@caglayazar
|
ZEYNEP Sabah, Yüzbaşıyla konuşmamızın üzerinden saatler geçmişti. Efe’nin sorgusundan geçmem kaçınılmaz olmuştu. Defalarca ne hakkında konuşacağımız sormuştu ama bende bilmiyordum ki. Aklım ve kalbim de kendi arasında kavgaya tutuşmuştu. Kalbim, heyecanını belli eder ritimde çarpıyordu ama aklım yine boşuna umutlanıyorsun diyordu. Her ikisini de dinlemeyi reddetmiştim. Bizimkilerden ayrılıp, odama geldim. Normalde gün içinde odada yalnız başıma kalmayı sevmezdim ama Yüzbaşı gelirse bakacağı ilk yer odam olacaktı. Oturduğum koltukta sabırsızca kıpırdandım. İçimdeki heyecanı bastıramıyordum. Otuz yaşında kadınsın Zeynep, yeni yetme çocuk gibi davranıyorsun. Kendi kendime gözlerimi devirdim. Otuz yılın, on beş yılında çocukluk aşkını aramış bir kadındım. En ufak bir ihtimalde heyecanlanmak benim hakkımdı. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama ben dosya işlerini hallederken kapı çaldı. Kalbim, dışarı çıkmaya çalışır gibi göğsümü zorladı. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. “Gir!” Kapı usulca açıldı. Boşluktan içeri giren beden, kalbimin yine gümbürdemesine neden oldu. Yüzbaşı tamamen içeri girip, kapıyı ardından kapattı. Bakışları bana dönünce göz göze geldik. Nefesimi tutmak zorunda hissettim kendimi. ‘Merhaba.’ Masama yaklaştı. Cevap verebilmek için tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım. Ayağa kalktım. “Merhaba, hoş geldiniz.” Tokalaşmak için elimi uzattım, anında karşılık verdi. “Oturun, ayakta kalmayın.” Masamın önündeki koltuğu gösterdim. Kısa bir baş selamı vererek oturdu. Bende koltuğuma oturdum. Yüzbaşı’nın bakışları odamda gezinirken bende onu inceledim. Gergin duruyordu ama beş günün bitkinliğini çabuk atlatmış gibiydi. Tıraş olmuştu. Beyaz teni tamamen ortaya çıkmıştı. Beyaz tenine tezat, koyu yeşil gözleri daha çok ön plandaydı artık. Sanki şimdi daha çok Kürşat’a benzemişti. Bakışları bana dönünce göz göze geldik. Utançla irkildim. Bu kaçıncı yakalanmamdı Allah aşkına? Sessizliğini derin bir nefes alarak bozdu. ‘Böyle emrivaki yapar gibi oldu kusura bakmayın.’ “Önemli değil, açıkçası bende merak ettim konuyu.” ‘Aslında dediğim gibi saçma bir şey ama aklımda soru işareti kalsın istemiyorum.’ Sonrasında kısa bir sessizlik oldu. Gözleri bir şeyler düşünüyormuş gibi kısıldı. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarımı sağır etmişti ama dışarıya tepkisiz kalmaya çalıştım. “Dinliyorum?” Derin bir nefes daha aldı. ‘Nereden başlasam bilmiyorum. Karakolda size daha önce tanıştık mı diye sormuştum. Hayır, dediniz biliyorum. Ama ben emin değilim. Yani daha doğrusu tanıştıysak bile hatırlamam imkansız.’ Tek kaşım havalandı. “Anlamadım?” ‘Yıllar önce kafama bir darbe aldım. On sekiz yaşımdan öncesini hatırlamıyorum.’ Kalbim, gümbürtüsünü anında kesti. Az önce beni delirmekle suçlayan aklım karanlık köşesine sindi. Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Hatırlamıyordu. Yani, Kürşat olma olasılığı var mıydı? ‘Bunu gelip size anlatmam da saçma, biliyorum. Ama ilk karşılaştığımız andan itibaren içimi kemiren kuşku susmuyor. Belki benim hatırlamadığım bir zamanda tanışmış olabiliriz. Ben, o zaman hayatımda olan kimseyi hatırlamıyorum.’ “Ben...” Ne diyeceğimi bilemedim. Sesim içime kaçmış gibi cılız çıkmıştı. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki ceketinin cebinden cüzdanını çıkarıp, içinden aldığı kimliği önüme koydu. Eskiden kullanılan kimliklerdendi. ‘Bu hastanede cebimde buldukları kimlik. Anne ve baba adında yazan kişiler gerçekten anne – babam mı bilmiyorum. Araştırdım ama ikisinden de bir iz bulamadım. Belki oradaki isimler size bir şey çağrıştırır.’ Bakışlarım kimlikte oyalandı. Fotoğrafı yoktu. İsim: Kürşat Soy isim: Balhan Baba adı: Fatih Anne adı: Nermin Doğum yeri: İstanbul Doğum tarihi: 14. 11. 1992 Nefesim kesildi. Tüm hücrelerim Kürşat karşında diye çığlık atmaya başladı ama ben bakışlarımı önümdeki kimlikten ayırmadım. Gözlerime dolan yaşlar, görüşümü bulanıklaştırmaya başladı. ‘Zeynep!’ Ne zaman yanıma geldiğini bilmediğim Kürşat, bağırarak omzumu tutunca. Almayı unuttuğum nefesi sesli bir şekilde içime çektim. ‘İyi misin?’ Dolan gözlerimi ona çevirmeden hızla ayağa kalktım. Bir adım gerilediğini hissettim ama aniden kalkınca dönen başım yüzünden düşecek gibi olunca hızla kolunu belime sarıp, beni tuttu. Koltuğa geri oturmamı sağladığında, dönen koltuğu kendine doğru çevirdi. Önümde eğildiğinde göz göze geldik. Görüşüm hala bulanıktı. ‘Ne oldu, cevap verecek misin artık?’ Sesi hem kızgın hem de telaşlı geliyordu. “İyiyim.” Sesim fısıltı gibi çıktı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Evet, seni tanıyorum deyip boynuna mı sarılmalıydım? Beni hatırlamıyordu. Yaşanan her anı mı unutmuştu? Hiç mi bir şey hatırlamıyordu? İçimde büyüyen kızgınlığı bastıramadım. Nasıl unutur? Ben onun bulamadığım için vicdan azabıyla kıvranırken, o beni nasıl unutur? Oturduğum koltuğun tekerleklerini geri doğru ittim. Uzaklaşmam onu afallattı ama bir şey demeden ayağa kalktı. Yeniden başımın dönmesi ihtimaline karşı yavaşça ayağa kalktım. Az önce oturduğu yere yöneldi. Akan birkaç damla gözyaşımı hızla sildim. Boynuna sarılıp, içim çıkana kadar ağlamak istiyordum ama baskılayamadığım kızgınlığım ağır bastı. Mantıklı düşünemiyorsun. Az önce beni yarı yolda bırakan aklımı, bu sefer de ben görmezden geldim. Masanın üzerindeki kimliği ona uzatırken, ellerim titremesin diye çaba gösterdim. Uzanıp, kimliği elimden aldı. Parmaklarımız birbirimize değdi. Hissettiğim elektrik akımını görmezden gelmeye çalıştım. “Maalesef, ben çok üzüldüm durumunuza ama tanışmıyoruz.” Gözleri, gözlerimde bir süre oyalandı. İnanmamış mıydı? Başını usulca salladım. ‘Anladım, rahatsız ettim o zaman, kusura bakmayın. Mesaj attım, aradım rahatsız ettim. Efe’ye de özür dilediğimi ilet sabah ikinizde benim yüzümden uyandınız sanırım.’ Hızlı hızlı kurduğu cümleye kaşlarımı çattım. Ne Efe’si ne uyandırması Allah aşkına? Derdimiz bu mu şuan be adam? Derdimiz; senin beni, bizi hatırlamaman. “Önemli değil.” Boğazını temizledi, benimle göz temasını kesti. ‘O zaman bana müsaade. Görüşmek üzere.’ Kısa bir baş selamı verip, cevap vermemi bile beklemeden çıkıp gitti. Bacaklarım beni taşıyamayacak gibi olunca koltuğa oturdum. Kürşat’ı buldun! Her hücrem çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kürşat’ı buldun ve yine kaybettin! KÜRŞAT Kendimi Karargahtan dışarı atar atmaz, en yakın banka oturdum. İçimdeki seslerin hepsi bir anda sustu. Buraya gelirken beynimde bin bir ihtimal dolaşıyordu ama şimdi hepsi bozguna uğrayıp, kuytu köşelere saklanmıştı. Oysaki bir yanım çok emindi. Daha önce birbirimizi tanıdığımıza içten içe inanmıştım. Ya, kimliğini görünce verdiği tepki neydi? Gözleri dolmuştu. Ağlamamak için kendini sıktığını anlamamak için salak olmak gerekiyordu. Gözlerindeki öfkeli ifade neydi? Neye öfkelenmişti? Şaşırmıştı hatta şok olmuştu. İçime sinmeyen bir şeyler vardı ama çözemiyordum. Nedensizce inanmamıştım ama geri dönüp ne diyecektim ki? Kusura bakma, ben inanmadım da ispatlayabilir misin, mi? Muhtemelen suratıma okkalı bir tokat yerdim. Üstüne üstlük kızın sevgilisi vardı. Zaten sabahın köründe arayıp, rahatsız etmiştim. Bir de şimdi rahatsız edersem, haklı olarak o da tepki gösterebilirdi. Sıkıntılı bir nefes verdim. Rahatlamam gerekirken daha çok gerilmiştim. ZEYNEP Her şey bir anda olup bitmişti. Kürşat odadan çıktıktan sonra Efe gelmişti ve ben onu görür görmez ağlamaya başlamıştım. Neler olduğunu zar zor anlatırken, Efe karşımda şok içinde kalmıştı. ‘Kürşat karşındaydı ve sen gitmesine izin mi verdin?’ Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Şok olmuştum. Üzülmüştüm, kızmıştım , kırılmıştım. Dünyanın en saçma tepkisini vermiştim. Yaptığım şeyin en ufak bir açıklaması bile yoktu. Efe, kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. ‘Ağlama artık. Tamam, bir hata yapmışsın ama kendine gel artık da düzeltecek bir şeyler düşünelim.’ Bir süre Efe’ye sarılıp, kendime sakinleşmek için zaman tanıdım. Ağlamam, ufak iç çekişlere dönünce ayrıldım Efe’den. “Nasıl düzelteceğim ki? Adam karşıma gelip anlattı her şeyi. Beni hatırlamıyor ama hissetmiş. Tanışıyor muyduk diye sordu hayır dedim. Şimdi gidip, yalan söyledim tanışıyoruz mu diyeceğim?” Efe ofladı. ‘Kızım sen niye salak salak hareketler yapıyorsun?’ Gözlerim yeniden doldu. “Gerçekten salağım ben.” ‘Ağlayıp durma Zeynep. Ağlayınca düzelmeyecek.’ Omuzlarım düştü. Düzelmeyecekti. Şimdi peşinden gidip gerçeği söylesem, baştan niye söylemedin deyip kızabilirdi. Geçmişini arayan bir adamdan geçmişini saklıyordum. Yüzüme bakmasa yeriydi. ‘Kafanda da kurup durma.’ Omuz silktim. “Bana inanmayacak. Hadi inandı diyelim. Yalan söylediğimi duyunca yüzüme bile bakmayacak.” Derin bir nefes alıp, elimi tuttu. ‘Zeynep, adam ufacık bir şüphenin peşine düşüp yanına gelmiş. Sence gerçeği öğrense senden uzak durabilir mi?’ Burnumu çektim. “Durmaz mı?” Güldü. ‘Duramaz, abiciğim.’ Koltuktan kalktım. “Şimdi gitsem yetişir miyim ki?” O da ayaklandı. ‘Bir saatten fazla oldu gideli. Önce bir ara.’ Heyecanla, masanın üzerindeki telefonumu aldım. Numarasını sabah kaydetmiştim. Son arayanlardan adını bulup, aradım. Hat bir süre düşmedi sonra da ‘ulaşılamıyor’ sesi duyuldu. Gözlerim yeniden dolarken telefonu kapattım. Efe’yle göz göze geldik. “Kapalı.” Bir şey demek için ağzını açtı ama sonra vazgeçip koltuğa geri oturdu. Bende yanına oturdum. “Ne yapacağım?” Bilmiyorum der gibi bir bakış attı. Koltuğa iyice sindim. Son pişmanlık fayda etmez lafının vücut bulmuş haliydim. ‘Sonunda buldun.’ Efe’ye döndüm. Sırıtıyordu. İstemsizce bende sırıttım. Oturduğum yerde doğruldum. “Bir de bana deli diyordun, utan şimdi.” Kahkaha attı. ‘Ulan küçük kardeş, sen var ya adamın ömrünü çürütürsün. Bence bırak, Kürşat kafası rahat yaşamaya devam etsin.’ Omzuna vurdum. “Gıcıklık yapma ya. Daha kavuşamadan adam gitti zaten.” ‘E salaksın da ondan.’ Bir kez daha omzuna vurdum. Kahkaha attı. “Çok gıcıksın. Ben ne diyorum sen ne diyorsun. Gitti adam diyorum, kalk bir şey yapalım!” ‘Ne yapalım kızım, Hakkâri’ye mi gidelim adamın peşinden?’ Anında omuzlarım dikleşti. Öylesine söylemişti ama mantıklıydı. Ciddiye aldığımı görünce kaşları çatıldı. ‘Saçmalama Zeynep, nasıl gideceğiz? İzin alamayız.’ Ofladım. “Soğukta dursam, hasta olsam, yataklara düşsem de mi izin vermezler?” ‘Saçmalama Zeynep! Başka bir yol buluruz. Birazdan tekrar ararız. Telefonu hep kapalı olacak değil ya?’ Tekrar koltuğa sindim. Yıllardır beklediğim her şeyi kendi elimle geri itmiştim. Tamam, şok olursun da adama yalan söylemek ne demek Zeynep? Üstüne bir de adama kızmıştım. Yahu kafasını çarpmış, KAFASINI! Adam tabi hatırlamaz. Bir süre öylece bekledik. Ara ara gözlerim doluyor ara ara da gülme isteğimi bastıramıyordum. Kürşat yaşıyordu. Kanlı canlı yanımdaydı ama ben onu kendimden uzaklaştırmıştım. Kendime sağlam bir küfür ettim. Dünyadaki bütün küfürleri hakkediyordum. ‘Bir daha arasana.’ Elimde tuttuğum telefondan son aranan numarayı tekrar aradım. Yine ulaşılamıyordu. “Yok. Koşarak uçağa falan mı bindi, bu ne acele ya?” ‘Ne yapsın adam? Saplamışsın hançeri sırtına.’ Efe’ye ters bir bakış attım. Ortamı yumuşatmaya çalışıyordu ama ben kendimi daha da kötü hissediyordum. ‘Bu kadar kısa zamanda uçak bulabilir mi ya, Hakkâri’ye?’ Saati kontrol etti sonra da ayaklandı. ‘Mesai bitmek üzere kalk. Üzerimizi değiştirip, havaalanına gidelim.’ Heyecanla yerimden kalktım ama sonra aklıma gelen ihtimalle duraksadım. “Ya hala Ankara’daysa? Belki tanıdıkları, arkadaşları falan vardır.” Bu ihtimal aklına gelmemiş olacak ki o da duraksadı. Bana döndü. ‘Sence, burada mı yoksa dönüyor mu? Bugüne kadar, hep yaşadığını hissettin. Bunu da hissedersin. Hislerin ne diyor?’ Bakışlarım etrafta dolaştı. İçimden bir ses döndüğünü söylüyordu ama ya yanılıyorsa. ‘Zamanımız yok.’ Efe’ye baktım. “Dönüyor.” ‘Güzel, o zaman hızlı ol.’ Efe, odadan çıkmak için hareketlenmişti ki kapı çaldı. Zaten kapının dibinde olduğu için kapıyı açtı. Şahin, kapıda durmuş bize bakıyordu. ‘Yemin ederim, telepati gücüyle uzaktan açtın sandım.’ Anlamsız gözlerle ona baktık. ‘Neyse, görev çıktı. Yarım saate helikopter kalkıyor.’ Gözlerim kararır gibi olunca koltuğun kenarına tutundum. Efe anında yanıma ışınlandı. Düşmemem için belimi tuttu. ‘Ne oluyor lan?’ Şahin de gelip diğer yanımda durdu. ‘Zeynep s*çtı sıvıyor.’ Efe’nin cümlesi durumu özetlemişti. Üzerine çiçek dikmem de olasıydı üstelik. ☆ Operasyonun beşinci gününde; ülke sınırları içinde tuttuğumuz ipin ucunu sınır ötesinde bulmuştuk. Bitmesi için elimden geleni yaptıkça, bana inat, uzadıkça uzuyordu. Bu beş gün içinde verdiğimiz her molada, Efe ve Şahin’den azar işitmiştim. Boş bulduğum her an ağlamamak için direnmem gerekmişti. Mantıklı olan tarafım; burada onu düşünmemem gerektiğini biliyordu ama kalbim, bulduğu her fırsatta bana küfreder gibi Kürşat’ın adını sayıklıyordu. Acı çekiyordum ve bunu hakketmiştim. ‘Bu *m*na k*d*ğ*umun yerinde kaç tane köy var lan!’ Efe’nin sesi kulaklıktan bana ulaşınca yüzümü buruşturdum. İstihbarat, aradığımız adamın civar köylerden birinde olduğu bilgisini vermişti ama henüz tam konumunu bilmiyorlardı. Onlar bulmak için çalışırken, biz de boş durmayıp köyleri uzaktan izleyerek keşif yapıyorduk. Herkes fazlasıyla gergindi. ‘Hepsine tek tek bakacak mıyız komutanım?’ “İstihbarattan bir şey çıkmasını beklersek zaman kaybederiz. O yüzden gerekirse hepsine bakacağız.” Anka’nın onaylayan sesi kulağıma doldu. Saklandığım kayanın arkasında köyü izlemeye devam ettim. Fazla sakindi. Olması gereken işleyiş durmuştu sanki. Bu köyde hiç çocukta mı yoktu, Allah aşkına? ‘Fazla sakin, komutanım.’ Şahin aklımdakileri sesli söyledi. “Biraz daha dikkatli bak, Şahin.” Şahin, onaylayan bir mırıltı çıkardı. Sanki herkes evinden çıkmamaya yemin etmişti. Buradaki köylerde bu tür durumların tek bir sebebi olurdu; köyde istenmeyen bir yabancı var. ‘Saat iki yönünde. Köye gelenler var.’ Şahin’in söylediği yöne baktım. Eli silahlı bir grup köyün arkasındaki kayalıklardan aşağı iniyordu. “Galiba aradığımızı bulduk beyler.” ‘On kişiler, üç kişi de tepede gözcülük yapıyor.’ Grubun, köydeki evlerden birine ilerlemesini izledim. Grubun başındaki sık sık etrafı kontrol ediyordu. “Keskin nişancıları olabilir.” ‘Adamı evde mi saklıyorlar?’ ‘Nerde saklamaları senin için daha uygun olurdu, Salihciğim?’ Efe’nin gergin sesi kulağıma ulaştığında güldüm. Yine işi şakaya vurmaya başlamıştı. ‘Valla keşke hiç saklamasalar komutanım. Bir kere de köyün meydanında bulsak birini.’ İstemsizce kıkırdadım. ‘Doğru söyle yoksa en büyük fantezin bu mu?’ Anka’nın dediğine kahkaha atmamak için kendimi sıktım. ‘Aşk olsun Anka Komutanım.’ ‘Siktir lan.’ “Cıvımayın, halledelim şu işi.” Sesleri kesilince etrafı taramaya devam ettim. ‘Köyün etrafını sarıyorlar. Bizimki olmasa bile içeride önemli biri olduğu kesin.’ Şahin’i onayladım. “Karanlık çökene kadar buradayız. O zamana kadar istihbarattan bilgi de gelir.” Herkes onayladı. Saatler birbirini kovalarken karanlık çökmeye çoktan başlamıştı. İstihbarattan gelen bilgi, adamımızın burada olduğunu onaylıyordu. Köyün etrafı çoktan sarılmıştı ama şanslıydık ki hepsinin konumunu biliyorduk. “Yeterince bekledik. Sivillere dikkat ederek ilerleyeceğiz. Susturucularınızı takın ki geldiğimizi duymasınlar. Sessiz ama hızlı ilerliyoruz beyler. Kulağınız bende olsun. Şahin, sen yerinde kal.” Herkesten onaylayan mırıltılar çıktı. ‘Aşağıdaki hendekte iki kişi var. Önce onlardan başlayın sonrası hilal taktiği.’ Dördümüz birlikte kayalıklardan aşağı inmeye başladık. Salih ve ben ortada Efe ve Anka yanlardaydı. Hilal şeklinde açılırken ben ve Salih hendekteki iki adamı indirdik. Efe ve Anka yanlardan köyün etrafını temizlerken bizde köy içine doğru ilerlemeye başladık. ‘Yukarıdaki evin köşesinde bir kişi, komutanım.’ Şahin’in dediği adam görüş alanıma girince, uzaktan adamı indirdim. ‘Efe, on adım ileride. Anka, solundaki evin köşesinde.’ Şahin’in yönlendirmeleriyle köy meydanına kadar gelince köşelere geçip bekledik. “Şahin, gözcüler.” Şahin, onaylayan bir mırıltı çıkardı. Ulaşmak istediğimiz ev meydanın üst kısmında kalıyordu. Meydandan geçerken, gözcüler bizi görürdü. ‘Temiz, ilerleyin.’ Köy meydanını olabildiğince hızlı geçip, bize siper olacak duvarların arkasında durduk. ‘Eve çıkan yolda üç kişi var. Salih, 20 adım yukarıda. Efe, sağında evin arkasında.’ Sonunda evin önüne geldiğimizde etrafta kimse kalmamıştı. Efe her ihtimale karşı evin arkasından dolaşırken, Anka yanımıza geldi. “İçeriyi görüyor musun?” Yerini değiştirdiğine dair bilgi vermesinin ardından iki dakika kadar sessizlik oldu. ‘Üst kattaki odada siviller var. İki çocuk bir kadın. Üst katın balkonunda silahlı iki kişi. Evin avlusunda toplantı var. Silahlı iki kişi iç kısımda kapıda. Grubun lideri ve iki sivil görünümlü adam var. Biri muhtemelen Şakir.’ “İçeride de birileri olabilir, dikkat edelim. Balkondaki adamlar sende Şahin, sivilleri koru. Efe, arkada giriş var mı?” ‘Olumsuz, kaçabilecekleri bir nokta yok. Öne geliyorum.’ Birkaç saniye sonra Anka’nın yanında yerini aldı. “Şahin, giriyoruz. Balkondakileri biz girer girmez indir.” Kapıdaki adamların kapının arkasında olduğunu biliyorduk. Kapıyı kırıp içeri girersek dikkatleri dağılırdı ve zaman kazanırdık. Efe ve Anka’ya kapıyı kırmaları için işaret verdim. Salih ve ben kapının karşısında hazır beklemeye başladık. Anka ve Efe aynı anda kapıya tekme atınca kapının iki kanadı da gürültüyle açıldı. Tam da tahmin ettiğim gibi içeridekiler ne olduğunu anlayana kadar biz onları indirmiştik. Sona ortadaki koltuklarda oturan üç kişiyi bıraktığımızda, etraflarını sardık. Grubun lideri silahına uzanacak gibi olduğunda Şahin eline ateş etti. Iskaladı ama bunu göz dağı vermek içim yaptığı açıktı. Salih’e içeriyi işaret ettim. Sivillere bakmak için içeri girdi. “Şakir Hanginiz?” Hepsi birbirine baktı. ‘Eve gelen siviller var.’ Daha arkamı dönme fırsatım olmadan avluya insanlar girmeye başladı. Efe ve Anka ortadaki üç kişiye silahlarını doğrultmuş beklerken, ben silahımı indirip kalabalığa döndüm. Kalabalık grubun en önünde yaşlı bir teyze vardı. Arkasında da her yaştan insan. Teyze, elindeki değneği bana uzattı. ‘Asker misin sen, çocuk?’ Yüzüm kapalı olduğu için beni erkek sanmıştı. Sınır ötesindeydik ama buranın Türk köyü olduğunu biliyorduk. Yine de asker olduğumu söyleyemezdim. Üzerimizde kamuflajlarımız yoktu. Sınır ötesinde giydiğimiz siyah kamuflajlarımız vardı. “Sen kimsin teyze?” Sesimdeki kadınsı tınıyı almış olacak ki şaşırdı ama bozuntuya vermedi. Elindeki çubuğu bu sefer de ortadaki üçlüden beyaz saçlı olana çevirdi. ‘Bu deyyusun anasıyım. Biz Türk’üz, Elhamdülillah Müslümanız ama bu deyyus hem kanımıza hem Kitabımıza ihanet eder.’ Elindeki çubuk bu sefer de diğer ikilinin arasında gitti geldi. ‘Bu kansızları başımıza musallat etti. Canımızı, malımızı, namusumuzu bunlara peşkeş çekti.’ ‘Ana!’ Oğlunun bağırışını umursamadı. ‘Belli siz askersiniz, Türk Askerisiniz. Bu deyyusu da alın götürün, yoksa bunun yüzünden köyümüz yerle bir olacak.’ Tekrar ortadaki üçlüye döndüm. Salih yanında iki çocuk ve bir kadınla evden çıktı. Çocuklar koşarak, teyzenin yanına gittiler. ‘Ah yavrularım.’ Derin bir nefes aldım. ‘Bana dokunamazsınız, yurt dışı vatandaşlığım var. Dokunulmazım ben.’ Şakir olduğunu öğrendiğimiz adam konuşmaya başlayınca güldüm. “Sana bir sır vereyim mi Şakir?” Gözleri kısıldı. “Biz aslında burada yokuz.” Ne demek istediğimi anladığı için korkuyla yutkundu. Anka ve Salih’e üçünü de dışarı çıkarmaları için işaret verdim. Birazdan gelip üçünü teslim alacak tim yoldaydı. Dışarı çıktıklarında avluda ben, Efe ve kalabalık kalmıştı. Teyze, arkasını dönüp kalabalığın dışarı çıkması için bağırdı. Herkes onu dinleyip dışarı çıktı. Yanında sadece genç bir çocuk kalmıştı. ‘Bu çocuk, benim kızdan torunumdur.’ Güvenilir olduğunu vurgular gibi söylemişti. Yüzümdeki boyunluğu indirdim. Gencin gözleri büyüdü. ‘Kadındır, nene.’ Nenesi susması için koluna vurdu. Sonra da bana döndü. ‘Biz seni duyduk, kızım. Sesini duyunca anladım kadın olduğunu.’ Kaşlarım çatıldı. Efe’yle göz göze geldik o da anlamsız gözlerle bakıyordu. ‘Civar köyden biri görmüş seni. Hayvanlarını otlatırmış çocuklarıyla. O kansızlar rahatsız etmiş çocukları. Beş kişi hızır gibi geldiler, dedi. Komutanları kadın, dedi.’ ‘Örgülü Komutan mı?’ Gencin gözleri yine büyüdü. Nenesi bir kez daha koluna vurdu. ‘Sussana çocuk.’ Bana döndü. ‘ Saçında örgü varmış. Kızı görmüş; örgüsü vardı, çok güzeldi diye anlattı. Çocuklar sana örgülü Komutan derler.’ Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. ‘Allah, sizden razı olsun. Ayağınıza taş değdirmesin. Gidin, yolunuz açık olsun. Türk’ün toprağına benden selam götürün.’ Cevap bile vermemizi beklemeden, torunuyla birlikte avludan çıktı. ‘Bu neydi şimdi?’ Bilmiyorum der gibi omzumu silktim. ‘Bir sınır ötesinde ünlü olmadığın kalmıştı.’ Diye homurdandı, Şahin. Gözlerimi devirdim. “Kıskanmayın canım.” Efe’yle birlikte avludan çıktık. Kalabalık çoktan dağılıp evlerine girmişti. Anka’nın köşede, rehinelerin ellerini bağladığını gördüm. Boynuma indirdiğim boyunluğu yine yüzüme çektim. Anka, gözlerini de bağlayıp yanımıza geldi. ‘Rehineleri teslim alacak tim beş dakikaya burada.’ Şahin’i onaylayan bir mırıltı çıkardım. Anka, yandan bir gülüşle bana bakıyordu. Tek kaşım havalandı. ‘Keşke benim de saçlarım olsa. Örgü yapardım, komutanım.’ Kel kafasına alaycı gözlerle baktım. “ Seninki böyle iyi. En azından dağda taşta aynasız kalmıyoruz.” Esprim ona hiç dokunmamış olacak ki kahkaha attı. Diğerleri de eğlenen kıkırtılarla eşlik etti. ‘Bayılıyorum bu esprilere.’ İstemsizce güldüm. Hepsi birbirinden orijinal, manyak bir timin komutanıydım. Rehineleri teslim ettikten sonra sınırı geçmek için geri dönüş yoluna geçtik. Gelişimizden daha kısa sürede sınıra ulaşmıştık çünkü bu sefer uğramamız gereken köyler yoktu. Bizi alacakları noktaya doğru ilerlerken, kalbim yine gerçekliğine dönüp sızlamaya başlamıştı. Ankara’ya döner dönmez Kürşat’a ulaşmam gerekiyordu. Gerekirse Hakkâri’ye gidecektim ama bir şekilde gerçekleri ona anlatacaktım. Hala yaptığım salaklığa inanamıyordum. Sen git zekanla, becerinle ön plana çık, Yüzbaşı ol sonra gel yıllardır aradığın adamın karşısında saçma sapan şeyler yap. İnanılır gibi değil. Efe’nin arkadan sırtıma dokunduğunu hissedince omzumun üzerinden kısa bir bakış attım. Bir yandan da yürümeye devam ediyordum. ‘Ee çiçek dikecek miyiz?’ Gözlerimi devirdim. “Gıcıklık yapma.” Sinirlendiğimi görünce sırıttı. ‘İstersen geçerken uğrayalım. Şuradan düz devam etsek Hakkâri’deyiz.’ “Ha. Ha. Ha. Bugün çok komiksin.” ‘Her zaman öyleyim hayatım, biliyorsun.’ Sinirlerim bozulduğu için güldüm. Önümüzdeki kırk yıl benimle dalga geçecekti. Helikoptere bindikten sonra kalbim yine deli gibi atmaya başladı. Biran önce telefonuma ulaşmam lazımdı. Acaba aramalarımı görüp geri dönmüş müydü? Belki de görmezden gelmişti. Ya da o da benim gibi görevdeydi. Nasıl düzelteceğimi bilmiyordum ama bu durum daha da çıkmaza girmeden bir şeyler yapmak zorundaydım. Ankara’ya iner inmez bir çare bulup, harekete geçmeliydim. |
0% |