarak kulağıma yaklaştırdım telefonu "Abilerin abisi canım abim." gülme sesi geldi hattın ucundan "Haberini aldım İzel, yeni gittin sakin olsaydın keşke!" sitemle söylediği cümle bende gülme hissi uyandırmıştı, kanımdaki alkol etkisini gösteriyordu zaten hep derdi Asım amca kızım şarap sonradan uçurur diye. "Ferman Ağabey sen bir hafta işlerin başında durdun sonra da kaybolup gittin, hem Türkiye hem de Fransa da ki işleri halletmek için mitoz bölünme geçirdim ben ki sadece bu iki ülkeyle sınırlı değil benim işlerim." Abimin tarafını derin bir sessizlik kapladı, o sustu ben sustum. Bu sessizlikte arkadan gülme sesleri geldi, o seslerde beni gülümsetti "Ağabey yeğinimi öp yerime." sustum, özlem doldu içime bu dünyada babama en çok benzeyen bir minik vardı ve o minik benim burnumda tütüyordu. "Görüntülü konuşalım hem yeğenini görmüş olursun." Hızla doğruldum oturduğum yerden abime cevap vermeden salonun ışıklarının parlaklığını arttırdım ve gerisingeri koltuğuma oturdum. "İzel miniğim, orada mısın?" Sanki abim görecek gibi başımı aşağı yukarı salladım ama hareketimin saçmalığını idrak edince "Buradayım ağabey buradayım, arayabilirsin hadi bekliyorum." diyerek durumu toparladım. Abim gülerek telefonu kapattı, o sırada da ön kameradan kendime bakma fırsatı buldum. Bu defa üstten bildirim şeklinde geldi abimin araması bekletmeden yanıtladım, kucağına yeğenimi almış kameraya bakıyordu ikisi de. "Tan... yakışıklım benim." Bu sesin bana ait olması imkansız gibi geliyordu, hep kullandığım ses tonum gitmiş yerine sanki babamla konuşurken takındığım küçük kız gelmişti. Tan yeğenim, bu dünyada hem babama hem de anneme bu kadar benzemesi benim için bir nimetti, bir yaşındaydı daha abimin 33 yıllık hayatına gelmiş geçmiş en büyük hediyesiydi belki oğlu Tan ve eşi Nazlı. Kameraya bu defada kızıl saçlarıyla arkadan abimin eşi Nazlı girdi, cıvıl cıvıl sesi ile "İzel, sen beni arama zaten hep bu abini ara!" sitem ve şaka yoluyla söylediği sözler beni güldürdü. Nazlı benim arkadaşımdı, babamın yanında olduğum bir gün tanışmıştım onunla ve o zamandan beri de bağlarımız kopmamıştı hatta abimle evlenmesiyle o bağlar artmıştı. Benden iki yaş kadar büyüktü ama benden sanki daha küçükmüş gibi davranırdı çoğu zaman, ve bu durumda zaman zaman onun bu tavırlarını kıskanmama neden olmuştu bu çocuksu halleri. "Ne diyeyim Nazlı, ben aramadım abim aradı." Benim konuşmamla abime baktı Nazlı, buradan bile gözüküyordu abime nasıl aşık olduğu ve nasıl sevdiği ikisinin mutluluğunu hiçbir şeyin bozmamasını diledim o an en içten. "Benim kocam bazen hayırsız oluyor ya İzel, hem sen niye baygın baygın bakıyorsun bize?" Suçlu bir çocukmuşum gibi gülümsedim, anne olduktan sonra Nazlı ayrı bir korumacı olmuştu. Orta sehpanın üzerinde duran şarap kadehine bir bakış atarak yeniden döndüm Nazlı'ya "Uykum var ondandır." bunu dememle abim kaşlarını çattı "Bir tanem uykun varsa kapasana, niye konuşuyorsun bizimle." güldüm abim yine fazla korumacı idi. "Yarın şirkete gitmeyi planlamıyorum, oldu ki gittim; öğleden sonra giderim büyük ihtimalle, hem sen beni düşüneceğine arkada koltukta zıplayan Tan'a bak." Adını duyması ile güldü Tan bana bakarak ama benim sözlerimle abimde oturduğu yerden ayaklanmış Tan'ı kucağına alarak kameraya yaklaştırmıştı. "Bay bay yap halaya Tan." Abimin ne dediğini anlamış olacak ki el salladı bana gülerek, Nazlı oğlunun arkasına geçip sesini incelterek "Hala ben uyuyacağım sende uyu!" demesi ile bir kez daha kahkaha atmıştım. "Sizi seviyorum öpün Tan'ı benim yerime." Onlarda güldü bana ve el sallayarak telefonu kapattılar. Güldüm hem de en gerçeğinden daha fazla oturmak istemeyerek üst kattaki yatak odama çıktım. Üzerime mavi pijama takımımı giyerek kendimi yumuşak çarşafların içine attım, daha sonra benim için uykusuz ve uykulu bir gece başladı. ~~~~~ Önümde sürekli koşturan stüdyo çalışanları ile her göz göze gelişimde gülümsüyordum, son dakika haberim olan bir programa katılmıştım, yanımda yine Çakır, Arın ve Eren vardı. Barın nerede idi hiçbir fikrim yoktu ve bir süre bilmek dahi istemiyordum, tahminlerim doğruysa ülkeden kaçmanın yolunu arıyordur. Çünkü benim adıma o onay vermişti, bunu sabahın erken saatlerinde öğrenmiştim ve öğrendiğim andan beri Barın'a ne kadar ulaşmak istesem de maalesef ki hiçbir çağrım yanıtlanmamıştı. Bıkkınlıkla gözlerimi devirsem de yanımda hissettiğim bedenle bıkkın bıkkın baktığım stüdyonun duvarlarından bakışımı yanıma gelen adama çevirdim. "Söyle o kardeşine süblimleşmenin yolunu bulsun başka türlü benden kaçamaz." Güldü ama bu defa beni neşelendirmek yerine daha çok sinir etmişti gülüşü "Ne yapmamı bekliyorsun İzel, Barın'ı vurmamı mı?" küçük bir çocuk gibi hevesle başımı salladım "Yaparsan beni büyük bir zahmetten kurtarırsın Çakır." bana sen iflah olmazsın gibi bakarken ben ise ona dik dik bakıyordum. Sinirliydim hem de haklı bir şekilde az önce sağ tarafımda olan Arın'ı göremememle etrafıma bakınmaya başladım ama bana bir kere bile daha bakmadan telefonla konuşarak dışarı fırladı, bu hareketi kaşlarımı çatmama neden olsa da, sakince sol arkamda duran Fatih'i bir el hareketiyle çağırdım. Emrimi anlayarak yanıma gelen Fatih'e doğru "Şunun peşine adam takın, ne yapıyor ne ediyor bana tel tek anlatacaklar!" emri anlamasına rağmen anlık durarak "Arın ağabeye mi?" başımı sallayarak "Kime diyorsam ona!" bir şey demeden telefonunu çıkararak birkaç arama yaptı, telefonu kapar kapamaz yanıma gelerek "Halloldu İzel Hanım." başımı son defa sallayarak onayladım onu. Ardından da uzaklaşması için bir el hareketiyle işaret verdim ve yeniden eski yerine geçti, stüdyo duvarına sırtını dayayarak durdu, yanımda duran Çakır ne yapmaya çalıştığımı anlamasa da bir şey demeden yanımda durmaya devam etti. "Eren, senin bu patronunun kardeşi hep son dakika mı haber verir?" Bana bakışları değişikti Eren'in ne dediğini bilirdik ne de ne yaptığını, bazen açıklardı kendini az ama öz konuşurdu "Bilmiyorum, ama son dakika hatırladığı için son dakika haber vermiştir." makuldü ama bu sinirlerimi yatıştırmaya yetmiyordu. Sağ tarafımdan bana yaklaşan kadını son dakika fark etmiştim "İzel Hanım, sizinle tanışmak benim için bir şeref." kim olduğunu bilmiyordum kadının "Teşekkür ederim ama siz..." elini anlına yaslayarak "Affedersiniz, her gün bu kadar başarılı kadınlarla karşılaşmıyorum. Benim hatam, ben programın sunucusu Banu Fırat." gülerek başımı salladım, bana uzattığı eli sıkarak kısa bir merhabalaşma faslından sonra kayda on dakika kaldığını söyleyen bir stüdyo görevlisi ile yani başımda dikilen Çakır'a baktım göz ucuyla. "Çakır abartı olmamışım değil mi?" Beni süzdü baştan aşağı, gayri ihtiyari bende baktım kendime üzerimde gri bir mini etek vardı üzerindeki tek detay küçük yırtmacı idi, üzerimde ise siyah boğazlı bir kazak vardı, ayağıma ise bu kombine en çok yakışan ayakkabı olan siyah topuklu çizmelerimi giymiştim, üzerimde ki takılar ise kulağımda ki gri halka küpeler ve babamın hediyesi olan yüzüğüm ile son anda taktığım gri saatimdi. Kabanım da vardı ama stüdyo gereğinden fazla sıcak olduğu için çıkarmak zorunda kalmıştım, yanımda olan çantam ise Fatih'in elinde beni bekliyordu. Gayet şık olduğumu düşünüyordum ama Çakır'ın bir şey dememesi beni rahatsız etmişti, koluna dokunarak "Bir şey desene olmamış mı, çok günlük durmuş değil mi?" sanki ona dokunmam onu kendine getirmiş gibi silkinerek "Hayır gayet güzel olmuşsun." dedi. Ses tonunda anlamadığım soğukluğu daha sonraya ertelemeye karar vererek stüdyonun duvarındaki aynadan kendime bakarak makyajımı kontrol ettim, en sonda ise bana ayrılan yere doğru ilerleyerek oturdum. Kamera arkasında hummalı bir çalışma vardı, kamera önünde ne kadar kolay dursa da arkası o kadar zordu. Bedenim uzun süredir bu kadar yoğun stresli bir ortamda olmadığı için titrese de kamera arkasında bana güven vermek için bakan Çakır ile kesişince dudağımı dişleyerek kendimi durdurdum ve sorun yokmuş gibi gülümsedim. Yedi mi yemedi mi, beni ilgilendirmiyordu! En sonunda motor diyen sesle gözlerimi çekmiştim Çakır'dan. Benim neşeme tezat bir neşe ile giriş yapan sunucuya yalandan gülümsedim. "Günaydın, iyi günler ve iyi akşamlar. Bizi ne zaman veya nereden dinliyorsanız, geleceğin iş insanları programı ile karşınızdayız." Bu neşesi beni rahatsız etse de arkada sessizce durmaya devam ettim, sanki elindeki kağıtlarda bir şey yazıyormuş gibi karıştırarak yeniden kameraya baktı gülümseyerek, "Bu haftaki konuğum İzel Eldem, sizlerle beraber kendisine hoş geldin diyor ve programı başlatıyorum." yeniden koltuğuna oturarak gülümseyerek baktı bana "İzel Hanım, klasik bir soruyla başlayalım; size göre başarı nedir ve çok gençsiniz ama çok başarılısınız bunu neye bağlıyorsunuz?" başımı sallayarak hafif öne doğru eğilerek ellerimi birbirinin içine aldım, kameraya baktığımda yeniden kameranın arkasından bana bakan adama gülümsedim hafifçe. "Başarının herkese göre değişen bir tanımı vardır ama bana göre başarı çalışmak ve umudunu kaybetmemektir. Diğer soruya geldiğimde ise neredeyse kendimi bildim bileli belli başlı sorumluluklarım vardı, hayatımda hep olan şeylerdi şu anda yaptığım işler yani kısaca hep hayatımda olduğu için başarılı olduğumu düşünüyorum. Son bir şey de demek istiyorum ben başarının asla ama asla yaşla alakalı olduğunu düşünmüyorum." dedim. Cevabıma karşılık sadece başını salladı ve yeniden gülümseyerek bana doğru döndü "Kendinizi nasıl anlatırsınız İzel Hanım?" tek kaşımı kaldırarak ne demeye çalıştığını anlamak için uğraşsam da pek üstünde durmadan "Bir kişiye kendini sormanın yalnızca bir yanılsama olduğunu düşünürüm ama kendimi nasıl tanımlıyorum dersem aklıma hırs gelir bir de kendine güvenen bir kadın." dedim, bu defa da ne dediğimi anlamaya çalışma sırası ondaydı. "Nasıl yani İzel Hanım, biraz daha açar mısınız?" Başımı sallayarak yeniden biraz öne eğildim "Hırslı olmasaydım, şu anda olduğum yerde olamazdım ve kendime güvenmeseydim önüme atılan ilk engelde takılıp düşerdim, sakın ama sakın ego ile karıştırılmasın!" kendimi net bir şekilde açıkladığıma inanarak özgüvenle arkama yaslandım. "Peki, biraz yersiz bir soru olacak ama hayatınızda biri var mı, ne de olsa çoğu kişinin şimdiden kalbini kazandınız." Başımı hafifçe sola eğerek sunucuya baktım yüzümde sahtenin de sahtesi bir gülümseme vardı, Barın'ın buharlaşması gerekiyordu benden kurtulmak için. "Hayır yok, ki olsa da gizli bir ilişki yaşayacağımı düşünmüyorum artı olarak bekarlık sultanlık derler, o yüzden ben böyle iyiyim." gülümseyerek kendimi işaret ettim. "Sizi anlıyorum İzel Hanım ve sözlerinize katılıyorum. Peki, bir diğer soruma geçmek istiyorum aslında iki soru var ama; Abiniz bir anda şirketten çekilerek tüm yetkiyi Arın Altınel'e bıraktı ve daha sonra ülkeden gitti. Bunun sizinle bir alakası var mı ya da buna siz mi sebep oldunuz?" Bir anda hem beklediğim hem de beklemediğim bu soru karşısında emin olmak için hafif öne kayarak kendi kendime "Abimin gitmesine ben mi sebep olmuşum!" dedim. Sol elim kendiliğinden yumruk halini, tam karşımda bana bakan Çakır ile göz göze geldim, biliyordu neler olduğunu o dönem neler yaşadığımızı belki en yakından gören tek kişiydi. Bana doğru bir kaç adım atmıştı ki var olan kameralar durdurdu onu. Derin bir nefes alarak tekrardan baktım Çakır'a bana eliyle sakin olmamı söylüyordu ikimizde sesli dile getirecek gücü bulamamıştık yaşananları ama aramızda var olan ölümler o dile getirilmeyen olaylarda gizliydi. Gözlerimi kapadım nefesimi verirken üzerime bindi çığ misali yaşananlar, dudaklarımı dişleyerek açtım gözlerimi daha sonra serbest bıraktım dudaklarımı. Sol avucumda hilal şeklinde iz bırakmıştı tırnaklarım. Önüme gelen saçımı sol elimle geriye atarak aynı soruyu tekrarladım "Ağabeyimin ülkeden gitmesine benim sebep olduğumu söylüyorsunuz değil mi, yanlış değilim?" onaylama beklemiyordum sadece tekrar etmiştim ama sunucu kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Ağabeyim zaten ne bu şehri ne de şirketi istiyordu, benim yaşadığım yas süreci abimi zorunlu olarak burada tuttu ama dayanamayacağı bir kaç olay olunca da çekilmek istedi şirketten, ben o dönem buraya gelecek kadar iyi değildim ya da daha doğru bir tabirle bir şirket yönetecek kadar. Bizimle beraber çalışan o kadar insanın hakkını yerdim o zaman şirkette yönetici konumuna en uygun kişi Arın idi. Evet Arın yönetici konumundaydı ama şirketin asıl yöneticisi bendim. Burada olmamam asla ama asla şirketimden çekildiğimi göstermedi abim de dursaydı o şirketin başında yine yöneten ben olacaktım." dedim. Konudan dolaylı yoldan kaçtığımın düşünülmemesi için "Eğer isterseniz abimi arayıp bizzat ona soralım, ben çok sıkıldım bu tarz imalardan ve sorulardan." isyanım gayet yerinde idi, çünkü ne zaman kendi kişisel instagram hesabıma girsem bu tarz imalar, aylardır şirketin e-mailine gelen sayısız sitem postaları ve daha nicesi... hepsi boğmuştu artık beni oysa daha dün gece görüşüp konuşmuştum abimle, biz iyiydik abimle ama görünmediğimiz için görmüyorlardı. Boğazını temizledi sunucu "O zaman sıradaki sorumla devam ediyorum. Eldem vakfının kurulma amacı nedir, ve neye dayalı kuruldu?" soruyu onayladığımı belirterek başımı salladım "Babamın hayaliydi aslında bir nevi, ona nasip olmadı vakfın tam adı Ali Eldem Vakfı ama Ali kullanılmıyor. Aslında dedem tarafından temeli atılmış bir vakıf ama adı konulmamış vakfın, babamın zamanında da tam gaz devam etmiş çalışmalara ismini tam anlamıyla bu camiaya sunmakta bana nasip oldu." ellerimi önüme alarak birleştirdim omuzlarım dikleşti bu hareketimle "Amacı ise her vakfın olduğu gibi yardım ama diğer vakıflardan ayrı olarak vakfa fon sağlayan şirket sayımız çok fazla." dedim. Gayet yerinde bir açıklama olmuştu başıma bela olan çoğu soruyu da def etmiştim. "Peki bir diğer merak edilen sorumuza gelelim, şirketinizin merkezini bir anda Fransa'ya taşıdınız neden?" Kaşlarım çatıldı derince sorguya çekiliyordum da haberim yoktu sanırım. Başımı sallayarak açıklamaya devam etmek mecburiyetine boyun eğdim. "Ben Fransa ve çevresinde büyüdüm, ayrıca şirketin büyük ortaklarından ikisi Fransa ve çevresinde bende buna dayanarak Fransa'ya taşıdım. Bir anda mevzusuna gelince de bir anda değil uzun süren hesaplamalar sonucunda taşındı" gülümseyerek bitirdim sözlerimi. "Bize ayrılan süremiz dolmak üzere o zaman son sorumuza da sorarak veda edelim size." Elindeki kağıtları bir daha karıştırdı daha sonra bana bakarak "Sizi izleyenlere yani gençlere bir tavsiyeniz var mı?" başımı sallayarak direk kameraya baktım "Etrafınızdaki herkes aynı şeyi söylüyor diye doğru olacak değildir, tıpkı düşen bir daha kalkamaz der gibi bende çok düştüm ama her defasında daha yükseğe çıktım. Çünkü ben yüksekten korkmadım siz de korkmayın ve ayrıca hırsınızın ipi sizde olsun, sizin ipiniz hırsınızın elinde değil. " güldüm hem de en derininden bakmayı bilene çok şey anlatıyordum ben gülüşümle ama bilene. Kameranın ışığının sönmesiyle bende ayaklandım oturduğum yerden, sunucu ile el sıkıştıktan sonra yapımcı ile de konuşarak ayrılmak için en sonunda hareketlenebildim stüdyodan. Yanımda dimdik yürüyen Çakır'a arada baksam da o bana bakmıyordu bile, boy avantajı da vardı kendilerinin ayağımdaki topuklular ile anca omzuna denk gelmiştim, o gayet sakin yürürken benim adımlarımı hızlı atmam gerekiyordu onla yan yana yürüdüğümüzde ve şimdi de durum farklı değildi. Üstten üste baktı bana, bende ne var gibi baktım ona. "Nereye gideceksin İzel?" Kafamı kaldırarak yeniden baktım Çakır'a "Bence senin gitmemi istediğin bir yer var, yeniden bir şeyler biliyorsun ve bana söylemiyorsun." kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni ama konuşmadı "Şirkete geçeceğim en iyisi, çünkü gitmediğim bir tek orası kaldı." zafer kazanmış gibi güldü ama benim ona olan tip bakışım değişmedi bile. Çakır'ı geçerek önden ilerlemeye başladım bir adım arkamdan gelen Fatih'e dönerek "Arın nereye gitmiş öğrendin mi?" yutkundu ama konuşmak için acele etmedi, arkamı dönüp tek kaşımı kaldırarak baktım ona "İzel Hanım Arın abi şirkete geçti." ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum Arın'ın benim gelmemle şirkete ben istemediğim sürece adım dahi atmayacağını söylemişti şimdi ne oldu da şirkete adım atmaya karar verdi hiçbir fikrim yoktu. "Ben yokken ne dolaplar döndürdünüz acaba Fatih?" Sorum cevapsız kaldı ama o sessizlikte bir çok da yanıt vardı. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Önümde heybetini gözler önüne sermiş şirket binasına bakıyordum Coup de Grace, merhamet vuruşu... siyah binanın tek süsü kapı girişinin tam üstünde olan logoydu, bir okun içinden geçtiği C ve G harfleri vardı, etrafında ise dökülmüş üç tüy, altta italik olarak yazan şirket ismi. Sade ama şıktı logomuz, babamın kendi düşündüğü logoya benim yaptığım küçük bir eklemeyle ortaya çıkmıştı bu logo. Şirket lobisine adım attığımda içeriye hakim olan ferah hava çarptı yüzüme. Bej, gri ve beyazın hakim olduğu şirkette gri zeminin üzerine işlenmiş şekilde iç içe geçmiş C ve G harfleri süslüyordu. Danışman masasını es geçerek ilerledim, bir adım arkamdan yürüyen Çakır ise etrafı inceliyordu, benim yokluğumda buraya adım atmadığını biliyordum, önemli bir şey olduğunda direk Fransa'ya geliyordu. Bir kaç tutam saçımı geriye iterek birkaç adım daha attım, giriş katta bulunan odalardan birisinin kapısı açıldı içeriye doğru o sırada içerden çıkan bir kaç gence bakmıştım, eğer yanlış değilsem Eldem vakfının burs verdiği öğrencilerde aynı şekilde stajları da burada olacaktı. Beni gördüklerinde anlık duraksalar da kim olduğumu çıkaramadıklarını bilerek yürüyüp geçtim yanlarından. Az ilerde olan ve önünde kimsenin beklemediği asansöre doğru ilerledim, bunca zaman sonra burada olmak tuhaftı ama iyi hissettiriyordu. Babam asla ama asla buradan gitmemi istememişti ama zorundaydım. Biliyordum çünkü gitmezsem sadece ben değil çok fazla çok fazla kişi zarar görecekti en başta da abim. Fatih elinde tuttuğu kartı asansörün sensörüne okutarak kapının açılmasını sağladı. Elinde tuttuğu kartı ikiye katlayarak kırdı, bu da bir daha kartı kullanmayacağını kanıtlıyordu bana. En üst kata çıkıyordu bu asansör tek bir kata, yönetici katına. Burada üç oda vardı bir tek; bir zamanlar babama ait olan oda, benim odam ve abimin odası... şu anlık abimin odasını Arın kullanıyordu ama benim gelmemle aramızda olan sessiz anlaşma bugün itibariyle bitmişti, aslında Arın'ın elinde tuttuğu her ipi geri alıyordum ondan. Ben varken nasılsa yeniden o haline dönmesini istiyordum ama nasıl yapacaktı pek bir fikrim yoktu. Çünkü Türkiye'de olan tüm gücümü o yönetmişti iki yıl boyunca. Eğer ki hâlâ benim tanıdığım Arın ise çoktan köşesine çekilmek için son düzenlemelerini yapıyor olurdu, ama ben buraya döndüğüm andan itibaren benim tanıdığım Arın olmaktan çıkmıştı. Çocukluğumda abimden sonraki tek arkadaşım artık eskisi gibi değildi, belki zamandı ona bunu yapan. Ne de olsa zaman kimseye acımazdı, ama biliyordum Arın'ın değişiminin zamanla alakası yoktu. Düşüncelerim beni ne çok yoran şeydi, karanlık bile değildi beni yoran şey düşüncelerimdi. Boğazımı sıkıyorlardı, vücuduma bağlanmış zincirler kendini belli ediyordu zamanla, bedenen değil ama ruhen ölüyordum. Sessizde değildim herkesi yakıp yıkarak ölüyordum. Asansörün kapısı ses çıkararak açıldı iki yana, asansörden dışarı çıktığımda çalan telefonum durdurdu adımlarımı. En yakın odaya ilerledim, bu kat ilk defa bu kadar boştu... Önünde durduğum odanın kapısını sağ tarafta bulunan kilit sistemine şifreyi girerek kapının kilidini açtım. Telefonu açarak odaya girdim ve odada tek bir yere bile bakmadan direk önüme serilmiş İstanbul manzarasına baktım, telefonu yanıtlayarak kulağıma yaklaştırdım "İzel Hanım, şirketten çıkan paranın kime gittiğini bulduk." destek almak isteyerek arkamda duran toplantı masasına dayadım elimi "Dinliyorum, kimmiş?" duyduklarımla uğulduyordu kulaklarım "Para çok dolaşıyor ama en sonunda Arın Beyin hesabında duruyor oradan da yurt dışına sevk ediliyor." görmüyordum önümde serilmiş İstanbul'u görmüyordum, duymuyordum. Şüphelerimin doğru çıkmasını istemiyordum ama çıkmıştı. Daha fazla ayakta duramayacağımı bilerek sırtımı soğuk cama yasladım "At bana bulduğunuz her şeyi." sesimi nasıl buldum ve nasıl konuştum bilmiyordum. "Emredersiniz İzel Hanım." Ardından kapandı telefon ama kabul etmiyordum bunu yapmadı bana Arın, yine bir tuzak vardı, yine birileri bir oyun oynuyordu bana. Yavaş yavaş cama dayanarak aşağı kaydım, ayakta duracak gücüm yoktu, yapamazdı bunu bana Arın, yapmamalıydı. Bilmeliydi bunu bana yaparsa benim ona ne yapacağımı bilmeliydi. Başka biri yapsa öldürür müydüm: evet hem de gözümü kırpmadan ama söz konusu Arın olduğunda onu öldüremezdim, biliyordum çünkü Arın'ın varlığını bu dünyadan silmek çocukluğumu silmekti. Sessizliğin hüküm sürdüğü odaya baktım; babamın odası kendini yansıtıyordu. Kahve tonlarının hüküm sürdüğü odasını bozmaya elim gitmemişti abimle aldığımız ortak kararla bu oda hep böyle kalacaktı babamın son saatleri bu odadaydı ama o burada ölmemişti, onla son defa burada yüz yüze konuşmuştum. Masasının önünde karşılıklı duran tekli koltukta oturup tavsiye istemiştim, hep yaptığı gibi bana huzur veren sesiyle konuşmuştu benimle. ~~FLASHBACK~~ Genç kız stresle ovuşturuyordu ellerini, gerginliğini dışarıdan biri bile anlardı, onu görenler iş görüşmesine geldiğini düşünebilirdi ama o iş görüşmesine değil aslında bir nevi hayatının sınavına gelmişti. 20'li yaşlarının başındaydı genç kız. Şirketin lobisinde gelip geçenin ona bakmasını umursamadan bir sağ bir sola gidip geliyordu. Turnikelerin oradan kendine doğru hızlı adımlarla ilerleyen adamı da görmemişti. Kendini düşünmüyordu sessizdi belki dışarıdan ama zihnindeki seslerin biri bile susmuyordu. Koluna uzattı elini adam, koluna değen elle anlık geri çekilerek ürkekçe baktı kendine korkuyla bakan adama "İzel kızım, iyi misin?" derin bir nefes verdi, tuttuğunu fark etmemişti nefesini, stresten terleyen ellerini üzerindeki pantolona silerek "İyiyim ama şimdilik Asım amca, babam burada mı?" Anlamamıştı yaşlı adam, kızdan bir adım uzaklaşarak "İzel senin burada ne işin var, İsveç de olman gerekmiyor muydu?" başını sağa sola salladı genç kız, konuşmakta zorlanıyordu. Belki de artık konuşmanın fayda etmediği bir sınırda geziyordu, boğazını sıkan el onu bırak konuşmayı nefes almasına bile izin vermiyordu. Hiçbir şeyi düzenli değildi ilk başta geçiştirmek istemişti ama geçiştirilmeyecek şeylerde karşısına çıkınca uzaklaşmanın sadece çoğu parangayı daha çok sıktığını fark etmişti. "Asım amca, babamla beraber anlatayım sana da, bırak bir defayı iki defa anlatmaya mecalim yok. " Ne olduğunu anlamıyordu Asım, ama kabul etti genç kızın gözlerinde gördüğü ifadeyle. Konuşmak istemediği şeylerin olduğunun farkındaydı ama önemli olmasa kalkıp gelmeyeceğini de biliyordu Asım. "Gel benle kızım." Lobide bulunan çoğu baş onlardan tarafa dönmüştü, kimdi bu kız bilmiyorlardı ama yanında gördükleri adamın kendilerine bakmasıyla hızla başlarını önlerine eğdiler. Asım bakışları kesmişti ama fısıldaşmalara bir etki bırakmamıştı, biraz daha burada durması İzel'e zarar verecekti o yüzden, genç kızı kolundan tutarak kendiyle beraber çıkardı lobiden, asansörlerin olduğu alana geldiğinde ise önü boş olan asansöre ceketinin cebindeki kartı çıkarıp okutarak asansörün çalışmasını sağlamıştı, arkasındaki kızın geçmesi için bir adım sağa kayarak geri çekildi, İzel asansöre binerek sırtını soğuk aynaya yasladı. Titreyen bacakları pek yardımcı olmuyordu, neler olup bittiğini bilmiyordu ama öğrenmek istediği çok fazla şey vardı, onu bu hale getiren aldığı tehditler değildi ama bu yolda bir basamaktı aksine karşına çıkan adamdı onu geren. Titriyordu elleri, gerçi onun kalbi titriyordu; elleri titrese ne olacaktı ki? Şakağına dayanmış bir silah vardı bırak hareket etmeyi nefes almasına bile izin vermiyordu, ilk defa bilmiyordu ne yapacağını ruhu kopuyordu bedeninden, gerçi ölü olan ruhu kopuyordu pek bir şey fark etmeyecekti ama buna izin vermek istemiyordu bir şekilde de. Kafası karışıktı aklı allak bullaktı. Asansörün kapısının açılmasıyla kendisine endişeyle bakan yeşil gözlerle kaldı olduğu yerde genç kız. Bir aynaya bakıyordu sanki yüzünde nasıl bir ifade vardı bilmiyordu ama babasının yüzünde gördüğü ifade korkularının gerçekleştiğini düşündürmüştü ona kızının hareket etmeyeceğini anladı Ali Yasir, bir kaç büyük adımda kızını aldı kanatları altına. Ne kadar küçük kalmıştı kızı göğsünde, saçlarını okşayarak sakinleştirmek istedi ama eli saçlarına değdiği an göğsü ıslandı yaşlı adamın. Eli öyle kaldı kızının saçlarında herkesi yok edecek bir adam kızının gözünden akan tek damla da kırk yerinden bıçaklanmışa döndürdü "Kızım..." titriyordu sesi "Saram, yapma kızım her şeye herkese karşı gelirim ama senin gözünden akan tek damla yaş beni öldürür kızım." eli yeniden hareketlendi yaşlı adamın yavaş yavaş okşadı kızının saçlarını "Gel babam..." kızı hâlâ göğsüne yaslıydı. Beraber çıktılar asansörden kendine sığınmıştı kızı 20 yaşında değildi ki Ali'nin gözünde kızı 3 yaşında neyse şimdide oydu onun gözünde. Kendi odasının kapısını açma işi Asım'a düşmüştü, içeri Ali ile Sara girdikten sonra o da girdi ve kapıyı arkasından kapadı. Konuşmak için ağzını açıyordu İzel sürekli ama hiçbir şey diyemeden sadece bir hıçkırık kaçıyordu ağzından. Babasının kendini koltuğa bıraktığını fark etti, öne eğilerek tırnaklarını dizlerine geçirdi. Karşısında duran beden çöktü tek dizinin üzerine, dünyanın diz çöktüremediği adamı kızı dizlerinin üzerine çöktürdü. Ellerini uzattı kızının dizlerini sıkan ellerine, kapadı ellerini kızının ellerinin üzerine "En karanlık gecemin güneşi babasının canı; bir tanesi, ne oluyor kızım?" öne eğdiği başını kaldırdı İzel yıkılmamıştı ama yaslanacak dağı çok uzaktı ondan ama şimdi tam karşısındaydı dağı ve babası sayesinde kendini daha iyi hissediyordu. "Baba..." titrek çıkan sesiyle dişledi dudaklarını aylardır görmediği babasının karşısına bu şekilde çıkacağını hiç düşünmemişti ki o. "Baban kurban olsun sana." Babasının dediği şeyle kafasını sağa sola sallayarak sarıldı babasının boynuna. Annesiz büyümüştü o, babası onun her şeyi olmuştu. Biliyordu babasına bir şey olma düşüncesi bile onu mahvederken, ona bir şey olsa ne yapacağını bilmiyordu. Kızının bu halinden tek bir şey bile anlamadı Ali Yasir ama farkındaydı bir şeyler olduğunu o kızını en son bu halde gördüğünde... ne olduğunu bile hatırlamak istemiyordu. "Baba Andrey kim?" Kızına baktı kaşlarını çatarak anlamıyordu çekti titreyen ellerini babasının ellerinden çantasına uzanarak çıkardığı notu babasına uzattı. Ali'nin en kıymetlisi kim acaba sen mi yoksa abin mi? Ya da onlara bir şey olmasın diye nereye kadar gidebilirsin küçük Eldem? Sevgilerle Andrey "Baba, kim bu Andrey?" gördüğü ifade hoşuna gitmemişti kızın, babasını gözünde ilk defa bir duygu görmüştü ve bu duygu hiç hoşuna gitmemişti. Tam çantasını babasından uzaklaştıracakken Ali elini kızının elinin üzerine koydu Asım ise arkadan çantayı alarak içindeki her şeyi yere dökmüştü "BABA!" kızının elini tutuyordu sıkıca Ali Yasir, bu işin kızına dokunacağını hiç düşünmemişti bu Andrey'in ne kadar pislik bir insan olduğunu en yakından bilenlerden biriydi Ali. Kızından bir adım uzaklaşarak yerdeki kağıtlardan rastgele birini aldı fotoğrafta oğlu vardı biriyle telefonda konuşuyordu, başka bir kağıt parçası daha bu defa kendisi vardı araçtan inerken çekilmiş bir fotoğraftı ve daha nicesi kızına giden fotoğraflarda Ferman ve kendisi vardı. Kravatını çekiştirdi Ali Yasir, oğluna böyle mesajlar gitmediğine emindi ama kızına giden bu tehdit mesajları canını sıkmıştı adamın. "Kızım inanma, basit bir tehdit." İnanmazcasına tek kaşını kaldırdı İzel "Basit bir tehdit." üzerindeki ceketin cebinden bir mermi kovanı çıkararak babasının avcuna koydu genç kız. "Gelme sebebim bu baba, dün sabah kapımın önüne bırakıldı kanlı beyaz gülle." Yutkundu yaşlı adam kızının arkasından kendine bakan dostuna baktı ama ne o sakinleşti ne de dostu. "Bir şey daha var THE WORLD ne?" Kaşları çatıldı yaşlı adamın bugün bir kez daha "Onu nereden biliyorsun?" Eline yerdeki siyah zarfı alarak Ali Yasir'in avcuna bıraktı bu defa da. "Sanırım uzun konuşacağız değil mi baba?" başını sallayarak kızını saçlarından öptü Ali "Evet güzelim, uzun konuşacağız." ~~FLASHBACK SON~~ Babamın masasının üzerinde dört çerçeve vardı, birinde annemle abim diğerinde annem, diğerinde babam abim ve ben ve en son çerçevede de ben vardım. Bir tek annem ve beni tek koymuştu babam o çerçeveye; çünkü Ali Yasir Eldem'in canını yakacak kıymetlileri tektir. Babam abimi seviyordu canı yanardı ona bir şey olsa ama annemde olduğu gibi bitmezdi. Masanın üzerindeki çerçevelere bakarak gülümsemiştim istemsizce, ne tuhaftı değil mi bir daha göremeyeceğin birinin sana bir çerçeveden sonsuza kadar gülümseyerek bakması. Daha fazla odada durmak istemeyerek kapıyı açarak çıktım odadan dışarıda beni bekleyen Çakır'a hafifçe gülerek şu an Arın'ın kullandığı odanın kapısını çalmadan açtım, ama keşke çalsaydım. Gördüğüm görüntüler beni beynimden vurulmuşa çevirdiğinde sadece ama sadece bakmakla yetindim, bir adım arkamda hissettiğim adamla hafifçe ona döndüm, daha sonra yeniden Arın'a döndüm. "Allah senin belanı vermesin, çekidüzen ver kendine gel hemen buraya!" Konumunun farkına varmış olacak ki hızla doğrularak açılmış gömleğini ilikledi ve ceketine uzandığında odadaki kadında toparlanarak çıktı dışarı. Arın'ın kapısının hemen önünde olan masaya oturarak dik dik bana bakmaya başladı. Kusura bakma şirketimde yiyişmenizi engelledim. Bana sadece dik dik bakan kadına daha fazla bakmak istemeyerek arkamı döndüm, Çakır bir kaç adım arkamdaydı "Nereye dönsem her zaman arkamda olmayı nasıl başarıyorsun?" güldü hem de gerçekten güldü "Peki sen nasıl her zaman bir kaç adım önümde durarak sırtını bana yaslayacak kadar güveniyorsun?" bir kaç adım attım ona doğru "Eline bir bıçak vermedim çünkü, bu dünyada güvenmiyorum kimseye ama sen istisnasın. ilk başta sert daha sonra yorgun çıkan sesime gülümsedim ister istemez bana destek olmak istercesine avuç içini yasladı koluma. "Sakın ama sakın bana güvenmekten vazgeçme olur mu İzel?" Tam bir şey diyecekken odasından çıkan Arın ile ne diyeceğimi unutarak gözlerimi kapattım. "Niye geldin İzel?" Kaşlarım çatıldı yeniden hem de en derininden "İzel Hanım!" bunu niye dediğimi anlamamış olmalı ki "Ne diyorsun sen?" öfkeme hakim olmak çok zordu "Ne diyorum öyle mi? Kimsin sen Arın, nerenin köpeğisin?" elleri iki yanında yumruk oldu, beni durdurmak için elini omzuma koydu Çakır ama anlık sinirle onun da elini attım omzumdan "Sen kimsin Arın, hangi kapının köpeğisin?" sinirim tüm mantığımı ele geçiriyordu bağırmıyordum belki ama bağırsam daha fazla zarar verirdim Arın'a. "Ağır konuşuyorsun İzel!" Sinirle burnuma baskı uyguladım "Ben mi AĞIR KONUŞUYORUM? HAYATIMDAN SİKTİR GİT ARIN." ne dediğimi anlamak istiyormuş gibi baktı yüzüme ama zerre umurumda değildi. "HAYATIMDAN, EVİMDEN ŞİRKETİMDEN DEFOLUP GİT!" Ben yüksek sesle konuşmazdım normalde ama bu yapılanları daha fazla kaldıracak gücüm kalmamıştı. "İzel Hanım." Elimi kaldırarak susturdum Fatih'i "Bundan sonra değil Arın'ı görmek ondan tek bir çöp bile istemiyorum hayatımda, bu sizler içinde geçerli. Patronlarını Arın bilen kim varsa ya gerçek patronu öğretirsin ya da ben keserim fişlerini." kendimden korkmuştum ama umurumda değildi, ben yakar yıkardım sonra da asla toplamazdım ama beni bu hayatta bu kadar yıkabilecek tek kişi zaten sırtıma çoktan saplamıştı hançeri. "Hata yapıyorsun İzel." Titreyen sesiyle konuşmuştu, tek kaşımı kaldırarak birkaç adım attım tam karşısında durarak işaret parmağımla kendimi gösterdim "Benim hatam banadır, ama senin hatanda banaydı." sesimi kısarak kulağına yaklaştım "Senin yaptığını başkası yapsaydı kafasına sıkmıştım." biraz uzaklaşarak "Bu da sana son kıyağım olsun Altınel." arkamı döndüm "İzel, yapma çocukluğumu alma elimden." tekrara döndüm Arın'a "Benim çocukluğum zaten ölüydü daha da öldürdün ben sana lafını etmiyorum sende etme." sonlara doğru dişlerimi sıkmıştım. Öfkemi kontrol edemiyordum ama umurumda değildi. "Sahip olduğun her şey benim Arın, her şeyi san bıraktım diye kendini efendi mi ilan ettin sen?" Bir kaç adım attı bana doğru, gerilememi bekliyordu ama ben dimdik durduğum olduğum yerde bir parça daha çatladı yüzümde ama kimse görmedi. "Beni neyle itham ediyorsan et, ama ben bir şey yapmadım." Başımı aşağı yukarı sallayarak güldüm hem de delirmiş gibi, kahkaham yabancı geldi bana "Peki nasıl diyorsan öyle olsun ama artık benim yakınımda işin yok." koluma uzandı dokunmasına izin verecekmişim gibi "Ne yaptım?" çektim kolumu "Varlığın sorundu Arın, bende o sorunu çözdüm!" arkamı döndüm bu defa net bir şekilde. "DÜĞÜMÜ KES KISA VADEDE KAZAN, ÇÖZ UZUN VADEDE KAZAN KARAR SENİN!" Dediklerimi nasıl anladıysa anladı benim artık hiçbir şeyimdi Arın. "Ben çözdüm o düğümü Arın senin tasmanı bıraktım artık sahibinin kapısına dönebilirsin, yanına çocukluğunu da alarak." Bana nasıl baktığını biliyordum ama dönüp bakmadım o gözlerindeki ifadeyi görmek istemedim "Ayrıca Altınel benim dostum şerefsiz değildi, karısını aldatmazdı." kırdım ve kırdığım cam parçaları üzerinde yalınayak yürüdüm hem de zerre düşünmeden. Artık benim elimden çıkmıştı kendisi masumsa Arın kendisi kanıtlayacaktı ama suçluysa ben onun izini silmekten zerre çekinmeyecektim. Ne de olsa yönetmek yalnızlıktı, doğduğumda bana biçilen yalnızlıkta bir tek Arın vardı yanımda. Ama o da kendi seçimiyle düşmüştü aşağıya. Arkamdan duyduğum adım sesleriyle hızlandırdım adımlarımı, asansöre bindiğimde arkamdaki kişi de benimle büyüdü, aynanın olmadığı bir yerden bakıyordum kendime. "İzel yak yık dök, ama susma." Başımı sağa sola salladım intihar eden her damla iz bırakıyordu yüzümde, susmak istiyordum ama sessizliğimde kendimle beraber bir dünyayı yakıyordum konuşsam da kainatı yakıyordum, iki tarafımda yumruk olan ellerimi daha da sıktım, bembeyaz olmuştu bileğim ama bırakırsam elimi kendime gelemezdim. Bir anda bileğime bir el dolandı, bileğime dolanan el beni göğsüne çekti "Bağırmıyorsan çağırmıyorsan, o zaman göğsüme sığın İzel, ben her zaman yanındayım." benden bağımsız kaçtı ağzımdan bir hıçkırık "Çok yoruldum..." 2 kelime 4 hece, çok şey anlatıyordu benimle aynı sorumluluğu taşıyan Çakır anlardı beni, anladı da hep olduğu gibi. Asansörün durmasıyla uzaklaştım Çakırdan akan yaşları sildim ve eski İzel oldum, hafifçe gülümseyerek baktım Çakır'a, iyi olup olmadığımı anlamak istiyordu bu hareketimle kafası karışmıştı ama ne yaptığımı anlamıştı. "Ben iyiyim, gerçekten." Başını sağa sola sallayarak baktı bana "Hangi İzel gerçek? Az önce ağlayan mı yoksa şimdi ki mi?" gülerek baktım ona asansörden çıkarak geriye döndüm "İkisi de gerçek İzel, onların birleşimi ise İz. Acımayacağım artık kimseye!" ne yapacağımı anlamıştı ama beni durdurmak için bir hamle yapmamıştı aksine ardımdan asansörden çıkarak kolunu uzattı bana "Yürüdüğün yolda hep yanındayım İzel." memnuniyetle girdim koluna. Şirketten çıkarken yüzler bana döndü ama umursamadım dik adımlarla çıktım şirket kapısından. Kapının önünde beni bekleyen aracıma binmeden son defa baktım Çakır'a, gözlerinde var olan ifade bana güç kattı. Aracıma binmemle yan tarafımdaki zarf dikkatimi çekti, araç çalıştıktan sonra uzandım yanımdaki zarfa, siyah zemin vardı üzerinde bir şey yoktu. Arkasını çevirdiğimde beyaz bir dünya logosu vardı altında ise The World yazıyordu. Açtım düşünmeden içinden bir tüy çıktı yer yer kırmızıya boyanmış bir tüy ve en sonunda ise bir davetiye. Dünya'nın 7 harikası var, Sen bunlardan biri misin? Önceki toplantının güneyindeyiz. Ev sahibi olmaktan gurur duyuyorum. Bu düzene uyum sağlayanlardan olarak Bekliyoruz seni olman gereken yerde. 15 Mart Instagram hesabımız ankanin_wattpad |
0% |