Yeni Üyelik
5.
Bölüm

SAUDADE - 5

@caglayazar

 

Kafanız karışmasın diye ufak bir bilgilendirme; bu bölüm de baştan itibaren olanlar Kürşat'ın ağzından tekrar anlatılmıştır.

 

 

 

KÜRŞAT

Hayatın size ne getireceğini bilmediğiniz bir sonsuzluk olması, insanın gözünü korkutuyordu. Ucunda ölüm olduğunu biliyorsunuz ama sanki o an hiç gelmeyecek gibi yaşıyorsunuz. Öleceğiniz anın geldiğini hissettiğinizde ise aklınıza önce pişmanlıklarınız geliyor. Bir dizi keşkeli cümleler kuruyorsunuz. Şuan bulunduğum durum tam olarak böyle hissettiriyordu.

Ölümüm yaklaştı ve benim bir dizi keşkeli cümlem var.

Rehine olarak tutulmamızın beşinci günündeydik. Belirli aralıklarla gelip, konuşmamız için çeşitli yollar deniyorlardı ama kimsenin ağzından tek kelime duyamıyorlardı.

Son beş gündür yaptığım gibi etrafı tekrar inceledim. Ufak bir kulübeydi. Masanın üzerinde ise çeşitli aletler vardı. Masanın altındaki, dolu bidonda bakışlarım oyalandı. Benzin olabilir miydi? Bizi yakmazlardı değil mi?

Zaten bir kez yandığımı ve hayata geri döndüğümü düşünürsek, ikincisinde şanslı olmayabilirdim. Gerçi ilkinde nasıl yandığımı bile hatırlamıyordum. Tekrar yandığında hatırlarsın. İçimdeki sese güldüm. Bunun için garanti verilecekse eğer kendi kendimi de yakabilirdim.

En azından geçmişimi hatırlamak, içimdeki boşluğu doldurmuş olurdu. Hatırlamadığım için çektiğim vicdan azabından da kurtulurdum. Hoş neden vicdan azabı çektiğimi bile bilmiyordum. Arkanda birini bıraktın. Sesi bu sefer görmezden geldim. Arkamda bıraktığım biri varsa beni çoktan bulması gerekmez miydi?

Babam, annem, kardeşim ya da ne bileyim hiç arkadaşım da mı yoktu? Adım aynıydı, yangından sonra günlerce hastanede yatmıştım. Hiç mi aramamışlardı? Bir yangın olsa ve çocuğunuz o yangında kaybolsa, hastanelere koşmaz mısınız?

Ben koşarım ama benim için kimse koşmamıştı. Kafamı çarptığım için beynim büyük hasar almıştı. Ben onları hatırlamıyordum ama beni hatırlayacak kimsem yok muydu? Bildiğim tek şey kimliğimde yazan anne ve baba adıydı. Onu da çok sonra kendime geldiğimde öğrenmiştim.

Şimdi hatırlamadığım şeyler için vicdan azabı çekmem haksızlıktı. Belki, beni bulamadığı için vicdanı sızlayan bir yakınım bile yoktu. İçimdeki bu his bana haksızlık. Hayatıma devam etmemi engelleyen bir pranga. Ama ne içimdeki sese ne de geçmişi düşünmeye başlayınca istemsizce ritmini değiştiren kalbime, laf anlatamıyordum.

Bir de gözümü kapattığımda karşımda beliren kız vardı. Asıl kafamı karıştıran oydu. Yüzü net değildi ama gözleri ezbere biliyormuşum gibi netti. Kahverengi. Saçları omzundan beline kadar dökülüyordu. Siyah, dalgalı. Yaşından emin değildim ama muhtemelen on beş – on altıydı. Onu son gördüğümde yaşı bu muydu?

Onu daha önce gördüğüne emin misin? Değildim. Belki de beynimin bana oynamaya çalıştığı bir oyundu. Hayalimde öylesine yarattığım biri. İçimdeki vicdan azabımı anlamlandırma çabamdı belki de. En azından arkamda biri kaldı diye düşünmek azabın içinde kalmamı anlamlandırabilirdi. Sebepsiz yere çektiğim acı, nefes almamı zorlaştırıyordu.

‘Komutanım?’ Sağımda duran Ali’ye döndüm. ‘Bizi almaya gelen olur mu sizce?’

Sıkıntılı bir nefes verdim. “Yerimizi bulurlarsa gelirler.”

‘İllaki birileri uçurur, burada olduğumuzu.’ Mert’te konuşmamıza dahil oldu.

“Nerede olduğumuzu bilseler bile buraya girmek zor olur. Hadi diyelim girdiler, hep beraber çıkmamız daha zor.” Cevap vermediler ama benimle aynı düşündüklerini biliyordum.

Saatler birbirini kovalıyordu. Yaklaşık bir saat önce gelen adamlar gözlerimizi bağlamışlardı. Etrafta çıt çıkmıyordu ama dışarıdaki nöbetçilerin sesini duyuyordum. Aradan yaklaşık bir saat geçince onların da sesleri yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Beş gündür buradaydık, işleyişi anlamıştık. Nöbet değişimiydi, aynı zamanda yemek saatiydi. Kapı bir süre boş kalacaktı.

Ellerimi çözmek için yine uğraştım ama dün akşam gevşettiğim ipleri sabah değiştirmişlerdi. Ellerimi bile hareket ettiremeyeceğim sıkılıktaki ipler, bileğimi iyice kesince küfrettim.

Bir süre sonra kapının açıldığını duydum. Benimle birlikte yanımda oturan Şimşek’in de hareketlendiğini hissettim. Herkes yemekte olduğuna göre içeri giren kimdi?

Kısa bir sessizliğin ardından adım seslerini dinledim. Bana doğru gelip tam önümde durdu, aynı anda gözümdeki bağ açıldı. Gözlerimi ışığa alışması için kırpıştırdım. Etrafı net görmeye başladığımda ise karşımızda dikilmiş bekleyen kişiye baktım. Gözlerini hepimizde tek tek gezdirdi. En son benimle göz göze geldi. Kısa bir andı çünkü anında bakışlarını benden kaçırdı.

Kulaklığından birinin sesi duyuldu. Zeynep mi demişti? Kadın mıydı?

“Sen kimsin?”

Önümüzde diz çöken kadını daha dikkatli inceledim. Göz göze geldiğimizde elektrik çarpmış gibi vücudum titredi. Gözleri kahverengi. Aynı hayalindeki gibi.

‘Yüzbaşı Zeynep Karanlı. Dışarıdakiler de benim timimden. Sizi buradan çıkarmaya geldik.’

Daha önce kadın bir Yüzbaşının, tim komuta ettiğini görmemiştim. Belki de bu oyunun bir parçasıydı. Ağzımızdan laf almak istiyor olabilirlerdi. İstemsizce alaylı bir gülüş belirdi yüzümde.

“Yüzbaşı? Üstüne bir de timin komutasındasın? Daha yaratıcı numaralar beklerdim. Böyle mi ağzımızdan laf alacaksınız?”

Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Derin bir nefes aldı. ‘Gerçekliğimi buradan çıktığımızda sorgularsın. Şuan zamanımız yok.’

Ellerimi çözmek için hareketlendiğinde ayağına tekme atmaya niyetlendim ama anlık refleksle kurtuldu. Reflekslerinin bu kadar iyi olmasına şaşırdım.

‘Teröriste benzer bir halim mi var gerçekten?’ Sesi, kırılmış gibi çıkmıştı.

Yüzündeki boyunluğu indirip, yüzünü ortaya çıkardı. “Özel kuvvetlerde Yüzbaşıyım. Tıpkı senin gibi.” Rütbemi bilmesi imkansızdı. Üzerimde de bunu belli eden bir şey yoktu. Yüzünü inceledim. Gözleri kadar yüzü de tanıdık.

Kulaklığından yine sesler yükseldi. Birkaç küfürü net duymuştum ama diğer söyledikleri belirsizdi. Söylenenlere cevap vermeden tekrar ellerimizi çözmek için hareketlendi. Bileklerim işlerden kurtulunca hızla ayaklarımı çözmeye başladım. Diğerlerinin de elini çözdüğünde onlar da ayaklarına yöneldiler.

‘Yaralarınız çok kötü mü?’

Yüzbaşı, ayakta dikilmiş bizi izliyordu. Herkese kısa bir bakış attıktan sonra ayağa kalktım. Hiçbirimizin yarası derin değildi. Yüzbaşı’nın önünde durdum.

“Dayanamayacağımız bir durum yok.”

‘Güzel.’ Kısa bir cevabın ardından, küçük camdan dışarı baktı. Sanırım, dışarıdakilerin içeriyi görüp göremediğini düşünüyordu.

‘Şahin, çıkıyoruz.’ Camdan içeriyi gören biri mi vardı? Keskin nişancı?

‘Olumsuz komutanım. Girişteki nöbetçiler geri geldi. Kulübenin oraya gelen bir grup nöbetçi var.’

Kulaklıktan gelen sesi, yakında olduğum için net duymuştum. Yüzbaşıyla göz göze geldik. İhtimalleri tartıyor gibiydi. Timin geri kalanı da ayaklandı.

‘Gelenleri içeri çekersek hepsini indiririz.’ Yaseminin önerisiyle ona döndük. Her zamanki tez canlılığı burada pek işe yaramaz gibiydi. Yüzbaşı da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, etrafa bakınmaya başladı.

Masanın yanına ilerleyip, altındaki bidonu aldı. Kapağını açıp kokladı. Yüzünün buruşmasından, daha öncede tahmin ettiğim gibi, içinde benzin olduğunu anladım. Zaten kokusu da burnuma gelmeye başlamıştı. Gerçekten yanacağız sanırım.

‘Anka, yanında el bombası var mı?’ Kaşlarım çatıldı. Bir iki adım atıp arkasında durdum.

“Ne yapacaksın el bombasını?” Bana döndü. Gözlerinde anlamlandıramadığım pırıltılar vardı.

‘Dışarısı biraz karanlık da, aydınlatacağım.’ Pardon? Ben daha ne dediğini anlamadan o, elindeki bidonu etrafa boşaltmaya başladı. Bir yandan da kafasındaki planı anlattı. Kulübeyi patlatmak mı? Kulübeyi patlatmak mı? Kabul etmem gerekirse mantıklıydı. Hem dikkatleri buraya çekip çıkışımızı kolaylaştırırdı hem de bir süre bizim burada öldüğümüzü düşünürlerdi.

Boşalan bidonu kenara fırlattı. ‘Biz dışarı çıkar çıkmaz el bombasını fırlat, Anka.’

Kulaklığından onu dinleyenlere konuştuktan sonra bize döndü.

‘Beni takip edin. Hızlı olmamız lazım.’ Dikkatle kulübenin kapısını açtı. Bizim önce çıkmamız için kenara çekildi. Bende onun gibi kenara çekilip, diğerlerinin çıkmasını bekledim. Sağ ve sol tarafta, üç kişinin beklediğini gördüm. Bizimkiler sol taraftaki duvarın arkasına geçtiler.

İleriden gelen nöbetçilerin, sesleri gelmeye başlayınca Yüzbaşıyla göz göze geldik. İlerlemem için işaret verdi. Önce sen diyecek zaman olmadığı için ikiletmeden duvarın arkasına doğru koştum. Yüzbaşı da tam arkamda benimle birlikte duvarın arkasına saklandı.

Sesler daha da yaklaştı. ‘Anka, şimdi.’

Anka el bombasını kulübenin önüne fırlattı. Nöbetçiler neredeyse bombanın önüne geldiğinde de büyük bir gürültüyle bomba patladı. Hepimiz kendimizi korumak için en uzak köşeye sindik. Anında kampın içinde alarm çalmaya başlarken, içeriye dökülen benzin sayesinde kulübe alev aldı.

Yüzbaşı ve yanındaki adam hareketlendi. Hep birlikte kampın çıkışına ilerlerken, arkamda kalan Yüzbaşıyı ara ara kontrol etme ihtiyacı hissediyordum. En arkada kalması, açık hedefmiş gibi hissettirmişti. Arkaya ben geçmeyi düşündüm ama zamanımız yoktu.

Nihayet kapıya geldiğimizde diğer yönden gelen iki kişi de bize katıldı. Sonrasında hiç durmadan tepeye kadar çıktık. Kulaklıklarından gelen belli belirsiz seslere bakılırsa, tepede bir keskin nişancıları vardı.

Tepeye çıktığımızda derin bir nefes alıp yere oturdum. Benimkiler de benimle birlikte oturdu. Diğerleri ayaktaydı. Yüzbaşı karşımızda durmuş durumumuzu anlamaya çalışıyordu.

‘Buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Yürüyebilir misiniz?’

Hepimiz aynı anda baş hareketiyle onayladık. Ayağa kalkıp, Yüzbaşı’nın yanına gittim. ‘‘Sınıra ne kadar uzaklıktayız?’’

‘Üç saat.’ Sıkıntılı bir nefes verip, timime döndüm. Hepimizin yaraları vardı. Ben dayanırdım ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemezdim.

“Biraz uzaklaştıktan sonra mola vermemiz gerekebilir.”

‘Sorun yok. Buradan uzaklaşalım da gerisini hallederiz.’ Yüzbaşı, yanında duran adamın dediklerini onayladı.

Yine kulaklıktan gelen belli belirsiz sesler duydum. Keskin nişancının uyardığını, Yüzbaşı’nın ve diğerlerinin hareketlenmesinden anladım. Hızla toparlanıp, kamptan uzaklaşmaya başladık. Birkaç dakika sonra birinin daha kayalıkların arasından çıkıp bize katıldığını gördüm.

Hepsi ne yaptığını bilen kişilerdi. Az önceki kamp girmenin zor olduğu bir yerdi ama onlar kolaylıkla bizi alıp dışarı çıkmışlardı. Özel kuvvetlerin en iyilerinden oldukları belliydi. Üstelik komutada kadın Yüzbaşı vardı. Muhtemelen herkesin gözü üstlerindeydi.

Ara ara gözcü gruplarla karşılaştığımız bir saatlik yürüyüşün ardından kendimize bir mağara bulduk. Hepimizin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Sınırı geçmek için muhtemelen iki saatlik yolumuz vardı. Şimşek, bir köşeye yan yana oturup dinlenmeye başladılar. Bende Yüzbaşı’nın karşısına oturdum. Kapıda iki kişi vardı. Dışarıda gözcülük yapan biri vardı. Yüzbaşı’nın yanında da biri oturuyordu. Zaten yanından da ayrıldığı söylenemezdi. Yapışık ikiz gibi dibinde duruyordu sürekli.

‘Yalnız komutanım, ne güzel patlattık dimi?’ Girişin orada duranlardan birinin sorusu Yüzbaşıyı güldürdü. O, gülünce yanındaki ona ters bir bakış attı. Sinirli gibiydi.

‘Bir de gülüyorsun. Sana daha kaç kere hayatını tehlikeye atacak şeyler yapma diyeceğim ben?’

Yüzbaşı gözlerini devirdi. ‘Rütbeden çıkma.’

‘Sikerim rütbesini.’ Aralarında bir samimiyet olduğu belliydi ama ne derecede olduğunu anlayamamıştım.

Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği kapının yanında duranlardan birinin gülüşü bozdu. Yüzbaşı’nın yanındaki ona bakar bakmaz gülüşü silindi.

Bakışlarım Yüzbaşıya döndü. Bu hallerine alışmış gibi umursamıyordu. Bana dönünce göz göze geldik. Gerçekten Yüzbaşı olduğuna dair şüphelerim devam ediyordu.

‘Ne zamandır timin komutası sende?”

Derin bir nefes aldı. ‘6 ay.’

“Ne zamandır Yüzbaşısın?”

‘1 ay.’

“Künyeni göster?”

Meydan okur gibi tek kaşı havalandı. ‘Sen göster.’

O da bana aynı şekilde karşılık verince, yaptığımın ne kadar saçma olduğunu anlayıp, afalladım. Tekrar konuşmak için ağzımı açmıştım ki yan tarafımdan gelen kıkırtının sahibine döndüm. Yasemin... Ben bakınca anında ciddileşti..

‘Kusura bakmayın komutanım da sırf kadın diye saçma sapan sorular soruyorsunuz. Bu cinsiyetçi tavrı size hiç yakıştıramadım.’

Yasemin’in her zamanki tavırlarına alışmıştım. Diğerlerinin de yarım ağız güldüğünü gördüm ama umursamadan Yüzbaşıya döndüm.

“Kusura bakma, alışık değilim.”

Gözlerini kıstı. ‘Neye, bir kadın tarafından kurtarılmaya mı?’

Sorusuna verecek cevap bulamadım. Evet desem fazla öküz mü dururdum? Muhtemelen.

“Sağ ol...” Timinin diğer üyelerine de baktım. “Sağ olun.”

‘Teşekküre gerek yok. Görevimiz neyse onu yaptık.’ Yüzbaşı’nın yanındaki asker hala gergin olan sesiyle konuştu. Niye bu kadar gergindi Allah aşkına?

‘Gel döv de rahatla ya. Ne bu gerginlik?’ Yüzbaşı’nın sesi bu durum onu eğlendiriyormuş gibi çıktı.

Yüzbaşıya gözlerini kısarak baktı. ‘Kaşınmayın, komutanım.’ Yüzbaşı kahkaha attı. İstemsizce gülümsedim. Bu gergin ortamda bile eğlenmesini hoşuma gitmişti.

‘Efe komutanım, siz bu gerginlikle erken yaşlanırsınız. Yüzünüz hep kırış kırış olur.’ Girişte duranlardan, az önce gülenin, dediğine hepimiz güldük. Yüzbaşı bir kahkaha attı. Gülüşümü olabildiğince saklamaya çalıştım.

‘Salih, sana söz verdiğim yemek var ya.’ Salih onaylayan bir mırıltı çıkardı. ‘Heh, işte o yemek senin son yemeğin Salih’im.’

Yüzbaşı’nın kulaklıktan gelen sesleri dinledikten sonra gülümsediğini gördüm. Yine, kendime engel olamadan gülümsedim. Gülümsemesi bulaşıcıydı. Gülerken gözlerinin kısılmasına rağmen kahverengilerinin içindeki yıldızlar görünüyordu.

‘Hep beraber gideriz.’

‘Vay be herkes de benim son yemeğimi bekliyormuş.’ Salih, arkasını dönüp küstüğünü belli etti. Efe'nin güldüğünü gördüm. İsimleri yavaş yavaş yerine oturmuştu. O zaman kalan iki kişiden dışarıdaki Şahin, girişteki Anka’ydı.

Yüzbaşı’nın bana döndüğünü hissedince ona baktım.

‘İki haftadır sahadasınız, bunun beş günü işkenceyle geçmiş. Hiç ölümcül yaranız yok.’

Timime kısa bir bakış attım. Çok kötü durumda olan yoktu. “Aralarında konuştuklarından anladığım kadarıyla bölge lideri bizi sağ istiyormuş.”

‘Muhtemelen yarın akşamki toplantı da sizi kullanacaktı.’ Efe’nin dediğini Yüzbaşı da onayladı.

‘Yarın akşam büyük bir toplantı var. Bütün kamp liderleri orada olacak. Bizimkilerin amacı herkes oradayken kampı patlatmak. Sizin orada olduğunuzu öğrenince bizi gönderdiler.’ Başımı sallayarak anladığımı belli ettim .

Birkaç dakika sonra Yüzbaşı ayaklanınca bende kalktım ama timimin geri kalanı hala bitkin haldeydi. Yüzbaşı, Salih’i çağırınca onlara döndüm. Kısaca ikinci rotayı anlattılar. Bu rotayı daha önce kullandığım için tehlikeli olduğunu biliyordum.

Herkes fikrini söyledikten sonra tehlikeyi göze alıp, yolu kullanmaya karar verdik. Zaman kazanacaktık ve halimize bakılırsa buna ihtiyacımız vardı. Yirmi dakika sonra mağaradan çıkıp yola koyulmuştuk.

Yüzbaşı, Efe ve ben en öndeydik. Silahlarımızın olmaması bizim için dezavantajdı. Olası bir çatışmada hiçbir şey yapamazdık. Aşırı karanlıktı ve şansımıza ay ışığı bile yoktu. Yüzbaşı’nın önündeki kayayı geçmek için aşağı adım attığını zar zor gördüm. Ben de adımı aşağı atmıştım ki Yüzbaşı’nın dengesi bozuldu. Ani bir refleksle kolunu tuttum.

Benimle aynı anda Efe de diğer kolunu tuttu. İkimiz birlikte tutup, Yüzbaşıyı düz alana çektik. Efe, bir şey olup olmadığını kontrol etti. Yüzbaşı’nın yüzüne baktım. Mimiklerinde korku gördüm ama kısa bir andı.

Az önce düşeceği yere eğildim. Toprak kaymıştı, hatırladığım kadarıyla aşağısı kayalıktı. Kalbim sıkıştı. Ya düşseydi... İhtimali bile kalbimin duracak gibi olmasına neden oldu. Bu durum daha çok sinirimi bozdu. Sana ne oluyor, Kürşat?

Tehlikeyi atlattıktan sonra tekrar yola koyulduk. Yüzbaşı tekrar önden yürümeye niyetlenmişti ki Efe önüne geçti. Üst kısma çıktığımızda Yüzbaşı önümde yürümeye başladı. Elini kaldırıp, Efe’nin ceketinin arkasından tuttuğunu gördüm. Aralarında bir ilişki olduğu belliydi. Arkadaşlar mıydı? Belki de sevgililer?

Bu ihtimal yine kalbimin sıkışmasına neden oldu. Sıkıntılı bir nefes aldım. Kalbimin de ne yaptığı belli değildi ki. Ya ben delirecektim ya da söküp atacaktım.

Sınırı geçip, karakola geldikten sonra bizi bekleyen sağlık ekibiyle revire geçtik. Kısa bir muayeneden sonra bana değil de diğerlerine bakmalarını söyledim. Ben ayakta duracak kadar iyiydim ama diğerleri bitik haldeydi. Onlara serum takılırken , bende bizim için ayarladıkları kıyafetlerden kendime göre bir şeyler alıp üzerimi değiştirdim.

Herkesin iyi olduğundan emin olduktan sonra onlar dinlenirken revirden çıktım. Komutanın odasına gittim. Ben girdiğimde Efe de oradaydı. Komutanla konuştuktan sonra birlikte çıktık odadan. O, çıkışa yönelince bende peşine takıldım.

‘Revirde olmanız gerekmiyor mu, komutanım?’ Efe’ye kısa bir bakış attım.

“Hastaneyi andıran yerleri sevmem.” Anlık bir gülümseme geçti yüzünden ama anında ciddileşti.

Cevap vermedi. Birlikte karakoldan çıktık. Çıkar çıkmaz ileride telefonla konuşan Yüzbaşıyı gördüm. Muhtemelen Albaya bilgi veriyordu. Buradan gitmemiz uzun sürmezdi. Yakında transfer bilgilerini alırdık. Biraz kendime gelince benim de Albayla görüşmem gerekiyordu.

Yüzbaşı, çardaklara doğru gitmeye başlayınca Efe de oraya yöneldi. Yapacak bir şeyim olmadığı için bende peşine takıldım. Yüzbaşı’nın yanındaki boşluğa oturdum. Efe’de diğer tarafına oturmuştu.

Tam da tahmin ettiğim gibi bir saate buradan gideceğimizi duymak, kalbimde ince bir sızı oluşmasına neden oldu. Yüzbaşı’nın yanında oturmak uzun zamandır hissetmediğim bir duyguyu açığa çıkarmıştı. Aitlik hissi.

Sanki yerim hep burasıymış da kaybetmişim gibi hissetmem normal miydi? Değil. Her hücrem çığlık çığlığa bağırıyordu. Hissettiklerin normal değil, bu kız senin hayalindeki kız değil.

Yüzbaşı ve Efe kalkınca bakışlarım onlara döndü. Uzaklaşıp, biraz ileride durdular. Hararetli bir şeyler konuşmaya başladılar. Efe bağırıyordu. İçimde sebepsiz bir sinir yükseldi. Ne diye bağırıyordu ki? Niye ona bağırıyordu?

İkisi bir anda sarılınca, kalbim kısa bir an durdu. Sevgililer. İçimdeki sese küfrettim. Beni bu noktaya getiren oyken şimdi de gerçekleri yüzüme çarpıyordu.

Bakışlarımı üzerlerinden çekmedim. Kısa bir süre sonra ayrıldılar. Yüzbaşı telefonda konuştu. Sonra da bakışlarını bize çevirdi. Göz göze geldik. Bakışlarını çeviren ilk ben oldum.

Sonrasında yanımıza gelip, transferin ertelendiğini söyledi. Daha fazla yanlarında kalmayıp revire döndüm. Bizimkiler çoktan uykuya geçmişlerdi. Boş yataklardan birine uzandım.

Kalbimin sızısını boş verip, içimdeki sesi duymazdan gelmeye çalıştım. Biraz uyumak iyi gelebilirdi. Gözlerimi kapattım. Yorgunluğum ağır basarken yavaş yavaş uykuya geçtim.

Ne kadar süre uyudum ya da uykuyla uyanıklık arasında kaldım bilmiyorum ama karanlıkta yavaş yavaş bir siluet belirdi. Kahverengi gözler netleşti. Uzun, siyah saçlar omzundan beline doğru dalgalandı. Sonra daha önce hiç olmayan bir şey oldu. Önümdeki yüz netleşti. Zeynep’in yüzü gözlerimin önüne gelince irkilerek gözlerimi açtım.

Işık hızında yattığım yerden doğruldum. ZEYNEP NE ALAKA GERİZEKÂLI?! Herkes uyuyor diye dışarıdan veremediğim tepkiyi içimden tüm hücrelerime haykırdım.

Derin bir nefes aldım. Aldığım nefes bana az gelince kendimi hızla karakolun dışına attım. Derin derin nefesler aldım. Kendine gel, Kürşat. Kendine gel, gerizekâlı.

Bir süre olduğum yerde volta atıp sakinleşmeye çalıştım. Biraz yürümek için karakolun diğer tarafına doğru adımladım ama köşedeki bankta oturan Yüzbaşı’yı gördüm. Adımlarım benden bağımsız ona doğru yöneldi.

Kaçtığım oydu ama yanında olma isteğim ağır basıyordu. Ve bu his benden bağımsız vücuduma hükmediyordu.

“Oturabilir miyim?” Gözlerini açtığında göz göze geldik. Başıyla onaylayınca yanına oturdum. Belli etmeden yüzünü inceledim. Bakışlarını yere sabitlemişti. Yorgun görünüyordu. Ve nedense bu yorgunluğun farklı bir sebebi varmış gibi hissetmiştim.

“Yorgun görünüyorsun.” Sana ne dese ne cevap vereceksin?

Bakışlarını kaldırıp yüzüme baktı. ‘Asıl yorgun olanın kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım?’

‘Timimin iyi olduğuna emin olmadan dinlenemem.’ Yalan. Seni rüyamda gördüm mü diyecektim?

Bir süre sessizlik oldu. Arada bir yüzüne bakmaktan kendimi alamıyordum. Garip, tanıdık bir his vardı aramızda. Daha önce tanışıp, unutmuş olabilir miydik? Sorsana!

“Biz daha önce tanıştık mı?” Dilimi ısırdım.

Başımı hızla bana çevirdi. Gözlerimiz buluştu. Sanki o da benim gibi hissediyormuş gibi bir his içimde büyüdü.

Bakışlarını benden kaçırdı. ‘Tanışmadık sanırım.’

Hala emin olamamıştım çünkü kalbim tam aksini iddia ediyordu. Sağ elimi ona doğru uzattım.

“Garip bir tanışma oldu. Yenileyelim. Ben Kürşat Yağız.”

Önce duraksadı ama sonra elimi tuttu. Elimin uyuşması normal miydi?

“Zeynep Karanlı.”

Gözlerine bir kez daha baktım. Her gece rüyamda beliren gözlerle tıpatıp aynıydı. Beynim beni yanıltıyor da olabilirdi ama kalbim emindi. Elini fazla uzun tuttuğumu fark edince telaşla bıraktım.

İkimizin de bakışları yerde sabitlendi. Yanında öylece otururken bile ritmi değişen kalbime küfrettim. En sonunda toptan ritmini kesecektim. Delirmiş olmalıydı. Hatta direkt deliren bendim.

Aramızdaki sessizliği nöbetçi askerin sesi böldü. İkimizde aynı anda bakışlarımızı yerden kaldırdık. Asker tok sesiyle türküye başladı.

‘O yar gelir yazı da yaban gül olur yar yar

Gül olur yar yar

gül olur...’

Kısa bir sessizlik oldu. Bakışlarımı yere indirdim.

‘Yüzün görsem tutulur dilim lal olur yar yar

Lal olur yar yar

Lal olur...’

Yüzbaşıya yandan bir bakış attım. Gözleri mi dolmuştu? Sevdiği biri mi vardı? Efe’yle sevgili ya!

‘Aşka düşen divane gezer deli olur yar yar

Deli olur yar yar

Deli olur...’

Dudakları hafifçe kıvrıldı. Bakışlarım dudaklarında oyalandı.

‘El kızını ben kendime yar sandım yar yar

Yar sandım yar yar

Yar sandım...’

Bakışları bana döndü ama kısa sürdü. Tekrar yere bakmaya başladı.

‘Yüreğime hançer de soktu gül sandım yar yar

Gül sandım yar yar

Gül sandım.’

Gözlerindeki ifadeyi çözmeye çalıştım Ama başaramadım. İçimdeki anlamsız sinir yine yükseldi. Başka biri için üzülüyordu.

Asker, türküyü bitirdiğinde oturduğum yerden kalktım.

‘Ben bir benimkilere bakayım.’

Cevap vermesini beklemeden içeri girdim. Revirdeki yatağa geri döndüğümde düşünceleri susturmak için gözlerimi kapattım. Uyumak en iyisiydi. Yoksa deli olduğumu kabul edip, tımarhaneye yatmam gerekecekti.

Kulağıma dolan seslerle uykum bölündü. Gözlerimi açıp , bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Benimkiler çoktan uyanmıştı. Kısa bir durum kontrolü yaptım. Herkes gayet iyiydi.

Kendime gelmek ve ne zaman gideceğimizi öğrenmek için diğerlerine bakmaya çıktım. Bahçede birileri vardır diye düşünerek dışarı çıktığımda, Yüzbaşı’yı dün gece bıraktığım yerde buldum. Yanında Efe vardı.

‘Bu şatafatsız hayatı sen seçtin hayatım.’

Yüzbaşı’nın sesi kulaklarıma doldu. Hayatım dedi. İç sesimi duymazdan gelip, ikisinin yanına gittim. Efe’yle sohbete başladığımızda, Yüzbaşı bir süre sonra yanımızdan kalktı. Efe’nin bir gözü sürekli Yüzbaşı’nın üzerindeydi. Çünkü sevgilisi.

Bir süre daha Efe’yle sohbete devam ettik. İyi ve aklı başında biriydi. İşinde iyiydi. Yüzbaşı iyi seçim yapmış.

Efe’yle sohbetimizi, yanımıza gelen Gölge Timi böldü. Benimkilerin yanına revire gitmek istediklerini söyleyince hep birlikte revire gittik. Yüzbaşı bizden önce revire gitmişti. Timin geri kalanıyla sohbet ediyordu.

Gölge Timi kendi arasında Salih’e takılırken hepimiz güldük. Yüzbaşı, hem saygı duyulan biriydi hem de belli ki hepsiyle yakındı.

Revirde sohbet devam ederken, gelen transfer haberiyle rahatlamam gerekirken daha da gerildim. Yüzbaşıyla daha detaylı konuşmadan içimdeki şüpheler susmayacaktı ama ne diyecektim ki?

Kusura bakma, ben hafızamı kaybettim de; acaba biz seninle daha önce tanışmış olabilir miyiz?

İçimden sorunca bile saçma geliyordu. Sesli söylesem rezillik olurdu. Hem zaten tanışmadığımızı söylemişti. Zorlamanın alemi yoktu.

Zaman beklediğimden hızlı geçip, transfer saati geldiğinde herkes birbiriyle vedalaştı. En sona ben ve Yüzbaşı kaldık.

Son bir kez el sıkışıp, farklı araçlara geçtik. Araçlar birbirinden ayrı yönlere giderken bir parçam diğer arabayla Ankara’ya gidiyor gibi hissettim.

KÜRŞAT

Hakkâri’ye dönmemizin üzerinden yirmi dört saatten fazla geçmişti. Dün akşam üzeri gelen telefon, bu sabah Ankara uçağında olmamın nedeniydi. Daha doğrusu nedenlerinden biriydi. Zaten Zeynep’le tekrar görüşmek için bir neden ararken, Tarık Albay’ın beni Ankara’ya çağırması büyük şanstı.

Dün sabah, Gölge timi bizi aradığında Zeynep’le yaptığımız kısa konuşma; yine aynı duyguyla çevrelenmemi sağlamıştı. Sanki onun yanında tamdım ve sesini duymak bile tamamlanmamı sağlıyordu.

Dışarıdan bakan biri, düşündüklerimi duysa muhtemelen saçma bulurdu. Toplasak birlikte ne kadar zaman geçirmiştik ? Yirmi dört saat bile değil. Sadece gözleri benziyor diye birini geçmişte tanıdığını düşünmek...

Uçağın Ankara’ya indiğine dair anonsu duyar duymaz ayaklandım. Önce, Tarık Albayla konuşmam sonra da Zeynep’e gitmem gerekiyordu.

Tarık Albay’ın az çok ne diyeceğini biliyordum. Daha önce kısa bir dönem birlikte çalışmıştım. Sonrasında ben Hakkâri’ye, o Ankara’ya gelmişti. Bu görüşme de bizi Ankara’ya istediğinin göstergesiydi. Henüz resmi bir şey yoktu ama bugünden sonra resmiyete döneceğine emindim.

Ankara’ya gelmek ve Zeynep’le aynı ortamda olmayı düşündüğüm andan beri içimdeki heyecanı durduramıyordum. Kendime sinir olduğum bir noktadaydım. Otuz yaşında, duygularını yönetemeyen bir adam olmuştum.

Havaalanından çıktığımda kendime taksi buldum. Karargahın kapısına gelmem beklediğimden kısa sürmüştü. Önce Tarık Albay’ın yanına gitmek için içeri girdim.

Loading...
0%