@cagla_ozkatar
|
"Şeref ve şana nail olan öldürmeye de naildir." Önümde tüm güzelliğini sermiş İstanbul semalarını izliyordum, ama biliyordum ki bu güzellik sadece bir kılıftı, bu şehrin gerçeği karanlıktı. Güvenli derlerdi İstanbul için ama hiçbir zaman öyle bir şansı olmamıştı tüm güzelliğini önüme seren şehrin. Sanki evime dönmüş gibi hissediyordum her zerremle, ama İstanbul benim evim olmamıştı ve olmasına izin vermeyecektim. Uçağın alçalmaya başladığına dair anonsu yapan pilotla arkama yaslanıp kemerimi taktım, üzerime giydiğim kan kırmızısı straplez aşağı doğru bollaşan elbisemi, siyah topuklarında elmas olan stilettolarımla kombinlemiştim. Siyah olan zümrüt kolye ve küpe takımı da tenimde yerini almıştı. Gözlerime vurgulaması için göz makyajıma bir tık daha ağırlık vermiştim ama dudaklarımın da gözlerimden geri kalır yanı yoktu. Elbisemle aynı renk olan rujumu da dudaklarıma sürmüştüm. Saçlarımsa dalgalı bir biçimde omuzlarımdan dökülüyordu, abartmış mıydım evet, ama çokta değildi bence. Gayet yerine yakışan bir şekilde giyindiğime inanıyordum. Uçağın piste inmesiyle, gözlerim sanki izlendiğimi biliyormuş gibi tek noktaya takılmıştı. Karanlıkla bütünleşmişti bana bakan gözlerin sahibi. Arkasında duran ve ellerinde kameralar olan insan grubu ile yutkunarak boğazımı ıslatmak istemiştim. Gergin olduğu belliydi ya da onu net görebildiğim için bu gerginliğini fark etmiştim, çünkü önünde durduğu grup fark etmiş gibi durmuyordu. Karşımda sessizce benim gibi oturan Arın ayaklandı ve kabin ekibinin çıkmasıyla, bende çıkmak için ayağa kalktım. Uzun siyah trençkotumu üzerime giyerek elbisemi kamufle ettim, elime aldığım siyah el çantamla Arın'ın kaybolduğu koridora doğru adımladım, beni gören ve uçak da görevli olan iki kabin memuru bana gülümseyerek selam vermelerini aynı şekilde aldım. Beni çoktan uçağın kapısında bekleyen Arın'ın yanından geçip gittim, topuk sesim flaş seslerine karıştı, yarın manşetleri süsleyeceğimi bilsem de gayet doğal bir hareketle Arın'a dönerek kısık sesle "Manşetleri süsleyeceksem hangi fotoğrafları paylaşacaklarını at, kötü çıkmayayım." güldü bu durumda bunu düşünmeme bence "Bu durumda mı İzel, ciddi misin?" gülerek başımı aşağı yukarı salladım ve aşağı inmek için hareketlendim. Uçağın ilk dört merdivenini çıkmaya başlayan Aslan bana elini uzattı, yüzümdeki gülümsemeyle baktım ona "Nasıl haberin oldu geldiğimden?" tam karşısında durdum soruyu cevaplamak için eğilmesine gerek yoktu hâlâ elini bana doğru uzatıyordu, zarif bir hareketle elini tutmamla sorumu yanıtladı "Aptal değilim İz, masanın kuralları çiğnendi sen gelmesen ben gelecektim." "Korkundan mı Aslan?" Başını sağa sola salladı "Ben senden ne zaman korktum İz?" başımı sola eğerek ona bakmaya devam ettim, kafamı kulağına doğru yaklaştırarak "Ben benden korkmana izin vermedim Aslan." güldü "Ben izin almam unuttun mu İz." başımı sen iflah olmazsın babında sağa sola sallayarak saçımı geriye attım. Üzerimize doğru patlayan flaşlardan ikimiz de rahatsız değildik "Yine yazılacak çizilecek bir şeyler hakkımızda Aslan." başını onaylayarak salladı ama kaşlarını da çatmayı ihmal etmedi "Bu kadar güzel bir hanımefendi ile adım çıkacaksa ne mutlu bana." kaşlarını düzeltmesi ve gülmesi için dudak kenarlarından çekerek gülümsemesini işaret ettim ve "İstanbul gecelerinin kralı benim adımı kirletmeyin, ben gayet saygın bir iş kadınıyım." Bu defa benim yaptığım gülümsemeyi gerçeğe çevirerek "Seni tanımasam masum olduğuna inanırım İz," Bunu derken işaret parmağını göğsümün hizasında bana doğru sallıyordu. "İstanbul seni özledi Eldem." Başımı sağa sola salladım "Bana yuva olmayan bir yeri ben özlemedim Aslanzâde." "Yanılıyorsun senin evin karanlık benim evimin de karanlık olması gibi." Güldüm acı bir gülümseme bu dünyadan nefret ettiğimi düşünen vardı ama ben bu dünyadan nefret etmek bir yana seviyordum, biliyordum karanlıkla bütünleşmiştim. Bu konuşma süresince elimin eline hapsolmasını unutmuştum. Onun işaretiyle beş adımda elim elinde inmiştik uçağın merdivenlerinden. Korumalar tarafından tutulmaya çalışılan bir paparazi kalabalığı vardı kulağına eğilerek "Biraz şaşalı bir karşılama değil mi Aslan?" dedim, bana döndü onun dönmesiyle yüzlerimiz arasında mesafe sıfıra inmişti, sıcak nefesini boynuma vermekten çekinmeyerek "Bu hevesleri sana değil Eldem, asıl hedefleri bendim." egoist olduğunu söylemiş miydim Aslan'ın sanırım hayır. Bu defa ben yaklaştım boynuma onun yüzü hâlâ boynuma yakındı "Zaten geleceğimi bilselerdi bu kadar az olmazlardı Aslan." ne ben geri çekildim sözlerimle ne o, bizi çeken kameralar arttı, korumalar tutmakta zorlandı ama ne o umursadı kalabalığın heyecanını ne ben. Geri çekilmeden son defa "Şeref ve şana nail olacaksın bugün." dedim, bir şey demesine fırsat vermeden geri çekildim, elinde olan elimi çeri çekerek koluna girdim, onunda bir eli belimi sahiplenici bir hareketle sardı. Gözlerimi devirme isteğime engel olarak beni bekleyen ya da doğrusu avcı gibi bir hatamı bekleyen kalabalığa doğru eş adımlarla yürüdük ikimiz de. "İzel Hanım, neden döndünüz?" Başımı diğer tarafa çevirdim "İzel Hanım, Çakır Bey aranızda bir ilişki mi var?" başka bir yerden başka soru "İzel Hanım, Coup de Grace çöküşte mi, bu yüzden mi döndünüz?" ve artarda söylenen ismim İzel Hanım, İzel Hanım, İzel Hanım. Adımlarımı durdurmamla Çakır da benimle beraber durdu. "Sorduğunuz soruları cevaplayacak vaktim yok ama şunu söylemem gerek, bir yas dönemindeydim. Her şeyden kaçtım ama artık gelme zamanım gelmişti, bana çizilen yolları baştan çizmek için geldim. Diğer sorularınızı ise resmi bir açıklama yapılacaktır, iyi akşamlar." Benimle beraber Çakır da iyi akşamlar diledikten sonra, bizim için kapıları açık tutulan araca doğru ilerledik. Sağ taraftaki kapıyı benim için tutarak binmemi sağladıktan sonra, sol tarafa da kendi geçti. Onun binmesiyle sürücü koltuğunda oturan Eren bana başıyla selam vererek arabayı çalıştırarak havalimanından çıkarmak için gaza bastı. Benim kadar tedbire gerek durmadan geziyordu Çakır, arkamızdan gelen araçlar vardı ama ikisi de bana aitti, onun kendini koruma yöntemi değişikti, ya da öldürme çabası mı desem daha mantıklı olurdu bilemedim. "Sen delisin, bunu biliyorsun değil mi Aslan?" Camda olan bakışları benim tarafımı bulmuştu, ismi gibiydi gözleri çakır gözlüydü, ama gözlerinde olan ifade gözlerinin güzelliğine gölge düşürüyordu. Bedenimi tamamen ondan tarafa döndürdüm, dizinin üzerinde olan elinin üzerine elimi koyarak "Bir sorun mu var Çakır?" diye sordum. Sanki onu çözmem tuhaf bir şeymiş gibi bakıyordu bana, gözleri ilk başta büyümüştü ama şimdi kaşları derince çatılmıştı, saçlarıyla aynı renk kaşları vardı sarı gibiydi ama ben buradayım diyordu kaşları. "Bir sorun olduğunu sana düşündüren ne?" Başımı hafif sola eğerek ona baktım "Sence bunca yıl yanımda olan, seni tanıyamayacak mıyım?" oturduğu yerde benden tarafa döndürdü bedenini, kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak hafif öne eğildi ve "Anlatacağım sonra..." dedi. Duruşumuz normal değildi ki biri görse Çakır'ın boynumu öptüğünü düşünürdü, ama öyle bir şey bizim aramızda olamazdı. "Çakır, yapacağım hiçbir şeye engel değil destek ol. Sana ne dersem sorgulamadan yap, emanetimi almak için geldim bunu sende biliyorsun." Güldü hafifçe, gülmezdi Çakır veya konuşmazdı ama bugün bir haller vardı üzerinde, "Liderliğin sana ait olduğunu sen doğduğun anda kabul edildi. Buna itiraz etmeye hakkım yok ama bir hata yaparsan karşında dururum İz." tek kaşımı havaya kaldırarak vücudumu tamamen uzaklaştırdım ondan, ne gördü bilmiyorum yüzümde ama bakışlarına yerleşen muziplik kaybolmuş onun yerine ciddiyet gelip taht kurmuştu. Tıpkı benim bedenimde de ciddiyetin hüküm sürmesi gibi. "Sakın ama sakın, karşımda durmayı deneme, yoksa seni yıkar geçerim. Dostluğu ve ortak yürüdüğümüz yolu umursamam Aslan." Güldü ama az önceki gülüşü gibi değil alay dolu bir gülüştü. "Benim emir kabul etmediğimi unutmuşsun İz, hatırlatacağım sana!" onun dudaklarında asılı kalan alayvari gülüşün aynısı benim dudaklarımda da yer edinmişti. "Aslan, sana düşman olmaya değil ama düşmanlarımı yok etmeye geldim, benim şu anda bir başkaldırıya ihtiyacım yok, sadece sonsuz bir sadakate ihtiyacım var, o sadakati bana sunmayacaksan sus." Beni anladığını biliyordum, bana ihanet etmeyecekti Çakır, ama bunun için benimde onun damarına basmamam lazımdı. Ama ne o beni sinir etmekten geri duracak ne de ben nefret ettiği emirleri ona vermekten vazgeçmeyecektim belli ölçülerde. Biraz daha konuşursak birbirimizi öldüreceğimizi düşündüğümüzden ikimizde dışarı bakmaya başladık ya da çalıştık. Camlara öyle bir film çekilmiş ki dışarısı yoktu, yalnızca karanlıkta yansıyan ben vardım, bendim değil mi o? Gayet şık ve güzel bir şekilde zenginliğin ortasında oturan yeşil gözlerinde hem yorgunluğun hem de ifadesizliğin okunduğu karanlıkla bütünleşmeye çalışan bir kadın. O kadın bendim, karanlığını dışarıya yansıtan, etrafı da karanlık olan hem yorgun hem de duygusuz olan o kadın bendim. Arabanın içindeki sessizlik beni üşütüyordu, istemsizce kollarımı bedenime sardım, üzerimde uzun bir trençkot vardı ama Nisan ayında bile İstanbul beni şaşırtarak yeteri kadar soğuktu, kendimi kandırmaya devam etmeyi isterdim ama beni üşüten soğuk İstanbul'a değil Aslan'a aitti. Onunla belki uzun yıllar geçirmemiştim 26 yıllık hayatımın toplasan onu tanıdığım zamanı 10 yıllıktı. On yıldır hayatımdaydı ama çoğu zaman fikirlerimizin çatışmasına izin vermemiş aksine herkese karşı dimdik beraber durmuştuk. Şimdi böyle önemli bir olay öncesi aramızın soğuk olduğunu hissediyordum ya da benim kendi kendime oluşturduğum bir hüsnükuruntu idi. Düşüncelerimi duymuş gibi yan tarafımdan bir el uzandı ve kucağımdaki elimi alarak sıktı güven vermek istercesine "Ben buradaki herkese karşıyım, hele ki kurallara uymayanlara ama buradaki herkese karşı olmam sana karşı olmam anlamına gelmiyor." diğer elimi elinin üzerine koyarak dostça sıktım ve "Bende kurallarımı çiğneyene müsamaha göstermeyeceğim, hele ki sana gösterdiğim müsamahanın onda bir kadar bile." yüzünde mimik oynamadı ama çakır rengi gözlerinde anlık bir kıvılcım yandı, yandığı gibi de söndü. Eğer ki gözlerinin içine bakmasam bende göremezdim, o ifadeyi. Güldüm hafifçe, o da gülüşümü karşılıksız bırakmamak için güldü. Araba durdu, yolu görmemiştim ama aydınlatma ile dışarısı yeniden gözlerimin önüne serildi. Uzun zamandır uzak kalmak beni yabancılaştırmıştı bu tarz ortamlara, avuç içlerim terlemişti, gerginlik bedenimi ele geçirirken yan tarafımda yeniden bir hareketlenme oldu. "İzel, unutma hata yapma lüksün yok." Bunları derken bir kardeşine destek veren abi gibi omzumu pat patlamıştı. Güldüm, sahteydi ama dışarıdaki kalabalığı aldatmaya yetecek kadar gerçekti. Sol avcumun içi kaşınıyordu, bugün birilerinin canı yanacaktı en başta da beni buraya gelmeye mecbur bıraktıkları için. Kapımın açılması için beklemeliydim, son defa bana baktı Çakır. Bakışlarında anlık bir endişe furyası geçmişti ama ben yine bir baş sallaması ile tüm sorunları kenara atarak İzel Eldem olmayı başardım. Ünlü iş adamı Ali Yasir Eldem'in biricik kızı İzel Eldem, yeniden döndü. Manşetleri tahmin etmek bile şimdiden ürpermeme neden oluyordu, önümde gelen bir tutam saçımı arkaya atarak, buz tutmuş avuçlarımı bir kere daha birbirine bastırdım. Kapı açıldı o sırada, ilk başta aydınlatma yüzünden anlık bir körlük yaşasam da bir şey diyememiştim. Gazetecilerin nefeslerini anlık tuttuğuna emindim, sağ elimi bana elini uzatmış bekleyen Çakır'a tereddüt etmeden uzattım. Kendine has bir gülümseme ile karşılık verdi bu koşulsuz güvenime. Önce sağ ayağımı attım dışarı, daha sonra da bedenimi tamamen döndürerek sol ayağımı, gözükmüyordu bedenim, çünkü önümde bana cesaret vermek istiyor gibi gülümseyen adam izbandut gibiydi. Bedenim kaybolmuştu onun bedeninin arkasında 165 boyum vardı benim, kısa bir insan değildim, ama önümde bana bakan adam fazla uzundu. Sağ tarafıma geçerek tamamen görünür vaziyete çıkmamı sağladı, hâlâ avucunun içinde olan elimi hafifçe kurtararak koluna doladım elimi, ikimizin de yüzünde bir gülümseme vardı ama bu sahte kokan dünyada ne kadar gerçek olursa. Bu ışıklar bir aldatmaydı, bu kahkaha sesleri bir aldatmaydı, şaşalı hayatlar, mutluluk pozları can ciğer kuzu sarması görüntüler hepsi yalandı. Bu dünyada kim yer edindiyse birbirlerini yok etmek ve mezarlarını kazmak için fırsat kolluyorlardı. Birbirlerini vurdukları gecenin sabahında basına iki dost gibi görüntü verende vardı, öldürdüğü adamın cenazesinde sahte üzüntü duyanlar da vardı. Boğazımıza kadar pisliğin içindeydik, çünkü bize karanlıkta olmaktan başka bir şey öğretilmemişti. Bu dünyadan kaçmak için bir ateş yakanlar kendi yaktıkları ateşlerde yanmışlardı, bizler ise o karanlıkta ne kadar yanlış olsa da doğru bildiğimiz yolda yürümüştük. Benim otaritemi unutanlar vardı, uzun süredir girmediğim karanlığa yeniden girmiştim, kendi yaktıkları ateşe beni atmaya çalışmışlardı ama unuttukları bir etkende vardı, onların tasmalarını babam takmış iplerini ise benim elime vermişti. Önümde serilmiş kırmızı halıda bir oyuncu misali havalı bir şekilde ve hoş bir gülümseme ile yürürken bunları düşünüyordum. Patlayan her flaş kusursuz pozlar yakalamaya gayret ediyordu, üzerimde ne olduğunu da merak ettiklerini adımın İzel olduğunu bildiğim gibi biliyordum, ama kıyafetimi ancak ve ancak içeri alınmış gazeteciler görecekti. Sol elimi havaya kaldırarak önüme doğru gelen saçlarımı geriye attım, parmağımdaki yüzüğü gizleyen Çakır'ın iri bedeniydi, birkaç adım daha kapıdaki iki görevli de bir elleri bellerinde ters şekilde dururken tek elleriyle sağ ve sol kanat olan kapının kendi taraflarını tutarak geçmemiz için iki yana doğru açtılar. Her birine hafifçe başımı sallayarak nadir görebilecekleri tebessümlerimden birini yolladım. Girdiğimiz kapıdan sonra Çakır'ın kolundan çıkarak iki adım geriledim, ve birkaç adım önüne geçerek ilerlemeye başladım, bir süre sadece topuk sesim duyuldu, daha sonra ise topuk sesime Çakır'ın ayakkabılarının zeminde çıkardığı tok ses eşlik etti, herkesin ilerlediği ana salonun aksine sol tarafa dönerek birkaç özel odanın bulunduğu alana doğru ilerledik, resmi konuma geldiğimiz için Çakır iki adım gerimde yürüyordu, özel odaların olduğu alana girmeden bize Arın ve Eren'in katılmasıyla gerimdeki yerleri onlar aldı, Çakır ise tam hizama gelerek yanımda yürümeye devam etti, hatta güven nişanesi olarak Eren arkama geçerken Arın ise Çakır'ın arkasına geçti. Bu defa buradaki çift kanatlı kapının önünde dört kişi bekliyordu, dördü de yakın çevremden en güvendiklerimdendi. Beni gördüklerinde yüzlerinde oluşan ifade memnuniyetle dudaklarımın iki yana kıvrılmasına neden oldu, biz yaklaştıkça hızlanarak kapının sağ ve sol taraftaki kulpunu tutarak hızla çekerek açtılar. Bu defa içeri girdiğimizde bizi kimsenin olmadığı bej renklere sahip bir oturma alanı karşıladı, Arın ve Eren kendilerini koltuğa bırakırken Çakır ise benim peşimden özel alana doğru ilerledi, önümdeki siyah ekrana sol baş parmağımı okutarak aynı siyah ekranda sayıların belirmesine sebep oldum, bu defa hiç duraklamadan çocukluğumdan beri ezbere bildiğim özel dizilimi hata yapmadan girdim. Önümdeki kapı bir tık sesi ile geriye doğru açıldı, bu defa da o kapıyla kamufle olmuş asansöre bindik ikimizde, ben bir şey yapmak için hareketlenmeden Çakır, sağ elinin işaret parmağı ile sayı dizilimini girmişti bile. Kısık sesle kapandı asansör kapısı, bu kadar kısa sürede yalnız kaldığımız tek an bu andı, kollarımı göğsümün üzerinde çaprazlayarak topuklarımın üzerinde dönerek tüm bedenimi Çakır'a döndürdüm "Anlat bakalım Aslanzâde, ne halt yedin?" bir anda sorduğum soru onu hazırlıksız yakalamış olmalı ki sol elini ensesine atarak kaşıdı hafifçe bu defa benim gözlerim onun her seferinde bana yaptığı gibi, gezdirdim yüzünde bakışlarımın son durağı biçimli elleri olmuştu. "Ne halt yemesi Eldem?" Bilmezlikten gelmesi sinirimi perçinlerken, sol elimde burun kemerime baskı uygularken birkaç adım geri çekilerek aramızdaki mesafeyi arttırdım, bu ona vuracağım en büyük darbeydi, bunu bilerek yapmıştım. Bakışlarında saniyelik bir dalgalanma olsa da gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı ve hızlıca geri açtı gözlerini o anlık dalgalanma ise tüm izleriyle yok oldu, yaralamıştım onu acımadan hem de pişman olmadan, üzerinde çelikten bir zırh vardı Çakır'ın ama o zırhın da zayıf tek bir noktası vardı ve bana o noktayı kendi eliyle göstermişti Çakır ve ben bir kere bile düşünmeden iki elimle sımsıkı tuttuğum bıçağı düşünmeden saplamıştım zayıf noktasına. Buydum ben, kırar dökerdim daha sonra hiçbir şey yapmamış gibi o kişinin en zor anında yanında olurdum, tehlikeydim ben özellikle karşımda yer almaya cüret edenler için eskisinden daha sert ve soğuk çıkan sesiyle "Sakın ama sakın İz, sana bir açıklık bıraktım diye..." sağ elinin işaret parmağını tehdit vari bir şekilde yüzümün önünde sallarken sözünün devamını getirdi. "O açıklığı sakın ama sakın kullanmaya kalkma!" Sesi giderek kısılmış ama güç kaybetmek yerine güç kazanmıştı, ben ona tek bir bıçak saplamıştım ama o bana binlercesini saplamaktan bir kere bile geri durmamıştı. "Anlat o zaman sende Aslan, bu defa konuşan arkadaşın değil patronun İz'im." Yıllardır sürekli orada olan ama benim asla çözemediğim bir duygu parladı gözlerinde, memnuniyetle kıvrıldı dudakları iki yana, üzerime doğru iki adım atarak benim gerilememe neden olmuştu, arkamdaki duvarla sadece bir adım mesafem olduğu düşünülünce bir adım gerilememle sırtım soğuk zemini bulmuştu. Anlık bir üşüme dalgasıyla olduğum yerde dikleşsem de bu Çakır'ın iki adım daha atmasıyla aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmesine engel olamamıştı. Soğuk duvarla mesafemi kesmek ister gibi elini belime koyarak beni kendi bedeninin sıcaklığına teslim etti. "Biri bizi görse yanlış anlar Aslan." Kulağımın dibinde bir kıkırtı sesi benimde dudaklarımda bir gülümseme yer edindirmişti "Anlasın İz, açıklama yapmak zorunda değilim. Ne de olsa onlar patronum olan İz değil." başımı geriye atarak ona baktım, yüzümdeki gülümseme onunda yüzünde yer edinmişti "Yıllar oldu ama senin şu kokunu bir türlü çözemedim!" sitemle söylediği şey gülmeme neden olmuştu "Şu anda tek derdimiz benim kokum mu?" bana dalga geçtiğimi düşünerek baktı ki bu da yüzümdeki gülümsemenin büyümesine neden oldu "Benim tek derdim bu Eldem, ama başka bir derdin varsa söyle çözelim." yaptığı ima yüzümü buruşturmama neden olmuştu ama bu ona zevk vermiş gibi gür bir kahkaha sesi yeniden doldurdu ortamı. Asansör uzun zaman önce durmuştu ama ne o ne de ben geri çekilmek için bir adım atmıştık, aksine ikimizde halimizden memnun gibiydik. Hatta bu yerden ayrılırsak bir daha asla eskisi gibi olamayacağımızın bilinciyle bu anı uzatmak için sadece baktık, ikimizde sadece birbirimizin gözlerine baktık. "Gözlerin zümrütten daha değerli benim için İz." sol eli yavaşça boynumdaki siyah safir kolyede gezindi "Bunlar sadece senin güzelliğin için bir destek ama bilmiyorlar ki onlar senle parlarken sen onlarsız da parlıyorsun." başımı sola eğerek biraz daha alttan baktım ona ve "Kimseye aşık olmadığını bilsem bana aşıksın diyeceğim Aslan, hadi bırak bu edebiyatı." ne yaptığını yeni idrak etmiş gibi ateşe değmiş gibi uzaklaştı benden onun teninin tenimden eksilmesiyle bir anda üşümem pek doğru gelmiyordu. Üzerimdeki ceketi çıkarıp asansörün hâlâ durduğu odadan içeri atmıştım zaten çoktan.  Şimdi yeniden bir kapının önünde duruyordum, bu defa tektim, kimse yoktu yanımda başım hafifçe önümde eğikti, içeriden kahkaha sesleri geliyordu ama biliyordum ki o kahkaha sesleri bu insanların benliği kadar sahteydi. İki korumada benim işaretimle, kapıları iki yandan tutarak kendilerine doğru çekerek açtılar. İçeride sözde kabul edilen yeni üyenin konuşmasına gülüyorlardı kendi aralarında, benim gelmemle sesler bir anda kesilmiş ve hâlâ sahnede konuşma yapmaya çalışan adamın da dehşetle bana bakmasına daha sonra da onu bu masaya oturtan Umut'a dehşetle bakmasına neden olmuştu. Fısıltıları asıl arttıran ise Çakır'ın davet salonunun ortasına doğru ilerlemesi olmuştu, sol elini bana uzatarak hafifçe gülümseyerek önümde hafifçe kafasını eğmişti, bu almaları gereken asıl işaretti. Salonda yankılanan tango müziği ile başımı hafifçe sağa sola sallayarak istemem yan cebime koy hesabıyla elimi elinin içine bir kere daha düşünmeden yerleştirdim, memnuniyetini belli etmek istercesine hafifçe elimi sıktı ve salonun ortasında benimle beraber yerini aldı, müziğin tam olarak girdiği noktada ikimizde yıllardır ezbere bildiğimiz dans hareketlerini kusursuz bir gösterinin parçası gibi sergilemeye başladık. Kenarda masaların birinde duran Eren, Arın ve Barın üçlüsüne Gamze de eşlik ediyordu. Onu görmemle Çakır'a dönerek gözlerimi devirdim, o da kime ve neden yaptığımı anlamış olacak ki kahkahasını son anda bastırarak tekrar yüzümü o tarafa dönmem için bana olanak sağladı, Gamze Arın'a doğru eğilmiş bir şeyler söylerken Barın gülmemek için arkasını dönmüş ve başka bir masaya doğru ilerlemişti, onun peşinden Eren de giderken Arın Gamze'ye bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, ama ne anlatmaya çalışırsa çalışsın Gamze ikna olmuş gibi durmuyor ve sürekli omzunu oynatıyordu. Bıkkınlıkla yakasını gevşetti Arın ama daha sonra ne yaptığını izlememek için kendimi durdurarak tekrardan Çakır'a döndüm, ve tüm odağımı dansa verdim. Dansın kapanış müziğinin çalmasıyla büyük bir alkış kopmuştu, benim ise tek bir odağım vardı sahneden yeni inmiş ve kendine bu masada yer edinmesine olanak sağlamış adamın yanında duran adamdı, kendi kendini yakmıştı. Bu masada oturanlara hitaben küçüktü o idare ettiği gelirin yıllık kazancı çoğumuzun bir ila yarım günde kazandığı paraya denkti. Sanki tüm salon susmuş ve ne yapacağımı merakla bekliyordu, ben ise kimseyle göz teması kurmadan sahneye doğru adımladım, tamam ne kadar pislik olsak da kendimizi açık edecek bir hata yapmıyorduk hele ki basın ve bu işle yakından uzaktan alakası olmayan insanlar buradayken. Sahneye çıkmamla tüm sesler bıçakla kesilir gibi kesilmişti, yüzümde bir gülümseme vardı acının çaresizliğe ve kabullenmişliğe döndüğü bir gülüş "Ben İzel, ne ikinci adımın ne de soy adımın önemi var. Ben bugün bir bakışıyla baharlar yeşertecek ve bir kaş çatmasıyla sellerle surları yıkacak bir adamın kızıyım, bugün o adamın doğum günü babam... Ali Yasir'in bugün doğum günü babam eğer ki yaşasaydı bugün 58 yaşında olacaktı, ben annemi tanımadım bir tek babamı tanıdım ama onu da benden felek 55 yaşında aldı. Bugün döndüm, babamın isteğiyle çünkü yas süreci uzarsa benim yok olduğumu düşünerek yerimi başkaları düşünülecekti. Ben babamın göz bebeği olarak yıllar önce bana emanet edilen tüm emanetlerimi geri almaya geldim, bugün babam doğmuştu, ve aynı gün ben yarım bıraktığım ne varsa onu tamamlamaya geldim." Boğazıma oturan yumruyla konuşmak daha da zorlaşıyordu. Yutkundum, iki defa ama bir şey diyemedim, uzun zaman sonra beni terk ettiğini zannettiğim yaşlar yeniden varlığını hatırlatmıştı, bir kere daha güldüm aynı gülüş vardı yüzümde ama daha çok acı kokan bir gülüş, İzel'den bir o kadar uzak olan bir gülüş. Benden izinsiz sol gözümden akan bir damlayı yanağım boyunca iz bırakmadan sildim, acının katmanlarına boyanmış gülüşümü de aynı hızla silerek ifadesiz bir duruş takınarak aşağı indim sahneden. Çakır ve Barın'ın beraber bulunduğu masaya doğru ilerlerken. Çakır önündeki iki şampanyadan birini benim önüme doğru itti "İç, düşünmemeni sağlar." başımı minnettar bir şekilde aşağı yukarı salladım. Bu hayattaki en zayıf noktam babamdı benim, en büyük şifam babamken onu benden almışlardı. Düşünmemek için iki büyük yudum aldım artarda etrafta koşuşturan garsonlar hızla boşalan bardağı doldurmak için bir daha gelmiş ve yeni açıldığı belli olan şişeden köpüren şampanyayı bardağıma dökmüşlerdi. Omzumda hissettiğim bir dosta ait el beni şampanyanın köpüğünü izlemekten alıkoymuştu "İyi ol İz, Ali baba bunu isterdi." haklı olduğunu onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım ve işaret parmağımı şampanya bardağının ağız kısmında gezdirirken "Babam, beni bu hayatta her şeye hazırladı da bir tek kendi ölümüne ve sonra ne olacağına hazırlamadı Barın, sanırım kendimin halledeceğini düşündü." Sustuk kimse konuşmadı davet olağan akışında devam etti, saat on olduğunda burayla işimiz bitmişti, herkesi mahzen olarak adlandırılan yerde beklediğime dair mesaj her birinin sağ koluyla ulaşmıştı. Şimdi ise üzerimdeki siyah takım elbise ile mahzende bana ait odada bekliyordum yüzümdeki makyajı çıkarmıştım, çünkü artık yüzüme ağırlık yapmıştı tıpkı davette taktığım takıları çıkarmam gibi, onun yerine kulağıma gri halka küpelerimi takmış saçımı at kuyruğu halinde bağlamış ayağıma ise deri siyah topuklu ayakkabılarımı giyerek herkesin masada yerini almasını bekliyordum. Kapım üç defa çalındı iki uzun bir kısa vuruşla. Bu herkes tamam anlamına geliyordu. Oturduğum yerden kalkarak bileğimdeki saati kontrol ettim, saat on bir buçuğa geliyordu. Birileri son saatlerini yaşıyordu, ama kimin yaşadığı önemli değildi ne de olsa ihanet eden ölüme mahkumdu en güçlü olmak aynı zamanda kanın da yerini bilmesi gerekti. Güçlü olmak birazda kemiklerin cesetlerin ve kanların üzerinde yükselmek demekti. Odamın olduğu koridordan çıkarken, başları önde bir elleri de belindeki silahta olan her bir adam sadece, başları önde bir şekilde koridor boyunca bekliyorlardı. Masanın bulunduğu koridora doğru dönmemle buradaki adamların azlığı göze çarpacak cinstendi, zevk alan bir gülümseme peyda oldu yüzümde, bana gereğinden fazla güveniyorlardı. Ama bilmedikleri bir şey vardı ben onları en zayıf noktalarından vurmaktan asla ama asla geri durmayacaktım. Buradaki asıl konu ise birazdan birinin kendi sonunu yazacağı gerçeği vardı. Önümdeki buzlu cama sahip kapıya uzandı Arın ve zorlanmadan ağır kapıyı itti, yüzüm gözükmüyordu içeriden hafifçe gülümsedim, başımı sallayarak. Anladı tebessümümdeki her bir manayı, o da benim tebessümümden daha manalı bir gülüş sundu bana. Odanın sessizliğine tezat tok bir şekilde topuk sesim duyuldu, odanın kana ve vahşete tanık olmuş duvarlarında. Gereksiz neşeli bir şekilde masanın başında olan ve diğer koltuklardan biraz farklı olan ve sadece bana ait koltuğa doğru ilerledim, içeride kim oturuyorsa her biri bana bakıyordu ama ben bir kere bile dönüp bakmadım onlardan tarafa. Ve odada bulunan masanın sonunda ayakta elleri bağlı duran Umut vardı, birkaç adım daha ve kendimi koltuğumun yanında buldum. Bir zamanlar babamın gücünü temsil eden koltuk artık benimdi, ve artık benim ellerimde benim gücümle yoğrulacaktı. Benim koltuğumun yanında durmamla herkes ayağa kalkmıştı. Çakır sağ çaprazımda oturuyordu onun çaprazında ise Barın vardı, ikisi de hayranlık ve korku karışımı bir şekilde bana bakıyordu. Korkuları kendi için değil, birazdan olacaklar içindi. "Kuralları unuttunuz mu, yoksa konulan kurallar biz yaşlı kurtları kapsamaz mı diyorsunuz? Bir zamanlar korkusuzca baktığınız kişi bendim hatta üstten üste baktığınız." Sustum, kendilerini biliyorlardı neye müsamaha göstermeyeceğimi her biri biliyordu ve kimle konuştuğumu da her biri biliyordu. Önümdeki masaya kollarımı dayayarak hafifçe öne eğildim ve bana bakan her bir yüze tek tek baktım. Her birinin üzerinde beyazlık vardı ama bir tek ne Çakır ne de ben üzerimizde beyaza katlanamamıştık. O davet sırasında üzerinde olan ceketi çıkarıp atmış sadece siyah gömleğiyle kalmıştı, gömleğinin kollarını ise dirseklerine kadar çekmişti. Ben ise üzerimdeki siyah takımla bana bakan herkese tek tek bakıyordum, benim bakışlarımla kim karşılaşırsa bakışlarını hızla kaçırıyordu, nasıl bakıyordum bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı ki bakışlarla cinayet işlenebilse ben çoktan işlemiştim. "Babamın, etik kurallarını unutmuşsunuz, babamı kenara bırakalım öldü gitti. Ama benim kurallarımı çiğnemeye ya da bu masanın var olduğu andan beri belirlenen kuralları çiğnemek seni memnun etti mi Ekrem Konut? Ya da benim otaritemi sarstığını düşünmek. Herkes hata yapar ama biz herkes değiliz, bizim hata yapma lüksümüz yok." Bana korkuyla bakan adama baktım ama benim daha fazla konuşmam gerekmiyordu, Ekrem'in sağ kolu canı kanı herkesten gizlediği oğlu belindeki tabancayı çıkararak bir kez bile düşünmeden babasının kafasına sıktı, yılların intikamını aldı Ender Konut, yıllarca babası tarafından hor görülen bir çocuğun intikamını aldı. Az önceki sahneden etkilenmemiş gibi silahını geri beline taktı, onun bu hareketi masada oturan çoğu kişinin arkasına dönüp adamını kontrol etmesine neden olmuştu. Kafası masaya yaslanmış biçimde kanlar içinde yatan adama bakıyordum, Ender az önce babasını öldürmemiş gibi benden tarafa doğru yürüdü, kırpmadım gözlerimi bakışlarım Ender'in üzerindeydi, bir elini silahının olduğu tarafa götürerek üzerindeki ceketin tek düğmesini ilikledi, benden komut bekliyordu aynı zamanda odada bulunan herkeste bana bakıyordu. Hafif önümde kafasını eğmiş, yaptığı şeyin pişmanlığını taşımayan bir adam vardı karşımda "Bundan sonra, bağlılığım bir tek sizedir, İzel Hanım." tek kaşımı yukarı kaldırarak ona bakmaya devam ettim "Patronuna, hatta babasına ihanet eden bana da ihanet eder. Kendi sonunu kendin yazdın. Ben üzgün değilim." Dehşetle baktı bana hızla kafasını kaldırarak "Ama İz-" onun lafını kesen arkamdan duyulan silah sesiydi, sol omzumdan arkamı dönerek elindeki silahı aşağı indiren Arın'a baktım "Sana sık dedim mi, lafını bitirseydi." o da bana cevap verecekken nerede olduğumuzu hatırlamış olmalı ki boğazını temizleyerek "Özür dilerim İzel Hanım, ama ihanetin affı olmadığını söylediniz, boş laf yapacaktı." Kahkaha atmak istesem de dudaklarımı dişleyerek geri önüme döndüm. "Süreyya Konut'a haber verin, masada yeri açıldı, amcasının yeri ona ait. Bir zamanlar babasına ait olan koltuk." Barın başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı, odada hâlâ tek bir ses yoktu. Duvar dibine sinmiş Umut'u çağırdım parmağımla tam masanın sonuna doğru gelerek ayakta durdu "Şan ve şeref senindir Aslan." bunca zamandır bunu dememi bekliyormuş gibi muzaffer bir gülümsemeyle ellerini önünde birleştirdi, sözüm biter bitmez kapı açıldı, ve içeri heybetiyle giren hayvan herkesin yavaşça geriye çekilmesine neden oldu. Arkamda duran Arın biraz bana yaklaşmış koltuğumu kendine siper etmişti, tıpkı diğerlerinin yaptığı gibi. Asil bir hayvandı içeri giren hayvan ama onun yeri burası değildi, kendi türünden olanlar gibi değildi rengi beyazdı, albinoydu. "Şan ve şeref senindir derken bu hayvanı kastetmemiştim." Güldü hem de gerçek bir şekilde, ama yanımıza gelip ortaya kurulan hayvanla kendimi geri çekme ihtiyacı hissettim. "Benim aslanım ile derdin ne İz?" Başımı sen iflah olmazsın babında sağa sola salladım ve sol tarafımda duran aslana göz ucuyla bakarak "Sence benim derdim senin aslanın ile mi?" güldü, ama burada gülecek bir durum yoktu. Elini dudaklarının arasına sıkıştırarak ıslık çaldı Çakır, gözleri ise masanın ucunda dehşetle buraya bakan Umut'ta idi, aslan komutu algılamış olmalı ki hızla Umut'un üzerine doğru koştu. Koşmak istese de hareket edemeyeceğini anlamış olmalı ki dehşetle üzerine koşan aslana bakıyordu. Aslan hızla atlayarak adamı boğazından kaptı, dişlerini boğazına kilitlemişti. Bu manzarayı büyülenmiş gibi izleyen Çakır'a eğilerek "Sen manyaksın!" dedim, o da aynı şekilde bana doğru eğilerek "Senin benden farkın var mı?" haklı olduğunu bilerek başımı aşağı yukarı salladım. Umut son nefeslerini alıp vermeye çalıştı ama boğazını bırakmış avının ölmesini izleyen aslan gibi izliyordum. En sonunda yerde hareketsiz kalınca saatime baktım saatin biri göstermesi ile dudaklarım kıvrıldı hafifçe. Bu sırada sessizlik ile kaplanmış odada aslanın kemikleri yeme sesi duyuluyordu bir tek. Yarım saat içinde doymuş olacak ki yavaşça yeniden Çakır ile benim aramdaki boşluğa yeniden kuruldu. Ağzını açarak kükremesi ile benim Çakır'dan uzaklaşmama neden olmuştu. Ağzının kenarındaki kan hayvanı ürkütücü hale getiriyordu. "Aslan çıkar şunu." Sanki aslanın başını değil de kedi seviyormuş gibi yavaşça hayvanı okşuyordu "Şu deme ya İz alınır bak, alınırsa da ben tutamam." dehşetle nefes aldım ve aynı dehşetle geri verdim nefesi "Siz Aslanzâdeler manyaksınız." güldü bana doğru eğilerek aradaki aslanı görmezden geliyordu adam "Siz Eldemlerin bizden bir farkı yok." güldüm ama Aslan'ın ayağa kalkması ile hayvanda rahatça oturduğu yerden kalkarak Aslan'ın peşinden çıktı, onun çıkması ile dehşete düşmüş üyeler de kalkmıştı masadan. Umut'tan geriye kalanlar ise yok edilmişti çoktan. "İzel bizde panterlerimizi getirelim." Omzumdan destek alarak Arın'a döndüm ve "Panterlerimiz, hem sen ne biçim korumasın resmen beni siper ettin." bıkkın bir nefes aldı ama korkusunu rahatlıkla hissediyordum "Panterler gelsin hem yeneriz biz o aslanı." oturduğum yerden kalkarak "Bana bak rahat bırak bebeklerimi hadi dene seni yem ederim onlara." beni beni bihterini der gibi bana bakmasına aldırış etmeden odadan çıkmak için hareketlendim, masada tek kalan Ekrem Konut'un cesedi idi, üzülmemiştim ama yerdeki oğluna üzülmüştüm yazık çocuk pisi pisine öldü.
|
0% |