@caglayazar
|
KÜRŞAT Sabah Zeynep’le yaptığımız konuşmanın üzerinden saatler geçmişti. Kısa dediğim operasyon sınır ötesine kadar uzanmıştı. Aslında böyle olacağını tahmin etmiştim ama Zeynep o kadar üzgün bakarken söyleyememiştim. Kapıdan çıkarken, dokunsam ağlayacak gibiydi. Onu o şekilde bırakıp gitmek zaten yeterince zordu. Hayatımda ilk kez bir göreve gelmekte zorlanmıştım. Daha öncesinde beni bekleyen tek kişi, Yeşim anne olurdu ama o da gerekmedikçe ne yaptığımı sormazdı. Uzun süre aramadığımda telaşlanırdı sadece. Şimdiyse Zeynep, defalarca kez kendine dikkat et demişti. Adımı attığım yeri bile iki kez kontrol etme ihtiyacı hissetmem normal miydi? ‘Komutanım, köye ilerleyen silahlı bir grup var.’ Emre’nin sesi kulaklıktan bana ulaştığında, bakışlarım köyün girişine döndü. On beş kişilik , silahlı bir grup köy meydanına doğru ilerliyordu. ‘Muhtar karşılama komitesi kurmuş.’ Ali, homurdanarak bir şeyler söylerken ben de koy meydanına döndüm. Sırasınca uzun masalar kurulmuştu. Bu şerefsizlerin, köydeki çocukları, gençleri zorla pazarladıklarını öğrenmiştik. Tabi bu örgüt için gelir kaynağı haline gelmeye başlamıştı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken, köy meydanında adı bilinen liderler de görünmeye başladı. Köye biraz daha yaklaşabilmek adına kayalıklardan aşağı inmeye başladık. Emre, tepede bizi koruyordu. Ben, Ali , Yasemin ve Mert köyün aşağısında kalan tellere kadar indik. ‘Her yerde nöbetçi var. İkiye ayrılıp, dıştaki telleri takip edin.’ Emre’nin yönlendirmesiyle ikiye ayrıldık. Yasemin ve ben sağdan, Ali ve Mert soldan devam etti. İndirebileceğimiz mesafede olan nöbetçileri temizleyerek meydana kadar çıktık. Köşelerde siper alabileceğimiz bir yer bulduktan sonra durduk. “Büyük başlar sende, Emre. Küçük başları biz hallederiz.” ‘Olumsuz komutanım. Keskin nişancı var, olduğunuz yerden çıkmayın.’ Emre’nin yer değiştirdiğine dair hışırtılar kulağıma dolmaya başladı. ‘Bu kadar kolay buraya geldiğimize şaşırmıştım zaten.’ Yasemin, ağzının içinde homurdanmaya devam etti. Bu sırada meydana çocuklar gelmeye başladı. “Emre, acele et! Kimse çocuklar meydandan ayrılmadan ateş etmesin.” Kızlı, erkekli bir grup çocuğu meydana yan yana dizdiler. Masalarda oturanlar, sanki pazardan sebze meyve seçermiş gibi çocukları alıcı gözle incelemeye başladılar. Dişlerimi sıktım. Bu iş mide bulandırıcı bir hal almaya başlamıştı. “Emre!” ‘Halettim komutanım.’ Birkaç dakika sonra çocukları meydandan götürmeye başladılar. Tamamen uzaklaştıklarına emin olduktan sonra harekete geçtik. “Emre, şimdi.” Emre, saniyeler içinde ortadaki masada oturan üç lideri indirdi. Meydandaki herkes bir köşeye dağılırken bizde diğerlerini indirmeye başladık. Siviller kaçışırken, olduğum yerden çıkıp meydana doğru ilerlemeye başladım. Yasemin tam arkamdaydı. Ali ve Mert’in de yerlerinden çıkıp bize doğru geldiklerini görüyordum. Meydandakileri, iki taraflı temizlemeye devam ederken kulağımın yanından ıslık çalarak geçen kurşunla eş zamanlı omzumdaki sızıyı hissettim. Kolumdaki anlık titremeyi bastıramazken, kendimi kenardaki duvarın arkasına attım. ‘Komutanım, iyi misiniz?’ “Komutanını sikeyim, Emre! Hani halletmiştin lan, keskin nişancıyı?” Merminin çıkardığı sese bakılırsa hala keskin nişancı vardı. Diğerleri de köşelere geçip, ateşe devam ettiler. Omzumdaki sızı artarken elimi merminin sıyırdığı yere attım. Elime gelen sıvıyı hissedince yine okkalı bir küfür ettim. Her ihtimale karşı cebime koyduğum yedek boyunluğu alıp, ceketimin altından, yaranın üzerine bastırdım. Kanamayı kesmezdi ama en azından işimiz bitene kadar idare ederdi. Omzumu hallettikten sonra bizimkilere yardıma döndüm. Birkaç dakika sonra sesler kesildi. “Emre, kontrol et canlı var mı?” ‘Görünürde yok komutanım. Diğer nişancı kör noktadaydı ama hallettim. Kusura bakmayın.’ “Ali, Mert çıkın bir kontrol edin.” Onlar kontrol ederken, Yasemin’in çantasından çıkardığı ilk yardım kitiyle bana doğru geldiğini gördüm. ‘Kanamayı durduralım komutanım. Geri dönüşte sıkıntı yaratmasın.’ Yasemin, hızlıca kolumu bandajladı. Sıyırıp geçmişti. “Yasemin, gidip çocukları bir kontrol et. Anneleriyle konuş, rahatlasınlar.” Başıyla onaylayıp, uzaklaştı. Bende yerden kalkıp, bizimkilerin yanına gittim. Meydandakilerin hepsi ölmüştü ama yandaki evin bahçesinde önünde muhtarla çıkan Ali’yi gördüm. ‘Bakın kimi buldum.’ Ali’nin ayağıyla attığı tekme, muhtarın önüme doğru savrulmasına neden oldu. Muhtar anında ayaklarıma sarılıp, yalvarmaya başladı. ‘Ne olur öldürmeyin beni. Ne isterseniz yaparım, öldürmeyin. İstediğinizi alın. Çocuk, kadın ne isterseniz.’ Kim olduğumuzu anlamamıştı. Anlasa böyle konuşmaya cüret edemezdi. Ensesinden kavrayıp, ayağa kaldırdım. Olanca gücümle suratına yumruğumu geçirdim. “Ulan it!” Bir yumruk daha attım. “Senin malın mı lan buradaki insanlar!” Bir yumruk daha attım. Sonra da yere doğru fırlattım. “Ben seni öldürmeyeceğim ama öldürün diye yalvaracaksın” Karnına doğru tekme attım. “Bağlayın şunu, bacaklarından asın meydana.” Ali’yle Mert dediğimi yaparken, bende köylünün toplanmaya başladığı kısma gittim. Yasemin yanlarındaydı. Beni gören kadınlar birkaç adım geriledi ama Yasemin dönüp onlara bir şeyler anlatmaya başladı. Köyün erkeklerinden biri öne çıktı. ‘Ne istersiniz?’ Yaşı gençti ama sesi köydeki herkesi koruyacak güçte çıkmıştı. Karşısında durdum. “İstediğimiz bir şey yok. Yardım etmeye geldik. Bundan sonra size yaklaşamazlar.” ‘Bize yaklaşmasalar ne olacak? Civar köylerden böyledir. Köylerde çocuk kalmadı.’ Dişlerimi sıktım. Burada bizim yardımımız muhtaç onlarca köy vardı. “Gerekirse onlara da gideriz tek tek.” Kalabalığın bakışları meydana döndü. Omzumun üzerinden o tarafa baktım. Muhtar, meydandaki direkte bacaklarından aşağı sallanıyordu. Kalabalıktan birkaç kişi hareketlenir gibi oldu ama ben onlara bakınca durdular. Anlaşılan muhtarın destekçileriydi. “Kimse dokunmayacak. Bağırsa da, yalvarsa da, ölüyorum dese de dokunmayacaksınız.” Onaylayan mırıltılar yükselmeye başladı. “Ha eğer aranızdan birinin yardım ettiğini duyarsam, geri gelirim. Yardım edeni de muhtarın yanına asarım.” Herkesin ikna olduğuna emin olduktan sonra hızlıca köyden ayrıldık. Sınıra oldukça yakın bir noktada olduğumuz için bizim tarafa geçmemiz çok uzun sürmedi. Hızımızı kesmeden, helikopterin bizi alacağı noktaya ilerledik. Hemen arkamdaki Ali, sağlam omzuma dokundu. ‘İyi mi lan omzun?’ “Sıyırdı sadece. Bir şey yok.” ‘Öküz gibisin mübarek. Sana bir şey olmaz.’ Güldüm. “Ne soruyorsun lan o zaman?” ‘Zevkine, hayatım.’ Kısık bir kahkaha attım. ‘Sen sabah neredeydin,lan?’ “Heh, asıl merak ettiğin buydu dimi?” Güldü. ‘Valla çatladım, yalan söyleyemem. Zeynep’le mi konuştun yoksa?’ Başımla onayladım. ‘Ee ne oldu peki?’ “Çocukluk aşkımmış.” Birkaç saniye sesi çıkmayınca omuzun üstünden kontrol ettim. Şoka girmişti. ‘Siktir oradan lan, dalga geçme benimle.’ Güldüm. “İnanmazsan inanma.” Yine omuzuma vurdu. ‘Baya aşıkmışsınız yani?’ Omuz silktim. “Öyleymişiz.” ‘Vay anasını avradını ya! Adam tanıdık bulsam yeter derken, çocukluk aşkını buldu.’ Güldüm. Kendi kendine bir şeyler homurdanmaya devam etti. Benimse aklım çoktan Zeynep’e gitmişti. Omzumdaki yara sızladı. Vuruldum desem gerçekten bana sahip çıkmaz mıydı? Bunu hiç bilemeyecektim çünkü söylemeyi düşünmüyordum. Ufacık bir sıyrığı, mesele haline getirmeye gerek yoktu. Helikopter, olduğumuz yere inince hızla bindik. Ankara’ya varmamız iki saat kadar sürecekti. Muhtemelen Zeynep uyumuştu ama gidince, geri döndüğümü haber vermeyi unutmamalıydım. ZEYNEP Kürşat gittikten sonra birkaç saat evde takılmıştım. Efe ve Şahin gelmişti. Onlarla sohbet ederken saatler birbirini kovalamıştı ama benim aklım Kürşat’ta kalmıştı. Birkaç kez karargaha gitme girişimim olmuştu am beni durdurmuşlardı. Saat gece yarısını geçerken, uyumak için odalarımıza dağıldık. Şahin de bizde kalacaktı. Zaten sık sık kaldığı için misafir odası, onun odası gibi olmuştu. Bir süre daha odamda oyalandım. Uykum yoktu, Kürşat’tan haber yoktu. Bir de kısa bir şey demişti ama saatlerdir haber bekliyordum. Böyle habersiz duramayacağımı anlayınca, karargahta bilgi alabileceğim birini aradım. Zaten tahmin ediyordum ama sınır dışında olduklarını öğrendim. Göğsümdeki sıkıntı büyüdü. Telefonu kapatıp, kendimi yatağa attım. Normalde bu işin içinde olan biri olarak soğuk kanlı olmam gerekirdi. Yani öyle olmalıydı değil mi? Ama tam tersiydi. Başına gelebilecek şeyleri düşündükçe elim ayağım titriyordu. Bir süre yatakta pinekledim. Baş ucumdaki kitabı okumaya çalıştım ama odaklanamadım. Kitabı yerine geri bıraktım. Uyumayı denemek için yatağın içine girecekken telefonuma mesaj geldi. ‘Şimşek Timi, geri dönüşte.’ Az önce konuştuğum arkadaşımdan gelmişti. Hızla ayaklandım. Üzerimi değiştirip, daha düzgün şeyler giydim. Evdekileri uyandırmadan çıkabilmek için parmak ucumda kapıya gitmeye başladım. Çelik kapıyı yavaşça açıp, dışarı çıkacakken giydiğim kapüşonlunun ucundan biri tuttu ve beni içeri çekti. Sendelesem de dengemi sağlayıp beni çeken Efe’ye baktım. Elinde su bardağı vardı. Mutfakta mıydı? Kapısının açılma sesini bile duymamıştım. Özel harekatçıyla aynı evde yaşamanın dezavantajı da buydu sanırım. ‘Nereye, abisinin gülü?’ Tatlı tatlı gülümsedim. “Hiiç. Ayakkabılar kapının önünde kalmış, çalmasınlar diye alacaktım.” Kahkaha attı. ‘Gelen hırsızla da randevun var herhâlde. Böyle hazırlandığına göre.’ Gözlerimi devirdim. “Abartma, kot – kapüşonlu işte.” ‘Zeynep?’ “Ya tamam, Kürşat geliyormuş ona bakacağım.” Ofladı. ‘Kızım bir dur ya. Tamam sen görmek istiyorsun da adam belki bunalacak. Sık boğaz etme.’ Omuz silktim. “Bana ne. Ben görmek istiyorum, o isterse gözünü kapatsın beni görmemek için.” Bıkkın bir nefes verdi. ‘ Sen laf anlamazsın. Git hadi ama sabah olmadan gel eve.’ Gülerek yanağını öptüm. “Tamam abiciğim.” ‘Yalaka.’ Söylene söylene odasına gitti. Bende hızlıca evden çıktım. Otoparka inip, arabaya bindim. Karargaha gitmem on beş dakika falan sürmüştü. O, beni odamda beklemişti. Bence bende onu odasında bekleyebilirdim ama odasının nerde olduğunu bilmiyordum. Öğrenebileceğim birilerine bakındım. Beni tanıyan birkaç kişi selam verip yanımdan geçerken, daha samimi olduğum Bahar’ı durdurdum. ‘Buyurun komutanım.’ “Kürşat Yüzbaşı’nın odasını biliyor musun?” ‘Siz bilmiyor musunuz, komutanım?’ Kaşlarım çatıldı. Yoksa bir şey mi olmuştu? “Neyi? Bir şey mi olmuş?” ‘Yok komutanım. Bilmiyor musunuz derken; Kürşat Yüzbaşı’nın odasında sorun çıkınca, masası bugün sizin odanıza taşındı.’ Dudaklarım şokla aralandı. Bahar bana garip garip bakarken, teşekkür edip yanından ayrıldım. Evren bana mı çalışıyordu acaba? Keşke hep yan yana olsak derken, dua kapıları falan mı açıktı acaba? İçimdeki mutluluğu bastırma gereği duymadan koşarak odama gittim. Kapıyı, belki gelmiştir umuduyla açtım ama gelmemişti. Olsun, birazdan burada olurdu. Odanın ışıklarını açtım. Masasını benim masamın sağına koymuşlardı. Masanın üzerindeki isimlikte adını görünce heyecanla yerimde zıpladım. Gerçekten de hep yan yana olacaktık. Odanın kapısını kapatıp, Kürşat’ın masasına ilerledim. Birkaç kişisel eşyası hala kutunun içindeydi. Muhtemelen onun da haberi yoktu. Kendimi durduramayıp kutunun içindeki eşyalara göz attım. İlk gözüme çarpan çerçevedeki resim oldu. Kürşat ve yanında orta yaşlı bir kadın vardı. Bahsettiği hemşire olmalıydı. Birlikte çok mutlu görünüyorlardı. Kadın, Kürşat’ı anne edasıyla kucaklamıştı. Gülümsedim, en azından mutlu zamanlar geçirmişti. Kutudaki diğer şeyler kalem ve ıvır zıvırlardı. Ceketini sandalyesine gelişi güzel bırakmışlardı. Alıp, karışmasın diye benimkinin yanına askılığa astım. Sonra da kendi masama geçtim. Koltuğa oturup, kendime çay söyledim. Gece uzun olacaktı ve uykumu açabilecek şey çaydı. Kapı çaldı. “Gir!” Çaycı Haluk abi, gülerek içeri girdi. Bende onu görünce gülümsedim. Çayımı koymak için masama yanaştı. ‘Hayırdır bu saatte komutanım.’ “Hayır Haluk abi. İşlerim vardı biraz.” Çayımı önüme bıraktı. Kürşat’ın masasına yandan bir bakış attı. ‘Yeni gelmiş Yüzbaşı. Sen tanıştın mı?’ Haluk abi, dedikodu ağının başındaydı. Arada bir bana da bilgi akışı sağlıyordu. “Tanıştım.” ‘Nasıl, iyi mi?’ Güldüm. “İyi iyi. Aramızda kalsın benden torpilli, o yüzden uğraşma adamla.” Yanıma biraz daha yaklaştı. ‘Yavuklun mu kız?’ Kahkaha attım. “Sen orasını karıştırma. Adı geçmesin ortamlarda, sen ayarlarsın bir şeyler.” ‘Tamam, senin kredin çok bende. Hallederim, o iş bende.’ Kısa bir baş selamı verip, çıktı odadan. Çayımı içip, Kürşat’ı beklemeye başladı. Masa başında oturmaktan belim ağrıyınca ortadaki koltuğa geçtim. İkili koltuğa uzandım. Saçımın örgüsü çok sıkı olduğu için başım ağrımaya başladı. Örgüyü açtım. Saçlarımı geri atıp, başımı koltuğun koluna yasladım. Bir süre de öyle bekledim ama yine gelmedi. Koltukta doğruldum. Bu sefer de sırtımı koltuğun koluna yasladım. Bir saatten fazla olmuştu ama hala ortada yoktu. Belki de odaya uğramadan eve gitmişti. Ofladım. Telefonumu masadan almak için ayaklandım. Koltuktan kalkmışken odanın kapısı açıldı. Bakışlarım oraya dönünce Kürşat’la göz göze geldik. Beni görünce mimikleri yumuşadı. ‘Zeynep?’ Gülümsedim. “Kürşat?” ‘Sen ne yapıyorsun burada?’ Tamamen ona döndüm. “Burası benimde odam ya.” Gözlerini devirdi. Bakışları kendi masasına kaydı. Sonra da odanın kapısını kapatıp, tamamen içeri girdi. ‘Nasıl olmuş bu?’ Bakışlarıyla masasını işaret etti. Omuz silktim. “ Senin odanda bir şeyler olmuş galiba.” Tek kaşı havalandı. ‘Kendi kendine mi bir şeyler olmuş yoksa sen mi ortalığı karıştırdın?’ “Aşk olsun. Memnun değilsen çık git odamdan.” Hırsla koltuğa geri oturdum. Güldü. ‘Öyle mi dedim ben?’ Omuz silktim. “Mutlu da olmadın ama.” ‘Napayım, nasıl ikna ederim seni mutlu olduğuma.’ Koltukta dikleştim. “Amuda kalk.” Kahkaha attı. ‘ Onun yerine masamı beraber yerleştirsek olur mu?’ Elinde kutuyla bana bakıyordu. Güldüm. Kalkıp yanına gittim. Bakışlarım bütün vücudunu taradı. Görünürde bir şey yoktu. Sarılmak için hareketlendim ama bir adım geri gitti. Kaşlarım çatıldı. ‘Üzerim pis, sende kirlenirsin.’ Gözlerimi devirdim. “Saçmalama, daha pisken sarıldığımız da oldu.” Tekrar kaçmasına izin vermeden kollarımı boynuna doladım. Vücudu kaskatı kesildi ama ellerini belime koydu. Boynundan ayrıldım ama ellerim hala omuzundayken yüzüne baktım. “Bir şey mi oldu?” ‘Yoo , bir şey yok.’ Tek kaşım havalandı. “Eminsin?” Başıyla onayladı. İnanmamıştım ama zorlamak istemedim. Belki de sadece yorgundu. Elimi omzundan çekerken elime gelen çıkıntıyla kaşlarım çatıldı. Benden bir adım uzağa gidecekken kolundan tutup durdurdum. Avucumun içiyle omzunu kavradım. Ufak bir inilti çıktı ağzından. “Bu ne, ne oldu omzuna?” Elim üzerindeki ceketin düğmelerine gitti. Açmaya çalıştım ama ellerim titreyince, tutup durdurdu. ‘Sakin ol, sıyrık sadece. Bir şey yok.’ Gözlerim doldu ama ağlamamak için kendimi sıktım. “Bakacağım aç.” ‘Zeynep, sıyrık diyorum. İnanmıyor musun?’ Gözlerine baktım. Ellerim hala ceketinin üzerinde duruyordu. İkisini birden avucunun içine almıştı. “Az öncede bir şey yok diyordun? Nasıl inanayım, bakacağım dedim.” Sesim, elimde olmadan yüksek çıkmıştı. Kürşat ellerimi bırakmadan, boştaki eliyle ceketinin düğmelerini açtı. Sonra da yavaşça çıkardı ama yüzünden canının yandığı belli oluyordu. Üzerindeki uzun kollunun omzunu, pansuman yapmak için kesmişlerdi. Sardıkları gazlı bez de kan içinde kalmıştı. Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Sağlam omzuna vurdum. “Ben sana vurulma demedim mi?” Tuttuğu ellerimden kendine çekti. Elimi bırakıp, kolunu sırtıma doladı. ‘Valla yanlışlıkla oldu.’ Göğsüne vurdum. “Dalga geçme.” Kollarımı beline doladım. Sırtımdaki kolu daha da sıkılaştı. “Pansuman yapalım, kanamış.” ‘Revire giderim birazdan.’ Göğsünden ayrıldım. “Ben yaparım, çıkar üstünü.” Ağzını açacak gibi oldu ama durdurdum . “Zaten söylemedin diye kızgınım valla döverim seni.” İlk yardım çantasını alıp yanına gittim. Üzerindekini çıkarmasına yardım ettim. Üstü çıplak Kürşat’ı görmek beynime yeniden elektrik gitmesine neden oldu. İşin bu kısmını başta düşünmemiştim. Bakmamaya çalışarak koltuğa oturması için ittirdim. O otururken ben de malzemeleri masanın üzerine çıkardım. Sandalyesini hafif yan çevirdi. Omzunun arka kısmı yaralıydı. Elimi çıplak omzunun ön tarafına koydum. Diğer elimle de tentürdiyotlu bezi yaraya bastırdım. İrkildi. Hafifçe üfledim. “Açıyor mu çok?” ‘Acımıyor.’ Temiz gazlı bezi yarasına kapattım. “Yalan konuşma, küçükken de böyle kuyruğunu dik tutardın.” Güldü. ‘Erkek adam her şeye ağlamaz.’ Bantı yapıştırdım. Sırtına vurdum. “Sus, benden dayak yersen ağlamak zorunda kalırsın.” Masanın üzerindeki çöpleri toparladım. “Yedek tişörtün falan var mı?” Masanın en alt çekmecesini gösterdi. Eğilip açtım. İçinde birkaç tane siyah tişört vardı. Birini aldım. Ona döndüm. “Yardım edeyim mi giymene?” Uslu bir çocuk gibi başıyla onayladı. Koltuğu bana doğru çevirip, tam önüme gelecek şekilde durdu. Çıplak vücuduna bakmamaya çalıştım ama bakışlarım istemsizce kayıyordu. Görüş acımı kapatmak için bir adım yakınına yaklaştım. Amacım o değildi ama açık duran bacaklarının arasındaki boşluğa girmiş oldum. Böyle de çok yakın olmuştuk ama geri adım atamazdım. Derin bir nefes aldığını duydum. Bense nefesimi tuttum. Sargılı kolunu yavaşça kaldırıp tişörtün kolunu geçirdim. Sonra da sağlam olan kolunu kendisi geçirdi. Bende tişörtü boynundan geçirip düzelttim. Sonra da bir adım geri gitmek için hareketlendim ama Kürşat sağlam kolunu belime dolayıp, durdurdu. Sonra da başını göğsüme yasladı. ‘Teşekkür ederim.’ Sesi çatallı çıkmıştı. Benimde istemsizce gözlerim doldu. Ellerim ise benden bağımsız saçlarına uzandı. Parmaklarım, hafif uzamış saçlarının arasına daldı. ‘Özür dilerim.’ Kaşlarım çatıldı. “Ne için?” Başını beni görmek için hafifçe kaldırdı. Gözleri kızarmıştı. ‘Sen, benim için elinden geleni yapıyorsun ama ben seni hatırlamıyorum.’ Yüzünü ellerimin arasına aldım. “Hatırlayacaksın ama.” Yanağını hafifçe elime bastırdı. ‘Ya hatırlayamazsam?” Gülümsedim. “Ben bıkmadan sana anlatmaya devam ederim. Diyelim yine hatırlamadın. O zaman da hatırlamadıklarının yerine yeni anılar koyarız. Önemli olan bizim yine birbirimizi kaybetmememiz.” Gülümsedi. Kollarını tekrar belime sarınca ben de kollarımı boynuna sardım. “Tabi kör kurşuna kurban gitmezsen.” Kahkaha attı. Uzaklaştım biraz. ‘Bana diyorsun ama senin de dikkat etmen gerek.’ Omuz silktim. “Biz her zaman dikkatliyiz, bebeğim.” Kahkaha attı. Bir adım gerileyip masasının üzerine oturdum. O da bana döndü. ‘Tabii, tutmasak gidiyordun uçurumdan hatırlatırım.’ “Ohoo siz yanımdayken de bir zahmet siz beni koruyun.” ‘Koruma mıyız biz?’ “Çok konuşma, şahsi korumam yaparım seni.” Kahkaha attı. Bende güldüm. Gözleri duvardaki saate kaydı. ‘Saat geç oldu, kalk hadi. Mesai başlamadan uyu biraz.’ Masadan indim. “Araban var mı? Yakınız madem birlikte gidelim.” Az önce astığım ceketini giydi. ‘Ali almıştı beni gelirken, arabam evin orda kaldı.’ “O zaman seni eve bırakayım prenses.” Kahkaha attı. ‘ E bırak madem. Ama başka kimsenin yanında böyle seslenme.’ “Aman delikanlılığın bozulmasın.” Birlikte karargahtan çıktık. Ne kadar bırakmak istemesem de dinlenmesi lazımdı. Benimde mesaim vardı. Onu eve bıraktıktan sonra eve geçtim. Sonra da mesaiye kadar dinlenmek için kendimi yatağıma attım. KÜRŞAT Zeynep beni eve bıraktıktan sonra duş almış, yemek yemiş ve uyumuştum. Uyandığım da saat çoktan on bir olmuştu. Koltukta çayımı içerken telefonumu elime aldım. Zeynep’ten bir sürü mesaj gelmişti. Mesaj kutusuna girdim. Attığı her adımı bana anlattığı mesajları görünce kahkaha attım. ‘Uyandım benn ama sen uyanma güzelce dinlen.’ ‘Evden çıkıyorum şimdi.’ ‘Karargaha geldim. Bugün çok dosya işi var.’ ‘Şimdi odamıza geldimm. Başlıyorum dosyalara, ben yazana kadar uyanırsan; pansumanını tazelemeyi unutma!’ Sonraki mesaj yarım saat önce gelmişti. ‘Uyanmamışsın, güzel. Ben çay molası verdim, benimkileri kontrole gidiyorum.’ Gözlerimin istemsizce dolması burnumun ucunu sızlattı. Daha önce bu kadar mesajı atan, beni bu kadar merak eden kimsem yoktu. Yani en azından benim hatırladığım kısımda yoktu. İlgisinin, sevgisinin altında eziliyormuş gibi hissediyordum. Aslında içimden gelen; onu her gördüğümde kollarımın arasına almaktı ama bunu, onun yaptığı gibi, dışarı yansıtamıyordum. Bocalamıştım. Ömrümde hiç görmediğim ilgiyi iki günde görmüştüm. Üzerine bir de hatırlamamanın getirdiği yük binmişti. Zeynep’in dediği gibi aklımın hatırlamadığını kalbim hatırlıyordu. Onun yanındayken vücuduma kalbim itaat ediyordu. Ona temas etmekten kendimi alamıyordum. Rahatsız olmadığını her seferinde belli etmesi beni daha da kamçılıyordu. O zaten benim ona temas etmeme alışıkmış da benimde alışık olduğum şeyi hatırlamama yardım ediyormuş gibiydi. Telefonun ekranında parmaklarım gezindi. Cevap verse miydim? Birde soruyorsun, inanılmazsın. İç sesime gözlerimi devirdim. Zeynep’e mesaj yazmaya başladım. “Günaydın, sen bir sürü iş yapmışsın ama ben ancak uyanabildim.” Mesajı gönderdim. Sonra da üzerimi değiştirmek için odama geçtim. Telefonumu yatağa attım. Üzerimdeki pijamalardan kurtulurken, omzumdaki bandaja baktım. Hafif kanamıştı. Zaten rapor hazırlamak için karargaha gitmem gerekiyordu. Gidince revire uğrayıp, pansuman yaptırırdım. Üzerimi giyindim. Temiz kamuflajlarım karargahta kalmıştı. Acil bir şey olursa üzerimi orada değiştirebilirdim. Yatağın üzerindeki telefonum titreyince, elime alıp, odadan çıktım. Bir yandan da mesaj ekranını açtım. ‘Pansuman yaptın mı?’ Gülümsedim. “Şimdi karargaha geliyorum. Revire giderim.” Evden çıkıp, otoparka ilerledim. Arabama binerken telefonum tekrar titredi. Arabanın kapısını kapatınca mesaj ekranına baktım. ‘Odaya gel, ben yaparım.’ Arabayı çalıştırdım. “Ağlamadan yapabileceğine emin misin?” Mesaj iletildikten saniyeler sonra telefonum çalmaya başladı. Telefonu açıp, kenara koydum. Bir yandan da otoparktan çıkıyordum. ‘Sen bana ne demek istiyorsun? Gayet güzel pansuman yapıyorum ben.’ Güldüm. “Yapamıyorsun demedim ki ağlıyorsun dedim.” ‘Bir ağlarım, bir gülerim sanma senden vazgeçerim. Alışamam inan yokluğuna.’ Melodik sesi arabayı doldurunca dudaklarım aralandı. Sesi çok... güzeldi. Birkaç saniye sessizlik oldu. ‘Yaa işte öyle şok ederim adamı. Ne zaman gelirsin, bekliyorum.’ Derin bir nefes aldım. “On dakikaya oradayım.” Onaylayıp telefonu kapattı. Kalbimin hızını düşürmesi için derin bir nefes daha aldım. Sanki, Zeynep’in şarkı söyleyen melodik sesine yıllardır muhtaçmışım da sonunda bulmuşum gibi hissetmiştim. Eminim daha önce de bana şarkı söylemişti. Karargaha gelip, arabayı park ettikten sonra odama doğru ilerledim. Odamıza. Utanmasam sırıtacaktım ama yanımdan geçen herkesin ciddi yüzü beni engelliyordu. Girişe geldiğimde koltuklarda oturan Gölge Timi’yle selamlaştık. Efe kalkıp, bana doğru gelmeye başladı. ‘Merhaba.’ “Merhaba.” ‘Zeynep söyledi, yaran nasıl?’ Gülümsedim. “Önemli bir şey yok. Zeynep abarttı biraz.” Güldü. ‘Tahmin ettim zaten. Öyle bir anlattı ki göğsüne roket saplandı sandık.’ Kahkaha attım. “Biraz daha yanımda dursaydı bende inanacaktım kötü olduğuma.” Güldü. ‘Aslında karşılaştığımız iyi oldu. Zamanın varsa bir şey konuşmak istiyordum.’ Zeynep bekliyordu ama Efe’nin ciddi bakışları merak etmeme neden olmuştu. “Olur, var zamanım.” ‘Dışarı çıkalım.’ Başımla onayladım. Sonra da önden yürüyen Efe’ni peşine takıldım. Bahçedeki çardaklardan birine oturdu. Karşına oturdum. Boğazını temizledi. ‘Bu konuşmayı biraz garip karşılayabilirsin. O kadar samimiyetimiz var mı ondan da emin değilim. Ama içimdekileri söylemezsem, Zeynep’i koruyamamışım gibi hissedeceğim.’ Kaşlarım çatıldı. “Kimden koruyorsun Zeynep’i?” ‘Umarım senden korumak zorunda kalmam.’ Derin bir nefes verdi. Kaşlarım olabilecekmiş gibi daha da çok çatıldı. ‘Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun?’ “Hatırlamıyorum.” Sesim net çıkmıştı. “ Belki parça parça görüntüler ama onlar da net değil.” Başını onaylar şekilde salladı. ‘Zeynep bir anda kendini çok kaptırdı. Bazen senin hatırlamadığını unutmuş gibi hareket ediyor. Şimdi bir şey demiyorsun ama sonrasında Zeynep’i kendinden itersen, toparlanamaz.’ Etrafta gezen bakışları bana döndü. ‘ Benim bu hayatta Zeynep’ten başka kimsem yok. O düşerse bende düşerim. O yüzden eğer bir gün senin yüzünden üzülürse gözüm hiçbir şey görmez.’ Karşımda oturan Efe değil de Zeynep’in abisiydi. Kardeşini korumaya çalışan bir abi. “Anlıyorum ama atladığın bir şey var.” Neymiş der gibi tek kaşı havalandı. “Benim de bu hayatta sahip olduğum tek şey, Zeynep. Geçmişimi hatırlasam da değişen bir şey olmayacaktı çünkü o zamanlarda sahip olduğum tek şey oymuş.” Derin bir nefes aldım. “ Sadece şuan kafam karışık çünkü hatırlamak için kendimi zorluyorum. Ama Zeynep’i kendimden uzaklaştırmak aklımın ucundan bile geçmez.” Şüpheyle yüzüme baktı ama sonrasında gözlerindeki şüphe yavaş yavaş yok oldu. ‘Güzel. Ama yine de söylediklerim aklının bir köşesinde kalsın. Sonra suratına okkalı bir yumruk yiyince nedenini sorgulama.’ Güldüm. “Aklımda tutarım.” Ayaklandı. ‘Bu kadar ciddiyet bana fazla geldi. Bir süre ciddi konular konuşmayalım.’ Bende kalktım. “Bende gerildim biraz.” Güldü. İçeri doğru yürümeye başladık. ‘Zeynep’in odasına koymuşlar seni.’ “Evet, bende dün gece öğrendim.” Binadan içeri girince kapının önünde durduk. ‘Allah kolaylık versin. Zeynep, nasıl desem... Susmuyor.’ Güldüm. “Halledebilirim sanırım.” O da güldü. Ama aklıma gelen şeyler gülüşüm solmaya başladı. Cebimdeki telefonu çıkardım. Ekranda Zeynep’in aramalarını gördüm. Sesi kısıkta kalmıştı. ‘Ne oldu?’ “Zeynep beni bekliyordu. Kaç kere aramış.” ‘Ben senin yerinde olsam koşardım ama ters istikamete.’ Efe’nin yanından ayrılıp, odaya doğru ilerledim. Korkunun ecele faydası yoktu. Paşa paşa azarımızı yeriz. Odanın kapısına gelince derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Açar açmaz Zeynep’le kapının önünde burun buruna geldik. “Zeynep?” ‘Kürşat!’ Bir adım gerileyip uzaklaştı. Bende kapıyı kapatıp içeri girdim. ‘Kaç on dakika oldu! Neredesin sen?’ Efe’yle konuştuğumuzu söylesem içeriğini öğrenmek isteyecekti. O yüzden aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Albay’a denk geldim.” Mimikleri rahatladı. Sonra da bana sarılmak için hareketlendi ama ben ondan önce davranıp ona sarıldım. Kollarımı beline doladım. Şaşkınlıktan olsa gerek bir süre tepki veremedi. Ama sonra şaşkınlığı geçince parmak uçlarına kalkıp, boynuma sarıldı. Belini daha sıkı tutup vücudunu kaldırdım. Kıkırdadı. ‘Yoksa sen de beni mi özledin?’ Derin bir nefes aldım. “Sadece sarılmak istedim.” Kokusu burnuma dolunca gülümsedim. Çiçek gibi kokuyordu. Hangi çiçek olduğunu bilmiyordum ama koku çok tanıdık gelmişti. Yüzünü boynumdan uzaklaştırıp bana baktı. ‘İyi misin?’ Başımı evet anlamında salladım. Çok iyiydim. Gülümsedi sonra da alnını alnıma vurdu. ‘İndirsene beni.’ Gülerek yere indirdim. ‘Bir dahakine beni özlediğinde kapıyı kilitle. Biri görse rezillik. Benim burada bir ağırlığım var.’ Kahkaha attım. “Kusura bakmayın, Yüzbaşım. Düşünemedim.” ‘Bir daha olmasın, geç şimdi otur. Pansuman yapacağım.’ Sonra da gidip ciddi ciddi kapıyı kilitledi. ZEYNEP Kürşat’ın pansumanı yaptıktan sonra masadaki çöpleri topladım. Uslu uslu beni izliyordu. Güldüm. “Sen uslu bir çocuksun, aferin.” Kahkaha attı. ‘Kapıyı kilitleyince, korktum.’ Omuzuna vurdum. Üstü hala çıplaktı. “Tişörtünü kendin giyersin artık.” ‘Kolum acıyor ama.’ Kendini acındıran bir bakış attı. “Hani acımıyordu?” ‘Tamam ,ben giyerim.’ Tişörtünün kolunu geçirmeye çalışırken yüzünü buruşturdu. Oflayıp, tişörtü elinden aldım. Dikkat ederek tişörtü giydirdim. “Tamamm, oldu işte.” ‘Teşekkür ederim.’ Gülümsedim. İlk yardım çantasını alıp, dolaba kaldırdım. Sonra da gidip kapının kilidini açtım. “Sen niye geldin ki? İzinli değil misin?” Çekmeden birkaç kağıt falan çıkardı, bilgisayarını açtı. ‘Raporları halletmem lazım. Birikti hepsi.’ Anladım der gibi başımı salladım. Kendi masama geçtim. Benimde birkaç dosyam kalmıştı. “O zaman bende benimkileri bitireyim.” Bir süre ikimizde dosyalara, kağıtlara gömüldük. Önce benimki bitti. Bir süre Kürşat’ı izledim. Yüzündeki ciddiyet tanıdıktı. Eskiden de kitap okurken bu kadar ciddi görünürdü. Bulduğu her şeyi okumak gibi bir özelliği vardı. Kafasını böyle dağıtmaya çalıştığını bildiğim için bende ona ayak uydururdum. Bulduğum bütün kitapları ona getirirdim. Kürşat, kafasını kaldırıp bana bakınca göz göze geldik. Gülümsedim o da bana gülümsedi. ‘Beni mi izliyorsun sen?’ “Tüh yakalandım.” Yalandan utanmış gibi yaptım. Kahkaha attı. ‘Bitti mi işin?’ “Hızlıyımdır, bebeğim. Seninki bitti mi?” Damağını şaklattı. “Kahve söyleyeyim mi sana?” Başıyla onayladı. İkimize kahve söyledim. O çalışmaya devam ederken ben de biraz telefonumda gezindim. On dakika sonra kapı çaldı. “Gir!” İkimiz aynı anda söyleyince kıkırdadım. Haluk abi elinde kahvelerle içeri girdi. Bakışları Kürşat’la benim aramda gezindi sonra da sırıtarak bana baktı. ‘Kolay gelsin komutanlarım.’ Kürşat baş selamı verdi. “Şekerli, Kürşat Yüzbaşı’nın Haluk abi.” Haluk abi, sesimdeki ‘bulaşma’ imasını anlamış olacak ki kahvesini sakince masasına bıraktı. Sonra da benim yanıma geldi. Kahvemi masama bıraktı. Kürşat işini bırakmış, Haluk abiyi izliyordu. Haluk abi, cebinden çikolata çıkarıp kahvenin yanına bıraktı. ‘Bu da müesseseden.’ Kürşat’ın kaşları havalandı. Haluk abi, afiyet olsun deyip çıktı. ‘Pek bir samimisiniz.’ Güldüm. “Haluk abi işte.” ‘Sen yine de fazla samimi olma.’ Kaşlarım havalandı. “Nedenmiş?” Elindeki kağıtları masaya bıraktı. Kahvesini ve sandalyesini alıp yanıma geldi. Sandalyeyi benimkine yaklaştırıp oturdu. Kahvesini de masaya bıraktı. ‘Kahve içelim.’ Gözlerimi kıstım. “Konuyu mu değiştirdin sen?” Güldü. ‘Yoo. Hadi iç soğumasın.’ Kahvemden bir yudum aldım. O da kendi kahvesini içti. Çikolatayı açıp ikiye böldüm. Birini ona uzattım. Ters ters baktı. “Al hadii. Sevdiğini biliyorum.” Gülümsedi. ‘Hiçbir şeyi de unutma. Kullandığın takviye falan varsa söyle de ben de alayım. Belki yardımı dokunur.’ Elimdeki çikolatayı alıp ağzına attı. Bende kendi parçamı yedim. “Sana bol bol balık falan yedirelim. Ceviz de ye, portakal suyu da içebilirsin.” Kıkırdadı. ‘Sen yaparsan yerim.’ Güldüm. “Benim bu kadar becerikli olduğumu düşünmen gözlerimi yaşarttı.” Kahkaha attı. ‘Portakal suyu da sıkabilirsin diye düşünmüştüm.’ “Aşk olsun bebeğim. Sen iste portakal bahçesi alayım sana.” Yüzünü buruşturdu. ‘Şu bebeğimden vazgeçsek.’ Damağımı şaklattım. “Olmaz. Sen benim bebeğimsin.” Ellerimle yüzünü sıkıştırdım. Yüzünü ellerimden kurtardı. ‘Bu durum daha da iğrenç bir hal almaya başladı.’ Yüzünün haline kahkaha attım. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Kahvelerimiz bitince tekrar masasına döndü. İşlerini halletmeye devam etti. Birkaç dakika sonra tekrar kapı çaldı. Yine ikimiz aynı anda ‘gir’ dediğimizde sırıttım. Kapı açılıp, Efe başını boşluktan içeri sokunca güldüm. ‘Gelebilir miyi...’ Kapı gürültüyle itilince Efe içeri doğru savruldu. Arkasından da içeri Şimşek ve Gölge Timi girdi. ‘Öldürün beni de rahatlayın.’ Efe, düşmekten son anda kurtulmuş, homurdanıyordu. ‘Ne oluyor?’ Kürşat, kendi timine hitaben konuşmuştu. Hepsi hazır ola geçti. Benimkilere göz gezdirdim. Hepsi gevşek gevşek bana gülüyorlardı. Muhtemelen her şeyi öğrenmişlerdi. ‘Siz hayırdır, pek bir gevşek gördüm hepinizi.’ Benimkilerde hazır ola geçti. ‘Yok komutanım, ne gevşekliği.’ Sırıtmamak için zor duran Anka’ya baktım. ‘Sizin ne işiniz var burada?’ Şimşek Timi önce birbirlerine sonra da Kürşat’a baktılar. ‘Ben evde sıkıldığım için geldim. Diğerlerini bilmiyorum komutanım.’ Diğerlerini satan Yasemin’e göz kırptım. ‘Biz de sıkıldık komutanım.’ Ali de aynı şeyi söyleyince Kürşat’ın kaşları havalandı. İnanmamıştı. Benimkilere baktım. Şahin soracağımı anlamış gibi cevap verdi. ‘Biz ziyarete geldik komutanım.’ Gülümsedim. ‘İyi oturun o zaman.’ Benimkiler anında oturdular. Diğerlerine baktım. Kürşat’tan komut bekliyorlardı. Kürşat oturun diyecek gibi durmuyordu. “Siz de oturun.” Bunu bekliyormuş gibi anında oturdular. Kürşat’ın kaşları havalandı. ‘Ben size oturun dedim mi?’ Anında hepsi ayağa kalktı. Benimde kaşlarım havalandı. “Ben dedim, oturun.” Tekrar oturdular. Kürşat, tekrar konuşacak gibi oldu ama araya girdim. “Çay ister misiniz?” Hepsi bir ağızdan onayladı. ‘Ben bir kahve alayım, komutanım.’ Efe’nin dalga geçen sesiyle konuştu. Güldüm. “Ben sana sonra içiririm Efe’ciğim.” Sırıttı. Herkese çay söyledim. Çaylar gelene kadar herkes sessiz sessiz oturdu. Hepsinin dışarıda konuşup geldiği birbirlerine attıkları kaçamak bakışlardan belliydi. Çaylar geldikten sonra da sessizlik devam ediyordu ama içim bunalmıştı. Kürşat’ta işlerini bitirmiş öyle duruyordu. ‘Biriniz konuşun artık.’ Efe’nin sessizlikten rahatsız olduğu sesine yansımıştı. “Ee günlük gazetede neler vardı bugün, Salih.” Salih heyecanla yerinde doğruldu. ‘Mehmet Komutan evleniyormuş, komutanım.’ Kaşlarım çatıldı. “O kimdi?” ‘Hani bir ara size kahve ısmarlamak istemişti de siz, ben kahve sevmiyorum , demiştiniz.’ Odadaki herkes kıkırdadı. Kürşat ve Efe hariç. Boğazımı temizledim. “Maşallah, ben bile unutmuşum bunu. Hafızan mükemmel.” Kürşat, gözlerini kısmış beni izliyordu. Bakışlarımı kaçırdım. “Başka konuya geçelim.” ‘Osman Komutanım da Yüzbaşı olacakmış diyorlar.’ Yüzümü buruşturdum. “Sıradaki lütfen.” ‘Çaycı Haluk abi, Tarık Albay’a da dedikodu taşıyormuş.’ ‘Bilmediğimiz bir şey söyle, Salihciğim.’ ‘Zeynep Komutanımla, Kürşat Komutanım sevgiliymiş.’ Çayını yudumlarken bunu duyan herkes öksürmeye başladı. Kürşat ve ben dahil. “O nereden çıktı?” Gözlerimden ateş çıktığına emindim. Salih yutkundu. ‘Haluk abi...’ Devamı gelmedi. Kürşat’la göz göze geldik. Kıpkırmızı olmuştu. ‘Valla bizde öyle duyduk.’ Ali de öyle deyince bende kızardığıma emindim. “Haluk abi yanlış bilgi almış bu sefer.” Kürşat’a baktım. Anlatayım mı der gibi baktığımı anlamış olacak ki başıyla onayladı. Kısaca durumu anlattım hepsine. ‘Vay anasını be!’ Anka’nın tepkisine kaşlarımı kaldırdım. ‘Şaşkınlık ifadesi Komutanım.’ Yüzünü şaşkın bir hale soktu. Bu adamda her şey komik duruyordu. Güldüm. Bir süre daha oturduktan sonra kalktılar. Mesainin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Onlar gittikten sonra Kürşat’la odada yalnız kaldık. Bir süre bakıştık. Sonra Kürşat kalkıp, kapıya doğru gitti. Kapının kilit sesini duyunca ayaklandım. “Ne oluyor?” Cevap vermedi. Bana doğru gelmeye başladı. Masanın benim olduğum tarafına geçti. Bir adım gerilemek istedim ama belimden tutup engelledi. Sonra da beni tutup, masanın üzerine oturttu. Ellerini iki yanımdan masaya dayadı. Dudaklarım şokla aralandı. “Ne yapıyorsun?” ‘Mehmet?’ Tek kaşı havaya kalktı. “Tanımıyorum.” Güldü. Başını sağ sola salladı. ‘Haluk abiye sen bir şeyler söylemiş olabilir misin?’ Parmaklarımla tişörtünün kıvrılan boynunu düzelttim. Odağı dağılmış gibi ellerimi takip etti ama sonra tekrar gözlerime baktı. ‘Cevap alamadım.’ Ellerimi omuzlarına koydum. “Ben, sevgiliyiz demedim.” Kaşları havalandı. ‘Ne dedin?’ Ellerim omuzlarından kollarına kaydı. Kızmasın diye odağını dağıtmaya çalışıyordum ama asıl dağılan bendim. Bir insan evladının kolları nasıl bu kadar sert olabilirdi? “Ben senin hakkında dedikodu yapmasın diye uyarmıştım, o da dallandırıp budaklandırıp anlatmış.” Güldü. ‘İnanılmazsın Zeynep.’ Omuz silktim. “Bilmediğim şeyler söyle.” Kahkaha attı. Ellerini masadan ayırmadan sadece başını boynuma koydu. Bende kollarımı boynuna sardım. ‘Kokun tanıdık.’ Sesi boynumda boğuk çıkmıştı. Nefesi boynuma değince ürperdim. “Bu parfümü sen almıştın.” Başını kaldırdı boynumdan. ‘Ben mi?’ Başımla onayladım. “Doğum günümde. Kokusu bana seni hatırlattı , demiştin.” Güldü. ‘Doğru demişim.’ Ellerimle yüzünü okşadım. Bir süre gözlerime baktı. Sonra da biraz uzaklaştı. ‘Hadi yemek yemeye gidelim.’ Yine belimden tutup masadan indirdi. Bakışları garip bir hal almıştı ama benden kaçırdığı için görememiştim. KÜRŞAT Mesai bitiminde Zeynep’le yemek yemek için çıktık. Efe’yi de davet etmiştik ama Şahin’le işi olduğunu söyleyip reddetti. Anladığım kadarıyla Şahin’in sevdiği kızla ilgili bir derdi vardı ama detayları anlamamıştım.. Zeynep’le karargahtan çıkıp, benim arabaya bindik. ‘Ee Yüzbaşı’m beni nereye götürüyorsunuz?’ Arabayı çalıştırıp, klimayı sıcağa getirdikten sonra Zeynep’e baktım. “Burayı benden daha iyi biliyorsun, sen söyle.” Düşünüyor olacak ki gözlerini kıstı. Sonra da bulmuş gibi heyecanla sırıtmaya başladı. Ellerini birbirine vurdu. ‘Pizza yiyelim mi? Çok güzel yapan bir yer biliyorum.’ Heyecanına güldüm. “Tamam, tarif et bakalım yerini.” Heyecanı büyürken, telefonundan konumu açıp bana gösterdi. Yakın bir yerdi. Arabayı çalıştırdım. Otoparktan çıkarken, göz ucuyla Zeynep’in saçındaki örgüyü açtığını gördüm. Geçen gün gördüğüm rüyadakiyle aynıydı. Hiç mi kesmemişti? “Saçının boyu nasıl hala aynı?” Gözleri şaşkınlıkla bana döndü. Gördüğüm rüyadan bahsetmediğim o an aklıma geldi. ‘Sen nereden biliyorsun benim saçımın boyunu?’ “Rüyamda gördüm.” Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Şaşkınlığı daha da büyüdü. ‘Ne rüyası?’ Sesim net çıksın diye boğazımı temizledim. “Görevden geldiğim sabah, uyuyorum demiştim ya. O zaman işte. İlk kez gördüğüm bir rüya bu kadar netti. Sen, ben, uyuduğumuz oda.” Derin bir nefes aldım. “Babam.” Gözlerimi yoldan ayırmadım. ‘Ne gördün peki?’ Yandan kısa bir bakış attım. “Çocukluk halimizi. İkimiz yatakta uyuyorduk. Sonra babam geldi. Gerisini tahmin ediyorsundur zaten.” Bir şey demedi. Sonunun nasıl bittiğini biliyordu. Ben her şeyi unutmuştum ama o, babam olacak o adamın yaşattığı her şeyi hatırlıyordu. Eli, direksiyondaki elime uzandı. O tutana kadar direksiyonu sıktığımı fark etmemiştim. Elimi gevşettim. Zeynep, elini çekecek gibi oldu ama tutup avucuma aldım. Gözlerimi ona çevirmedim ama bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum. Eli hala elimdeyken bacağımın üzerine koydum. “Canını çok fazla yaktı değil mi?” Neyden bahsettiğimi biliyordu. Titrek bir nefes aldı. ‘Sen izin vermedin canımı yakmasına.’ “Rüyamda hiç öyle görünmüyordu.” Elimi sıktı. Bakışlarım anlık ona döndü. Gözleri dolmuştu. ‘Sende çocuktan ama ona rağmen korudun beni.’ Bir şey demedim. Daha doğrusu diyemedim. Kısa bir yolculuktan sonra dediği pizzacıya gelince, arabayı boş bir yere park ettim. Zeynep, emniyet kemerini açmak için elini elimden çekti. O, elini çekince elimdeki soğukluk içimi ürpertti. Bakışlarım, Zeynep’e döndü. Kemerini açtı. Arka koltuğa koyduğu çantasını, hırkasını aldı. Hırkasını üzerine giydi. Hafifçe burnunu çekince, kızarmış burnuna baktım. Gerçekten de sulu gözdü. Hırkasının içinde kalmış saçını düzeltecekti ama telefonu çalınca çantasına yöneldi. Telefonunu çıkarıp, Efe’yle konuşmaya başladı. Evdeki bir şeyin yerini tarif etmeye başladı. Hırkasının içinde kalan saçını düzeltmek için uzandım. Saçlarını avcumun içinde toplayıp, dışarı çıkardım. Bakışları bana döndü ama konuşmaya devam ediyordu. Saçlarının yumuşaklığı gülümsememe neden oldu. Karışmış uçlarını düzeltip, saçlarının sırtına yayılmasını sağladım. Zeynep, telefonu kapatıp tamamen bana döndü. ‘Sen, hatırlamıyorum deyip beni kandırıyorsun.’ Kaşlarım çatıldı. “O nereden çıktı?” Saçındaki elimi tuttu. ‘Eskiden de saçlarımı hep sen düzeltiyordun.’ Güldüm. “İçimden nasıl geliyorsa öyle davranıyorum.” Güldü. ‘Hoşuma gitti, böyle devam et bebeğim.’ Kahkaha attım. ‘Gerçekten inanılmazsın.’ Birlikte arabadan inip, pizzacıya girdik. Boş bir masaya oturup, gelen garsona siparişlerimizi verdik. Bakışlarımla etrafı taradım. Küçük bir yerdi. Çok fazla kalabalık değildi ama olanların da çoğu gençti. ‘Beğendin mi?’ Heyecanlı sesi kulağıma ulaşınca gülümsedim. Bakışlarım ona döndü. “Beğendim.” Rahatlamış gibi nefesini bıraktı. Gözlerim kısıldı. “Sen niye bu kadar heyecanlandın?” Omuz silkti. ‘Beraber yemek yiyeceğiz.’ İnanmamış gibi bakmaya devam ettim. “Eminim daha önce de beraber yemek yemişizdir.” ‘Ama hiç pizza yemedik.’ Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Sesi sitem eder gibi çıkmıştı. “Hiç mi?” Başını olumsuz anlamda salladı. ‘O kadar paramız yoktu.’ Buruk bir tebessüm dudaklarına yerleşti. ‘Amaa Dursun amca vardı mahallede. Bize hep döner ısmarlardı.’ Kıkırdadı. ‘Trabzon’luydu. Burnu kocaman gelirdi bana, onu gördüğümde hep burnuna dokunurdum.’ Kahkaha attım. “Niye burnuna dokunuyorsun adamın, ayıp.” Kahkaha attı. ‘O zaman da böyle derdin, kızardın her seferinde.’ Kahkaham gülümsemeye döndü. Onun da tatlı bir tebessüm dudaklarına yerleşti. ‘AA şey vardı bir de, Nalan Teyze.’ Heyecanla sandalyesinde dikleşti. ‘Ben yedi yaşımda falandım galiba. Babanın beyaz gömleğine resim çizmiştim. Ama böyle karalama resimler. Sonra baban beni mahallede kovalamıştı. Sende peşimizde tabi.’ Kıkırdadı. ‘Nalan Teyze, mahallede tuhafiye dükkanı işletiyordu. Sonra ben koştum onun dükkanına. Baktı ben korkmuşum, peşimde baban. Dükkanda duran sopayı alıp, babanı kovalamıştı.’ Kahkaha attı. Güldüm. “Desene mahallede herkes bizi tanıyordu.” Başıyla onayladı. ‘Hepsi bizi çok seviyordu.’ Garson gelip pizzaları önümüze koydu. Zeynep heyecanla bana bakıyordu. Bir dilimi ısırıp, tadına baktım. Tadı çok güzeldi. “Sen bu işi biliyorsun.” Kıkırdadı. O da kendi pizzasını yemeye başladı. Bir dilimi diğerlerinden ayırıp, onun tabağına koydum. Şaşkın şaşkın bana baktı. “Bunun da tadına bak.” Gülümsedi, gözleri yine dolmuştu ama belli etmemek için bakışlarını tabağına çevirdi. O da kendi pizzasından bir dilimi benim tabağıma bıraktı. Gülümsedim. Sanki bunu hep yapıyormuşuz gibi hissettim. Birbirimize, kendi payımızdan daha önce de verdiğimize emindim. Bir süre sessizce yemeğimizi yedik. Zeynep’e baktım. Arada attığı kaçamak bakışlarla beni izliyordu. “Ee başka neler yapardık birlikte?” Bakışları bana döndü. ‘Gündüzleri genelde okula gidiyorduk. Akşamları da baban laf etmesin diye bir şeyler satmaya.’ Sesi sonlara doğru kısıldı. Dişlerimi sıktım. “Peki ba...” Baba demek ağır gelmeye başlamıştı. “Bu adam, ne yapıyordu? Biz çalışıyorduk, ya o?” ‘Çocukların kazandığı parayı alıyordu genelde. Bir de tamirci dükkanı vardı ama pek iş gelmezdi.’ Elimdeki bıçağı sertçe masaya bıraktım. Sesi çok çıkınca birkaç kişi bize döndü. ‘Sakin ol.’ Derin bir nefes aldım. Zeynep, uzanıp elimi tuttu. “Bu şerefsize dur diyen kimse yok muydu?” Elini elimden çekecek gibi oldu ama bırakmadım. Gözleri benimkilerle buluştu. ‘Birkaç kez mahalledekiler yardım etmeye çalıştı ama her seferinde kurtuldu. Gelen polisleri bile bir şekilde ikna edip, gönderiyordu. Diğer çocuklar evin bodrumunda kalıyordu zaten.’ Elini daha sıkı tuttum. ‘Konuşmayalım o adamı artık. Onun olmadığı çok güzel anılarımız var. Bazen gider, günlerce gelmezdi. O zaman hepimiz birlikte çok eğlenirdik.’ Aklına gelen anılarla gülümsedi. Bende gülümsedim. “Hepsini anlat bana, bir sürü vaktimiz var.” Başıyla onayladı. ‘Ama yavaş yavaş. Dedin ya, çok yüklenmeyelim sana.’ Gülümsedim. “Merak etme, gayet iyiyim.” Omuz silkti. ‘Ederim.’ Güldüm. Elimi daha sıkı tuttu. ‘Omuzun iyi değil mi?’ Başımla onayladım. “Acımıyor, zaten sıyırmıştı.” Gözlerini devirdi. ‘Sinek de küçük ama mide bulandırıyor, canım .’ Güldüm. “Kalkalım mı?” Başıyla onayladı. Garsondan hesabı istedim. Ben cüzdanımı çıkarırken, Zeynep’te çantasına uzandı. Cüzdanını aldığını görünce kaşlarım çatıldı. “Ben ödeyeceğim.” ‘Ben getirdim, ben ödeyeceğim.’ “Kabul edilmedi.” Gözlerini devirdi. ‘Senden onay istemedim.’ Garson hesap defterini masaya bırakıp, uzaklaştı. İkimiz aynı anda defteri tuttuk. Ucunu tutup, kendime çektim ama Zeynep bırakmadı. “Zeynep?” Defteri kendine çekti ama bu sefer de ben bırakmadım. ‘Kürşat?’ ‘Hesabı erkek öder klişelerine girmeyelim.’ Biraz daha güç uygulayıp, defteri önüme çektim. “Sen başka zaman ödersin.” Parayı defterin arasına koydum. “Bu, benim sana borcum.” Garson gelip, defteri aldı. Zeynep’in kaşları çatıldı. ‘Ne borcu?’ Omuz silktim. “Sana daha önce hiç pizza almamışım.” Gözlerini kırpıştırdı. Sonra da hızla gözleri doldu ama aynı zamanda gülümsüyordu da. Yerinden kalkıp, yanıma geldi. Kollarını boynuma doladı. Ayağa kalkıp, kollarımı beline doladım. ‘Teşekkür ederim.’ Boynumdan ayrılıp, yüzüme baktı. ‘Yediğim en güzel pizzaydı.’ Güldüm. “Benimde öyleydi.” Bakışları etrafta dolandı. Bize bakanların olduğunu görünce utanıp, çekildi. ‘Hadi gidelim.’ Eşyalarını sandalyeden aldı. Bende ceketimi giydim. Zeynep’in hırkasını elinde tuttuğunu görünce çekip aldım. Çantasını da elime alıp, giymesi için hırkasını iki taraftan tutup kaldırdım. Şaşırır gibi oldu ama ikiletmedi. Hırkasını giydi sonra da çantasını elimden aldı. Pizzacıdan çıkıp, arabaya geçtik. Güneş çoktan batmıştı ve Ankara’nın ayazı ortaya çıkmıştı. Klimayı açtım. ‘Sana gidelim.’ Zeynep’in dediği gözlerimin şokla açılmasına neden oldu. Ona döndüm. “Ne?” Yüzümü görünce kıkırdadı. ‘Yani evini merak ediyorum. O yüzden dedim ama istemiyorsan sorun yok.’ Kendime gelmek için nefes aldım. Aklına ne geldi de şok oldun acaba? Saçma sapan hareketler yapıyorsun. “Yok, sorun yok tabiki. Gidelim.” Arabayı park ettiğim yerden çıkarıp, eve doğru sürmeye başladım. Zeynep’in telefonu çalmaya başladı. Çantasından telefonunu çıkarıp, açtı. ‘Efe. Yok, yemek yedik. Ne oldu?’ Bir süre Efe’nin dediklerini dinledi. ‘NE!’ Sesi yüksek çıkınca irkilip, ona döndüm. ‘Tamam, geliyoruz.’ Telefonu kapattı. Şok olmuş gibi önüne bakıyordu. “Zeynep?” Bakışları bana döndü. ‘Şahin, kız kaçırmış.’ |
0% |