Yeni Üyelik
2.
Bölüm

SAUDADE - 2

@caglayazar

Gelen görev emrinin ardından askeriyeye gelmemiz yarım saati bulmuştu. Daha bir saat önce gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmak çok zordu ama kendimi bir anda operasyon komuta odasında Tarık Albayın önünde bulunca tokat yemişim gibi gerçek hayata dönmüştüm.

Tarık Albay, önünde duran monitörden gözlerini çekip, yan yana sıralanmış Gölge Timine baktı. Gözleri hepimizi hızlıca taradı, en son bende durdu.

‘Uzun ve zor bir görev olacak. Mazereti olan yok değil mi, Yüzbaşım.’

Tereddütsüz “Yok, komutanım.” Dedim. Memnuniyet dolu kısa bir tebessüm etti ama ifadesi hızla ciddiyete geri döndü.

Sağ tarafımızda kalan büyük ekranı işaret etti. Hepimizin gözleri o yöne döndü. ‘İki hafta önce Hakkâri’de görevli bir özel harekat timi, sınır dışı göreve çıktı. Timin adı Şimşek, beş kişiler. Komutasında bir Yüzbaşı var. Yüzbaşı ve timinden beş gündür haber alınamıyor. Sınır dışında çalışan istihbaratçılardan yeni bir bilgi geldi. Beş askerin sınıra yakın bir terörist kampında esir tutulduğu konuşuluyormuş.’

Büyük ekranda kampın resimleri dönmeye başladı. Odadaki herkesin gerildiğini hissediyordum. Bahsedilen kamp, bölgenin kilit noktasındaydı. İçeri sızmak zordu, esir tutulan askerleri alıp çıkmak neredeyse imkansızdı.

‘Bölgeyi tanıyorsunuz. Bahsedilen kamp uzun zamandır istihbarat birliği tarafından izleniyor ve giren çıkan herkes takip ediliyor. Yarın akşam bölgedeki kamp liderlerinin bir toplantısı var. Amaç, herkes oradayken kampı patlatıp büyük bir darbe indirmekti ama askerlerimiz oradayken yapamayız.’

Bölgede neredeyse elliye yakın kamp vardı. Elli liderin aynı anda ölmesi demek; sınır hattımızdaki terör yerleşiminde büyük bir delik açmak demekti.

Tarık Albay hiç görmediğim kadar gergindi. ‘Şuandan itibaren rehineleri kurtarmak için otuz yedi saatiniz var.’

Ekrana bu sefer de Şimşek Timinin resimleri geldi. Hepsinin yüzünde hızlıca göz gezdirdim. Dört erkek, bir kadın. Saniyeler sonra resimlerin altında isimler belirdi. Gözlerim bu sefer de sondan başa doğru isimleri okurken, Yüzbaşı rütbesinin altında yazan isim nefesimi tutmama neden oldu.

Tarık Albayın sesi silikleşirken söylediği tek bir isim beynimdeki odaların hepsinde yankılandı.

‘Yüzbaşı Kürşat Yağız.’

Gözlerim istemsizce ismin üstündeki resmi buldu. Az öncekine nazaran daha dikkatli inceledim. Esmer, keskin yüz hatlarına sahipti. Gözleri koyu yeşildi, tıpkı benim Kürşat’ımın ki gibi.

Hemen arkamda duran Efe, belime dokununca irkildim. Tarık Albay tekrar önündeki monitöre dönmüştü. Bize bakmamasını fırsat bilerek Efe’ye baktım. O da en az benim kadar şaşkındı.

‘Sadece tesadüf.’ Fısıltıyla söylemişti ama bütün hücrelerimde yankılandı. Sadece tesadüf. Adı Kürşat olabilirdi ama benim Kürşat’ım değildi.

Resimlerin olduğu ekrana bakmamaya özen göstererek Tarık Albay’ın konuşmasına odaklanmaya çalıştım. Arka planda bin bir türlü teori üreten beynime sürekli olarak ‘tesadüf’ diye hatırlatmak zorunda kaldığım on beş dakikanın sonunda gelen hareket emriyle kumanda odasından çıkmak için kapıya yöneldik.

Timdeki herkesle birlikte kapıdan çıkarken Tarık Albay kalmamı söyleyince az önceki yerime döndüm. Ekrana bakma Zeynep.

Tarık Albay, babacan bir tavırla omzuma vurunca gözlerimi ona çevirdim.

‘Bu Yüzbaşı olduktan sonra gideceğin ilk sınır dışı görevin. Oldukça zor olduğunun da farkındayım. Üzerine fazla baskı yüklemek istemem ama uyarmam gerek. Herkesin gözü senin üstünde. Timin komutasında bir kadın Yüzbaşı olması pek görülmüş bir şey değil. Ben sana güveniyorum. Askerlerimizi alın ve sağ salim dönün.’

“Emredersiniz komutanım.” Üzerimdeki baskının farkındaydım. Mesleğime bağlılığımı defalarca ispatlamış ve bir ay önce yaptığımız büyük operasyon sonrası Yüzbaşı olmuştum. Ne Yüzbaşı unvanımı ne de timimi kaybetmeye niyetim yoktu.

Tarık Albay’ın telefonu çalınca çıkmak için izin aldım. Tekrar ekrana bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum ama elim kapının kolunda, açmadan duraksadım. Mantığımı devre dışı bırakan kalbim, gözlerimi resme bakmak için ikna etti.

Omzumun üzerinden ekrana baktım. Yüz hatlarına tekrar baktım. Çenesine, dudaklarına, burnuna. En son gözlerinde takılı kaldım. Tanıdık bir iz aradım ama gözlerinin renginden başka bir şey tanıdık gelmedi. Derin bir nefes aldım. Tesadüf.

Harekat emri çıkmasının üzerinden dört saat geçmişti. Helikopterle bölgeye yakın bir konuma bırakılmıştık ama gizli bir görev olduğu için sınırı yürüyerek geçmek zorundaydık. Operasyonu tamamlamak için otuz üç saatimiz kalmıştı.

Tek sıra halinde ince patika yolda ilerliyorduk. Önde ben arkamda Efe. Onun arkasında da sırasıyla Anka, Salih ve Şahin vardı.

‘İyi misin?’ Efe’nin sessizce sorduğu soruyu ufak bir mırıltıyla cevapladım. Bunun üzerine konuşmak istemiyordum. O da anlamış olacak ki gözlerini etrafta gezdirmeye devam etti.

‘Komutanım.’ Omzumun üzerinden arkaya baktım. Salih’in elindeki haritayla bana doğru geldiğini gördüm. Durdum. Ben durunca diğerleri de durup, gözcü pozisyonuna geçtiler. Salih elindeki haritayı kenardaki düz alana açtı. Tek dizimi yere dayayıp, eğildim.

‘Daha hızlı sınırı geçebilir miyiz diye bakıyordum. Güvenli geçit, yürüyerek, buradan üç saat uzaklıkta. Üstelik gideceğimiz kampa bir saat geç ulaşmamıza neden olacak. Yani dört saat kaybedeceğiz. Ama eğer...’ Parmağıyla haritanın üzerinde bir yol çizdi. ‘Bu yolu kullanıp, bize yakın olan geçiti kullanırsak en az dört saat kazanacağız.’

Derin bir nefes alıp, her iki yolu da düşündüm. Eğer şimdiki rotamızda ilerlersek güvende olacaktık ama ikinci ortaya geçersek, önümüze terörist grubu çıkması kaçınılmaz olacaktı.

“Güvenli değil. Eğer önümüze bir grup çıkarsa daha fazla zaman kaybetmemize neden olur.”

Efe, Anka ve Şahin de yanımıza gelip, haritayı incelediler.

“Daha otuz üç saatimiz var. Acele edip, kendimizi riske atmamız demek askerlerimizin orada yalnız kalması demek. Aceleci değil hızlı olmamız lazım.”

Timin geri kalanından da onaylayan mırıltılar yükseldi.

“Ama yine de acil durum rotası olarak değerlendirebiliriz. Gerek kalmamasını umalım.”

Salih toparlanıp, yerine geçtikten sonra yola devam ettik. Kampa ulaşmamız altı saat kadar sürecekti. Kalbim her zamankinden daha dengesiz çalışıyordu. Göğüs kafesime yumruk yemiş gibiydim. Düşünmemeye çalışıyordum ama ‘Ya oysa’ diyen fısıltıları susturamıyordum. Aynı fısıltılar ‘Ya oysa ve sen yine geç kalırsan.’ demekten de çekinmiyorlardı. Adımlarımı daha da hızlandırdım.

Neredeyse üç saatlik yürüyüşün ardından güvenli geçitten sınırı geçip, dinlenmek için bir mağaraya girmiştik. Kayalıklarla kaplı arazide kendimizi saklayabileceğimiz en iyi yer mağaralar oluyordu. Şahin, mağara ağzında keskin nişancı iç güdüleriyle gözcülük yapıyordu. Salih ve Anka tam karşımda mağaranın duvarına sırtlarını dayamış, dinlenmeye çalışıyorlardı.

Efe sessizce yanımda oturuyordu ama vücut dili bile bu sessizlikten rahatsız olduğunu haykırıyordu. Oldu olası sessizliği sevmezdi. Yetiştirme yurdunda da hep en kalabalık en gürültülü yerleri bulur, yalnız kalmamak için elinden geleni yapardı.

Dirseğimle koluna vurdum. “Ee daha daha nasılsınız, üsteğmenim?”

Anında gergin yüzü yumuşadı. ‘Sağlığınıza duacıyız, Yüzbaşım.’

Karşımızda oturan Salih’in sessiz kıkırtısını duyunca ikimizde ona döndük. Salih anında ciddileşirken Anka’nın da kınayan bakışları ona döndü.

‘Ciddiyetsiz herif.’ Anka yüzünü buruşturarak önüne döndüğünde, gülümsedim. Laubalilikten hoşlanmazdı.

‘Neye gülüyorsun lan, komik bir şey mi var?’ Efe’nin sorusuna vereceği cevabı düşünür gibi gözlerini kıstı. Sonra cümlesini toparlamış olacak ki konuşmaya başladı.

‘Siz, şimdi Zeynep Komutanımın abisisiniz ya Komutanım. Zeynep Komutanım, sizin üst rütbeniz olunca şey geldi bana. Ondan güldüm.’

Gülmemek için kendimi sıktım. Efe’nin en gıcık olduğu konu buydu. Benim başarım onu her zaman mutlu ederdi ama konu onun başarısızlığına geldiğinde gözlerinden ateş çıkardı.

‘Sana mı sorduk lan? Dışarda kardeşimse burada Komutanım. Her ikisiyle de gurur duyarım. Gülenin de evveliyatını sikerim.’

Salih yeterli cevabı almış olacak ki başını önüne eğerek gözlerini kapattı. Sanırım görünmez olmaya çalışıyordu. Tam yanında oturan Anka’nın Salih’e kısa bir bakış atıp, yarım ağız güldüğünü görmüştüm ama saliselik bir şeydi çünkü benim baktığımı görünce anında silinmişti. O da aynı Salih gibi gözlerini kapattı. Salih’le aralarındaki tek fark Anka’nın istediğinde görünmez olabiliyor olmasıydı.

Sağımda oturan Efe’ye kısa bir bakış attım. Göz göze geldiğimizde gülümseyip, göz kırptı. Aynı içtenlikle gülümsedim. Efe de gözlerini kapatıp, kafasını arkasındaki duvara yasladı. Yorgundum ama yine rüya görme korkusuyla gözlerimi kapatamıyordum. O yüzden yerimden kalkıp, mağaranın girişine ilerledim. Şahin hala bıraktığımız yerde etrafı izliyordu. Benim geldiğimi görünce duruşunu düzeltti.

‘Bir sorun mu var komutanım?’

“Yok, hadi geç dinlen biraz. Nöbeti ben tutarım.”

‘Komu-

“Emrimi mi ikileteceksin?”

‘Emredersiniz komutanım.’

Ben nöbete başlarken o da mağaranın içine geçti ama adım seslerinin çok uzaklaşmamasından girişe yakın bir yerde durduğunu anlamıştım. Şahin, timdeki herkesi canı pahasına korumaya çalışırdı. Öncesinde çalıştığı timi onun olmadığı bir görevde şehit düşmüştü. Bunun hakkında çok konuşmazdı ama hepimiz kendini suçladığını bilirdik. Etrafındaki herkesi koruma çabası da onun suçluluk hissini bastırma şekliydi.

Kırk dakikalık molanın ardından bu sefer de kampın olduğu bölgeye yürümeye başladık. Bu sınırı geçmek kadar kolay olmayacaktı çünkü sürekli etrafta gezen gözcü grupların olduğunu biliyorduk. Olabildiğince kayalıkların bizi kamufle edeceği patikaları seçiyorduk. Yakalansak kim olduğumuzu anlayacakları bir şey üzerimizde yoktu. Kamuflajlarımızı, kişisel eşyalarımızı ve künyelerimizi sınıra yakın bir karakolda bırakmıştık. Yani burada şehit olsak Türk Silahlı Kuvvetleri naaşlarımızı bile alamayacaktı.

Kampı gören tepeye geldiğimizde kendimize saklanmaya uygun bir boşluk bulup, etrafı incelemeye başladık. Şahin bana bakıp, hemen arkamızdaki uzun kayayı gösterdi. Elimle oraya çıkması için onay verdim. İçerisi hakkında bilgi verebilecek tek kişi Şahin’di. Adının hakkını veren gözleri vardı. Bazen duvarın bile arkasını gördüğünü düşünüyordum.

Aramızda haberleşmek için kullandığımız kulaklıkları takıp, aramızda mesafe bırakarak kendimize birer kaya seçip onun arkasına geçtik. Bir süre gözlem yapmamız gerekiyordu. Havanın kararmasın yedi saatten az vardı. Operasyonu tamamlamamız için yirmi yedi saatimiz vardı. Havanın kararmasını beklemek zorundaydık bu da yirmi saatimiz kaldı demekti. Yirmi saatte beş askeri kurtarmamız ve sınırı geçmemiz gerekiyordu. Doğru stratejiyle yapamayacağımız şey yoktu ama imkansıza oynuyorduk.

‘Kamp çok yoğun. Giriş kapısının sağında ve solunda nöbet kulübeleri var. İkisinde toplam sekiz kişi. Girişten yirmi metre ilerdeki mavi yapı, ambar. Kapısında iki kişi var. İçeride muhtemelen sivil işçiler çalışıyor. Tam karşısındaki kırmızı yapı, yemekhane. Yanındaki beyaz yapı, revir. Kapısında iki kişi var. İçeride çalışan kişiler muhtemelen örgüt üyesi.’

Şahin gördüklerini anlatırken bende dürbünle hepsini tek tek inceliyordum.

‘Kampın tam ortasındaki iki katlı yeşil yapı, liderin bulunduğu ana bina. Kapısında dört kişi var. Giren herkesin üstü aranıyor. Ana binanın otuz metre ilerisinde tahta bir kulübe var. Dört tarafında da koruma var. Toplam 10 kişi. Muhtemelen rehineler burada. Kulübenin camı benim için kör nokta ama eğer kapı açılırsa içeriyi görürüm.’

“İzlemeye devam et, Şahin. Bizimkilerden bir iz gördüğün anda haber ver.”

‘Anlaşıldı.’

Dürbünle etrafı daha detaylı incelemeye başladım. Kampın etrafı tellerle çevriliydi. Gördüğüm trafo kutuları tellerde elektrik olduğunu gösteriyordu. Tek giriş ön taraftaki kapıydı.

“Tellerde elektrik var.” Kulaklıktan Efe’nin okkalı bir küfür ettiğini duydum.

‘Uçarak mı gireceğiz biz bu siktiğimin kampına?’

“Girmenin bir yolunu bulmamız için altı saatimiz var. Dikkatli bakın, illaki bir açıkları vardır.”

Geçen dört saat boyunca yaptığımız tek şey izlemekti. Az çok kampın işleyişini anlamıştık. Dört saatlik zamanda iki kez nöbet değişimi olmuştu. Değişim sırasında kapıda on dakikalık bir boşluk oluyordu. Akıllı ve hızlı davranırsak on dakikada içeri girmek zor olmazdı.

“Her nöbet değişiminde kapı on dakikalığına boş kalıyor.”

‘On dakikada bırak içeri girmeyi hepsinin götünden kan bile alırım, ruhları duymaz.’ Efe’nin sesi kulaklıktan bana ulaştığında gülümsedim.

“Vardiya değişimine kadar kampa olabildiğince yaklaşmamız gerekecek, fark edilmeden oraya kadar gidebilir miyiz, Şahin?”

Bir süre cevap gelmedi. Etrafı incelediğini, ihtimalleri tarttığını biliyordum.

‘Şahin hadi yavrum, duramıyorum ben yerimde. Sağdan soldan geliyorlar bana.’ Anka her zamanki aceleci tavrıyla sessizliği bozdu.

‘Lan bir dur adam baksın sağa sola. Sana kalsak hepimiz bok yoluna gideriz.’ Efe’yle Anka derin bir tartışmaya başlamışken Şahin araya girdi.

‘ Sağ taraftaki patikadan inip, kayaların arkasından sol tarafa, kapının oraya, ilerlerseniz kimse görmeden içeri girmek için fırsatınız olur. Ben burada kalıp sizi korurum. Benim yönlendirmemle nöbetçileri daha kolay indirirsiniz. Uygun mudur komutanım?’

Etrafa son bir göz gezdirdim. Yapabileceğimiz en mantıklı plan buydu. “Uygundur.” Derin bir nefes aldım. Şimdi yapmamız gereken tek şey değişim saatini beklemekti. Güneş batmak üzereydi. Hava yavaş yavaş karanlığa teslim oluyordu.

Kulaklığım cızırdadı. ‘Saat üç yönünde. Kulübenin kapısı açıldı, içeride bizimkiler var. Elleri ve gözleri bağlı.’

Kulübenin kapısı kapanmadan içeridekileri gördüm. Net inceleme şansım olmadan kapı kapanmıştı ama Şahin benden daha fazla detay görmüştü.

Boynuma taktığım boyunluğu çekiştirip yüzümün yarısını kapattım.

“Başlıyoruz, Gölge.”

Senkronizasyon içinde dört kişi birlikte aşağı inerken yukarıda bekleyen Şahin’in yönlendirmeleri sayesinde kapıya en yakın noktaya geldik. Vardiya değişimine iki dakika vardı. Olduğumuz yerde olabildiğince saklanıp beklemeye başladık.

“Kulağımız sende, Şahin.”

‘Otuz saniye.’

Silahlarımıza susturucuları taktık. ‘Girin.’

Şahin’in komutuyla ben önde diğerleri arkada kapıdaki boşluktan içeri girip ikiye ayrıldık. Ben ve Efe sağdan devam ederken, Anka ve Salih sola yöneldi. Hemen yakındaki binanın arkasına geçip, durduk.

‘Komutanım, ilerleyin. Anka, Salih sığınızda iki kişi.’

Efe’yle ben ilerlerken Anka ve Salih’in onlara doğru gelen iki kişiyi indirdiklerini gördüm. Aradaki boşluğu geçip diğer binanın arkasına geldik.

‘Efe, solunda.’ Efe binanın yan tarafından çıkan adamın boynunu tek hareketle kırıp, duvarın kenarına çekti.

‘Anka, Salih yemekhaneden uzaklaşın herkes orda. Yemek saati.’

‘Ulan ben kırk sekiz saattir tek öğün yaptım. Şerefsizler üçüncü öğünü yiyorlar.’ Salih’in sitem dolu sesi kulaklıktan duyuldu.

‘Bir çıkalım şuradan yemek senin köpeğin olsun Salih’im.’ Efe etrafı gözlerken Salih’e cevap verdi. Gülümsedim, Salih bu yemek sözünü asla unutmazdı.

‘Kulübenin etrafındaki nöbetçilerin değişim saati. Hepsi yemekhaneye gidiyor.’

Efe’yle göz göze geldiğimizde ilerlemesi için işaret verdim. İkimizde aynı hızda adımlarımızı atarak ilerlemeye başladık. Nihayet kulübenin olduğu kısma geldiğimizde durduk. Anka ve Salih’in olduğu tarafa kısa bir bakış attım. Onlar da kenarda beklemeye başladılar.

“Hepimiz içeri giremeyiz. Ben girip, içeridekileri kontrol edeceğim.”

Efe anında bana dönüp, kulaklığını kapattı. ‘Ya içeride bilmediğimiz biri varsa. Delirdin mi Zeynep?’

Bende kulaklığımı kapattım. “Kimse yok,olsa Şahin görürdü. Onları oradan çıkarabilmemiz için önce nasıl olduklarını öğrenmemiz gerek.”

‘Tamam ben girerim.’

Cevap vermedim. Gözlerimi devirip, kulaklığımı açtım.

“İçeri giriyorum. Şahin, kulağım sende.”

‘Anlaşıldı.’

Efe bir şey demek için ağzını açtı ama konuşmasına fırsat vermeden yanından geçtim. Hızla kendimi kulübenin kapısına attım. Görmezden geldiğim kalbim istemsizce hızlandı ama mantığım kontrolü elinde tutma konusunda kararlıydı. Düşüncelerin beni ele geçirmesine izin vermeden kapıyı hafifçe araladım. Aralıktan baktığımda kimseyi göremedim. Bedenimi yavaşça boşluktan içeri sokup, hızlıca etrafı taradım.

İçerideki ışığa gözlerimin alışması uzun sürmedi. Tam karşımda; elleri , ayakları ve gözleri bağlı halde yerde oturan beş kişiyi görünce nefesimi tuttum. İçeride başka kimse yoktu. Beşi de bitik haldeydiler ama içeriye birinin geldiğini hissedince hareketlendiler.

Hızlıca yanlarına gidip tek tek hepsinin göz bağını açtım. Gözleri ışığa alışmakta zorlanırken ilk önce timdeki tek kadın olan Yaseminle göz göze geldik. Sonrasında da diğerleriyle tek tek göz teması kurdum. En son Yüzbaşıyla göz göze geldik. Kürşat’la.

Kendimi kaptırmadan gözlerimi çektim. Hepsi anlamsız gözlerle bana bakarken kulaklığımdan Efe’nin sesi duyuldu.

‘Zeynep!’

“Sorun yok.” Kısa bir cevap verip, tekrar önümdeki beş kişiye döndüm.

‘Sen kimsin?’ Yüzbaşı’nın kendinden emin tok sesi ortamda yayıldı . Hepsi bana boş gözlerle bakıyordu. Önlerinde eğildim.

“Yüzbaşı Zeynep Karanlı. Dışarıdakiler de benim timimden. Sizi buradan çıkarmaya geldik.”

Yüzbaşı’nın alaycı bir gülüşle yüzüme baktığını görünce kaşlarımı çattım. Komik olan neydi?

‘Yüzbaşı? Üstüne bir de timin komutasındasın? Daha yaratıcı numaralar beklerdim. Böyle mi ağzımızdan laf alacaksınız?’

Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Beni terörist falan mı sanmıştı?

Derin bir nefes aldım. “Gerçekliğimi buradan çıktığımızda sorgularsın. Şuan zamanımız yok.”

Ellerini çözmek için hareketlendiğimde ayağıma tekme atmaya niyetlendi ama anlık refleksle kurtuldum. Şaşırdı.

“Teröriste benzer bir halim mi var gerçekten?”

Yüzümdeki boyunluğu indirip, yüzümü ortaya çıkardım. “Özel kuvvetlerde Yüzbaşıyım. Tıpkı senin gibi.” Rütbesini bilmemi beklemediği her halinden belliydi. Yüzümü incelemeye devam etti.

Kulaklığımdan tekrar Efe’nin sesi yükseldi. Muhtemelen ortamdaki herkesin duyduğunu bilmediği için küfür etmekten çekinmiyordu.

‘Zeynep, ya oradan iki dakika içinde çıkarsın ya da rütbe falan dinlemem seni eşek sudan gelinceye kadar pataklarım.’

Cevap vermeden tekrar ellerini çözmek için hareketlendim. Botuma sakladığım çakıyı çıkarıp, ipleri kesmeye başladım.

“Yaralarınız çok kötü mü?” Sonuncu ipi de kesip, hepsinin ayaklarındaki ipi çözmesini izledim. Vücutlarının görünen kısmında morluklar ve yüzeysel yaralar vardı. İşkence görmüşlerdi ama ölümcül bir yaraları gözükmüyordu.

Yüzbaşı ayağa kalkıp, önüme dikildi. ‘Dayanamayacağımız bir durum yok.’

“Güzel.” Sağ taraftaki küçük camdan dışarı baktım. Şahin’in içeriyi göremediğini biliyordum.

“Şahin, çıkıyoruz.”

‘Olumsuz komutanım. Girişteki nöbetçiler geri geldi. Kulübenin oraya gelen bir grup nöbetçi var.’

Kulaklıktan gelen sesi duyan Yüzbaşıyla göz göze geldik. Timinin geri kalanı da ayaklandı.

‘Gelenleri içeri çekersek hepsini indiririz.’ Yaseminin önerisiyle ona döndüm. Gözü kara olduğu belliydi ama yakalanma riskimizi göz ardı edemezdim.

Kulübenin içine daha dikkatli baktım. Köşede masanın altında duran bidonu görünce oraya doğru ilerledim. Bidonun kapağını açar açmaz benzin kokusu burnuma doldu. Sanırım biraz gürültü yapmamız gerekecekti.

“Anka, yanında el bombası var mı?”

‘Her zaman komutanım.’ Gülümsedim.

‘Ne yapacaksın el bombasını?’ Arkamda konuşan Yüzbaşıya döndüm. Gözleri kısılmış beni izliyordu.

“Dışarısı biraz karanlık da, aydınlatacağım.” O ne dediğimi anlamaya çalışırken bende elimdeki bidondaki benzini etrafa dökmeye başladım. Bir yandan da hem dışarıdakiler hem de içeridekilere planı anlatmaya başladım.

‘Bir dakika sonra kapıda olurlar.’ Boşalan bidonu kenara fırlattım.

“Biz dışarı çıkar çıkmaz el bombasını fırlat, Anka.”

‘Anlaşıldı.’

Arkamda beni izleyen beş kişiye döndüm. “Beni takip edin. Hızlı olmamız lazım.”

Dikkatle kulübenin kapısını açtım. Şimşek Timinin önce çıkması için kenara çekildim. Yüzbaşı da benim gibi kenara çekilip, diğerlerini önce çıkardı. Sağ ve sol tarafta bizimkileri görüyordum. Efe’nin çıkanları saklandığı duvarın arkasına aldığını gördüm.

İleriden gelen nöbetçilerin sesleri gelmeye başlayınca Yüzbaşıyla göz göze geldik. İlerlemesi için işaret verdim. İkiletmeden ilerlediği için şaşırsam da bende hızlanıp peşine takıldım. Efe ve diğerlerinin yanına geldik.

Sesler daha da yaklaştı. “Anka, şimdi.”

Anka el bombasını kulübenin önüne fırlattı. Nöbetçiler neredeyse bombanın önüne geldiğinde de büyük bir gürültüyle bomba patladı. Hepimiz kendimizi korumak için en uzak köşeye sindik. Anında kampın içinde alarm çalmaya başlarken, içeriye döktüğüm benzin sayesinde kulübe alev aldı.

‘Kapı temiz, acele edin.’ Şahin’in komutuyla Efe önde aramızda Şimşek Timi ve en arkada ben olacak şekilde kapıya gitmeye başladık. Yüzbaşı tam önümdeydi ve arada bir arkasına dönüp beni kontrol ediyordu. Sanırım halen daha şüpheleri vardı.

Nihayet kapıya geldiğimizde Anka ve Salih de bize katıldı. Yine Şahin’in yönlendirmesiyle öncesinde beklediğimiz tepeye kadar çıktık. Kamptakiler bir şey anlamadan buradan uzaklaşmamız gerekiyordu.

Bitik halde yere oturmuş beş kişiye baktım. Aralarından sadece Yüzbaşı yaralarından etkilenmemiş gibi duruyordu.

“Buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Yürüyebilir misiniz?”

Hepsi ne kadar bitik olsa da kafalarını evet anlamında salladılar.

Yüzbaşı ayağa kalkıp yanıma geldi. ‘Sınıra ne kadar uzaklıktayız?’

“Üç saat.” Sıkıntılı bir nefes verip, timine döndü. Durumlarını kendince değerlendiriyordu.

‘Biraz uzaklaştıktan sonra mola vermemiz gerekebilir.’

‘Sorun yok. Buradan uzaklaşalım da gerisini hallederiz.’ Efe’nin söylediklerini onayladım.

‘Etrafı aramaya gelenler var. Hızlı olun.’

Şahin’in uyarısıyla toparlanıp , hızlı kamptan uzaklaşmaya başladık. Birkaç dakika sonra Şahin’in de saklandığı yerden çıkıp bize katıldı. Yüzbaşı’nın bizi incelediğinin farkındaydım. Bende ona bakmamak için kendimle savaş veriyordum. Duygularımı bu işe karıştıramazdım.

Ara ara gözcü gruplarla karşılaştığımız bir saatlik yürüyüşün ardından kendimize bir mağara bulduk. Şimşek Timinin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Sınırı geçmek için iki saatlik yolumuz vardı. Herkes bir köşeye geçip soluklanmaya başladı. Yüzbaşı tam karşıma oturdu. Şahin’in tepe de gözcülük yapıyordu. Salih ve Anka mağaranın girişinde bekliyorlardı ama görüş alanımızdalardı. Efe yanımda oturuyordu.

Sinirli nefes alış verişlerini duyuyordum. Bana patlamak için an kolluyordu.

‘Yalnız komutanım, ne güzel patlattık dimi?’ Anka’nın çocuksu heyecanına gülmeden duramadım. Efe anında bana döndü. Şimşek Timinin de bizi izlediğini ve dinlediğini biliyordum.

‘Bir de gülüyorsun. Sana daha kaç kere hayatını tehlikeye atacak şeyler yapma diyeceğim ben?’

Gözlerimi devirdim. “ Rütbeden çıkma.”

‘Sikerim rütbesini.’

Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği Salih’in gülüşü bozdu. Efe ona bakar bakmaz gülüşü silindi.

Gözlerimi onlardan çekip, karşımdaki Yüzbaşıya baktım. Göz göze gelince bakışları keskinleşti. Aynı şekilde karşılık verdim.

‘Ne zamandır timin komutası sende?’

Derin bir nefes aldım. “6 ay.”

‘Ne zamandır Yüzbaşısın?’

“1 ay.”

‘Künyeni göster?’

Tek kaşım havalandı. “ Sen göster.”

Bir an afalladı ama bozuntuya vermedi. Tekrar konuşmak için ağzını açtı ama Yasemin’in kıkırtısı onu durdurdu. Anında gözleri ona döndü. Yasemin, ciddileşti.

‘Kusura bakmayın komutanım da sırf kadın diye saçma sapan sorular soruyorsunuz. Bu cinsiyetçi tavrı size hiç yakıştıramadım.’

Diğerlerinin de yarım ağız güldüğünü gördüm. Yaseminle göz göze gelince gülümsedim. En azından aralarından biri mantıklı düşünüyordu.

Yüzbaşı, Yasemin’in bu hallerine alışmış gibiydi ama yine de ciddiyetini bozmadı. Bana döndü.

‘Kusura bakma, alışık değilim.’

Gözlerimi kıstım. “ Neye, bir kadın tarafından kurtarılmaya mı?”

Soruma cevap vermedi. Konuyu uzatmak istemediği belliydi. Biraz olsun onu anlıyordum. Bende onun yerinde olsam durumun gerçekliğini sorgulardım.

‘Sağ ol...’ Gölge timinin diğer üyelerine de baktı. ‘Sağ olun.’

‘Teşekküre gerek yok. Görevimiz neyse onu yaptık.’ Efe’nin aksi sesine gülmeden duramadım.

“Gel döv de rahatla ya. Ne bu gerginlik?”

Bana gözlerini kısarak baktı. ‘Kaşınmayın, Komutanım.’ Rütbeden çıkmamak için verdiği çabaya ufak bir kahkaha attım.

‘Efe komutanım, siz bu gerginlikle erken yaşlanırsınız. Yüzünüz hep kırış kırış olur.’ Salih’in dedikleri bir kahkaha daha atmama neden oldu. Şimşek Timinin de çaktırmadan güldüğünü gördüm. Yüzbaşı’nın bile. Kısa bir an gülüşü tanıdık gelince, bakışlarım yüzünde oyalandı. Gözlerinin kenarında gülünce ortaya çıkan çizgiler vardı. Dudakları gülünce düz bir çizgi halini alıyordu. Sanki gülmekten utanır gibiydi. Tıpkı...

Düşüncelerime mantığım karışınca bütün vücudum titredi. Kendine gel Zeynep, kendini kaptırma Zeynep!

‘Salih, sana söz verdiğim yemek var ya.’ Salih onaylayan bir mırıltı çıkardı. ‘Heh, işte o yemek senin son yemeğin Salih’im.’

Şahin’in de güldüğünü duydum. ‘Bende katılabilir miyim? Sözüm var ilk toprağını ben atacağım.’ Gülümsedim. Birbirleriyle uğraşmaktan asla vazgeçmeyeceklerdi.

“Hep beraber gideriz.”

Salih’in kırgın bir bakış attığını gördüm. ‘Vay be herkes de benim son yemeğimi bekliyormuş.’ Salih arkasını dönüp bizimle iletişimini kesince Efe güldü.

İçerideki herkese kısa bir bakış attım. Biz kendi aramızda konuşurken onlar da bizi dinliyorlardı. Yüzbaşıya döndüm.

“İki haftadır sahadasınız, bunun beş günü işkenceyle geçmiş. Hiç ölümcül yaranız yok.”

Bakışları önce timinde gezindi sonra da bana döndü. ‘Aralarında konuştuklarından anladığım kadarıyla bölge lideri bizi sağ istiyormuş.’

‘Muhtemelen yarın akşamki toplantı da sizi kullanacaktı.’

Efe’yi onayladım. “Yarın akşam büyük bir toplantı var. Bütün kamp liderleri orada olacak. Bizimkilerin amacı herkes oradayken kampı patlatmak. Sizin orada olduğunuzu öğrenince bizi gönderdiler.”

Başını sallayarak anladığını belli etti. O da en az diğerleri kadar yorgundu ama ayakta kalmak için çabaladığını görebiliyordum.

‘Fazla kaldık, yola devam etmemiz gerek.’ Şahin’in uyarısıyla ayaklandım ama Şimşek Timi zorla hareketlendiler. Bu halde saatlerce yürümeleri imkansızdı. Salih’e seslendim, yanıma geldi.

“Senin şu ikinci rotayı tekrar göster.”

Salih, çantasındaki haritayı yere açtı. Bir tarafımda Efe diğer tarafımda Yüzbaşı vardı. İstemsizce kendimi bir koruma kalkanın içinde hissettim ama kısa bir andı. Haritaya odaklandım. Salih sabah gösterdiği rotayı tekrar anlattı. Aynı anda Efe ve Yüzbaşı itiraz etti.

‘Güvenli değil, çatışmaya girecek durumda değiliz.’

‘Kürşat Yüzbaşı haklı.’

Efe, Yüzbaşının adını söyleyince irkilip ona baktım. Göz göze geldiğimizde özür dileyen bir bakış attı.

‘Önümüzde neredeyse beş saatlik yol var.’ Salih öyle deyince Yüzbaşıya baktım. O da yürüyemeyecek halde olduklarının farkındaydı.

Derin bir nefes aldı. ‘Daha önce bu yolu kullandım. Yol üzerinde çok fazla mağara var. Orada saklanan gruplar var.’

Onayladım. “Ama kestirme. Bir saatte sınırı geçmiş oluruz. Diğer türlü ara vermeden yürüsek bile saatler sürer.”

Kısa bir sessizlik oldu. Hepimizin ihtimalleri düşündüğü açıktı.

‘Temkinli olmamız gerekecek.’ Dedi Yüzbaşı.

Omuz silktim. “Her zaman öyleyiz.”

Timine kısa bir bakış daha atıp, onayladığına dair başını salladı. Efe’ye baktım o da onaylayan bir baş hareketi yaptı.

“Birbirimize olabildiğince yakın ilerleyeceğiz. Sınırı geçene kadar durmak yok.” Herkes onaylayan mırıltılar çıkardı.

Yirmi dakika sonra toparlanıp, mağaradan çıkmış ve Salih’in bahsettiği kestirme yola girmiştik. Ben, Efe ve Yüzbaşı en öndeydik. Yüzbaşı daha önce bu yolu kullandığı için tecrübeliydi.

Hepimiz gergindik ama silahları olmadığı için ekstra gergin olan Şimşek Timiydi. Olası bir çatışma durumunda ellerinden bir şey gelmeyeceğinin farkındalardı. Bunun telafisi olarak da olabildiğince hızlı yürümeye çalışıyorlardı.

Önümdeki kayayı geçmek için bir adım aşağı yönelmiştim ki ayağım boşluğa geldi. Dengem kaybolurken sağ ve sol koluma sarılan iki el beni geri çekti. Hemen arkamda yürüyen Efe ve Yüzbaşı beni düz alana çektiler. Efe, anında önüme geçip, bir şeyim olup olmadığına baktı.

“İyiyim.” Başını sallayıp, az önce düşmek üzere olduğum yere baktı. Yüzbaşı’nın önce bana kısa bir bakış atıp sonrasında az önce bastığım yere bakmak için eğildi. Karanlıkta hiçbir şey net görünmüyordu.

‘Senin yapacağın işi sikeyim, Salih. Aşağısı uçurum lan!’ Efe’nin sessiz ama gür sesi Salih’e kadar ulaştığında koşarak yanımıza geldi. O da kontrol etti.

Kulaklıktan Anka’nın sesi yükseldi. ‘Gerizekâlı, bir Yüzbaşı öldürmediğin kalmıştı.’

Salih sıkıntıyla iç çekti. ‘Kusura bakmayın komutanım.’

Eğildiği yerden doğrulan Yüzbaşı bana doğru geldi. ‘Toprak kayması olmuş, Salihlik bir durum değil.’

Başımı onaylar şekilde salladım. “ Üst kısımdan dolaşırız.”

Tekrar önden geçecekken Efe beni durdurup, önüme geçti. Bu sessiz bir sitemdi ama sadece ben anlamıştım. Üst kısma çıkıp, patikayı tepeden takip etmeye başladık ama böyle de açık hedef haline gelmiştik.

“Şahin, etrafta bir hareketlilik var mı?”

‘Sakin, komutanım. Ama bana soracak olursanız bu da pek hayra alamet değil. Normalde önümüze çoktan birilerinin çıkması gerekirdi.’

Anka ‘Senin normal anlayışına tüküreyim ben.’ Diye söylendi.

‘Yarım saatlik yolumuz kaldı. Susun da ayaklarınızı çalıştırın.’ Diyen Efe’nin sinirli olduğu sesinden bile belliydi. Her görevde aynısı oluyordu. Adımımı yanlış yere bassam, eve gittiğimizde sağlam bir kavga ediyorduk. Önümde yürürken ceketinin arkasına tutundum. Görmesem de gülümsediğini biliyordum. Bu aramızda ‘ateşkes’ anlamına geliyordu.

Yüzbaşı’nın da varlığı tam arkamdaydı. Aramızda bir adım mesafe vardı. Omzumun üzerinden kısa bir bakış attım. Saliselik bir zamanda göz göze geldik ama ikimizde aynı anda gözlerimizi çektik. Bana mı bakıyordu? Belki de benim bakacağımı hissedince gözü kaymıştı. Derin bir nefes aldım. Düşünme Zeynep!

Yarım saatlik yürüyüşün ardından sonunda sınırı geçtiğimizde derin bir nefes aldım. Bu sefer farklı bir konumdan geçtiğimiz için bizi alacakları dağ karakoluna gitmemiz daha kısa sürmüştü.

Buradakilerin geleceğimizden haberi vardı. Şimşek timinin muayene edilmesi için bir sağlık ekibi hazırda bekliyordu. Onlar revire giderken ben ve Efe de Karakol Komutanının odasına geçtik. Gölge, dinleniyordu.

Komutanla detayları konuştuktan sonra Tarık Albayla konuşmak için dışarı çıktım. Karakolun önündeki çardaklarda oturan tim beni görünce ayaklandı ama elimle oturun işareti yaptım.

Yuvayı arayıp Tarık Albayla detayları görüşmek için beklemeye başladım.

‘Albay Kurt.’

“Yüzbaşı Karanlı. Operasyon başarıyla tamamlandı, komutanım. Şimşek timiyle birlikte sınırı geçip, güvenli yere geldik.”

Albay’ın derin bir nefes alıp verdiğini duydum. ‘Aferin, Zeynep. Gurur duyuyorum hepinizle.’ Gülümsedim. ‘ Şimşek Timinin durumu nedir?’

“Bitkin düşmüşler. Sağlıkçılar ilgileniyor. Ağır yaralı yok.”

‘Çok şükür. Oradan transferiniz için detayları bir saate bildireceğim.’

Birkaç şey daha söyleyip, telefonu kapattı. Derin bir nefes aldım. Arkamı döndüğümde Efe ve Yüzbaşı’nın karakolun kapısından çıktığını gördüm. Çardakta oturan time doğru ilerledim. Onlar da oraya doğru gelmeye başladılar.

Salih oturduğu yerden kalkarak bana yer verdi. Ben oraya otururken o da karşımdaki boşluğa oturdu. Efe ve Yüzbaşı da yanımıza geldi. Efe sağ tarafımdaki boşluğa otururken Yüzbaşı da arkadan dolaşıp solumdaki boşluğa oturdu. Koruma kalkanı yine etrafımdaydı.

Yüzbaşıya baktım. “Sıkıntılı bir durum var mı?”

Kafasını olumsuz anlamda salladı. Yorgundu ama bunu henüz kabul etmiş görünmüyordu. Önüme döndüm.

“Bir saate Tarık Albay transfer detaylarını bildirecek.”

Timdeki herkes anladığına dair mırıltılar çıkardı. Efe koluma dokununca ona döndüm. Başıyla kalkmam için işaret verdi. Başlıyoruz.

İkimizde ayaklanınca Yüzbaşı’nın bakışlarını üstümüzde hissettim. Efe birazdan geliriz deyip önden ilerlerken arkasına takıldım. Karakolun yanındaki boş olana doğru gidip, yeterince uzaklaşınca durdu. Arkasını dönüp bana baktı.

‘Kızım sen akıllanmayacak mısın? Kafana göre hareket edip benim canımı sıkma Zeynep!’

Nefesimi dışarı verdim. “Abartma!”

‘Bana bak yemin ederim abi dayağı yersin!’ Sesi her zamankinden yüksek çıkınca elimde olmadan gözlerim doldu. İçimde bin bir türlü deprem olurken bir de Efe’nin bağırması tuzu biberi olmuştu.

Gözlerimin dolduğunu görünce şaşırdı. ‘İyi misin sen?’

Başımı hayır anlamında salladım. Konuşmaktan ve düşünmekten kaçtığım her şey omzuma yük olmuştu. Beni tek koluyla sarıp, göğsüne bastırdı. Göz yaşlarım anında aktı. Düşünmekten kaçtığım her şey beynimde dolanmaya başladı.

“Ben düşünmemeye uğraşıyorum ama olmuyor. Zaten her şey zor değilmiş gibi şimdi de üstüne bu tesadüf. Kendimi ona bakmamak için zorluyorum her seferinde. Çünkü baktığımda tanıdık bir iz bulmaya çalışırken buluyorum kendimi.”

Diğer kolunu da sıkıca bana sardı. ‘Az kaldı, güzelim. Birazdan gideceğiz buradan sonra da bir daha görmeyeceğiz.’

Telefonum çalınca Efe’den ayrıldım. ‘Yuva’ yazısını görünce hızla göz yaşlarımı sildim.

Telefonu açtım. “Dinliyorum.”

‘Transfer iptal edildi, Yüzbaşım. Hava şartları helikopter için uygun değil. Transfer için yeniden saat belirlenecek.’

“Anlaşıldı.” Telefonu kapatıp Efe’ye baktım.

“Transfer iptal, hava durumu kötüymüş.” Boğazımdaki düğüm yüzünden sesim fısıltı gibi çıktı.

Sıkıntıyla çardakların oraya baktım. Yüzbaşıyla göz göze geldik. Anlaşılan, bir süre daha birbirimizi görecektik.

Gelen görev emrinin ardından askeriyeye gelmemiz yarım saati bulmuştu. Daha bir saat önce gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmak çok zordu ama kendimi bir anda operasyon komuta odasında Tarık Albayın önünde bulunca tokat yemişim gibi gerçek hayata dönmüştüm.

Tarık Albay, önünde duran monitörden gözlerini çekip, yan yana sıralanmış Gölge Timine baktı. Gözleri hepimizi hızlıca taradı, en son bende durdu.

‘Uzun ve zor bir görev olacak. Mazereti olan yok değil mi, Yüzbaşım.’

Tereddütsüz “Yok, komutanım.” Dedim. Memnuniyet dolu kısa bir tebessüm etti ama ifadesi hızla ciddiyete geri döndü.

Sağ tarafımızda kalan büyük ekranı işaret etti. Hepimizin gözleri o yöne döndü. ‘İki hafta önce Hakkâri’de görevli bir özel harekat timi, sınır dışı göreve çıktı. Timin adı Şimşek, beş kişiler. Komutasında bir Yüzbaşı var. Yüzbaşı ve timinden beş gündür haber alınamıyor. Sınır dışında çalışan istihbaratçılardan yeni bir bilgi geldi. Beş askerin sınıra yakın bir terörist kampında esir tutulduğu konuşuluyormuş.’

Büyük ekranda kampın resimleri dönmeye başladı. Odadaki herkesin gerildiğini hissediyordum. Bahsedilen kamp, bölgenin kilit noktasındaydı. İçeri sızmak zordu, esir tutulan askerleri alıp çıkmak neredeyse imkansızdı.

‘Bölgeyi tanıyorsunuz. Bahsedilen kamp uzun zamandır istihbarat birliği tarafından izleniyor ve giren çıkan herkes takip ediliyor. Yarın akşam bölgedeki kamp liderlerinin bir toplantısı var. Amaç, herkes oradayken kampı patlatıp büyük bir darbe indirmekti ama askerlerimiz oradayken yapamayız.’

Bölgede neredeyse elliye yakın kamp vardı. Elli liderin aynı anda ölmesi demek; sınır hattımızdaki terör yerleşiminde büyük bir delik açmak demekti.

Tarık Albay hiç görmediğim kadar gergindi. ‘Şuandan itibaren rehineleri kurtarmak için otuz yedi saatiniz var.’

Ekrana bu sefer de Şimşek Timinin resimleri geldi. Hepsinin yüzünde hızlıca göz gezdirdim. Dört erkek, bir kadın. Saniyeler sonra resimlerin altında isimler belirdi. Gözlerim bu sefer de sondan başa doğru isimleri okurken, Yüzbaşı rütbesinin altında yazan isim nefesimi tutmama neden oldu.

Tarık Albayın sesi silikleşirken söylediği tek bir isim beynimdeki odaların hepsinde yankılandı.

‘Yüzbaşı Kürşat Yağız.’

Gözlerim istemsizce ismin üstündeki resmi buldu. Az öncekine nazaran daha dikkatli inceledim. Esmer, keskin yüz hatlarına sahipti. Gözleri koyu yeşildi, tıpkı benim Kürşat’ımın ki gibi.

Hemen arkamda duran Efe, belime dokununca irkildim. Tarık Albay tekrar önündeki monitöre dönmüştü. Bize bakmamasını fırsat bilerek Efe’ye baktım. O da en az benim kadar şaşkındı.

‘Sadece tesadüf.’ Fısıltıyla söylemişti ama bütün hücrelerimde yankılandı. Sadece tesadüf. Adı Kürşat olabilirdi ama benim Kürşat’ım değildi.

Resimlerin olduğu ekrana bakmamaya özen göstererek Tarık Albay’ın konuşmasına odaklanmaya çalıştım. Arka planda bin bir türlü teori üreten beynime sürekli olarak ‘tesadüf’ diye hatırlatmak zorunda kaldığım on beş dakikanın sonunda gelen hareket emriyle kumanda odasından çıkmak için kapıya yöneldik.

Timdeki herkesle birlikte kapıdan çıkarken Tarık Albay kalmamı söyleyince az önceki yerime döndüm. Ekrana bakma Zeynep.

Tarık Albay, babacan bir tavırla omzuma vurunca gözlerimi ona çevirdim.

‘Bu Yüzbaşı olduktan sonra gideceğin ilk sınır dışı görevin. Oldukça zor olduğunun da farkındayım. Üzerine fazla baskı yüklemek istemem ama uyarmam gerek. Herkesin gözü senin üstünde. Timin komutasında bir kadın Yüzbaşı olması pek görülmüş bir şey değil. Ben sana güveniyorum. Askerlerimizi alın ve sağ salim dönün.’

“Emredersiniz komutanım.” Üzerimdeki baskının farkındaydım. Mesleğime bağlılığımı defalarca ispatlamış ve bir ay önce yaptığımız büyük operasyon sonrası Yüzbaşı olmuştum. Ne Yüzbaşı unvanımı ne de timimi kaybetmeye niyetim yoktu.

Tarık Albay’ın telefonu çalınca çıkmak için izin aldım. Tekrar ekrana bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum ama elim kapının kolunda, açmadan duraksadım. Mantığımı devre dışı bırakan kalbim, gözlerimi resme bakmak için ikna etti.

Omzumun üzerinden ekrana baktım. Yüz hatlarına tekrar baktım. Çenesine, dudaklarına, burnuna. En son gözlerinde takılı kaldım. Tanıdık bir iz aradım ama gözlerinin renginden başka bir şey tanıdık gelmedi. Derin bir nefes aldım. Tesadüf.

Harekat emri çıkmasının üzerinden dört saat geçmişti. Helikopterle bölgeye yakın bir konuma bırakılmıştık ama gizli bir görev olduğu için sınırı yürüyerek geçmek zorundaydık. Operasyonu tamamlamak için otuz üç saatimiz kalmıştı.

Tek sıra halinde ince patika yolda ilerliyorduk. Önde ben arkamda Efe. Onun arkasında da sırasıyla Anka, Salih ve Şahin vardı.

‘İyi misin?’ Efe’nin sessizce sorduğu soruyu ufak bir mırıltıyla cevapladım. Bunun üzerine konuşmak istemiyordum. O da anlamış olacak ki gözlerini etrafta gezdirmeye devam etti.

‘Komutanım.’ Omzumun üzerinden arkaya baktım. Salih’in elindeki haritayla bana doğru geldiğini gördüm. Durdum. Ben durunca diğerleri de durup, gözcü pozisyonuna geçtiler. Salih elindeki haritayı kenardaki düz alana açtı. Tek dizimi yere dayayıp, eğildim.

‘Daha hızlı sınırı geçebilir miyiz diye bakıyordum. Güvenli geçit, yürüyerek, buradan üç saat uzaklıkta. Üstelik gideceğimiz kampa bir saat geç ulaşmamıza neden olacak. Yani dört saat kaybedeceğiz. Ama eğer...’ Parmağıyla haritanın üzerinde bir yol çizdi. ‘Bu yolu kullanıp, bize yakın olan geçiti kullanırsak en az dört saat kazanacağız.’

Derin bir nefes alıp, her iki yolu da düşündüm. Eğer şimdiki rotamızda ilerlersek güvende olacaktık ama ikinci ortaya geçersek, önümüze terörist grubu çıkması kaçınılmaz olacaktı.

“Güvenli değil. Eğer önümüze bir grup çıkarsa daha fazla zaman kaybetmemize neden olur.”

Efe, Anka ve Şahin de yanımıza gelip, haritayı incelediler.

“Daha otuz üç saatimiz var. Acele edip, kendimizi riske atmamız demek askerlerimizin orada yalnız kalması demek. Aceleci değil hızlı olmamız lazım.”

Timin geri kalanından da onaylayan mırıltılar yükseldi.

“Ama yine de acil durum rotası olarak değerlendirebiliriz. Gerek kalmamasını umalım.”

Salih toparlanıp, yerine geçtikten sonra yola devam ettik. Kampa ulaşmamız altı saat kadar sürecekti. Kalbim her zamankinden daha dengesiz çalışıyordu. Göğüs kafesime yumruk yemiş gibiydim. Düşünmemeye çalışıyordum ama ‘Ya oysa’ diyen fısıltıları susturamıyordum. Aynı fısıltılar ‘Ya oysa ve sen yine geç kalırsan.’ demekten de çekinmiyorlardı. Adımlarımı daha da hızlandırdım.

Neredeyse üç saatlik yürüyüşün ardından güvenli geçitten sınırı geçip, dinlenmek için bir mağaraya girmiştik. Kayalıklarla kaplı arazide kendimizi saklayabileceğimiz en iyi yer mağaralar oluyordu. Şahin, mağara ağzında keskin nişancı iç güdüleriyle gözcülük yapıyordu. Salih ve Anka tam karşımda mağaranın duvarına sırtlarını dayamış, dinlenmeye çalışıyorlardı.

Efe sessizce yanımda oturuyordu ama vücut dili bile bu sessizlikten rahatsız olduğunu haykırıyordu. Oldu olası sessizliği sevmezdi. Yetiştirme yurdunda da hep en kalabalık en gürültülü yerleri bulur, yalnız kalmamak için elinden geleni yapardı.

Dirseğimle koluna vurdum. “Ee daha daha nasılsınız, üsteğmenim?”

Anında gergin yüzü yumuşadı. ‘Sağlığınıza duacıyız, Yüzbaşım.’

Karşımızda oturan Salih’in sessiz kıkırtısını duyunca ikimizde ona döndük. Salih anında ciddileşirken Anka’nın da kınayan bakışları ona döndü.

‘Ciddiyetsiz herif.’ Anka yüzünü buruşturarak önüne döndüğünde, gülümsedim. Laubalilikten hoşlanmazdı.

‘Neye gülüyorsun lan, komik bir şey mi var?’ Efe’nin sorusuna vereceği cevabı düşünür gibi gözlerini kıstı. Sonra cümlesini toparlamış olacak ki konuşmaya başladı.

‘Siz, şimdi Zeynep Komutanımın abisisiniz ya Komutanım. Zeynep Komutanım, sizin üst rütbeniz olunca şey geldi bana. Ondan güldüm.’

Gülmemek için kendimi sıktım. Efe’nin en gıcık olduğu konu buydu. Benim başarım onu her zaman mutlu ederdi ama konu onun başarısızlığına geldiğinde gözlerinden ateş çıkardı.

‘Sana mı sorduk lan? Dışarda kardeşimse burada Komutanım. Her ikisiyle de gurur duyarım. Gülenin de evveliyatını sikerim.’

Salih yeterli cevabı almış olacak ki başını önüne eğerek gözlerini kapattı. Sanırım görünmez olmaya çalışıyordu. Tam yanında oturan Anka’nın Salih’e kısa bir bakış atıp, yarım ağız güldüğünü görmüştüm ama saliselik bir şeydi çünkü benim baktığımı görünce anında silinmişti. O da aynı Salih gibi gözlerini kapattı. Salih’le aralarındaki tek fark Anka’nın istediğinde görünmez olabiliyor olmasıydı.

Sağımda oturan Efe’ye kısa bir bakış attım. Göz göze geldiğimizde gülümseyip, göz kırptı. Aynı içtenlikle gülümsedim. Efe de gözlerini kapatıp, kafasını arkasındaki duvara yasladı. Yorgundum ama yine rüya görme korkusuyla gözlerimi kapatamıyordum. O yüzden yerimden kalkıp, mağaranın girişine ilerledim. Şahin hala bıraktığımız yerde etrafı izliyordu. Benim geldiğimi görünce duruşunu düzeltti.

‘Bir sorun mu var komutanım?’

“Yok, hadi geç dinlen biraz. Nöbeti ben tutarım.”

‘Komu-

“Emrimi mi ikileteceksin?”

‘Emredersiniz komutanım.’

Ben nöbete başlarken o da mağaranın içine geçti ama adım seslerinin çok uzaklaşmamasından girişe yakın bir yerde durduğunu anlamıştım. Şahin, timdeki herkesi canı pahasına korumaya çalışırdı. Öncesinde çalıştığı timi onun olmadığı bir görevde şehit düşmüştü. Bunun hakkında çok konuşmazdı ama hepimiz kendini suçladığını bilirdik. Etrafındaki herkesi koruma çabası da onun suçluluk hissini bastırma şekliydi.

Kırk dakikalık molanın ardından bu sefer de kampın olduğu bölgeye yürümeye başladık. Bu sınırı geçmek kadar kolay olmayacaktı çünkü sürekli etrafta gezen gözcü grupların olduğunu biliyorduk. Olabildiğince kayalıkların bizi kamufle edeceği patikaları seçiyorduk. Yakalansak kim olduğumuzu anlayacakları bir şey üzerimizde yoktu. Kamuflajlarımızı, kişisel eşyalarımızı ve künyelerimizi sınıra yakın bir karakolda bırakmıştık. Yani burada şehit olsak Türk Silahlı Kuvvetleri naaşlarımızı bile alamayacaktı.

Kampı gören tepeye geldiğimizde kendimize saklanmaya uygun bir boşluk bulup, etrafı incelemeye başladık. Şahin bana bakıp, hemen arkamızdaki uzun kayayı gösterdi. Elimle oraya çıkması için onay verdim. İçerisi hakkında bilgi verebilecek tek kişi Şahin’di. Adının hakkını veren gözleri vardı. Bazen duvarın bile arkasını gördüğünü düşünüyordum.

Aramızda haberleşmek için kullandığımız kulaklıkları takıp, aramızda mesafe bırakarak kendimize birer kaya seçip onun arkasına geçtik. Bir süre gözlem yapmamız gerekiyordu. Havanın kararmasın yedi saatten az vardı. Operasyonu tamamlamamız için yirmi yedi saatimiz vardı. Havanın kararmasını beklemek zorundaydık bu da yirmi saatimiz kaldı demekti. Yirmi saatte beş askeri kurtarmamız ve sınırı geçmemiz gerekiyordu. Doğru stratejiyle yapamayacağımız şey yoktu ama imkansıza oynuyorduk.

‘Kamp çok yoğun. Giriş kapısının sağında ve solunda nöbet kulübeleri var. İkisinde toplam sekiz kişi. Girişten yirmi metre ilerdeki mavi yapı, ambar. Kapısında iki kişi var. İçeride muhtemelen sivil işçiler çalışıyor. Tam karşısındaki kırmızı yapı, yemekhane. Yanındaki beyaz yapı, revir. Kapısında iki kişi var. İçeride çalışan kişiler muhtemelen örgüt üyesi.’

Şahin gördüklerini anlatırken bende dürbünle hepsini tek tek inceliyordum.

‘Kampın tam ortasındaki iki katlı yeşil yapı, liderin bulunduğu ana bina. Kapısında dört kişi var. Giren herkesin üstü aranıyor. Ana binanın otuz metre ilerisinde tahta bir kulübe var. Dört tarafında da koruma var. Toplam 10 kişi. Muhtemelen rehineler burada. Kulübenin camı benim için kör nokta ama eğer kapı açılırsa içeriyi görürüm.’

“İzlemeye devam et, Şahin. Bizimkilerden bir iz gördüğün anda haber ver.”

‘Anlaşıldı.’

Dürbünle etrafı daha detaylı incelemeye başladım. Kampın etrafı tellerle çevriliydi. Gördüğüm trafo kutuları tellerde elektrik olduğunu gösteriyordu. Tek giriş ön taraftaki kapıydı.

“Tellerde elektrik var.” Kulaklıktan Efe’nin okkalı bir küfür ettiğini duydum.

‘Uçarak mı gireceğiz biz bu siktiğimin kampına?’

“Girmenin bir yolunu bulmamız için altı saatimiz var. Dikkatli bakın, illaki bir açıkları vardır.”

Geçen dört saat boyunca yaptığımız tek şey izlemekti. Az çok kampın işleyişini anlamıştık. Dört saatlik zamanda iki kez nöbet değişimi olmuştu. Değişim sırasında kapıda on dakikalık bir boşluk oluyordu. Akıllı ve hızlı davranırsak on dakikada içeri girmek zor olmazdı.

“Her nöbet değişiminde kapı on dakikalığına boş kalıyor.”

‘On dakikada bırak içeri girmeyi hepsinin götünden kan bile alırım, ruhları duymaz.’ Efe’nin sesi kulaklıktan bana ulaştığında gülümsedim.

“Vardiya değişimine kadar kampa olabildiğince yaklaşmamız gerekecek, fark edilmeden oraya kadar gidebilir miyiz, Şahin?”

Bir süre cevap gelmedi. Etrafı incelediğini, ihtimalleri tarttığını biliyordum.

‘Şahin hadi yavrum, duramıyorum ben yerimde. Sağdan soldan geliyorlar bana.’ Anka her zamanki aceleci tavrıyla sessizliği bozdu.

‘Lan bir dur adam baksın sağa sola. Sana kalsak hepimiz bok yoluna gideriz.’ Efe’yle Anka derin bir tartışmaya başlamışken Şahin araya girdi.

‘ Sağ taraftaki patikadan inip, kayaların arkasından sol tarafa, kapının oraya, ilerlerseniz kimse görmeden içeri girmek için fırsatınız olur. Ben burada kalıp sizi korurum. Benim yönlendirmemle nöbetçileri daha kolay indirirsiniz. Uygun mudur komutanım?’

Etrafa son bir göz gezdirdim. Yapabileceğimiz en mantıklı plan buydu. “Uygundur.” Derin bir nefes aldım. Şimdi yapmamız gereken tek şey değişim saatini beklemekti. Güneş batmak üzereydi. Hava yavaş yavaş karanlığa teslim oluyordu.

Kulaklığım cızırdadı. ‘Saat üç yönünde. Kulübenin kapısı açıldı, içeride bizimkiler var. Elleri ve gözleri bağlı.’

Kulübenin kapısı kapanmadan içeridekileri gördüm. Net inceleme şansım olmadan kapı kapanmıştı ama Şahin benden daha fazla detay görmüştü.

Boynuma taktığım boyunluğu çekiştirip yüzümün yarısını kapattım.

“Başlıyoruz, Gölge.”

Senkronizasyon içinde dört kişi birlikte aşağı inerken yukarıda bekleyen Şahin’in yönlendirmeleri sayesinde kapıya en yakın noktaya geldik. Vardiya değişimine iki dakika vardı. Olduğumuz yerde olabildiğince saklanıp beklemeye başladık.

“Kulağımız sende, Şahin.”

‘Otuz saniye.’

Silahlarımıza susturucuları taktık. ‘Girin.’

Şahin’in komutuyla ben önde diğerleri arkada kapıdaki boşluktan içeri girip ikiye ayrıldık. Ben ve Efe sağdan devam ederken, Anka ve Salih sola yöneldi. Hemen yakındaki binanın arkasına geçip, durduk.

‘Komutanım, ilerleyin. Anka, Salih sığınızda iki kişi.’

Efe’yle ben ilerlerken Anka ve Salih’in onlara doğru gelen iki kişiyi indirdiklerini gördüm. Aradaki boşluğu geçip diğer binanın arkasına geldik.

‘Efe, solunda.’ Efe binanın yan tarafından çıkan adamın boynunu tek hareketle kırıp, duvarın kenarına çekti.

‘Anka, Salih yemekhaneden uzaklaşın herkes orda. Yemek saati.’

‘Ulan ben kırk sekiz saattir tek öğün yaptım. Şerefsizler üçüncü öğünü yiyorlar.’ Salih’in sitem dolu sesi kulaklıktan duyuldu.

‘Bir çıkalım şuradan yemek senin köpeğin olsun Salih’im.’ Efe etrafı gözlerken Salih’e cevap verdi. Gülümsedim, Salih bu yemek sözünü asla unutmazdı.

‘Kulübenin etrafındaki nöbetçilerin değişim saati. Hepsi yemekhaneye gidiyor.’

Efe’yle göz göze geldiğimizde ilerlemesi için işaret verdim. İkimizde aynı hızda adımlarımızı atarak ilerlemeye başladık. Nihayet kulübenin olduğu kısma geldiğimizde durduk. Anka ve Salih’in olduğu tarafa kısa bir bakış attım. Onlar da kenarda beklemeye başladılar.

“Hepimiz içeri giremeyiz. Ben girip, içeridekileri kontrol edeceğim.”

Efe anında bana dönüp, kulaklığını kapattı. ‘Ya içeride bilmediğimiz biri varsa. Delirdin mi Zeynep?’

Bende kulaklığımı kapattım. “Kimse yok,olsa Şahin görürdü. Onları oradan çıkarabilmemiz için önce nasıl olduklarını öğrenmemiz gerek.”

‘Tamam ben girerim.’

Cevap vermedim. Gözlerimi devirip, kulaklığımı açtım.

“İçeri giriyorum. Şahin, kulağım sende.”

‘Anlaşıldı.’

Efe bir şey demek için ağzını açtı ama konuşmasına fırsat vermeden yanından geçtim. Hızla kendimi kulübenin kapısına attım. Görmezden geldiğim kalbim istemsizce hızlandı ama mantığım kontrolü elinde tutma konusunda kararlıydı. Düşüncelerin beni ele geçirmesine izin vermeden kapıyı hafifçe araladım. Aralıktan baktığımda kimseyi göremedim. Bedenimi yavaşça boşluktan içeri sokup, hızlıca etrafı taradım.

İçerideki ışığa gözlerimin alışması uzun sürmedi. Tam karşımda; elleri , ayakları ve gözleri bağlı halde yerde oturan beş kişiyi görünce nefesimi tuttum. İçeride başka kimse yoktu. Beşi de bitik haldeydiler ama içeriye birinin geldiğini hissedince hareketlendiler.

Hızlıca yanlarına gidip tek tek hepsinin göz bağını açtım. Gözleri ışığa alışmakta zorlanırken ilk önce timdeki tek kadın olan Yaseminle göz göze geldik. Sonrasında da diğerleriyle tek tek göz teması kurdum. En son Yüzbaşıyla göz göze geldik. Kürşat’la.

Kendimi kaptırmadan gözlerimi çektim. Hepsi anlamsız gözlerle bana bakarken kulaklığımdan Efe’nin sesi duyuldu.

‘Zeynep!’

“Sorun yok.” Kısa bir cevap verip, tekrar önümdeki beş kişiye döndüm.

‘Sen kimsin?’ Yüzbaşı’nın kendinden emin tok sesi ortamda yayıldı . Hepsi bana boş gözlerle bakıyordu. Önlerinde eğildim.

“Yüzbaşı Zeynep Karanlı. Dışarıdakiler de benim timimden. Sizi buradan çıkarmaya geldik.”

Yüzbaşı’nın alaycı bir gülüşle yüzüme baktığını görünce kaşlarımı çattım. Komik olan neydi?

‘Yüzbaşı? Üstüne bir de timin komutasındasın? Daha yaratıcı numaralar beklerdim. Böyle mi ağzımızdan laf alacaksınız?’

Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Beni terörist falan mı sanmıştı?

Derin bir nefes aldım. “Gerçekliğimi buradan çıktığımızda sorgularsın. Şuan zamanımız yok.”

Ellerini çözmek için hareketlendiğimde ayağıma tekme atmaya niyetlendi ama anlık refleksle kurtuldum. Şaşırdı.

“Teröriste benzer bir halim mi var gerçekten?”

Yüzümdeki boyunluğu indirip, yüzümü ortaya çıkardım. “Özel kuvvetlerde Yüzbaşıyım. Tıpkı senin gibi.” Rütbesini bilmemi beklemediği her halinden belliydi. Yüzümü incelemeye devam etti.

Kulaklığımdan tekrar Efe’nin sesi yükseldi. Muhtemelen ortamdaki herkesin duyduğunu bilmediği için küfür etmekten çekinmiyordu.

‘Zeynep, ya oradan iki dakika içinde çıkarsın ya da rütbe falan dinlemem seni eşek sudan gelinceye kadar pataklarım.’

Cevap vermeden tekrar ellerini çözmek için hareketlendim. Botuma sakladığım çakıyı çıkarıp, ipleri kesmeye başladım.

“Yaralarınız çok kötü mü?” Sonuncu ipi de kesip, hepsinin ayaklarındaki ipi çözmesini izledim. Vücutlarının görünen kısmında morluklar ve yüzeysel yaralar vardı. İşkence görmüşlerdi ama ölümcül bir yaraları gözükmüyordu.

Yüzbaşı ayağa kalkıp, önüme dikildi. ‘Dayanamayacağımız bir durum yok.’

“Güzel.” Sağ taraftaki küçük camdan dışarı baktım. Şahin’in içeriyi göremediğini biliyordum.

“Şahin, çıkıyoruz.”

‘Olumsuz komutanım. Girişteki nöbetçiler geri geldi. Kulübenin oraya gelen bir grup nöbetçi var.’

Kulaklıktan gelen sesi duyan Yüzbaşıyla göz göze geldik. Timinin geri kalanı da ayaklandı.

‘Gelenleri içeri çekersek hepsini indiririz.’ Yaseminin önerisiyle ona döndüm. Gözü kara olduğu belliydi ama yakalanma riskimizi göz ardı edemezdim.

Kulübenin içine daha dikkatli baktım. Köşede masanın altında duran bidonu görünce oraya doğru ilerledim. Bidonun kapağını açar açmaz benzin kokusu burnuma doldu. Sanırım biraz gürültü yapmamız gerekecekti.

“Anka, yanında el bombası var mı?”

‘Her zaman komutanım.’ Gülümsedim.

‘Ne yapacaksın el bombasını?’ Arkamda konuşan Yüzbaşıya döndüm. Gözleri kısılmış beni izliyordu.

“Dışarısı biraz karanlık da, aydınlatacağım.” O ne dediğimi anlamaya çalışırken bende elimdeki bidondaki benzini etrafa dökmeye başladım. Bir yandan da hem dışarıdakiler hem de içeridekilere planı anlatmaya başladım.

‘Bir dakika sonra kapıda olurlar.’ Boşalan bidonu kenara fırlattım.

“Biz dışarı çıkar çıkmaz el bombasını fırlat, Anka.”

‘Anlaşıldı.’

Arkamda beni izleyen beş kişiye döndüm. “Beni takip edin. Hızlı olmamız lazım.”

Dikkatle kulübenin kapısını açtım. Şimşek Timinin önce çıkması için kenara çekildim. Yüzbaşı da benim gibi kenara çekilip, diğerlerini önce çıkardı. Sağ ve sol tarafta bizimkileri görüyordum. Efe’nin çıkanları saklandığı duvarın arkasına aldığını gördüm.

İleriden gelen nöbetçilerin sesleri gelmeye başlayınca Yüzbaşıyla göz göze geldik. İlerlemesi için işaret verdim. İkiletmeden ilerlediği için şaşırsam da bende hızlanıp peşine takıldım. Efe ve diğerlerinin yanına geldik.

Sesler daha da yaklaştı. “Anka, şimdi.”

Anka el bombasını kulübenin önüne fırlattı. Nöbetçiler neredeyse bombanın önüne geldiğinde de büyük bir gürültüyle bomba patladı. Hepimiz kendimizi korumak için en uzak köşeye sindik. Anında kampın içinde alarm çalmaya başlarken, içeriye döktüğüm benzin sayesinde kulübe alev aldı.

‘Kapı temiz, acele edin.’ Şahin’in komutuyla Efe önde aramızda Şimşek Timi ve en arkada ben olacak şekilde kapıya gitmeye başladık. Yüzbaşı tam önümdeydi ve arada bir arkasına dönüp beni kontrol ediyordu. Sanırım halen daha şüpheleri vardı.

Nihayet kapıya geldiğimizde Anka ve Salih de bize katıldı. Yine Şahin’in yönlendirmesiyle öncesinde beklediğimiz tepeye kadar çıktık. Kamptakiler bir şey anlamadan buradan uzaklaşmamız gerekiyordu.

Bitik halde yere oturmuş beş kişiye baktım. Aralarından sadece Yüzbaşı yaralarından etkilenmemiş gibi duruyordu.

“Buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Yürüyebilir misiniz?”

Hepsi ne kadar bitik olsa da kafalarını evet anlamında salladılar.

Yüzbaşı ayağa kalkıp yanıma geldi. ‘Sınıra ne kadar uzaklıktayız?’

“Üç saat.” Sıkıntılı bir nefes verip, timine döndü. Durumlarını kendince değerlendiriyordu.

‘Biraz uzaklaştıktan sonra mola vermemiz gerekebilir.’

‘Sorun yok. Buradan uzaklaşalım da gerisini hallederiz.’ Efe’nin söylediklerini onayladım.

‘Etrafı aramaya gelenler var. Hızlı olun.’

Şahin’in uyarısıyla toparlanıp , hızlı kamptan uzaklaşmaya başladık. Birkaç dakika sonra Şahin’in de saklandığı yerden çıkıp bize katıldı. Yüzbaşı’nın bizi incelediğinin farkındaydım. Bende ona bakmamak için kendimle savaş veriyordum. Duygularımı bu işe karıştıramazdım.

Ara ara gözcü gruplarla karşılaştığımız bir saatlik yürüyüşün ardından kendimize bir mağara bulduk. Şimşek Timinin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Sınırı geçmek için iki saatlik yolumuz vardı. Herkes bir köşeye geçip soluklanmaya başladı. Yüzbaşı tam karşıma oturdu. Şahin’in tepe de gözcülük yapıyordu. Salih ve Anka mağaranın girişinde bekliyorlardı ama görüş alanımızdalardı. Efe yanımda oturuyordu.

Sinirli nefes alış verişlerini duyuyordum. Bana patlamak için an kolluyordu.

‘Yalnız komutanım, ne güzel patlattık dimi?’ Anka’nın çocuksu heyecanına gülmeden duramadım. Efe anında bana döndü. Şimşek Timinin de bizi izlediğini ve dinlediğini biliyordum.

‘Bir de gülüyorsun. Sana daha kaç kere hayatını tehlikeye atacak şeyler yapma diyeceğim ben?’

Gözlerimi devirdim. “ Rütbeden çıkma.”

‘Sikerim rütbesini.’

Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği Salih’in gülüşü bozdu. Efe ona bakar bakmaz gülüşü silindi.

Gözlerimi onlardan çekip, karşımdaki Yüzbaşıya baktım. Göz göze gelince bakışları keskinleşti. Aynı şekilde karşılık verdim.

‘Ne zamandır timin komutası sende?’

Derin bir nefes aldım. “6 ay.”

‘Ne zamandır Yüzbaşısın?’

“1 ay.”

‘Künyeni göster?’

Tek kaşım havalandı. “ Sen göster.”

Bir an afalladı ama bozuntuya vermedi. Tekrar konuşmak için ağzını açtı ama Yasemin’in kıkırtısı onu durdurdu. Anında gözleri ona döndü. Yasemin, ciddileşti.

‘Kusura bakmayın komutanım da sırf kadın diye saçma sapan sorular soruyorsunuz. Bu cinsiyetçi tavrı size hiç yakıştıramadım.’

Diğerlerinin de yarım ağız güldüğünü gördüm. Yaseminle göz göze gelince gülümsedim. En azından aralarından biri mantıklı düşünüyordu.

Yüzbaşı, Yasemin’in bu hallerine alışmış gibiydi ama yine de ciddiyetini bozmadı. Bana döndü.

‘Kusura bakma, alışık değilim.’

Gözlerimi kıstım. “ Neye, bir kadın tarafından kurtarılmaya mı?”

Soruma cevap vermedi. Konuyu uzatmak istemediği belliydi. Biraz olsun onu anlıyordum. Bende onun yerinde olsam durumun gerçekliğini sorgulardım.

‘Sağ ol...’ Gölge timinin diğer üyelerine de baktı. ‘Sağ olun.’

‘Teşekküre gerek yok. Görevimiz neyse onu yaptık.’ Efe’nin aksi sesine gülmeden duramadım.

“Gel döv de rahatla ya. Ne bu gerginlik?”

Bana gözlerini kısarak baktı. ‘Kaşınmayın, Komutanım.’ Rütbeden çıkmamak için verdiği çabaya ufak bir kahkaha attım.

‘Efe komutanım, siz bu gerginlikle erken yaşlanırsınız. Yüzünüz hep kırış kırış olur.’ Salih’in dedikleri bir kahkaha daha atmama neden oldu. Şimşek Timinin de çaktırmadan güldüğünü gördüm. Yüzbaşı’nın bile. Kısa bir an gülüşü tanıdık gelince, bakışlarım yüzünde oyalandı. Gözlerinin kenarında gülünce ortaya çıkan çizgiler vardı. Dudakları gülünce düz bir çizgi halini alıyordu. Sanki gülmekten utanır gibiydi. Tıpkı...

Düşüncelerime mantığım karışınca bütün vücudum titredi. Kendine gel Zeynep, kendini kaptırma Zeynep!

‘Salih, sana söz verdiğim yemek var ya.’ Salih onaylayan bir mırıltı çıkardı. ‘Heh, işte o yemek senin son yemeğin Salih’im.’

Şahin’in de güldüğünü duydum. ‘Bende katılabilir miyim? Sözüm var ilk toprağını ben atacağım.’ Gülümsedim. Birbirleriyle uğraşmaktan asla vazgeçmeyeceklerdi.

“Hep beraber gideriz.”

Salih’in kırgın bir bakış attığını gördüm. ‘Vay be herkes de benim son yemeğimi bekliyormuş.’ Salih arkasını dönüp bizimle iletişimini kesince Efe güldü.

İçerideki herkese kısa bir bakış attım. Biz kendi aramızda konuşurken onlar da bizi dinliyorlardı. Yüzbaşıya döndüm.

“İki haftadır sahadasınız, bunun beş günü işkenceyle geçmiş. Hiç ölümcül yaranız yok.”

Bakışları önce timinde gezindi sonra da bana döndü. ‘Aralarında konuştuklarından anladığım kadarıyla bölge lideri bizi sağ istiyormuş.’

‘Muhtemelen yarın akşamki toplantı da sizi kullanacaktı.’

Efe’yi onayladım. “Yarın akşam büyük bir toplantı var. Bütün kamp liderleri orada olacak. Bizimkilerin amacı herkes oradayken kampı patlatmak. Sizin orada olduğunuzu öğrenince bizi gönderdiler.”

Başını sallayarak anladığını belli etti. O da en az diğerleri kadar yorgundu ama ayakta kalmak için çabaladığını görebiliyordum.

‘Fazla kaldık, yola devam etmemiz gerek.’ Şahin’in uyarısıyla ayaklandım ama Şimşek Timi zorla hareketlendiler. Bu halde saatlerce yürümeleri imkansızdı. Salih’e seslendim, yanıma geldi.

“Senin şu ikinci rotayı tekrar göster.”

Salih, çantasındaki haritayı yere açtı. Bir tarafımda Efe diğer tarafımda Yüzbaşı vardı. İstemsizce kendimi bir koruma kalkanın içinde hissettim ama kısa bir andı. Haritaya odaklandım. Salih sabah gösterdiği rotayı tekrar anlattı. Aynı anda Efe ve Yüzbaşı itiraz etti.

‘Güvenli değil, çatışmaya girecek durumda değiliz.’

‘Kürşat Yüzbaşı haklı.’

Efe, Yüzbaşının adını söyleyince irkilip ona baktım. Göz göze geldiğimizde özür dileyen bir bakış attı.

‘Önümüzde neredeyse beş saatlik yol var.’ Salih öyle deyince Yüzbaşıya baktım. O da yürüyemeyecek halde olduklarının farkındaydı.

Derin bir nefes aldı. ‘Daha önce bu yolu kullandım. Yol üzerinde çok fazla mağara var. Orada saklanan gruplar var.’

Onayladım. “Ama kestirme. Bir saatte sınırı geçmiş oluruz. Diğer türlü ara vermeden yürüsek bile saatler sürer.”

Kısa bir sessizlik oldu. Hepimizin ihtimalleri düşündüğü açıktı.

‘Temkinli olmamız gerekecek.’ Dedi Yüzbaşı.

Omuz silktim. “Her zaman öyleyiz.”

Timine kısa bir bakış daha atıp, onayladığına dair başını salladı. Efe’ye baktım o da onaylayan bir baş hareketi yaptı.

“Birbirimize olabildiğince yakın ilerleyeceğiz. Sınırı geçene kadar durmak yok.” Herkes onaylayan mırıltılar çıkardı.

Yirmi dakika sonra toparlanıp, mağaradan çıkmış ve Salih’in bahsettiği kestirme yola girmiştik. Ben, Efe ve Yüzbaşı en öndeydik. Yüzbaşı daha önce bu yolu kullandığı için tecrübeliydi.

Hepimiz gergindik ama silahları olmadığı için ekstra gergin olan Şimşek Timiydi. Olası bir çatışma durumunda ellerinden bir şey gelmeyeceğinin farkındalardı. Bunun telafisi olarak da olabildiğince hızlı yürümeye çalışıyorlardı.

Önümdeki kayayı geçmek için bir adım aşağı yönelmiştim ki ayağım boşluğa geldi. Dengem kaybolurken sağ ve sol koluma sarılan iki el beni geri çekti. Hemen arkamda yürüyen Efe ve Yüzbaşı beni düz alana çektiler. Efe, anında önüme geçip, bir şeyim olup olmadığına baktı.

“İyiyim.” Başını sallayıp, az önce düşmek üzere olduğum yere baktı. Yüzbaşı’nın önce bana kısa bir bakış atıp sonrasında az önce bastığım yere bakmak için eğildi. Karanlıkta hiçbir şey net görünmüyordu.

‘Senin yapacağın işi sikeyim, Salih. Aşağısı uçurum lan!’ Efe’nin sessiz ama gür sesi Salih’e kadar ulaştığında koşarak yanımıza geldi. O da kontrol etti.

Kulaklıktan Anka’nın sesi yükseldi. ‘Gerizekâlı, bir Yüzbaşı öldürmediğin kalmıştı.’

Salih sıkıntıyla iç çekti. ‘Kusura bakmayın komutanım.’

Eğildiği yerden doğrulan Yüzbaşı bana doğru geldi. ‘Toprak kayması olmuş, Salihlik bir durum değil.’

Başımı onaylar şekilde salladım. “ Üst kısımdan dolaşırız.”

Tekrar önden geçecekken Efe beni durdurup, önüme geçti. Bu sessiz bir sitemdi ama sadece ben anlamıştım. Üst kısma çıkıp, patikayı tepeden takip etmeye başladık ama böyle de açık hedef haline gelmiştik.

“Şahin, etrafta bir hareketlilik var mı?”

‘Sakin, komutanım. Ama bana soracak olursanız bu da pek hayra alamet değil. Normalde önümüze çoktan birilerinin çıkması gerekirdi.’

Anka ‘Senin normal anlayışına tüküreyim ben.’ Diye söylendi.

‘Yarım saatlik yolumuz kaldı. Susun da ayaklarınızı çalıştırın.’ Diyen Efe’nin sinirli olduğu sesinden bile belliydi. Her görevde aynısı oluyordu. Adımımı yanlış yere bassam, eve gittiğimizde sağlam bir kavga ediyorduk. Önümde yürürken ceketinin arkasına tutundum. Görmesem de gülümsediğini biliyordum. Bu aramızda ‘ateşkes’ anlamına geliyordu.

Yüzbaşı’nın da varlığı tam arkamdaydı. Aramızda bir adım mesafe vardı. Omzumun üzerinden kısa bir bakış attım. Saliselik bir zamanda göz göze geldik ama ikimizde aynı anda gözlerimizi çektik. Bana mı bakıyordu? Belki de benim bakacağımı hissedince gözü kaymıştı. Derin bir nefes aldım. Düşünme Zeynep!

Yarım saatlik yürüyüşün ardından sonunda sınırı geçtiğimizde derin bir nefes aldım. Bu sefer farklı bir konumdan geçtiğimiz için bizi alacakları dağ karakoluna gitmemiz daha kısa sürmüştü.

Buradakilerin geleceğimizden haberi vardı. Şimşek timinin muayene edilmesi için bir sağlık ekibi hazırda bekliyordu. Onlar revire giderken ben ve Efe de Karakol Komutanının odasına geçtik. Gölge, dinleniyordu.

Komutanla detayları konuştuktan sonra Tarık Albayla konuşmak için dışarı çıktım. Karakolun önündeki çardaklarda oturan tim beni görünce ayaklandı ama elimle oturun işareti yaptım.

Yuvayı arayıp Tarık Albayla detayları görüşmek için beklemeye başladım.

‘Albay Kurt.’

“Yüzbaşı Karanlı. Operasyon başarıyla tamamlandı, komutanım. Şimşek timiyle birlikte sınırı geçip, güvenli yere geldik.”

Albay’ın derin bir nefes alıp verdiğini duydum. ‘Aferin, Zeynep. Gurur duyuyorum hepinizle.’ Gülümsedim. ‘ Şimşek Timinin durumu nedir?’

“Bitkin düşmüşler. Sağlıkçılar ilgileniyor. Ağır yaralı yok.”

‘Çok şükür. Oradan transferiniz için detayları bir saate bildireceğim.’

Birkaç şey daha söyleyip, telefonu kapattı. Derin bir nefes aldım. Arkamı döndüğümde Efe ve Yüzbaşı’nın karakolun kapısından çıktığını gördüm. Çardakta oturan time doğru ilerledim. Onlar da oraya doğru gelmeye başladılar.

Salih oturduğu yerden kalkarak bana yer verdi. Ben oraya otururken o da karşımdaki boşluğa oturdu. Efe ve Yüzbaşı da yanımıza geldi. Efe sağ tarafımdaki boşluğa otururken Yüzbaşı da arkadan dolaşıp solumdaki boşluğa oturdu. Koruma kalkanı yine etrafımdaydı.

Yüzbaşıya baktım. “Sıkıntılı bir durum var mı?”

Kafasını olumsuz anlamda salladı. Yorgundu ama bunu henüz kabul etmiş görünmüyordu. Önüme döndüm.

“Bir saate Tarık Albay transfer detaylarını bildirecek.”

Timdeki herkes anladığına dair mırıltılar çıkardı. Efe koluma dokununca ona döndüm. Başıyla kalkmam için işaret verdi. Başlıyoruz.

İkimizde ayaklanınca Yüzbaşı’nın bakışlarını üstümüzde hissettim. Efe birazdan geliriz deyip önden ilerlerken arkasına takıldım. Karakolun yanındaki boş olana doğru gidip, yeterince uzaklaşınca durdu. Arkasını dönüp bana baktı.

‘Kızım sen akıllanmayacak mısın? Kafana göre hareket edip benim canımı sıkma Zeynep!’

Nefesimi dışarı verdim. “Abartma!”

‘Bana bak yemin ederim abi dayağı yersin!’ Sesi her zamankinden yüksek çıkınca elimde olmadan gözlerim doldu. İçimde bin bir türlü deprem olurken bir de Efe’nin bağırması tuzu biberi olmuştu.

Gözlerimin dolduğunu görünce şaşırdı. ‘İyi misin sen?’

Başımı hayır anlamında salladım. Konuşmaktan ve düşünmekten kaçtığım her şey omzuma yük olmuştu. Beni tek koluyla sarıp, göğsüne bastırdı. Göz yaşlarım anında aktı. Düşünmekten kaçtığım her şey beynimde dolanmaya başladı.

“Ben düşünmemeye uğraşıyorum ama olmuyor. Zaten her şey zor değilmiş gibi şimdi de üstüne bu tesadüf. Kendimi ona bakmamak için zorluyorum her seferinde. Çünkü baktığımda tanıdık bir iz bulmaya çalışırken buluyorum kendimi.”

Diğer kolunu da sıkıca bana sardı. ‘Az kaldı, güzelim. Birazdan gideceğiz buradan sonra da bir daha görmeyeceğiz.’

Telefonum çalınca Efe’den ayrıldım. ‘Yuva’ yazısını görünce hızla göz yaşlarımı sildim.

Telefonu açtım. “Dinliyorum.”

‘Transfer iptal edildi, Yüzbaşım. Hava şartları helikopter için uygun değil. Transfer için yeniden saat belirlenecek.’

“Anlaşıldı.” Telefonu kapatıp Efe’ye baktım.

“Transfer iptal, hava durumu kötüymüş.” Boğazımdaki düğüm yüzünden sesim fısıltı gibi çıktı.

Sıkıntıyla çardakların oraya baktım. Yüzbaşıyla göz göze geldik. Anlaşılan, bir süre daha birbirimizi görecektik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%