Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Kan Mürekkebi 4. Bölüm

@cagla_ozkatar

"Kanla mühürlenen anlaşmayı, göz yaşları bozamaz."


"Ne düşünüyorsun?" Duyduğum sese dönmeye tenezzül etmemiştim, önümde boş bir duvar vardı ama benim için boş değildi o duvar. Sağ elimde tuttuğum viski bardağını sallayarak yüzüme yaklaştırdım, yeni idrak ediyordum elimdeki bardağı. Hışımla karşımdaki duvara fırlattım elimdeki bardağı "İz geri döndü diye böylesin değil mi?" başımı eğerek kırılan bardağa baktım, tuzla buz olmuştu. "O kendi kaderini bende kendi kaderimi yazıyorum." En sonunda döndüm arkamı bana bakan boş gözlerle çılgınlar gibi gülmek istedim ama ayna misali karşılık verdim bakışlarına, elindeki beyaz zarfı uzattı bana tek kaşımı kaldırarak aldım elindeki zarfı. Gülmek istiyordum hem de deliler gibi, THE WORLD bir avuç çocuğun elinde maskara olmuştu.


Alaycı bir gülüş peyda oldu dudaklarımda elimdeki zarfı açmadan buruşturarak arkamdaki masanın üzerindeki çakmağı elime aldım. Bir kere daha düşünmeden aleve verdim elimdeki kağıdı. Ateşle buluşan kağıdı bir süre elimde tuttum daha sonra da odadaki çöp kovasının içine attım, bir süre ışık vurdu oradan loş odaya en sonunda söndü o ışık, oda ise kendi loşluğunda hükmetmeye devam etti. "Kim olduğunu bilse seni bir adım bile yaklaştırmaz, biliyorsun değil mi?" Birkaç adım attım ona doğru "Alıştır kendini diyorsun ne de olsa babasının katilini yaşatmaz değil mi?" derin bir nefes alarak elimi saçlarıma daldırdım "Kim olduğunu öğrenirse bir kıyamet başlatır İzel." o ne derse desin haklıydı ama bilmediği bir şey daha vardı beni durdurabilecek tek güç İzel idi, o olmasaydı asıl kıyameti ben yaşatırdım herkese, sağ kimseyi bırakmazdım ama o bunu bilmese de olurdu. "Daha ne kadar kendini gizleyeceksin?" Odada olan ve en başından beri sessiz olan diğer kişiye döndüm "Gittiği yere kadar, çünkü onunla düşman olmam!" başını sağa sola sallayarak az önce masaya fırlattığım çakmağı alarak dudaklarının arasındaki ince dalı yaktı. "Gitmiyor artık, bir şeyler öğreniyor senin hakkında, sana güveni de bitecek yakında. Çünkü bir arpa boyu ilerlemedin." Biliyordum ama uğraşıyordum, beni bulmasını engellemek için uğraşıyordum "Andrey çok alışma ona." birkaç adım uzaklaştım "Ben ona yıllardır alışığım." dedim.


Dudaklarımda yer edinen gülüşü gören o ve cama sırtını  rahatça yaslayarak "Zaafın olmuş o senin, ve zaafın seni vuracak." önümdeki koltuğa sertçe bir tekme vurdum "İz asla benim zaafım olamaz, ola ki oldu siler atarım hayatımdan onu." tek kaşını kaldırarak baktı bana yüzünde bir şaşkınlık yer edinmişti "Kendini yok etmeyi düşünmedin bile." belimdeki silahı on doğru uzatarak "Düşünmediğimi nereden biliyorsun, şu anda yaşayabiliyorsam İzel var diye." güldü  hem de büyük bir kahkaha attı "Kızın önce babasını öldürdün, şimdi de yaşamak için onu mu kullanıyorsun!" öfkeli çıkan sesiyle sol elim yumruk şeklini alarak ona doğru ilerledim, sırtını duvardan ayırarak aramızda durdu, bir nevi onunla benim aramda kalkan görevi gördü "Delirdiniz herhalde siz, kendine gel Andrey!" öfkeyle baktım ikisine de haklıydılar belki de bu kadar sinirli olmamın sebebi haklı olmalarıydı. "Yaşamak için benim planlarım bitmez unutma, kendimden ne kadar tiksinsem de yapacağım şeyler bitmeden ölmek gibi bir niyetim yok." işaret parmağımı tehdit edercesine salladım ona "Beni eleştirmeden kendini sorgula, masum musun sen?" sırtını camdan ayırarak "Masum kaldı mı, ulan bu dünyaya doğan bebek bile kanla doğuyor." sırıtarak ensesinden kendime çektim, ne kadar debelense de kurtulamadı elimden.


En sonunda onu bırakarak yeniden önümdeki masaya döndüm, bir süre baktım sadece siyah masaya, bir hışımla  masanın üzerindeki kalemi fırlattım öfkeyle yeniden ve yeniden...


 ~~~~~~


3 gün sonra...


Biri gelip boğazıma bıçak dayasa ruhum duymazdı, ne de olsa bedenim burada ruhum ise bambaşka yerdeydi. Üç gündür toplasan beş saat uyumamışımdır, şirketten çıkmayı bırak odamdan bile çıkmamıştım üç gündür adam akıllı. Göz altlarımı ovalayarak tekrardan bilgisayar ekranına baktım, önümde akıp giden sayı dizilimini izlerken hâlâ inkar ediyordum. O para Arın'ın hesabından benim hesabıma gelemezdi, her şeye inanırdım ama Arın'ın bana ihanet ettiğine inanmazdım. Masamın üzerindeki dinlendirici gözlüğü alarak uykusuzluktan büyük bir ihtimalle kızarmış gözlerime taktım. Akıp giden sayı ve harf dizilimine müdahale ederek klavyenin üzerinde gezdirdim parmaklarımı. Müdahale ettikçe her şey anlam kazanıyordu, az önce anlamsız bir biçimde akıp giden harfler ve sayılar artık bir anlam ile karşımdaydı. Göz altlarımı ovalayarak arkama yaslandım, yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı, başarmıştım hem de ister istemez. Üç gün uyumasam da benim istediğim sonuca ulaşma hızım artmıştı. 


Ulaştığım sonucu e-mailime girerek birkaç kişiye yolladım, benim bulduğum sonucu onlarında kontrol etmesi gerekiyordu. Daha fazla oturmak istemeyerek kalktım oturduğum yerden, önüme serilmiş İstanbul manzarasına bakarken ilk defa beynim bomboştu, sanki tüm düşüncelerimin sesini kapamıştım ama bir ses beni rahatsız ediyordu; üç gündür içimi kemiren vicdanım bir an bile susmamıştı... Ben ne kadar kulaklarımı tıkasam da o sesini yükseltiyordu aldığım her önlemi yıkıp geçerek beynime işliyordu, bana değil düşünecek nefes alacak alan bile bırakmıyordu. Burun kemerime baskı uygulayarak derin bir nefes aldım, açılan kapı ile arkamı dönmeden "Kimse beni rahatsız etmesin demedim mi?" dedim, arkamı dönmemiştim, ama tam arkamda hissettiğim bedenle gözlerim büyümüştü. Önümdeki cama düşen yansıma da gördüğüm kişiye inanamamıştım, hızla arkamı dönerek uykusuzluktan hayal görüp görmediğime bakmak istedim, sol elim sağ elimin üzerindeydi, ister istemez tırnaklarımı derime geçirdim. Şaşkınlık yüzümde kendine yer bulmanın memnuniyetiyle bakıyordu karşısındaki kişiye. "Senin burada ne işin var?" Rahatça saçlarını karıştırarak güldü, sorumu görmezden geliyordu. Tam karşısında durarak kollarımı göğsümde birleştirdim "Tekrar soruyorum senin burada ne işin var?" bıkkınlıkla nefes vererek "Hoş buldum Sara." dedi.


İşaret parmağımı tehdit edercesine göğsüne doğru salladım karşımdaki adamın "Sakın ama sakın o adı kullanma." dişlerimi sıkarak konuşmuştum, uykusuzluğun başıma vurması ile tüm öfkem karşımdaki adama yönelmişti, birikmiş öfkem tamamen karşımdaki adama yönelikti. "Zaten sen siktirdin gittin, bir korkak gibi kaçıp gittin. HEP KENDİNİ DÜŞÜNDÜN!" Göz bebekleri titredi ama ben umursamadım, beni sakinleştirmek istiyormuş gibi ellerinin koluma koydu "İzel, sakin ol." güldüm, beni sakinleştirme çabasının boş olduğuna dair bir gülüştü. "Sakin mi olayım, bana bak Ferman Eldem, korkak köpek gibi kaçıp gidiyorsun; sonra canın sıkılıyor geri geliyorsun, burası senin kum havuzun mu?" Kollarımdaki elleri biraz daha sıktı ister istemez öfkeyle bağırdı suratıma "İzel!" ellerini attım üzerimden, ona zarar vermemek için ellerimi saç diplerime geçirdim "Ne İzel ne, yapmadın mı kaçmadın mı? Yalan mı, babamızın emanetine bile sahip çıkamadın!" öfkem sadece bana değil karşımdaki herkese zarar veriyordu. Sol yanağımda bir sıcaklık hissettim, yüksek çıkan şak sesi, başım sağ tarafıma doğru düştü. 


"Kendine gel İzel." Başımı kaldırarak abimin gözlerine baktım, ne gördü bilmiyorum ama sarsıldı olduğu yerde "Ben zaten kendimdeyim, Ferman." sol elim tehdit vari bir şekilde hava kalkarak "Ama sakın ama sakın, bir daha bana değil vurmayı; el kaldırmayı bile düşünme." sakindim, abimin yüzüne belki gerçekleri haykırmamın etkisi vardı, ya da öfkemi dışarı atmamdı bu sakinliğimin sebebi ama ben ilk defa rahattım. "Yalan söylemedim, siktir olup gitmedin mi, beni tek başıma bırakarak?" Gözleri doldu "Korumam gereken bir ailem var." boğazıma bir yumru oturdu, ama bir şey diyemedim. Dizlerim taşıyamıyordu artık vücudumu kendimi beyaz koltuklardan birine atarak oturdum, başımı ellerimin arasına alarak yere baktım, yüzümü kapıyordu saçlarım. Kırgındım ama bir yandan da kırgınlığımı değil abime, en yakınıma bile yansıtmazdım "Niye geldin?" yan tarafım çöktü, elini omzuma koyarak sıvazladı hafifçe, geri çektim kendimi eli boşlukta kaldı abimin "Konuşmaya geldim." derin bir nefes alarak başımı kaldırdım hiçbir şey hissetmiyordum, yüzümdeki maskeyi uzun zaman sonra ilk defa abimin yanında taktım. "Konuşacak bir şey bıraktın mı? Telefonda konuşurken mutlu pozları kesiyoruz ama bizim ilişkimiz çatlaklarla dolu ve asla onarılmayacak çatlaklarla." dedim.


Derin bir nefes alarak baktı bana, ben ne kadar ifadesizsem o bir o kadar zıttı bana, abim açık bir kitaptı okuması kolaydı, babam hep şikayet ederdi abimin bu halinden. "İzel yapma bunu, uçurumları büyütme." Güldüm, anlımı sıvazlayarak "O uçurumları ben mi koydum peki aramıza abi?" derin bir nefes alarak baktım ona tekrardan "Niye geldin, ölüme mi koşuyorsun?" elime uzandı bu defa tutmasına izin verdim "İşlerim vardı, onları hallettim bir daha gelmeyeceğim İstanbul'a. Bu şehir bana iyi gelmiyor." sol elimi açarak etrafı daha sonra kendimi gösterdim "Bana da iyi gelmiyor abi, ama ben korkaklık yapmıyorum ama anlıyorum seni biliyor musun, bende tüm sorumluluğumu yıkacağım biri  olsaydı arkama bakmadan giderdim." ayaklandım oturduğum yerden "Bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum, o yüzden diyeyim; seni affettim abi ve iyi ki benim abimsin." kırgınlığımı yine görmedi abim, zaten o ne zaman görmüştü ki benim ona olan kırgınlıklarımı "Teşekkür ederim, bende seni seviyorum İzel." her şeyi unutmak istiyormuş gibi açtı kollarını, babamın kokusuna sahipti abim; açtığı kollarına girdim, benim ona sarıldığım gibi o da sarıldı bana. Belki iyi bir abi değildi ama iyi bir dosttu abim, derdimi bilirdi ama asla destek olmazdı, sırdaştı akıl verirdi ama önümde asla ışık olmazdı. 


Bana çıkmadan önce baktı bir defa daha, yüzünde bir gülümseme belirdi ne kadar havamda olmasam da ben de güldüm abime. Odanın kapısının kapanmasıyla, geri çöktüm kalktığım yere başım yeniden ellerimin arasındaydı, iki damla düştü gözümden. Ben abimin ailesi değil miydim? Kıskanmıyordum ama yalnızlığımın yüzüme tokat misali vurulmasını beklemiyordum, güçlü olarak dursam da ben yalnızdım ve bu yalnızlığımı güçle dolduruyordum. Doğarken annem bırakmıştı beni, üç yaşımda babamdan uzak büyümüştüm. Babaannem tutmuştu elimden, memleketine hasretti ama asla beni de yalnız bırakmamıştı. 16 yaşımda yalnızlığın başka bir evresini görmüştüm. 18 yaşımda beni bırakıp gitmişti babaannem, hasret duyduğu memleketinde ölmüştü. Ondan sonra dedem kendini herkese karşı kapamıştı, 23 yaşımda babam son defa gülmüştü yüzüme. Ne yalnızdım, ama bir o kadar da kalabalıktım. Kalabalığın ortasında yalnızdım, kalabalık bir şehirde asla dikkat çekmeyen basit bir kaldırım çiçeği gibi hissediyordum, kimse görmüyordu hatta çoğu kişi üzerime basıp geçiyordu. 


Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım, beklemediğim darbe beni alaşağı etmişti. Ama bir o kadarda beklemem gereken bir darbeydi, abimi bana vurduğu darbe. Fark etmemişti o, zaten fark etmesine de ben izin vermezdim, ama bazen bu kadar umursamaz olması beni yok eden tarafıydı abimin. Babam abime hep derdi, sen yönetmek için doğmadın oğlum, umursamazsın, detaylı düşünmüyorsun, söyleyip geçiyorsun. Takmazdı abim babamın sözlerini ama belki içinde bir yerde ukde kalmıştı bu sözler.


Şirkette yapacak işim kalmamıştı, aslında vardı ama bu kafayla her şeyi elime yüzüme bulaştırırdım, çantamı alarak odamın kapısını açtım, masamın üzerinde unuttuğum laptopumu hatırlamamla geri dönerek çantasına koydum, almam gereken üç dosyayı da bilgisayar çantasına koyarak, açık kapıyı kapatmadan çıktım odadan. Gözlerimi sıvazlayarak asansöre doğru adımladım, asansörü çağırmamla gelmesini beklerken çantamdaki güneş gözlüğümü çıkararak taktım, ne de olsa gözlerim rezil bir haldeydi, uyuyup saatlerce kalkmamak vardı ama olacak bir şey değildi. 


Asansörün gelmesiyle beklemeden bindim, kapı yavaşça kapanarak asansör hareketine başladı, sırtımı soğuk zemine yasladım, ayakta durmak bile artık zor geliyordu. Ne kadar öyle durdum bilmiyorum, kapının açılma sesiyle doğruldum ama ne yapacağımı bilemedim asansörün kapısının açılmasıyla boş boş baktım önüme, açılan kapıdan çıkmam gerektiği yeni yeni aklıma geliyordu. Artık pilim bitmişti, birkaç adımda çıktım asansörden, lobide beni görenler selam veriyordu, bende selamlarımı bir baş hareketiyle alarak, şirketin ana kapısına doğru ilerledim. Dışarı çıkmamla yüzüme vuran Güneş ışınları ile başımı kaldırarak gök yüzüne baktım. 


Benim için hazır bekleyen araca binerek gideceğimiz yeri söyledim. Arkama yaslanarak akıp giden manzaraya baktım "Bugün dinlen sende Vehmi, ama gitmeden haber et benim arabamı getirsinler." başını sallayarak "Elbette İzel Hanım." dedi. Gülümseyerek yeniden önüme döndüm, güneş gözlüğümü çıkarmamıştım. İstanbul'un kentsel manzarası yavaş yavaş kayboluyordu, yeni yeni başlayan ağaçlar ile nefes almak için penceremi indirdim, yüzüme vuran soğuk hava bende gülümseme isteği uyandırmıştı. En sonunda dağ evinin önünde durduğumuzda, bu defa Vehmi'yi beklemeden indim araçtan. "Artık gidebilirsin Vehmi, aracımı unutma." Başını sallayarak "Şimdi haber veriyorum İzel hanım." demesine gülerek karşılık verdim, Vehmi'ye arkamı dönerek ahşaptan olan eve doğru ilerledim.  Evin bahçesinde özgürce koşturan doberman cinsi Lily, beni görmesiyle benden tarafa koştu. Üzerimdeki takımı önemsemeden iki dizimi de kırarak kollarımı açtım, sevinçle üzerime koşan Lily'nin yüzümü yalaması ile ne kadar yüzüm buruşsa da içten bir kahkaha atmıştım.


Çalan telefonuma bakarak ayaklandım diz kırdığım yerden, bekletmeden yanıtladım "Efendim dede." bir süre sessizliği dinledim "İzel, nasılsın?" güldüm bacaklarıma dolanan Lily'nin başını okşadım "Bir dokunsan bin ah işitirsin dede, sen" derin bir nefes sesi duydum "Yorgunum... ama senin kadar değil. Dinlen." gülümsedim Lily'i son defa okşayarak eve doğru ilerledim "Nasıl dede, hangi koşulda. Karmaşanın farkındasın sende." sitemimin farkındaydı "Gelmemi ister misin?" durdu adımlarım "Gel dersem gelir misin?" o sustu ben sustum. "Yardıma ihtiyacın varsa ve etrafındaki kimse yardım etmiyorsa dayanak olarak gelirim." Güldüm, ahşap kapıyı itekleyerek açtım, ayağımdaki ayakkabıları tek elimle çıkarırken de sustum, koltuğa otururken de. "Ben ne zaman yardım istedim senden dede, yalvaracaktım babam öldüğünde çık gel diye ama sen bir kere bile açmadın telefonu." Sitemimin farkındaydı öfkeli nefesini duydum "Abim sana benziyor dede o da en ufak  zorlukta kaçıyor, tıpkı senin gibi." telefonda hışırtılar duydum daha sonrada dedemin sesini "Haklısın ben korkağın tekiyim ama sana yardım ederim sadece bana gel de." güldüm "Ben kimseden yardım istemem bana el uzatacaksan kabul ama benim senden yardım istememi bekliyorsan asla." son da yaptığım vurguyu dedemde anlamıştı.


Korkak bir adam değildi Adil Ferman Eldem ama babaannemin ölümü her şeyin dönüm noktası olmuştu, babamın ölümü ise kırılma noktası kaçmıştı her şeyden Adil Eldem adını çekmişti önce daha sonra da kendini evine kapatmıştı. Arada giderdim yanına akıl alırdım ama bu işlere geri dönmek istemezdi biliyordu çünkü kaybedecek daha çok şeyi vardı. Bir şeyi kaybederse suçlu arayacaktı ve buna en uygun kişi bendim. Bir şeyler daha dedi dedem ama dinlemedim sadece onayladım onu geçiştirmek amacıyla. Daha fazla o da konuşmak istememiş olmalı ki kapattı telefonu bir süre siyah ekranla bakıştım, sadece baktım kendimi gördüm o siyahlıkta seçtiğim kendimi. Üzerimdeki ceketi çıkarıp koltuğun üzerine bıraktım yavaş adımlarla üst kata çıkan merdivenlere ilerledim, bu ev huzur doluydu ama ben o kadar yorgundum ki şu anda bunu düşünemiyordum aşağıda banyo ve iki misafir odası vardı kapıdan girip holü geçtikten sonra salon varı, salonda ise bir tek beyaz L koltuk takımı şömine ve şöminenin üzerindeki televizyon vardı. Yerdeki beyaz halı ahşaptan yapılmış kitaplık ve orta sehpa ise salonu tamamlamıştı. Misafir odalarına ek olarak kapıdan girdiğinde sol tarafta olan beyaz ve grinin hakim olduğu mutfak vardı. Misafir odalarının hepsi birbirinin aynısıydı. Üst katta ise orta boştu iki beyaz tekli koltuk ve yere atılmış minderler vardı, aşağıdaki kitaplıktan daha büyük bir kitaplık vardı Yere atılmış gri hali ise yumuşacıktı. Üç oda daha vardı bu katta biri benim, diğer ikisi ise misafir odasıydı yine.


Kendi odama girdim, siyah perdeyi kapatarak odaya ışık girmesini engelledim, kapının dilini iki defa çevirerek kapıyı kilitledim. Çantamdaki silahı çıkarıp komodinin çekmecesine koydum. Beyaz tonları hakimdi bu odaya, beyaz iki komodin çift kişilik yatağın iki yanında yer edinmişti, yatağın sol tarafında tüm duvarı kaplayan cam vardı ve camı kapatan siyah perde, belki bu beyazlıkta tek tezatlıktı o siyahlık. Makyaj masası hemen kapının sol tarafında idi. Yatağın karşısında ise büyük beyaz dolap vardı, içe doğru göçmüş duvarda ise bir kapı da ha vardı. Odayı üstün körü inceleyerek kendimi odada bulunan duşa attım, üzerimdeki fazlalıklardan tek tek kurtulurken ilk defa kendime bakmak istemedim, suyu sıcağa ayarlayarak suyun altına girdim, tenimden akıp giden her damla duşa kabinin mermer yüzeyine çarpıyordu. Etrafımı saran camlarda sıcak suyun etkisiyle buhar oluşmuştu, vücudumdan akıp giden her damla sanki sıkıntımı biliyormuş gibi yavaşça akıyordu, uzandığım şampuandan elime biraz sıkarak saçlarımı temizledim. Life biraz duş jeli dökerek yavaşça vücudumda gezdirdim. Tüm köpük vücudumdan akınca suyu soğuğa ayarlayarak mermer duvara başımı dayadım, soğuk suyun değdiği yerler uyuşuyordu. Yaşadığımı hissediyordum arada. 


Ne kadar sürdü duşum bilmiyordum ama üzerime beyaz bornozumu giyerek çıktım banyodan, dolabımdan aldığım saten geceliği üzerime geçirerek makyaj masa oturdum ve yüzüme kremlerimi sürerek saçlarımı taradım. Kurutmasam hasta olacağımı bilerek fön makinesi ile saçımı iyice kuruttum, bir kaç bakım yağını daha saçıma sürdükten sonra kendimi beyaz çarşaflara bıraktım. Ne kadar yorgun olduğumun yeni yeni farkına varıyordum, başımı yastığa koyarak saçlarımın beyaz yastıkta dağılmasına izin verdim, çekmecede duran ilaçtan bir tane içerek yeniden uzandım. Günlerin ve ilacın etkisiyle her şey kararmaya başladı. Bilincimin son demlerindeyken camın dışında öten kuşu ve ona havladığını tahmin ettiğim Lily'i duydum. Bir kaç korumanın etrafa dağılışını da duydum hem uyuduğum hem de uyumadığım saatlere merhaba dedim.



Önümdeki aracın farları gözümü alıyordu ama duraksamadan ilerlemeye devam ettim, Rusya yine soğuktu. Üzerimdeki kürkün yakalarını çekiştirerek düzelttim ve birkaç adım daha attım, durmadan üzerine doğru ilerlediğim arabanın kapısı açıldı sonunda, araçtan belki ellisini çoktan geçmiş bir adam indi. Beni gördüğünde gözlerinde okuduğum ifade dudaklarımın memnuniyetle iki yana kıvrılmasına neden oldu. Hızlı adımlarla bana doğru ilerledi korku gözünü öyle bir kör etmişti ki önündeki taşı bile görmedi. O koca taşa takılarak çamura bulanmış yolda dizlerinin üzerine çöktü. İki yanımda da sıra sıra dizilmiş ağaçlar ay ışığını öyle bir engelliyordu ki bu çamurdan yolu aydınlatan tek ışık araba farlarıydı. Bir kaç adım daha attım, önümde dizlerinin üzerine çökmüş adama üstten üste bakarak aşağı doğru eğildim. "Ты никогда не сможешь стать мной" (Sen asla ben olamazsın.) Üsten üste bakmaya devam ettim karşımda korkudan titreyen adama "Это не было моим намерением, Андрей." (Niyetim bu değildi Andrey.) konuşma cesareti bulması bile mucize idi.


Kalktım az önce eğildiğim yerden, hâlâ dizlerinin üzerinde duran adama bakarak öfkeyle konuştum "Мне все равно, каковы твои намерения" (Niyetinin ne olduğu umurumda değil.) birkaç adım attım ona doğru, baktım sadece baktım. Ne gördü bakışlarımda bilmem ama o adam biraz daha titredi, titredikçe büzüştü gözümün önünde. "İnsan ne zaman doğruyu söyler biliyor musun?" Muhatabım gölgelerin içinden bana bakıyordu ama önümdeki adam ona dediğimi zannederek baktı suratıma aval aval "Korktuğu anda, hele ki o korku ölüm korkusu ise." sağ elime giydiğim deri eldivenin üzerinde sol elimin parmaklarını gezdirdim hafifçe, derinin bıraktığı hissi parmak uçlarımla bırakmak istemeyerek tuttum.


 "En cesur insanlar kimdir biliyor musun peki?" Gölgelerin ardından çıktı, bana baktı bir süre üzerindeki kabanın ceplerinden elini çıkararak yerde dizlerinin üzerindeki adamı gösterdi "En cesurlar en aptallardır." başımı salladım sadece, o ise bana baktı. Sağ elimi arkaya doğru uzattım, elime bırakılan silahın soğukluğunu eldivenlerimden bile hissediyordum.


Arabanın içinde hâlâ korkuyla oturan iki adama da beklemeden ateş ettim, camın kırılma sesi tüm sessizliği böldü. İki adamında vücuduna saplanan mermi kısık bir ıslık çaldı. Silah sesi ile ağaçların dalları havalandı, karanlık gökyüzü daha da karardı. Kalkmak için hiçbir şey yapmayan adam ayakkabılarımın dibine yüzünü koyarak "Прости меня, пожалуйста, сохрани мне жизнь" (Affet beni, yalvarıyorum hayatımı bağışla.) bıkkınlıkla verdim nefesimi. Kürkümün altında olan ceketimin cebinden sigara paketini çıkararak içinden bir dal aldım. Dudaklarımın arasına ince dalı esen rüzgara rağmen yakmayı başardım, derin bir nefes çektim dudaklarımın arasındaki zehirden ayakkabımın ucuyla hâlâ kafası dibimde olan adamın kafasını ittim. 


"Feodor..." Hızla başını kaldırarak alttan alta bana baktı "Живи, но я не забуду твое предательство" (Yaşa ama ihanetini unutmayacağım.) gölgelerin içinde duran figüre seslendim "Tek bir ceza ama ömürlük iz." ne demek istediğimi anlamıştı, yüzünde yer edindiği anlık bir gülüş ile geldi, elinde tuttuğu neştere göz ucuyla baktım "Şahadet parmağı, ateş edemesin." arkamı döndüm dudaklarımın arasındaki ince daldan bir nefes daha aldım "Rezil rüsva olsun, ya da dur. Serçe parmağından başlayalım, en küçüğünden." tehdidimi anlamıştı hızla doğrulmak istedi ama serçe parmağının kesilmesi ile acıyla geri çöktü ayaklarımın dibine.


Ormanın derinlerinden bağırış sesleri duyuldu, Feodor'un mavi gözleri direk beni buldu öfke alevinde kavruluyordu gözleri bir nefes daha aldım dudaklarımdaki sigaradan yerde kopmuş parmağa doğru eğilerek elimdeki sigarayı bastırdım, parmağı kopsa da acı hissediyormuş gibi yüzü buruştu. Parmağı gerideki bir adama işaret ettirerek aldırdım az geride karanlıkta bir tek gözleri parlayan köpeklere doğru fırlattı parmağı, yüzü buruşsa da kendi ihanetinin bedelini ödüyordu. "приведи девушку" (Kızı getir.) Feodor'un en küçüğü evinin kıymetlisini getirdiler önüme, ne kadar çırpınırsa çırpınsın onu tutanlar daha sert sıkıyordu kızın kolunu, zorla önümde diz çöktürdüler babasının yanında dizlerinin üzerinde çöktü kaldı. 


"Искуплением его греха является жизнь его дочери." (Günahının kefareti kızının hayatı) Korkuyla kollarını kızına sardı ama benim yüzümdeki ifade bir an bile değişmedi "Не делай этого, умоляю тебя, не делай этого." (Yalvarırım bunu yapma, yalvarırım yapma.) yalvardı kendi ihanetine bedel kızı olmasın diye ama benim karnım toktu. "Я собирался сделать тебе одолжение, но ты потерял свое право" (Sana bir iyilik yapacaktım ama hakkını kaybettin.) Sağ elimde az önceki silah vardı şarjörü değişmiş bir şekilde, bir an bile beklemeden beş el ateş ettim, babasının kollarındaki kıza. Sarı saçları kızıla boyanmıştı, sanki doğa ağlıyor gibi yağmur bastırmıştı. Su damlalarıyla beraber yerde kanlı çamur gölü oluşmuştu. Haykırdı Feodor ama hiç kimseye bir etki bırakamadı.


Kollarından çekerek ayırdılar babayı kızından karanlıkta benden gelecek komutu bekleyen köpeklere bir ıslıkla seslendim, zaten aldıkları kan kokusu onları direk buraya kızın cesedine çekmişti. Küfürlerini duydum, yalvarışlarını duydum Feodor'un ama yağmur öyle eli yağıyordu ki onun sesi kayboluyordu. Gözümün önünde parçaladılar kızın vücudunu geriye kalan küçük parçalar için ise küçük bir varil getirildi, kalan parçaları toplanarak varilin içine atıldı, yeşil sıvıdan buharlar çıktı.


 Feodor'un en kıymetlisinden kalan son parçaları ise asitte eritmiştim hem de düşünmeden. Yağmur hızını arttırdı kuru kimse kalmadı, kızın içine atıldı asit varilinin iki yanında duran özel giysili adamlar varili kaldırarak az önce geldiği araca döktüler, metal garip sesler çıkararak eridi. Bu ormanda ise sonsuz bir yas başladı, o küçük kıza ağladı bugün doğa, gecenin karanlığı daha çok arttı ama kimse umursamadı benim gözlerim ise hâlâ bana nefretle bakabilen Feodor da idi. "Kendi günahının bedelini ödedin, bir dahaki kimseyi sağ bırakmam etrafında." Onun gözlerinde nefret bende ise boşluk vardı, kısa olan saçlarımı geriye doğru atarak arkamı döndüm, köpekler havladı, gölgeler dostum oldu. Feodor yeniden bağırdı arkamı dönmeden son defa bağırdım "Andrey ihaneti kabul etmez!" beni kucaklayan gölgelere sığındım, kendi yarattığım ölümden kaçtım.


~~~~~~~~~


Önümde sıra sıra dizilmiş adamlara baktım, her birinde siyah kumaş pantolon beyaz gömlek ve siyah kumaş ceket vardı, bellerindeki silahların kabzası ise ben buradayım diye bağırıyordu. Üzerimde uzun siyah triko bir elbise vardı, siyah kot ceketim ise üzerimde idi, dinlenmek iyi gelmişti. Ufuktan nazlı nazlı bize veda etmeye hazırlanan güneş ışığına karşın güneş gözlüklerim gözümdeydi.  Tam ortada duracak şekilde iki adım attım, kollarımı iki yana açarak "Çok mu zekisiniz?" diye sordum. Bir adım arkamda duran Fatih bana karışmadan etrafımda karşılıklı biçimde duran adamları inceliyordu. Biri öne adım atmaya cesaret ederek "İzel Ha-" diyecekken sol elim havaya kalktı, susturdum onu. "Söyleyin sizi buraya yollayan Eldem'e, vaktinde korkup kaçtığı yere hükmedemez!" o burada yoktu ama kendini hissettirerek beni huzursuz hissettiriyordu. Bana kendi çapında göz dağı vermeye çalışıyordu abim ama mesajını yanlış iletmişti, çok güzel bir etkiye tepki de alacaktı. Elimi arkamdaki Fatih'e uzatarak mesajı açıkça verdim, tuttuğu çantamı bana uzattı, içinden telefonumu alarak çantamı geri Fatih'e verdim.


Kilidi açarak, son aramalarımdan biri olan isme tıkladım, üç defa çaldı dördüncüde açtı telefonu abim. Sesini hoparlöre alarak etrafımdaki korumaların duymasını sağladım. "Abim, nasılsın?" Bir süre hışırtı sesi duyuldu ardından da abimin boğuk sesi "Yalnızım numara yapmana gerek yok." kaşlarım çatıldı "Beni öldürmek istemişsin, gönderdiğin adamlar sana geri dönecek, ben unutmam!" gür bir kahkaha attı "Ah benim aptal kardeşim, kendi çok zeki sanıyorsun değil mi?" derin bir nefes aldım "Babamın yüz karasısın sen, hastasın tedavi olmalısın!" yeniden hışırtılar duyuldu "SENİ ÖLDÜRÜRÜM SARA!" bağırması ile telefonu uzaklaştırdım kendimden "Korkaksın Ferman Eldem, sen de ne Sara Eldem'in cesareti ve merhameti ne de Ali Yasir Eldem'in gücü ve acımasızlığı var." sustum o sustu "Ben onları tanıdım ama sen tanımadın, senin yüzünden benim annem öldü!" iki defa kırptım gözlerimi "Benim yüzümden! Babam öldüğünde ne yaptın, annem öldüğünde ne yaptın. Tanıdın da ne oldu ikisi de yaşasa benim sana verdiğim hiçbir hakkı vermezlerdi, emanetsin diye sesim çıkmıyor sana!" öfkeyle verdim nefesimi, sağlıklı düşünemiyordum sakinleşmek adına gözlerimi kapattım "Bana tek bir şey söyle istediğin bir şeyi yaparım." güldü pis pis "Ne soracağına bağlı." saçımı geriye atarak "Benim hesabıma vergi kaçırıyormuş gibi paranın aktarılmasından sen sorumlusun değil mi?"  sustu bir süre sonra "Evet." dedi.


Kalbime bir hançer saplandı bizzat abim tarafından, yavaşça daha da derine itildi o hançer. "Güvenilmez bir insansın sen!" bu defa benim soğukluğuma onun öfkesi gerildi çarşaf gibi. "Ben öyleyim de sen nesin? Korkaksın İzel Sara Eldem." Başımı hafifçe sola eğdim "Teşekkür ederim." bunu beklemiyor olacak ki durakladı bir kaç saniye "Ne salaksın." güldüm "Kendi zeki sananlar en aptallardır abi, yanıma yerleştirdiğin adam çoktan ifade verdi, bu konuşmamız da dinleniyordu. O yüzden ben kazandım çünkü ben Ali Yasir Eldem'in kızıyım kaybedeceğim savaşa girmem!" bunu beklemiyor olacak ki durakladı, arkamda Fatih'in yanında duran komiser bana baktı ben ona "Ne yaptın sen İzel?" güldüm "Bir gün ölürsen üzülürüm ama adalet önünde hesap vereceksin, bugün benim abim bende öldü ne zaman alır Azrail canını bilmem ama bende bu saatten sonra ölüsün." duraksamadan hızlıca kurduğum cümleler onu yok etmişti, onun yıllardır bana yapmaya çalıştığı şeyi ben 15 dakika içinde yapmıştım. "Şimdi git kendin teslim ol, çocukluğumda bana sevgiyle bakan abim sağ kalsın."  nefes seslerini duydum "Asla, ben o fare deliğine girmem." dudaklarımı dişledim "Oyun bitti abi, ben kazandım sen ise kaybettin." öfkeli sesi doldurdu kulağımı "Daha yakalanmadım, oyun bitti sayılmaz İzel." ardından da telefonu kapattı, arkada duran komiserin gözleri öfke aleviyle harmanlanmıştı.


"Bunu neden yaptın?" gözümdeki gözlüğü çıkarıp komisere baktım "Yeri belli, ben kendimi akladım onu tutuklamak size kalmış. Benim abim uyuşuktur ve biraz da aptaldır. Merak etmeyin o gitmeden ulaşırsınız." etraftaki polis arabaları hızla uzaklaştı, komiser son defa bana bakarak arabalardan birine bindi onun binmesi ile uzaklaştı araç. Telefonumu yere attım, topuğumla basarak önce ekranı kırdım, elimde tuttuğum hattı ise iki parmağımın arasında ezdim. "Fatih, komiserin işini bitirin, sonradan başıma bela olur." Başını sallayarak beni onayladı Fatih, elindeki iki kutuyu bana uzattı, kutuları alarak benim için bekleyen araca doğru ilerledim.  


Araca binmemle çalışması eş zamanlı oldu, elimdeki kutuyu açarak telefona baktım, yeni hattımı çıkararak telefona taktım. Zaten kurulmuş olan telefona hattımı takmamla aktif hale gelmişti. Telefonu açmamla arama kayıtlarına girerek bir isme tıkladım. Üçüncü çalışta açılan telefonla "Çakır, beni aramışsın. Bir şey mi oldu?" arkadan gelen köpek sesi ile kaşlarım çatılsa da "Önemli bir şey değildi, boş ver." duraksayarak konuşması ister istemez germişti beni "Çakır, bir şey mi var; iyi değil gibisin." derin bir nefes aldı "Bunu sana düşündüren ne? Az önce aradım işim düşmüştü ama çözdüm meseleyi." bana bir anda gereksiz çıkışması ile duraksadım "Tamam, sonra aramadı olmasın diye aradım senin davranışına bak!" göğsümün üzerine bir ağırlık çökmüştü elim istemsizce boynumdaki kolyeye gitmişti. "Davranışım normal, ama sen alışık değilsin!" Elimle kolyenin ucunu sıktım "Başka bir şey var mı?" duraksadı, sessizlik oluştu hattın iki ucunda da "Yok..." aldığım cevapla telefonu suratına kapattım.


Herkes değişikti bugün ya da benim kafam yerinde değildi ve bu yüzden bana değişik geliyordu, ihtimaller ve ihtimaller. Sıra sıra dizilmiş ağaçların azalmasıyla, şehir gürültüsüne yeniden kavuşmuştum. Önümde sanki gökyüzünün karanlığını ikiye bölmek istermiş gibi uzanan gri soluk binalara baktım. Ruhları ölmüş insan gibiydi o binalar varlardı ama aynı zamanda yoklardı. Sahil kenarında oldukça şık bir mekanın önünde durduğumuzda, sessizce kapının açılmasını bekledim. Kapı vale tarafından açıldı, önüme uzatılan ele baktığımda gördüğüm yüz ile duraksadım. Bana elini uzatmış bekliyordu, daha fazla bekletmeden avucunun içine elimi bıraktım. Elimi kemerimi düzeltmek ister gibi çektim avucundan "Geleceğini beklemiyordum." ellerimi kemerimin üzerinde gezdirdim "Bende her şeyi anlattığını düşünüyordum." şaşkınlıkla baktı suratıma "Hâlâ umudum var, çünkü sen bugün geldin." kapıdaki basın kalabalığına yüzümü buruşturarak baktım "Senin için değil, şirketim için geldim. Senin aksine sorumluluk sahibi biriyim ben!" öfkeyle kurduğum cümle onu etkilememiş gibi güldü. 


Basının arasından geçerken duyduğum soru ile adımlarım olduğu yerde kaldı "İstanbul'a geldiğinizde Çakır Bey ile çok yakın gördük sizi şimdi ise eski sevgilinizle..." hışımla arkamı döndüm, saçlarım havalanmıştı soruyu soran kişi ise susmuştu benim dönmemle "Az önce arkamdan soruyu sormaya cesaret eden kişi şimdi yüzüme de sorsun aynı soruyu. HADİ!" kısaca kalabalığa baktım "Hayatımda kimse yok, Batı ile de ayrılalı bir yıl olacak. Bu birliktelik şu anda bir tek şirketim için şimdi izninizle içerde Akın Bey beni bekliyor." almaları gereken yanıtı fazlasıyla almışlardı.


Restorandan içeri girdiğimde dışarıya tezat bir biçimde sıcaktı içerisi, Akın Bey'e doğru ilerlediğimde o da ayaklanmıştı. Bana karşı bir baba gibi kollarını açması ile bir adım geriledim ve elimi uzattım. Bu yaptığıma anlam verememiş kafası karışmış olsa da uzattığım eli boşta bırakmamış sıkmıştı. Baba oğul karşılıklı geçerken bende masada oturan ve bana bakan yöneticilerimden Ahsen Hanım ile el sıkışmıştım. Daha sonra onun yanına oturdum,  etrafımızda koşturan garsonlardan biri menüyü önüme bıraktığında sessizce teşekkür etmiştim. Açtığım menüde çokça yer alan deniz ürünüyle yüzüm buruşsa da ilerledikçe karşıma çıkan Murgh Makani ile gülümsedim hafifçe, sipariş için gelen garsona istediklerimizi söylememiz ile sahte olduğu belli olan gülüşmelerle dolu bir gece başladı. Ben geldiğimden beri susuyordum Akın Bey, Batı ve Ahsen kendi arasında sohbet ediyorlardı. Daha fazla bu samimiyetsiz ortama katlanamayarak yemeğimdeki bakışlarımı Akın Bey'e çevirdim. "Akın Bey be-" Lafımı keserek "Hani anlaşmıştık İzel?" dedi, derin bir nefes alarak "Bey desem daha iyi olur." dedim. Batı büyümüş gözlerle bana bakıyordu neredeyse susmam için bana yalvarıyordu "Bugün buraya ortaklığımızı pekiştirmek amacı ile gelmedim." güldü Akın Bey "Düğün mevzusu için mi?" Batı'ya döndü bakışlarım şaka yaptığını zannetmiştim ama ciddi ciddi babasına hiçbir şey anlatmamıştı.


"Biz Batı ile evlenmeyeceğiz." Sanki tüm sesler sustu, Akın Bey başını yavaşça oğluna çevirdi ne demek istediğimi anlamıştı ama susuyordu "Biz ayrılalı neredeyse bir yıl olacak ama Batı size hiçbir şey anlatmamış, size bizzat kendim anlatmadığım için özür dilerim." derin bir nefes aldım "Herkes biliyorken sizin bilmiyor olmanız olmazdı." kucağımdaki ellerimi masanın üzerine koydum "Bugün benim buraya gelmekteki tek amacım işti ve hâlâ öyle." oğlunda olan gözleri beni buldu "Neden?" babasını nasıl bu kadar habersiz bırakmıştı bilmiyordum ama kısaca "Magazine uygunsuz şekilde düştü oğlunuz, ya da kısa tabirle beni aldattı." bende olan bakışları yeniden oğluna döndü öfkeyle ayaklandı "Doğru mu bu Batı?" bende ayaklandım "Sakin olun lütfen. Olan oldu zaman geri alınmaz!" bana baktı haklı olduğumu bilerek geri oturdu. 


"Babamla yıllar önce verdiğiniz anlaşma bozuldu, ama ben korumamı kaldırmayacağım üzerinizden o da babamın dostu olduğunuz için." Yavaşça başını salladı, bana baktı daha sonra mahcuptu bakışları "Akın amca, ben kırgın değilim sana, suçlu gibi bakma bana. Olan oldu, o döneme denk geldi yaşadığım acının yanında acıma denk bile olamadı." başını salladı "İş demiştim İzel, ne işi?" gülümsedim "Deniz ticaretine atılacağız, her şey tamam şirkette yerimizde hazır ama ilk 2 yıl için ortak şirket arayışındayım." gülerek öne doğru eğildi "Bana geldin sende." bende güldüm "İlk temeli babamla beraber atmıştın şirketinin daha sonra babam ayrıldı ve bilmediğim bu alanda bana bilgili bir lider lazım." derin bir nefes aldım "Bu yüzden Batı holdingle ortak bir yola çıkmak istiyorum." başını hafifçe sola eğdi Akın Bey "Tamam, memnun olurum." gülümsedim "Ahsen Hanım, deniz ticareti ile ilgili kurulan departmanın yöneticisi. Onunla iletişime geçeceksiniz." dedim.


20 dakika daha süren muhabbetten sonra hepimiz ayaklanmıştık. Kapıda bekleyen basına Akın Bey ile yöneldim, bir çok soru soruldu ama ikimizde dinlemedik "Coup De Grace'in yeni bir alana atılacağını dair duyumlarınız vardı, şimdi onaylamış olalım. Uzun zamandır aklımızda adım adım ilerleyen bir departmanımız olan Deniz ticareti bölümümüz kuruldu." bir adım geri çekildim Akın Bey öne çıkmak yerine yanımda durmaya devam ederek "2 yıl boyunca Coûp De Gracê tarafından kurulan deniz ticareti departmanına ortak olmaktan Batı Holding olarak gurur duyuyoruz. Daha nice iş birliklerimiz olsun." gülümsedim "Daha nice iş birliklerimiz olsun." sözlerini tekrar ettim. Benim için gelen araca binmeden son defa Akın Bey ile el sıkıştım ve uzun zamandır uğramadığım yerin adını verdim. 


~~~~~~~


Sessizliğin hüküm sürdüğü yerler vardı, karanlığın hüküm sürdüğü yerler vardı ve bunların ortak noktası olan mezarlıklar vardı, gecenin bu saatinde mezarlığa gelecek akıllı olmazdı ama ben gelmiştim. Bu sessizlikte bir tek topuk sesim duyuluyordu, başımın üzerinden uçan yarasa ile gayri ihtiyari kafamı aşağı eğdim. Ezbere bildiğim yolları hızlıca geçiyordum, babamın öğrettiği gibi başım dimdikti bir an bile de eğmeyi düşünmemiştim. Babamın öldüğü gece ettiğim bir yemin vardı, ellerimin arasında daha kurumamış babamın kanıyla bir yemin etmiştim. Ve babamın morgda yatan soğuk bedenine bakarken de o yemini bozmamaya ant içmiştim. Mezarının başına geldiğimde gördüğüm adam ile duraksadım, iki adım gerilemiştim ki o arkasını döndü, babam ile bana alan bırakmıştı. "Baba, yıllar önce ettiğim yemini bozmadım çünkü kanla mühürlenen anlaşmayı göz yaşı bozamaz." Ne demek istediğimi anlayarak hızla bana döndü az önce sırtını dönen adam. 


"Arın, kanla mühürlenen anlaşmayı göz yaşı bozmaz." O bana baktı ben ona, aramıza ördüğüm duvarları yıkmam için tek bir adımım yeterdi ama ben korkaklık ettim ve o adımı atamadım, gözlerine daha fazla bakmak istemedim babamın olduğunu bildiğim soğuk mermere değdi parmak uçlarım, tenimin sıcaklığına tezat olan bu soğukluk bana iyi gelmişti. Elimi babamın adının yazdığı soğuk mermerden çekmeden kafamı kaldırarak Arın'a baktım. "Arın" Fısıltı misali döküldü ismi dudaklarımdan.


//////////////


Bölüm bitti ama bende bittim, ben atıp kaçıyorum. Umarım beğenirsiniz geçmiş bayramınız da mübarek olsun. Görüşürüz.


13.04.2024


Loading...
0%