@caglayazar
|
KÜRŞAT Zeynep’le konuştuktan sonra Hakkâri’ye geri dönmüştüm. Telefonumu açtıktan sonra Zeynep’ten gelen iki cevapsız çağrıyı görmüş sonrasında geri aramıştım ama telefonu kapalıydı. İlerleyen günlerde de defalarca geri aramıştım ama telefonunu asla açmamıştı. Muhtemelen göreve gitmişti. Birbirini takip eden beş günde; tahmin ettiğim gibi Ankara’daki karargaha transferimiz için resmi yazı gelmişti. İki günlük izinden sonra ise Ankara’da göreve başlamıştık. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki durup, düşünmeye vaktim olmamıştı. Ankara’ya geldiğimizde Zeynep’in nerede olduğunu da öğrenmiştim. Tahmin ettiğim gibi göreve gitmişlerdi. Yaptığımız konuşmanın üzerine beni neden aradığını deli gibi merak ediyordum. Belki de o an hatırlayamadığı bir şeyi sonradan hatırlamıştı. Belki de gerçekten tanışıyorduk ama üzerinden o kadar çok zaman geçmişti ki hatırlayamamıştı. Sonrasında ise hatırladığında bana ulaşamamıştı. Beş gündür görevden dönmesini bekliyordum. Hayatımda ilk kez birinin görevden dönmesini beklemek garip hissettiriyordu. Kimsenin yolunu gözlememiştim bu zamana kadar. Tamam, arkadaşlarımın sağ salim dönmesi için dua ettiğim çok olmuştu ama hiçbiri için yüreğim ağzıma gelmemişti. Eğer gerçekten hissettiğim gibi tanışıyorsak; Zeynep’i kaybetmek, geçmişimi tekrar kaybetmeme neden olacaktı. Karargahta nöbetçi olduğumuz gece, Ankara her zamankinden daha soğuktu. Soğuğa meydan okur gibi elimde çayımla dışarıdaki banklardan birine oturdum. Çayımı bankın boş kısmına koyup, ellerimi cebime soktum. Ankara’nın ayazının ünlü olduğu söylenmişti ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Ellerim biraz ısındıktan sonra çay bardağını elimi aldım. Bir yudum alırken ellerim de çayın sıcaklığını hissetmeye başladı. ‘Bu soğukta ne yapıyorsun , burada?’ Yanımdaki boşluğa oturan Ali’ye kısa bir bakış attım. “Çay içiyorum.” ‘Ulan bu soğukta bırak çayı götün bile donar. Garip garip işler yapıyorsun.’ Güldüm. Ali, timde en yakın olduğum kişiydi. Timin komutasına geçtiğimde tanışmıştık. Sonrasında da nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde samimi olmuştuk. “Abartma, sanki Hakkari kırk derece.” ‘Hakikaten lan, bir keresinde ağzımdaki tükmük donmuştu hatırlıyon mu?’ Kahkaha attım. “ Nasıl unuturum? Mert inanıp, hastaneye gidelim diye peşinden ayrılmamıştı.” O da bir kahkaha attı. ‘Manyak çocuk ya.’ Kısa bir sessizlik oldu. Bakışlarım etrafta dolaşmaya başladı. ‘Hala dönmediler, değil mi?’ Başımı olumsuz anlamda salladım. Ali, her şeyi en başından biliyordu. ‘Belki bu gece gelirler, gideli baya olmuş.’ “Biraz daha gelmezse kafayı yiyeceğim zaten.” Sıkıntılı bir nefes verdi. ‘Belki de boşu boşuna umutlanıyorsun.’ Omuz silktim. “Umurumda değil. Tekrar konuşana kadar hislerime inanacağım.” ‘Sen kendini iyice deli gibi yaptın.’ Güldüm, sinirlerim bozulmuştu. ‘E hadi diyelim o. Bu kızın sevgilisi varmış. Bakalım seni hayatına almak isteyecek mi?’ Bunu düşünmek bile istemiyordum. “Geçmişte hayatında hangi sıfatta olduğuma göre değişir. Hoş, çok bir şey de istemiyorum. Sadece kafamdaki boşluğu dolduracak şeylere ihtiyacım var.” ‘Nedense içimdeki ses bu işin o kadar basit olmadığını söylüyor.’ “Zaten başıma ne geldiyse senin içindeki ses yüzünden geldi. Sen dedin git konuş diye, geldiğim hale bak.” ‘Sen dedin ya yardım et diye, nankör köpek!’ Yüzümü buruşturdum. “Bağırma, başımı ağrıttın.” ‘İnşallah beklemekten kurursun burada!’ Bedduasını edip, giden Ali’nin arkasından şaşkınca baktım. Değişik bir adamdı. Bir süre daha dışarıda oturduktan sonra içeri gitmek için ayaklandım. Binanın girişine doğru ilerlerken helikopter sesi etrafta yankılanmaya başladı. Buradan bakınca pistin olduğu kısım görünmüyordu ama piste ineceğini belli eder gibi alçalan helikopterin ışıklarını görmüştüm. Helikopter gözden kaybolacak kadar alçalana kadar nefesimi tuttum. Geldi. İç sesimi onaylayan, hareket eden ayaklarım olmuştu. Binadan içeri girdim. Önce piste doğru yöneldim ama oranın kalabalık olduğu aklıma gelince durdum. Odasına mı gitmeliydim? Yorgundu, belki de sonra konuşmak mantıklı olandı. Ne zamandır mantığınla hareket ediyorsun? Zeynep’i gördüğüm ilk anda mantığım devre dışı kalmıştı. O andan itibaren hislerim beni yönlendiriyordu. Vakit kaybetmeden adımlarımı odasına yönlendirdim. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp, kapıya vurdum. Birkaç saniye bekledim ama ses gelmedi. Usulca kapıyı açtım. İçerisi boştu. Sanırım henüz odasına gelmemişti. Eninde sonunda geleceğini bildiğim için içeri girdim. Kapıyı ardımdan kapatıp, odanın ışıklarını açtım. Gelene kadar burada bekleyecektim. ZEYNEP Helikopter Ankara’ya iner inmez kendimi piste attım. Önce Albay’la görüşmem gerekiyordu. Bizi beklediğini ve acil rapor istediğini bildirmişti. Timin geri kalanını beklemeden Albay’ın odasına doğru koşar adım ilerledim. Telefonuma kavuşmam için son bir adım kalmıştı ve ben olabildiğince hızlı olmaya çalışıyordum. Albay’a operasyon detaylarını anlattıktan sonra odama gitmek için hızla odasından çıktım. Efe ve diğerleri kapıda bekliyorlardı. ‘Sıkıntı var mı?’ Efe’nin sorusuna başımı hayır der gibi sallayarak cevap verdim. “Uzun bir görev oldu, yarın izinliyiz. Hepiniz güzelce dinlenin.” Herkes beni onayladıktan sonra Anka ve Salih iyi geceler diyerek gittiler. Bana bakan Efe ve Şahin’e döndüm. “Kürşat’ı bu saatte arasam beni sapık zanneder mi?” İkisi de kahkaha attı. Efe omzuma kolunu atıp, beni de kendiyle birlikte yürütmeye başladı. Şahin de hemen yanımda yürüyordu. ‘Hadi gel senin şu işi halledelim.’ Odamın olduğu koridora girdik. Ellerimin titremesini durdurmak için avuç içlerimi karnıma bastırdım. İnşallah bu sefer telefonu açıktır. Odanın kapısına geldiğimizde Şahin önde olduğu için kapıyı açtı. Hemen arkasından bizde girdik ama bir anda olduğu yerde durduğu için sırtına çarptım. ‘Hasiktir.’ Efe’nin şaşkın küfürünü neye ettiğini görememiştim. Şahin’in tam arkasında kaldığım için uzun boyu ve kalıplı vücudu görüş alanımı kapatmıştı. Kafamı Şahin’in arkasından çıkarıp, görüş alanımı açınca gördüğüm manzara ağzımın şaşkınlıkla açılmasına neden oldu. Şahin önümden çekilip yan döndüğünde o da şaşkın gözlerle bana baktı. Efe ise arkamda nefes bile almadan duruyordu. Kürşat buradaydı. Tam karşımızda şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Yönümü Efe’ye çevirdim. “Rüya mı görüyorum?” Diye fısıldadım. Efe şaşkınlıkla bana bakmaya devam etti. Şahin kafasını bana doğru uzattı, o da fısıltıyla konuşmaya başladı. ‘Galiba hepimiz aynı rüyayı görüyoruz.’ Kürşat, bende buradayım der gibi boğazını temizleyince tekrar ona döndüm. Gerçekten buradaydı. Efe, şaşkınlığını üzerinden atmış olacak ki Şahin’i tutup odanın dışına çekti. ‘Bize müsaade o zaman. Hoş geldiniz Komutanım, görüşmek üzere Komutanım.’ Saçmaladıktan sonra kendi de odadan çıkıp kapıyı kapattı. ‘Merhaba.’ Üzerimdeki şaşkınlığı atabilmek için gülümsemeye çalıştım. “Merhaba.” Sesim cılız çıkmıştı. Şaşkınlığım biraz olsun dağılmaya başlayınca, bakışlarım üzerinde gezindi. “Kamuflaj?” Boğazını temizledi. ‘Burada göreve başladık.’ Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Beş günde mi olmuştu? Zaman falan mı bükülmüştü acaba, bu kadar hızlı nasıl olmuştu bu iş? “Anladım, hayırlı olsun.” Başını teşekkür eder gibi salladı. ‘Aramışsın, geri döndüm ama telefonun kapalıydı.’ Aramıza koyduğu resmiyeti kaldırmıştı, gülümsedim. “Ben aslında arkandan gelecektim ama görev çıktı.” Kaşlarını çattı, nedenini sorguluyor gibi bakıyordu. Bir adım daha ona yaklaştım. “Otursana, konuşmamız lazım.” Ben ondan önce, masamın önündeki koltuklardan birine oturdum. Ellerimin titremesi artmıştı. Fark etmemesi için ikisini birleştirdim. O da gelip karşıma oturdu ama hala sorgular gibi bakıyordu. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama ondan önce ben konuşmaya başladım. “Kafanın karıştığını biliyorum ama önce ben anlatabilir miyim?” Başıyla onayladı. Derin bir nefes aldım. Gözlerimin daha şimdiden dolmaya başlamıştı. “Ben o gün... Bir anda şok olunca.” Titrek bir nefes daha aldım. Cümlelerimi toparlamaya çalıştım. “Bende birini arıyorum.” Bakışlarımı önümden kaldırıp ona çevirdim. Gözlerindeki ifade dalgalandı. “On beş yıl önce kaybettiğim birini. Bir yangın oldu. O da ben de içerideydik. Beni çıkardılar ama çıktığımda onu bulamadım.” Görüş alanım iyice bulanıklaştı. Onun da gözleri dolmaya başlamıştı ya da bulanık gördüğüm için öyle düşünüyordum. “Aradım ama. Çok aradım. Öldü dediler, içeride kalan her şey kül oldu kimlikleri bile belli değil dediler.” Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Derin bir nefes daha aldım. Bakışlarımı yüzünden kaçırıp tekrar önüme indirdim. “Öldüğüne inanmadım. On beş yılın her günü gelecek diye bekledim. Araştırmaya devam ettim, adı onunla aynı olan herkesin peşine düştüm. Ama yok, bulamadım.” Bir kez daha hıçkırdım. ‘Adı neydi?’ Çatallı sesi bana ulaşınca bakışlarımı yeniden ona çevirdim. Gözünden akan birkaç damlayı görünce kendimi tutamayıp bir kez daha hıçkırdım. Gözlerimi yumdum. “Kürşat.” Sesim fısıltı gibi çıkmıştı ama duyduğuna emindim. Kulağıma gelen yüksek sesle irkilerek gözlerimi açtım. Yumruğunu aramızdaki sehpaya vurmuştu. Yaşlarla dolu gözlerinde öfkenin de dalgalandığını gördüm. ‘O gün. Kimliğimi gördüğünde tanımıştın yani?’ Her kelimeyi bastırarak söyledi. Öfkesini dizginlemeye çalışıyor gibiydi. Yutkundum. “Tanımıştım.” Bir anda oturduğu koltuktan kalkınca bende telaşla kalktım. Gidecek miydi? ‘Verdiğin o tepki neydi o zaman?! Ne diye tanımıyorum dedin?!’ Sesi, öfkesinden yüksek çıkmıştı. Titreyen ellerimi durdurmak için yumruklarımı sıktım. “Ben, şok oldum. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim.” ‘Tanıyorum diyecektin! Sadece bir kelime bile yeterdi bana! Basit bir kelime, tanıyorum!’ Odanın içinde sesi yankılanınca istemsizce titremeye başladım. Korkudan değil, bastırdığım suçluluk duygusunun ortaya çıkmasından dolayı titriyordum. “Özür dilerim.” Alaycı bir gülüşle yüzüme baktı. ‘Söylememenin tek nedeni şok olman mıydı, yoksa sevgilinle aranı bozarım diye de korktun mu?’ Anında kaşlarım çatıldı. Sevgilim mi? Neyden bahsettiğini anlayamadığım için boş gözlerle yüzüne baktım. Başını inanmazca sallayıp kapıya doğru yöneldi ama ondan önce davranıp, önüne geçtim. Kapıya sırtımı dayayıp çıkmasını engelledim. “Ne sevgilisinden bahsediyorsun sen?” Omuzları meydan okur gibi dikleşti. ‘Efe, sevgilin.’ Gözlerim şokla büyüdü. Kendimi durduramadan şok içinde gülmeye başladım. ‘Delirdin mi, ne gülüyorsun?’ kaşları çatıldı. Gülmemi zar zor durdurdum. “Efe benim sevgilim değil , abim.” Dudakları şokla aralandı. Onun şok olmuş halinden yararlanıp, önünde durduğum kapıyı kilitledim. Anahtarı da ceketimin iç cebine koydum. ‘Ne yapıyorsun sen?’ Bakışlarım yeniden ona döndü. “ Yine gitmene izin veremem. Beş gündür ne çekiyorum ben senin haberin var mı?” ‘Hah, sanki benim suçum? Söylemeyen sensin. Asıl ben ne çektim senin haberin yok. Niye aradığını düşünmekten kafayı yedim be!’ Odanın içinde volta atmaya başladı. “Biraz sakin mi olsak?” ‘Ben gayet sakindim. Beni bu hale sen getirdin.’ Hala volta atmaya devam ederken önüne doğru adım attım. Mecburen durdu. Aramızda boşluk kalmamıştı. Gözleri, yüzümün tamamını taradı. Sakinleşmeye başladığını bakışlarından anlamıştım. ‘Ne kadar yakındık?’ Titrek bir nefes aldım. “Çok.” Gözlerimiz birleşti. ‘Çok?’ Gülümsedim. “Çok seviyorduk.” Kaşları havalandı. ‘Neyi?’ O kadar yoğun bakıyordu ki bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım. “Birbirimizi.” Yutkundu. ‘Sevgili miydik?’ Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdim. Hala aynı ifadeyle bakıyordu ama bu sefer kaçmadım. Omuz silktim. “Bence daha fazlasıydık ama adına sevgili diyebiliriz sanırım.” Bakışlarındaki öfkenin yok olduğunu gördüm. Onun yerine mahcubiyet gelip yerleşti. ‘Ben hatırlamıyorum.’ Sesi titremişti. Gözlerim yine dolarken bakışlarımı kaçırdım. “Biliyorum. Çok saçma ama o gün tanımıyorum dememin sebebi biraz da buydu.” Kaşları çatıldı. Neden der gibi bakıyordu. “Hatırlamıyorsun diye kızdım, sinirlendim. Kırıldım belki de bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey sana o gün haksızlık ettiğim. Elinden olmayan bir şeyin faturasını sana kestim. Özür dilerim.” Derin bir nefes aldım. “Sadece bunca yıl seni düşünmekten kafayı yemişken, senin hiçbir şeyi hatırlamıyor olman beni deli etti.” Göğsünü şişirecek kadar derin bir nefes aldı. ‘Bir terslik olduğunu anlamıştım zaten.’ Gözümden akan birkaç damlayı sildim. “Özür dilerim.” Başımı öne eğdim. Gözlerine bakmak ağır gelmeye başlamıştı. ‘Konuşmamız gereken çok fazla şey var.’ Başımı onaylar şekilde salladım. Çenemden tutup başımı kaldırdı. Dokunduğu yer uyuştu. Göz göze geldiğimizde de ateş gibi yanmaya başladı. ‘Ağlama artık. Kendini affettirmen için bana her şeyi anlatman gerek.’ Elini çenemden çekti. Gülümseyip, başımla onayladım. “Ama ondan önce...” Duraksadım, anlamamış gibi baktı. Boyuna yetişmek için parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna doladım ve sarıldım. Kaskatı kesildi. Kulağına doğru fısıldadım. “Teşekkür ederim.” Ellerini usulca sırtıma koyduğunu hissettim. O da benim gibi fısıldadı. ‘Ne için?’ Gülümsedim. “Geri geldiğin için."
|
0% |