@cagnurhayal
|
Bazen bir mektup parçası bile insana karanlık geçmişini hatırlatabiliyordu...
Geçmiş... Ne basit bir kelimeydi. Yaşanılanlar bitmiş, olmuştu işte. Bir daha olmayacak, yaşanmayacak, geri gelmeyecek... Oysa bıraktığı etki öyle miydi? Bizzat tecrübelerimden bahsetmem gerekiyorsa hayır geçmiyordu. Ne geçmişin bıraktığı etki, ne de acısı geçmiyordu. Ne geçmişin sizden aldığı çocukluk, ne de kaybettiğiniz sevdikleriniz geri gelmiyordu. Zaman akıp gidiyor, giderken sizden birçok şey götürüyordu...
"Arjin, daldın yine bir yere kız yesene yemeğini." dedi tostunu yemeye devam ederken. Sema'nın seslenmesiyle kendime gelerek önüme döndüm. En son... Acile gelen o çocuğa ne olduğunu düşünüyordum. Oflayarak iştahım olmadığı halde tostumdan bir ısırık aldım. "Sen hala şu son gelen hasta çocuğu mu düşünüyorsun?" Dudaklarımı büzerek kafamı salladım. "Ameliyatına Ziya hoca girdi. Acaba nasıl geçti..." Umarım sağ salim kurtulurdu. Sema gözlerini devirdi. "Her hastayı bu kadar kafana takarak nasıl delirmiyorsun anlamıyorum... Biraz profesyonel mi olsan acaba Arjin? Farkında mısın bizler hastanede çalışan doktorlarız. Birçok hastayı kaybetmemiz çok normal. Hastalarla duygusal bağ kurmak mesleğin açısından büyük bir zayıflık." dediğinde sinirle ona baktım. Profesyonellik adı altında bana duygusuz ol diyordu resmen! Küçücük bir çocuğun acı çekmesine nasıl üzülmeyebilirdim ki... Tabi bir de alttan alta laf soktuğunu sanması vardı. Sema uzun kahve saçları, ince beli ve pürüzsüz görünen yüzüyle oldukça dikkat çeken, güzel bir kadındı. Fakat güzelliği kadar mesleğinde dikkat çeken bir doktor olmadığı kesindi ki sürekli benimle kendini yarış içerisine sokuyordu. Ama ben, kendi halimde başarısına odaklanan bir doktor olarak onun yarışma isteğini geri çeviriyordum. Sanırım aramızdaki samimiyete bir sınır koymamak yanlış bir karardı. Acilden çağırılmamla kafeden kalkmıştım. "Arjin hocam! 11 yaşlarında bir erkek çocuğu, sağ ayak bileğinde çatlak var. Kimsenin müdahale etmesine izin vermeyerek ayağa kalkmaya çalışıyor. Ne yapacağımı bilemedim, ikna edemiyorum." Beren benim ekibimde çalışan asistanlardan biriydi. Minyon, tatlı ve oldukça masum görünen bir kızdı. Çok çekingen olduğundan bazen benimle konuşmaya bile korkuyordu. Hastaların üzerinde pek etkisi olamıyor, üstünlük kuramadığından sözünü geçiremiyordu. Bu da işini yapmasını engelliyordu. Kafamı sallayarak Beren'i onayladım. "Nerede bu hasta gidelim bakalım." Beren'i takip etmeye başladım. "Onu tedavi edecek, ne yapılması gerektiğini bilecek kişi sensin. O seni değil sen onu kontrol etmelisin," diyerek hem Beren'i takip ediyor hem de yapması gerekeni anlatıyordum. "Çocuğun durumu daha acil olsa ikna etmeye çalışırken çocuğu kaybedersin. Bu hatayı yapma." Söylediklerimi can kulağıyla dinleyen Beren hemen kafasını sallayarak beni onayladı. O sırada küçük hastamızda görüş açıma girmişti. "Evet beyfendi. Nasıl bir yaramazlıkla ayağını çatlatmayı başardın bakalım?" Hem konuşarak onu oyalamaya çalışacak, bir yandan işimi yapacaktım. "Uzak dur benden! Alçıya almanıza izin vermem! Futbol oynamak istiyorum ben banane!" Dediğinde asıl olayı anlamıştım. Gülümseyerek minik hastamıza baktım. İlk müdahalesini yapmışlardı muhtemelen, çünkü şuan pek acı çekiyor gibi görünmüyordu. "Bana bak yakışıklı. Eğer şuan ayağını alçıya almazsak muhtemelen ayağın çok daha kötü bir hal alacak ve sen bir daha hayatın boyunca asla futbol oynayamayacaksın. Ama eğer ki şuan alçıya alırsak süresi dolduktan sonra iyileşeceksin." Kararsız kalmış bir şekilde gözlerime bakınca elini tuttum. "Hem futbolcu olmak istiyorsan böyle sakatlıklara da alışmalısın dimi ama? Hadi ayağının icabına bakalım da hemen iyileşsin." Sessiz kalarak bir süre bana bakmayı sürdürdükten sonra yavaşça kafasını sallamaya başladı. Yan taraftan gelen sesleri duyduğumda hızla Beren'e döndüm. "Beren alçıyı hallet!" Diyerek hızlıca oraya doğru koştum. "Durum ne?" İlgilenen asistanlardan birine sorduğumda bana baktı. "Trafik kazası, bir yaralı var. Kafasını sert vurduğundan baygın." Başımı onaylarcasına sallayıp hızla hastaya doğru koştum. "Hadi, hadi hızlı çabuk buraya doğru!" Hastayı odaya getirdiğimiz an hızla ilk müdahalesini yaptım. Gerisini asistanlara bırakmıştım. "Benden bu kadar. Ne çok hasta vardı bugün! Çok yoruldum, her yerim ağrıyor. Of saate bak kaça kaldık ya! Akşam yemeği bile yiyemedim açlıktan ölüyorum." Diyen Sema sızlana sızlana üzerini değiştiriyordu. "Bende öyle. Bugün diğer günlere göre daha yorucuydu. Ama iyi iş çıkardık." Yorgunca bir gülümsemeyi Sema'ya yollarken o ise ellerini birbirine çırptı. "Kesinlikle evlerimize dağılıp sıcak bir duşu hak ettik." Hızla üzerimi değiştirdim. Genelde hastanedeyken rahat kombinlerle dolaşırdım. Hastaların canıyla uğraşırken güzelliği önemseyecek durumda olmazdım. Klasik kombinlerle hastaneye gelir, üzerimi değiştirip rahat kombinimle görevimi yapar, giderken tekrar geldiğim kıyafetlerimi giyerdim. Hastane çıkışı planım olduğundaysa ona göre giyinirdim. Bugün hastane çıkışında Berkay ile buluşacaktım. Akşam yemeği sözü vermiştim ve ne kadar yorgun olursam olayım sözümü tutmak zorundaydım. Bu yüzden yemeğe hazırlıklı şekilde gelmiştim çünkü tekrar eve dönmeye vaktim yoktu. Siyah uzun, yırtmaçlı bir elbise giymiştim. Günlük hayatımda çok takı takan biri değildim. Ancak benim için özel günlerde, benim için özel olan birkaç takımı takardım. Bugün de takı takmayı düşünmüyordum. Siyah çantamı da koluma geçirip hastaneden çıktım. Hastane evime çok uzak olmadığından bu sabah yürümeyi tercih etmek gibi bir hata yapmıştım... Bu yorgunluğu tahmin etmeliydim. Üstelik Berkay gelir beni alır diye tahmin etmiştim ve onun böyle bir centilmenlik yapacağını düşünerek daha büyük bir hata yaptığımı fark etmiştim. Oflayarak Berkay'ın attığı konumun yolunu tuttum. Adım atacak halim kalmamıştı. Hava da kararmaya başlıyordu. Üstelik ayağımda siyah bir topuklu ayakkabı vardı ve şuan bunun üzerinde böylesi yorgunlukla o kadar yol yürüyecek olmam beni korkutmuyor değildi... İlerlemeye devam ederken karşıdaki kalabalığı fark ettim. Burası işlek bir cadde olduğundan bu kalabalığın sebebi yüksek ihtimalle bir kazaydı. Hızlıca oraya doğru ilerledim. Gerçekten hastanenin en yoğun gününden kurtulup üstüne yemeğe gidecekken bir kazaya denk gelecek kadar şanssız bir doktor varsa o da ancak ben olabilirdim. "Yardım, yardım edin lan! Biri ambulansı arasın çabuk!" Derin derin nefesler alan adam zorla konuşmaya çalışıyordu. Oldukça telaşlı olduğu belliydi. "Lan ne diyorum ben? Polisi aman ambulansı arayın bir şey yapın lan!" Hızlıca olay yerine gelir gelmez insanların arasından geçmeye başladım. Herkes çok meraklı olduğundan başına toplanmıştı. "Çekilin ben doktorum. Açılın, açılın adam nefes alsın." Kimse beni dinlemeyip merakla fısıldaşarak hala hastaya bakmaya çalışırken bir dakika bile vakit kaybetmek istemediğimden sinirle bağırdım. "Açılın dedim! Ambulansı arayın çabuk!" Az önce ki telaşlı adam bana döndü. "Doktorsun dimi? İyileşir mi, durumu nasıl? Kurtulacak değil mi? Kurtulacak tabii! Kurtaracaksın onu değil mi doktor hanım? Kurtar! Kurtarmak zorundasın!" Dediğinde sinirle ona döndüm. "Ne zaman susmayı düşünüyorsun?" Dedim. Şaşkınlıkla bana baktı. "Ne?" Dediğinde son kez içimden sabır duamı ederek adama döndüm. "Sesini kes ve dediğimi yap!" Hastaya doğru ilerledim. Vurulmuştu. Bir kaza değil kasten biri tarafından vurulmuştu. Kurşun sağ omzuna girmişti. Kan kaybından bayılmış olmalıydı. Yandaki adama doğru döndüm. Telaşına bakılırsa ya kardeşi, ya dostu ya da korumasıydı. Kardeş seçeneğini elemiştim çünkü asla benzemiyorlardı diye düşünürken beni ilgilendirmediğini hatırlayarak işime döndüm. Ambulans gelmek üzereydi. Hasta da uyanmaya başlıyordu. "Çabuk bana kesici bir alet bulun! Makas bıçak ne bulursanız işte hadi!" Dediklerimi duyan yandaki adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. "Onu burada, sokak ortasında bir makas veya bıçakla deşmeyeceksin değil mi?" Kendine gelerek olanları anlamaya çalışan hasta adam dediklerimizi duyarak şaşkınca etrafına bakınmıştı. "Siktir..." Gözlerimi kapatarak birkaç saniye derin nefes aldım. Az önceki dediğimi sert bir şekilde tekrar ettim. "Ne zaman susmayı düşünüyorsun?!" Hızla ayağa kalkıp dediğimi yapmak için diğer tarafa doğru koşturmaya başladı. Hasta kendine gelmeye çalışıyordu. "Kendinde misin? Beni duyuyor musun?" Dediklerimi duyan adam gözlerini açtı. Birkaç saniye sessizce beni süzdükten sonra, "yolun ortasında deşilmekten daha iyi tedavi yöntemlerine layık olduğumu düşünüyorum." dedi. Duyduklarımla birlikte şaşkınlıkla adama baktım. Bu durumda gerçekten bunu mu konuşacaktık... "Bende bir doktor olarak işime karışılmaması gerektiğini düşünüyorum." Diyerek bu saçma konuya bir son vermeyi düşündüm. Hızlıca verdikleri bıçağı elime aldım. Yırtmaçlı, uzun siyah elbisemi yırtmacının olduğu kısımdan etrafını düzensiz bir şekilde keserek mini bir elbiseye dönüştürdüm. Adamın üzerindeki tişörtü kessem bile yetmeyecekti. Bu yüzden elbisemin kumaşı da kalın olduğundan yeteceğini ve boşa kesmediğimi umarak kumaşı elime alıp kanın aktığı yere bastırdım. Herkes sessizce beni izlerken diğer adama döndüm. "Gel buraya, yarasına sıkıca kumaşı bastır. Kan kaybetmemesini sağlamalıyız." Adam hemen korkuyla dediğimi yapmaya başladı. Çok endişeli olduğu yorgun ve korku dolu bakışları aynı zamanda ter içinde kalan vücudundan belli oluyordu. "Patron! Patron iyi misin? Ölmedin değil mi, kendindesin değil mi?" Bu sefer sert bakışlara maruz kalan oydu... "Lan ne saçmalıyorsun sen! Siktir ölmedim ama öleceğim bu ağrı ne lan böyle?" Diyen adama dönerek yarasına iyice bastırdım. Elimden geldiğince müdahale etmeye çalışsam da hastane ortamında olmadığımızdan elimden gelen ancak buydu. Ambulans sonunda gelmişti. "Hadi buraya doğru getirin sedyeyi! Açılın sizde çabuk, çabuk hadi!" Dedim. Herkes açılmaya başlarken diğerleri de hastayı sedyeye taşımışlardı. Hızla ambulansın içine girdim. "Çok fazla kan kaybetti. Kurşun hala içeride. Ameliyata alınması gerekiyor." Telefonumu çıkararak Ziya Hocayı aramıştım. Ameliyatına ben giremezdim. "Ziya hocam, sağ omzundan vurulmuş, kurşun hala içeride. Çok kan kaybetti ambulanstayız şuan, hemen ameliyata alınması gerekiyor." diyerek Ziya hocaya durumu anlattım. Hastaneye varmıştık. İndiğimizde hasta sedyeyle acile götürülürken hala koruma olduğunu düşündüğüm adam nazikçe kolumdan tuttu. "Yardımınız için teşekkür ederim. Patronumun hayatını size borçluyum." Aralarında yanlızca patron-çalışan ilişkisi olduğundan şüpheliydim. Bunu belirtmek adına bir ima yaptım. "Maaşınız kesilir diye miydi o korku? Yoksa yanlızca patronunuz değil mi?" "Arjin ben bu arada." Elimi sıkarak gülümsedi. "Onur bende. İzin verirseniz bunun telafisi olsun isterim. Eminim patronum bunun karşılıksız kalmasını istemez." Bende yola doğru çıkmıştım. Konuma doğru yürümeye başlamıştım ki bir araba yanıma yaklaştı. "Merhaba Arjin hanım, ben Onur ağabey'in çalışanıyım." Göz ucuyla beni süzüp hızlıca gözlerini kaçırdı. "Elbisenizi kesmek zorunda kaldığınızdan bu şekilde eve gitmekte zorlanmayın diye beni gönderdi. Eğer izin verirseniz size eve kadar eşlik etmek isterim." dedi ve bana ne halde olduğumu hatırlatmış oldu... Bu halde elbette yemeğe gidemezdim. Kafamı kabul ettiğimi belirtircesine sallayarak arabaya bindim. Bu yorgunlukla yemeğe gitmemek için geçerli bir sebebim olduğuna içten içe sevinsem de Berkay onu ektiğimi düşünecekti. Yine bir tartışmaya dahil olamayacak kadar enerjimi kaybetmiş olduğumdan ona haber vermeyi düşünmüyordum. Merak etseydi arar, bende ona durum güncellemesi yapardım. Eve vardığımızı belirttiğimde şoför arabayı kenara çekip hızla inerek kapımı açmıştı. Gülümseyerek uzattığı eli tuttum ve arabadan indim. "Nezaketiniz ve buraya kadar zahmet edip beni getirdiğiniz için teşekkür ederim," cümlemi yarıda keserek adını sorarcasına bir bakış attığımda boğazını temizleyerek kapıyı kapatıp takım elbisesini düzeltti. "Levent, Levent ben." Dedi. "Tekrardan teşekkür ederim Levent Bey." Başını aşağı yukarı salladı. "Rica ederim ne demek. Asıl ben teşekkür ederim Savaş abimizi kurtardığınız için." Gülümseyişine karşılık verdim. "Görevimdi. Yarın tekrar kontrolüne gideceğime ve yakında iyileşeceğine emin olabilirsiniz." "O zaman ben sizi daha fazla tutmayım, malum bugün epey yorulmuş gibi görünüyorsunuz." dediğinde dışarıdan yorgunluğumun bu kadar belli olduğuna şaşırmamalıydım. Gerçekten tam bir ölü gibiydim. "İyi akşamlar Levent Bey." Selam vererek şoför koltuğuna doğru ilerledi. "İyi akşamlar Arjin Hanım."
"Güzelim neredesin?" Berkay'ın sesini duyduğumda oflayarak ayağa kalkıp odama doğru yürüyordum. "Evdeyim Berkay." "Hastaneden çıkmıştım, gelecektim fakat caddede bir kazadan dolayı o hastalarla ilgilenmek zorunda kaldım. O yüzden gelemedim, üzgünüm." Dediğimde Berkay'ın oflayışını duymuştum. "Güzel sevgilim benim, sen bir doktorsun. Bu tarz şeyler olması çok doğal anlıyorum seni. Fakat neden bana haber vermiyorsun ki? Bir saattir boş boş seni bekleyeceğime ya yanına gelirdim ya da iptal ederdik işte." Haklıydı. Kendi işime odaklandığımdan Berkay'ı unutmam hiç hoş olmamıştı. Kim sevgilisini unuturdu ki... "Ben... Gerçekten özür dilerim. İstersen şimdi gelebilirim. Fakat hazırlanmam, gelmem derken yine bekletmek istemem seni." "Tamam o zaman, beni ekmenin cezası olarak yemekler senden. Gelmeme yemek hazır olsun kurt gibi açım. Hadi öptüm." Telefonu kapattığında bir anlık afallamıştım. Evime geleceğini mi ima etmişti? İyi de Berkay benim evimi bilmiyordu ki... Kafam allak bullak olmuştu. Yemek yapmamı ve buraya geleceğini söylemişti fakat konum atmamı istememişti. Bu zamana kadar Berkay bir kere bile evime gelmedi, ya da beni eve bırakmadı bu yüzden sokağı dahi bilmiyorken evimi nereden bilecekti ki? Başımın ağrısıyla düşünmeyi bırakıp kalkarak yemek hazırlamaya başladım. Hızlıca köfte kızartıp sandviç yapmıştım. Berkay daha gelmediğinden hızla duşa girdim. Yorgunluğumun üzerine sıcak suyun altında beklemek bana oldukça iyi gelmişti. Banyodan çıkıp bornozumu giymemle kapınının çalması bir olmuştu. Hızlıca üzerimi giymeye başladım. Bornozla kapıyı açacak halim yoktu. Birkaç dakika beklese ölmezdi sonuçta. İç çamaşırlarımı giymiştim, dolaptan üstüme pijamalarımı alacakken odadaki kapının açılmasıyla birlikte içeri giren Berkay'ı gördüğümde afalladım. Odaya girip beni süzerken o da oldukça afallamış görünüyordu. "Sen, nasıl..." Şaşkınlıkla yutkundum. "Sen eve nasıl girdin?" Sorumla sertçe yutkunup bakışlarını yüzüme yöneltti. "Ben, şey kapıyı çok çaldım. Sen açmayınca bir şey oldu sandım. Açlıktan ya da yorgunluktan bayılmışsındır diye korkunca girdim işte." Bir dakika, bu ne saçma şeydi böyle? Bu kapı öylesine açılmıyordu ya! Kapıyı nasıl açmıştı? Atladığı bir yer vardı ve bu gerilmeme sebep olmuştu. "İyi de kapıyı nasıl açtın Berkay?" "Güzelim nasıl olacak işte kartla açtım. Çok korkunca başka çarem kalmadı. Bu şekilde kapının çok basit açıldığını da görmüş olduk. En iyisi kilidini falan yaptır sen bunun." Diyerek konuyu değiştirmesi gözümden kaçmasa da şuan daha önemli bir konumuz vardı. Berkay'ın önünde bornozlu bir şekilde yarı çıplak duruyor olmam... Sanırım bundan sonra daha uzun bir bornoz almam gerekecekti... Yataktaki yorganı üzerime çekerek yatağa oturdum. "Yemekler hazır sen masayı kur bende üzerimi değiştirip geleyim olur mu?" Berkay sırıtarak bana doğru bir adım attı. "Hadi ama Arjin! Evde baş başayız, üstelik biz sevgiliyiz. Gerçekten öylece bana odadan çık üzerimi değiştireceğim mi diyorsun?" Dedi. Bu söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep oluyordu. Ne bekliyordu ki? Geçirdiğimiz bu zaman boyunca elini bile tutmayan biri olarak onunla yatmayacağımın umarım farkındadır. "Haklısın Berkay bu biraz saçma oldu. Ben üzerimi değiştireyim sende beni izle ha?" Dediklerimle sırıtışı büyürken yanıma gelip yatağa oturdu. Yorganı üzerimden çekti. "Daha güzel planlarım vardı ama buna da hayır diyemeyeceğimi itiraf etmeliyim." Sertçe yutkundum. Gerçekten bu durumda daha beteri olursa nasıl başa çıkacağımı düşünmeye başlamıştım. Bu düşünce gerçekten korkmama sebep olmuştu. Daha kötüsüyse başıma bir şey gelse bile arayacak kimsemin olmamasıydı... "Berkay odadan çı-" Tam itiraz edecekken üzerime doğru eğilmesiyle vücudum yanmaya başlamıştı fakat bunun sebebi onu arzulamam değil korkmamdı. Bir elini yatağa doğru yaslamış üzerime eğilirken diğer eliyle saçımın ucunu parmağına dolamaya başlamıştı. "Saçların..." Dediğini tamamlayamadan sertçe üzerimden ittim. "Üzerimi giyip geleceğim dedim. Çık artık Berkay! Sınırlarını aşma." Tam konuşmaya başlayacakken telefonunun çalmasıyla duraksadı. Ekrana baktığındaysa sertçe yutkundu. Yanlış anlamadıysam gözleri korkuyla ekrana bakarken sağ elini yumruk yapıp sıkmaya başlamış, odanın camından dışarıya bakmaya başlamıştı. Ne olduğunu anlayamayarak ona bakarken o ise hızlıca odadan çıkıp telefonla konuşmaya başlamıştı. Bende bu fırsatı değerlendirerek hızlıca üzerime bir eşofman ve uzun bir tişört geçirmiştim. Odadan çıktığımdaysa Berkay'ı salonun perdelerini kapatırken bulmuştum. "Berkay ne yapıyorsun?" Koltuğa hızla kendini bırakarak uzandı. "Yemek yerken film izleriz diye düşündüm. O yüzden perdeleri kapatıyordum." Sessiz kaldım. Masayı kurmuştu. Bende koltuğa oturup film aramaya başlamıştım. "Çok mu yakın olduk ya Arjin sen odandan izle istersen." Dedi. Gözlerimi devirerek Berkay'a baktım. "Hadi ama be kızım! Sevgiliyiz hani biz ne bu böyle yabancıymışım gibi tavırlar gelsene yanıma." Sinirlerime hakim olmaya çalışarak önümdeki tabağı ittirip Berkay'a döndüm. Bu hareketimle kaşlarını çattı. "Bak Berkay, bu konuşmayı sana ilk kez sevgili olacağımızda zaten yapmış olduğumu hatırlıyorum. Emin ol bu son olacak." diyerek söze başlamıştım. "Duygularımı belli etmeyen biriyim. Bunu sende biliyorsun. Öyle romantik hareketlerden, süslü sözlerden falan da hoşlanmam. Artı olarak temastan nefret ederim. Sende bu süreçte az çok bunları öğrenmişsindir diye düşünüyorum." Gerçekten de öyleydi. Teması sevmezdim. Tabi karşımdaki kişiye göre bu durum nadire değişedebilirdi... "İlk konuşmamızda da dediğim gibi, ben buyum. Beğeniyorsan eyvallah ha beğenmiyorsan kapı orada. Ama beni değiştirmeye çalışma. Sınırlarımı da aşma. Tekrar bunu yaparsan o beni son görüşün olur haberin olsun." Çekingen, sessiz ve sakin biriydim genel olarak. Daha doğrusu çevremdekilere kendimi öyle gösteriyordum. İçimde kopan çığlıkları, karanlık geçmişimi saklayacak tek görüntü utangaç, korkak, o masum kızı oynamaktı. Bu yüzden genel olarak boyun eğen, sessiz kabullenişleri olan biri gibiydim. Şuan ki çıkışım Berkay'ı bozguna uğratmış olmalıydı ki bakışlarından böyle bir şey beklemediği açıkça belli oluyordu. Boğazını temizleyerek bana döndü. "Tamam, belki yanlıştı yaptığım haklısın. Özür dilerim rahatsız ettiysem. Amacım seni değiştirmek değil yalnızca sevgili olduğumuz süre boyunca bir kere el ele bile tutuşmadık." Ne diyebilirim ki bu konuda gerçekten haklıydı.. "Seni seviyorum. Sevdiğim kadınla el ele tutuşmak, sarılmak, belki de sarılarak uyumak istiyorum. Sana yavaş yavaş geliyorum ama sen bunu bile kabul etmiyorsun." Derin bir nefes alarak bana baktı. Haklıydı belki de... Fakat ne olursa olsun bunu yapamazdım. Ne kendime, ne kalbime, ne de kalbimin sahibine ihanet edemezdim. Ben yalnızca bir kişiye aittim. Benim kalbim yanlızca bir kişi için atıyordu. Sevdiğimi kalbime gömmüş, içine hapsetmiştim. Kimseyi de tekrar kalbime almayı düşünmüyordum.
Tuttuğum nefesimi vererek sırtımı kapıya yasladım. Beni öpmeye çalışmıştı. Bana dokunmaya çalışmıştı. Buna nasıl cüret edebilirdi ki? Ya geç tepki verseydim? Ya ruhum ona aitken bedenim Berkay'a teslim olsaydı? Ona... İhanet etmiş olacaktım. Hatta belki de ediyorumdur. Belki de... Kalbim atarken yalnızca onun adını haykırsa da, beynimi başkalarıyla oyalıyor olmama üzülüyordur. Belki de... Ruhum ona aitken bedenime dokunamıyor olmasına kızgındır. Belki de beni hayatta tutan o iken ben onun celladı olduğumdan benden nefret ediyordur. Belki de, şuan cennette beni izlerken, hayattayken nasıl cehennemi yaşadığımı görmek acı veriyordur? Belki yokluğunda ne hale geldiğimi görüp beni affetmiştir. Biri, bir şey boğazımı sıkıyordu sanki. Nefesim daralıyordu. Kafamın içinde dönen lanet düşünceler beni oksijensiz bırakıyordu. Bana iyi gelen ise yine oydu. Hayatta kalmamı sağlayan o ve onun yaşayamadığı hayatıydı. Ölmek istiyordum. Fakat ölemiyordum. Bu hayatta onu hatırlayan biri olsun diye ölemiyordum. Bu dünyadaki izleri silinmesin diye yaşıyordum. Ben yaşadığım sürece kimse onun bu dünyada var oluşunu silemeyecekti. Bir gün onu ölümsüz yapmayı başaracaktım. İşte o zaman... Hak ettiğim ölüme kavuşacaktım. Ağlayarak odama doğru gitmiştim. Gerçekten berbat bir gündü. Kendimi her akşam hissettiğimden daha beter halde hissediyordum. Ölmek isteyen, hayattan bıkmış ve özlemden geberen zavallı biri gibi... Saat gecenin üçüydü ve ben hala elimde sümüklü peçetemle ağlıyordum. Kime, neye bilmiyordum. Onu, onları öyle çok özlüyordum ki her şeyi bahane ederek sürekli ağlasam da yalnızca onların özlemiyle yandığımdandı gözyaşlarımın akması... Alışmıştım ama, yıllardır böyleydi bu. Yıllardır geri gelmeyecek insanların hasretini çekiyordum. Yıllardır asla benim olmayacak birini seviyordum. Ayrılık sebebimiz farklı olsa kavuşma ihtimalimiz olurdu. Bizi ayıran ölüm olmuştu ve ölüm, kavuşma ihtimalimizi imkansızlaştırmıştı. İmkansız denen şeye inanmazdım. Fakat artık inanıyordum. O, ölümle beraber benden gitse de gittiği yer cennetti. Ben ise bir ölüm çiçeği olarak asla cennete gidemeyecek, bu hayatta yaşadığım cehennemi diğer hayatta da yaşayacaktım. Yaşam cehenneminde kalbim acır, ruhum sızlarken...
Geç kaldığımı fark ederek hızlıca elimi yüzümü yıkayıp üzerimi giymek için dolabıma doğru koştum. Altıma sade, siyah bir bol pantolon geçirip üzerime de ona uygun siyah kısa bir büstiyer gitmiştim. Üzerine açık mavi tonlarında bir gömlek geçirerek siyah çantamı da alıp hızlıca çıkmıştım. Gömleğimi düzeltecek vaktim yoktu. Zaten hastane de üzerimi tekrar değişecektim.
Arabanın anahtarını almadığımı fark etmiştim. İçimden kendime söverek bir taksi çevirip sonunda hastaneye gelebilmiştim.
"Hocam, hasta ameliyata girdi fakat girmeden önce gömleğini çıkarmamak için çok ısrar etti. Sağ kısmı kesin ama sol tarafımdan gömlek çıkmayacak dedi illa. Hatta bir de adamlarıyla tehdit etti resmen baygınken çıkarılmasın diye! Acil ameliyat edilmesi gerektiğinden de o şekilde yapmayı kabul etmek zorunda kaldık. Ama şuan durumu iyi." Diyerek son noktayı koyan Beren'e döndüm. "Adam inat diyorsun yani." Dudaklarını büzerek kafasını salladı. "Hem de nasıl inat. Ameliyattan çıkar çıkmaz uyandırın dönelim falan demişti adamlarına hatta. En son uyuyordu ben baktığımda. Umarım kontrolleri yapılmadan çıkmaya kalkmaz." "Tamam o zaman ben hallederim o hastayı, sen diğerleriyle ilgilen." Kafasını onaylarcasına sallarken son anda bana doğru döndü. "Bu arada hocam, yanlış anlamazsanız şey... Siz, iyi misiniz? Yani yorgun görünüyorsunuz biraz." Gülümsedim. Böylesine düşünceli tatlı bir asistanımın olması hoşuma gitmişti. "İyiyim, akşam pek uyuyamadım. Bir sorun yok merak etme." Gülümseyişime karşılık vererek arkasını döndü. Bende vurulan hastamızı bir ziyaret etsem iyi olacaktı. "Merhaba Onur Bey, ben doktor Arjin." Beni görmesiyle oturduğu sandalyeden kalkmıştı. "Merhaba Arjin Hanım, nasılsınız?" Dedi. "İyiyim, ya siz?" Dediğimde sırıtarak hasta odasını göstermişti. "Nasıl olayım valla Savaş, yani patron sonunda uyandı, çok mutluyum!" Sevincine gülümsememle karşılık vermeye devam ettim. "Sevindim sizin adınıza, bende Savaş Bey için gelmiştim. Ameliyattan çıktığına göre kontrollerini yapayım." Eliyle yolu göstermişti. "Tabi doktor hanım buyrun." Odaya girerek hastaya doğru yürümüştüm. Görüş açıma giren adama baktığımda ise sert bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettim. "Sen kimsin?" Dediğinde afalladım. Bu nasıl bir üsluptu böyle? "Sana soruyorum. Neden buradasın?" Dedi. Sert bakışlarına elimden geldiğince aynı şekilde karşılık verdim. "Kime benziyorum acaba? Sizi kurtaran doktor olabilir miyim acaba Beyfendi?" Bir kaşını havaya kaldırarak baştan aşağı beni süzdü. "Bu hastane de hastayla doktoru nasıl ayırt ediyorsunuz?" Dediğinde şaşkınca bakmaya devam ettim. "Ne?" Bu adam iyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı. "Sizi anlamıyorum beyfendi. Lütfen saçmalamayı bırakın da işimi yapayım." Diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. Derin bir nefes alıp bana bakmaya devam etti. "Diyorum ki, üzerinde doktor önlüğü yok, kıyafetlerini özenle düzeltmemişsin bile, üstelik şiş göz altlarına ve kızarmış yüzüne bakılırsa bir doktordan çok hasta gibi duruyorsun." Bu adam insana kafayı yedirtirdi! Tam bir hadsiz! Sakin olmaya çalışarak yavaşça nefes alıp verdim. Tabi ki ona dün akşam saatlerce ağladığım için yüzümün kızardığını, bu yüzden uyuyamadığımdan göz altlarımın şiştiğini ve uyanamadığımdan da geç kalma korkusuyla üzerimi bile düzeltemediğimi, en önemlisiyse kendisiyle ilgilenmek için üzerimi bile değişmeden buraya geldiğimi söylemeyecektim. Haklıydım ama üste çıkmayacaktım. Ben doktordum ve sakin olmalıydım. Bu hadsiz adamla tartışmayacak, muayenesini yaparak hemen kurtulacaktım ve bir daha asla görmeyecektim. Kendimi sakinleştirmeyi başardıktan sonra bir şey söylemeden hastaya doğru ilerledim. "Kontrollerinizi yapacağım. Duruma göre de taburcu olursunuz." Tam hastaya doğru yaklaşmış pansumanı yapacaktım ki ona doğru eğilmemle sertçe yutkunması bir olmuştu. Gözlerini kapatarak kokumu içine çekti. Bir dakika ne? Bu adamın hadsizlik yaptığı yetmiyormuş gibi şimdide sapık gibi kokumu içine mi çekiyordu? "Sen, ne-" Tam konuşacakken sözümü kesen gözlerini hızla açarak bana bakması olmuştu. "Sen..." Olayı anlayamamanın verdiği şaşkınlıkla kirpiklerimi hızla kırpmaya başlamıştım. Birnevi tik gibi bir şeydi. Bazı anlarsa sürekli kirpiklerimi gızlı hızlı kırpmaya başlıyor ve buna engel olamıyordum. "Onur çabuk telefonumu getir!" Korumaya bağırmasıyla kalkmaya çalışması bir olmuştu. "Hey dur kalkamazsın, yaralısın!" Desem de beni dinlemeyerek ayaklarını yere sarkıtacak pozisyonda oturmuştu. "Patron, buyur telefonun. Bir sorun mu var?" Telefonu Onur Bey'in elinden kaptığı gibi, "Çık dışarı!" Diyerek bağırdı. Gür sesiyle öyle bir bağırmıştı ki korkudan yerimden sıçramıştım. Onur Bey dışarıya çıkarken bende korkuyla yutkunup ondan uzaklaşmak istesem de korkudan hareket dahi edemeyecek hale gelmiştim. Telefonunu hızla açarak bir fotoğrafa girdi ve bana doğru telefonu doğrulttu. "Bu, kullandığın parfüm bu değil mi?" Dediğiyle başımı hızlıca salladım. "Evet... Bunu kullanıyorum da, üretimi durdu. Yani... Almak isteyeceksen, ben şey..." Bakışlarıyla yine beni susturmayı başarmıştı. Bu sefer ki bakışları ne sert ne de korkutucu değildi. Bakışları derinden ve tuhaftı fakat şuan bakışlarında yatan anlamı anlayamayacak bir durumdaydım. Bir anda yumruğunu sıkmaya başlayarak beni incelemeye başladı. "Nasıl, nasıl amına koyayım nasıl lan?!" "Küfür etme." Dedim kısık sesle. Şu korku halinde bile hala ne saçmalıyordum ben! Bakışlarını bana doğru yöneltti. Zorla ayağa kalkmaya çalışarak üzerime doğru yürümeye başladı. Korkuyla etrafıma bakınırken bir yandan geri geri adım atıyordum. "Bu parfümün üretimi yıllar önce durmadı mı? Sen nereden buldun?" Şu olayda konunun hala parfüm olması insanı delirtiyordu. "Manevi bir anlamı var benim için. Üretimi durmadan bir sürü almıştım." Yapmacık bir şekilde gülme sesi çıkardı. "Manevi anlam derken? Aşk acısı çektiğin sevgilinden kalan son hatıra falan mı yoksa?" Demesiyle kaşlarımı çatmıştım. İyice üzerime yürümeye devam etti. Sakin kalmaya çalışarak geri adım atmamay çalıştım. "Ben bir soru soruyorsam cevabını almadan durmam. Sorularımı tekrar etmeyi de sevmem. Şimdi cevap ver!" Bağırmasıyla yine irkilsem de belli etmemeye çalıştım. "Pardon ama kim olarak bana bunu soruyorsunuz? Olay bir parfümse size bir tanesini hediye edebilirim. Fakat o kokunun bende ki değeri sizi hiç alakadar etmiyor." Gözlerini kısarak sinirle baktı. "Ha inatçılığa devam diyorsun yani!" Aynı şekilde ona karşılık vererek, "Ha hadsizliğe devam diyorsun yani!" Dedim. Bir anda bütün siniri geçmiş gibi pis pis sırıtmaya başladı. "Söylememekte ısrarcı oluşuna bakılırsa parfümün anlamı belli. Sevgiline olan aşkını öyle belli ettin ki çocuk senden bıkıp ayrıldı, senden manyak gibi onun sana hediye ettiği parfümleri falan dolduruyorsun evine. Çocuğu aşkından boğarak öldürüyorsun, çocuk senden gidince de unutamıyorsun." Diyerek omuzlarını birbirine sarıp kalçasını yatağa doğru yaslayarak duvar kenarında olan beni karşısına almıştı. "Ha bir de her hatırlayışında geceleri ağlıyor, ağlamaktan yüzün kızarıyor. Tabi bu durumda uyuyamıyor, uykusuzluktan göz altlarında morarıyor. Sonra ölü gibi işe gelip böyle hastaları delirtiyorsun." Söyledikleriyle gözlerim dolmuştu. Kırıldığımdan değildi. Söylediklerinde doğruluk payı vardı. Evet sevdiğimi öldürmüştüm fakat bunu sevgime boğarak yapmamıştım. Keşke, keşke her şey anlattığı gibi olsaydı. Keşke yaşadığını bilsem de aşkından acı çekseydim. Keşke yaşadığını bilerek özleseydim. Keşke hediye ettiği parfümü onu unutmamak için değilde onun hediyesi olduğundan saklayabilseydim... Bu sefer ona doğru adım atan bendim. Yumruğumu sıkarak içten içe gözyaşlarımın akmaması için direniyordum. "Sizin gibi hadsiz bir beyfendinin eğlenmek için yatağa attığı kadınların kategorisinde bulunmuyorum. O yüzden tahminleriniz bende değil sizin seviyenizdeki kadınlarda geçerli." Dedim. Yumruğumu sıkarak devam ettim. "Şimdi gitmem gerekiyor. Kurtarılmayı sizden daha çok hak eden insanlar var. Mesela canını kurtaran bir doktora saygı gösterip hadsizlik etmeyecek insanlar..." Yapmacık bir gülümsemeyle odadan çıktım. Çıktığım gibi de akmaması için direndiğim gözyaşlarım boşalmaya başladı. Canım yanıyordu. Fakat bunu yapan ne o hadsiz adam, ne de sözleri değildi. Canım yanıyordu çünkü bedenim ne kadar dik dursa da ruhum o kadar çöküyordu... Odadan çıkar çıkmaz boş bulduğum bir diğer odaya daldım. Onu çok sevsem de her an hatırlayıp acı çekmekten nefret ediyordum. Kalbimi söküp atmak istiyordum. Sevdiğimi kalbime gömdüğümden beri ağır geliyordu bu kalbi taşımak... Canımı yakıyordu. Acı çekmemi sağlıyordu. Ne onu kalbimden çıkarabiliyordum, ne de kalbimi... Bu acıya mahkum edilmiştim. Onu hiçbir an aklımdan çıkaramıyor, her aklımda olduğu anda göğsüme bir sancı saplanıyordu. Yıllardır göğsümdeki bu sancıyla yaşamaya çalışsam da alışamıyordum. Ne onsuzluğa, ne de onsuzluğun verdiği acıya alışamıyordum... Aradan geçen on dakikadan sonra kendimi toparlayabilmiştim. Üzerimi düzelterek odadan çıktım. Bir anda Beren'in üzgün suratıyla bana doğru geldiğini fark ettim. "Beren bir sorun mu var?" Dudaklarını büzen Beren ağlamamak için kendini zor tutuyormuş gibi bana baktı. "Arjin hocam, hani şu Ziya hocanın ameliyatına girdiği çocuk vardı ya..." Dediğinde devamını tahmin edebiliyordum. Duyduklarımla bu sefer gözyaşlarıma akmamaları için direnememiştim. "Ameliyatı başarısız geçmiş." Beren'de gözyaşlarının akmasına daha fazla engel olamamıştı. "Tamam Beren. Sen git, dinlen biraz." Dediğimde kafasını sallayarak koşarak kaçmıştı. Duyduklarımla sendelemiş, duvardan destek almak zorunda kalmıştım. Bunu fark eden Onur Bey koşarak yanıma gelmiş, kolumdan tutarak destek olmuştu. "Arjin Hanım, bir sorun yok değil mi? dedi. Derin nefesler alıp vererek kendime gelmeye çalıştım. "Hayır, iyiyim Onur Bey, başım döndü sadece." Hafifçe kolumu bıraktı. "Kendinize dikkat edin lütfen doktor hanım. Patronum gibi birçok insanın yaşaması için sizin gibi iyi bir doktora ihtiyaçları var." Söylediklerine tebessümle karşılık verdim. Konuşacak halim yoktu. Acımasız hayatın gerçekleriyle karşılaşmak her seferinde canımı daha da çok yakıyordu... Derince bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Hızla lavaboya ilerledim. Yüzüme suyu vurdum. "Kendine gel Arjin. Güçlü ol. Diren, pes etme." Derin derin nefesler alırken içimden her zamanki söylediğim sözleri tekrar ediyordum. Aradan geçen birkaç dakikadan sonra lavabodan çıkarak odama doğru ilerledim. Bitmesi için yalvardığım günlerden birini daha yaşıyordum. Odama girer girmez kapıyı kilitledim. Kimsenin beni bu halde görmesini istemiyordum. Fazla hassas biri değildim ama içimdeki yaraya tuz basılınca etkisini üzerimden atmam zor oluyordu. Masanın üzerindeki mektubu fark ettiğimde sandalyemi çekerek oturdum. Dikkatimi çeken ilk şey mektubun üzerinde yazan isim oldu. Bununla birlikte gözlerim fal taşı gibi açılmış bir şekilde mektuba odaklanmıştım. İçimde hissettiğim korkuyla birlikte mektubu açtım.
Lavinya Arjin Noyan... Şimdi yüzleşme zamanı. İki düşman ailenin o kulübede yanmasına sebep olan benken, kül olmalarını sağlayan sendin. Ölen kaybeder, yaşayan ise bedelini öder. Hem öldürmenin, hemde ölmemenin bedelini ödeyeceksin. Lavinya Arjin Noyan... Bugün suç ortağınla yüzleşecek, asıl katilin kim olduğunu anlayacaksın.
|
0% |