Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.BÖLÜM: ÖZLEDİM

@cananyaxar

 

11.BÖLÜM: ÖZLEDİM

 

Beni unut. Seni hiç hatırlamayacağım gibi...

 

Özledim; sesini, kokunu, bakışlarını. Gittiğim günden beri iyi değilim ama gittiğim günden beri sende iyi değilsin. Her gece ağlamak. Her gece yok olmak. Terk ettim ve arkamda kocaman bir enkaz bıraktım. Özür dilerim sevdiğim. Senin yokluğun çok zor ve ben her gün varlığını hatırlıyorum. Unutmadım sevdiğim. Unutmayacağım. Sensiz de hiç iyi olmayacağım.

 

1 HAFTA SONRA

 

Balkonda oturmuş küçük çocukları izliyordum. Gülerek birbirlerini kovalıyor, heyecanla bir sağa bir sola koşuşturuyorlardı.

 

O günden sonra ne mi olmuştu? Benim için berbattı. O gün evden ayrıldıktan sonra burada kendime bir ev tuttum. Kimsenin bulamayacağı bir yerdeydim. Yine yalnız kalmıştım. Sessizliğimle kavga ediyor, her gün kendimi suçlu hissediyordum. Onu çok özlemiştim. Bana bakınca yumuşayan bakışlarını çok özlemiştim. Ben bir anda ona tutulmuştum ve tek başıma büyüyen ben şimdi onsuz yapamıyordum. Aynı bölgedeydik ama birbirimize çok uzaktık.

 

"Ebe," diye bağırdı uzun saçlı küçük kız çocuğu. Koltuktan kalkıp, içeri girdim. Evde çok bunalıştım. Telefonumu alıp, dışarı çıktım. Yürüyüş yapmak ilk defa iyi gelmemişti. Deniz kenarına oturdum ve denizin kokusunu içime çektim.

 

Telefonumun çalmasıyla dikkatim dağılmıştı. Dilan arıyordu. İlk defa aramıştı. Cevaplayıp, cevaplamak arasında kalsam da cevaplayıp, kulağıma götürdüm.

 

"Alo Mehir yenge," dedi ağlamaklı çıkan ses tonu. "Yenge neredesin sen?"

 

Cevap vermedim.

 

"Yenge abime ulaşamıyoruz. Azat abim söyledi evi terk etmişsin. İnanamadım."

 

Berzan iyi miydi?

 

"Mehir yenge orda mısın? Bak bana söyle bari. Neden gittin? Babam mı?"

 

Dudaklarımı sıktım ve derin bir nefes aldım. Denizi içime çektim. "Dilan. Ben iyiyim."

 

Hiç iyi değildim.

 

"Yenge yapma Allah aşkına. Sen abimsiz, abimde sensiz yapamaz. Bunu artık bütün doğu biliyor."

 

Sustum. O nasıldı?

 

Dilan sesimi duymuş gibi konuştu. "Kimse abime ulaşamıyor. Babam desen iki tane kurban kesti. Abla abimi merak ediyoruz. Neredesin söyle yanına geleyim."

 

"Hayır. Yani çok uzaklardayım. Neyse benim kapatmam lazım."

 

Dolan gözlerimi sıkıca kapattım. Göz yaşlarım yüzümü esir almaya başladı.

 

"Yenge kapatma. Bana neden gittiğiniz söyle. Abimle mi kavga ettiniz?"

 

"Ben abine gerekeni söyledim. Kendine çok iyi bak. Dicle'yede," dedim ve telefonu kapattım. Yorgundum. Ölü gibiydim.

 

Dudağımı yaladım ve göz yaşlarımın tadıyla acıktığımı hissettim. Bir haftadır doğru düzgün yemek yemiyordum. Çok zayıflamıştım. Göz yaşlarımı yanaklarımdan yok edip, ayağa kalktım. Yakın bir lokantaya girdim ve sipariş ettiğim çorbanın gelmesini bekledim. Telefonumun çalmasıyla Berzan'ın yüzüncü kez aradığını fark ettim. Telefonu tam kapatacağım sırada attığı ellinci mesajı açtım.

 

Ben bitti demeden bitmez Mehir Arjen, yazmıştı. Önüme getirilen çorbaya baktım. Yoğurt çorbasıydı. Berzan'ın en sevdiği çorbaydı. Ayağa kalktım ve çorbadan tek bir kaşık almadan ücretini çorbanın yanına bırakıp, lokantadan çıktım. Ondan bir mesaj daha gelmişti. İçim kıpır kıpır oluyordu. Her baktığımda, her aradığında, her yazdığında.

 

Seni bulacağım.

 

Telefonu kapatıp cebime koydum hava kararmaya başlamıştı. Yanımdan geçen iki genç kızın konuşmasını duydum. "A bu kadın Berzan Arjen'in karısı değil mi?"

 

Yutkundum ve başımı dik tuttum. Karnım gurulduyordu ama canım hiçbir şey istemiyordu. Başımı sağ tarafa çevirdiğimde Berzan'ın adamlarını gördüm. Telefonla konuşuyorlardı. Beni fark edecekleri sırada sola doğru bilmediğim bir sokağa girdim. Koşar adımlar atarak oradan uzaklaştım. Kolumda ki saate baktığımda akşam olmuştu. Adımlarım yavaşladı ve bilmediğim, tanımadığım o sokaklardan geçtim.

 

Dört kadın yanımdan geçerken yüzüme baktı. Arkamı dönüp baktığımda tanıdıklarını fark ettim. Önüme döndüm ve yürümeye devam ettim. Tanımadığım boş sokaklardan geçiyordum. Derin düşüncelerimle bu sokakları da derdimle dertlendiriyorum. Adımlarım durdu ve yan tarafta sigara içen bir adam fark ettim. Arkası dönüktü. Berzan'a benziyordu. Yanında durdum ve aslında hiç benzemediğini fark ettim. Adam bakışlarını yüzüme çevirdi.

 

"Birine benzettim de," dedim mahcubiyetle. Adam gülümsedi ve sigarasından bir fırt çekip başını salladı. Berzan esmerken bu adam kumraldı. Alakaları yoktu.

 

Tam arkamı dönüp gideceğim sırada durdum ve adama baktım. Yeri izliyordu. "Şey," dedim ve cebimden para çıkarıp adam uzattım. "Bana da bir dal sigara verir misiniz?"

 

Başını yerden kaldırdı ve önce elimde uzattığım paraya, sonrada yüzüme baktı. "Derde sigara iyi gelmez," dedi ve elimdeki parayı alıp cebine koydu. Sonra sigarasından bir fırt daha çekip yere fırlattı. Diğer cebinden de sigara paketi ve çakmak çıkarıp bana doğru uzattı.

 

"Ne iyi gelir?" diye sordum uzattığı çakmağı ve sigara paketini alırken.

 

"Derdin olan iyi gelir," dedi ve başını duvara yasladı. "Yani derdine derdin olan iyi gelir,"

 

Elimde duran sigara paketine baktım. Doğru söylüyordu. "Peki ya derdin olanı üzmek istemiyorsan?"

 

Adam başını yaslandığı yerden kaldırıp, yüzüme baktı. "O zaman onunda en büyük derdi sen olursun," dedi ve arkasını dönüp gitti. Bir cümle ne kadar şey anlatıyordu?

 

Bende olduğum yere, kaldırıma oturdum ve sigara paketinden bir dal çıkarıp, yaktım. Sokaktan geçip gidenleri izliyordum. Bir sigara daha yaktım ve onu da içtim. Bir sigara daha ve bir sigara daha. Tek derdim sevdiğim değildi. Canım yanıyordu. Onsuz bir hafta bana bir ömür gibi gelmişti. Hiçbir şeyin sanki bir anlamı yoktu. Geriye dönmek istesem de daha çok sevecektim. Zordu. Onsuzluk her şeyden zordu. Alışmak zorundaydım.

 

Ben onsuz yaşayamam. Ben onsuz gülemem. Bekleme beni demek istiyorum. Bana gelme demek istiyordum. Ayakta duramıyorum gel beni kucağına al demek istemiyorum. Ya da boş ver. Her şeyden çok istiyorum...

 

Saatlerdir oturduğum kaldırımdan kalkıp etrafa baktım. Kimse yoktu. Geldiğim tarafa doğru yürüdüm. Sokak lambaları, her yeri aydınlatıyordu. İki adamın duvarın kenarında beni izlediğini fark etmemle adımlarım hızlandı. Berzan'ın adamları değildi. İkisinin de bana doğru koştuğunu fark etmemle bende koşmaya başladım. Ayağımın taşa takılmasıyla sertçe yere düştüm. "Ah," dedim inleyerek. Kollarımdan tutularak ayağa kaldırılmamla sokağın ortasında bağırmaya başladım.

 

"Bırakın lan beni,"

 

Yüzünü tam görmediğim adam kolumu sıktı ve "Sana bir tavsiye vermem gerek. Psikopatlarla dolu bir mahalledesin. Ve bu güzelliğini neyse ki ilk biz keşfettik,"

 

"Kolumu acıtıyorsun," dedim bağırarak ve kolumu hızlı bir hareketle elinden kurtardım. Yüzünü daha net gördüğüm adam arkadaşına baktı.

 

"Bu kadın bana bir yerden tanıdık geliyor," dedi kalın sesiyle.

 

"Sen geri zekalı mısın oğlum. Böyle bir şah eseri ancak rüyanda görürsün," dedi kolumu sıkan, beni boydan süzen adam.

 

"Bence de," dedim ve ikisine de beş saniye içerisinde bacak aralarına tekme atıp, koşarak uzaklaştım.

 

Arkamdan birinin bağırarak yerimde durmama neden olacak o cümleyi kurdu. "Oğlum şimdi ben bu p*çi," dedi inleyerek. Yerde duran büyük taşı elime aldım ve öfkeyle arkamı dönüp üzerlerine doğru yürüdüm. Beni fark etmeleriyle, gözleri kocaman açıldı.

 

“Bir yerden ta…Lan Arjen'ler bizi yok edecek. Senin kız sevdan yüzünden," dedi ve arkalarına dönüp koşarak uzaklaştılar. Elimde duran büyük taşı duvara fırlattım.

 

"Pislikler," dedim ve kiraladığım eve doğru yürüdüm. Eve girdim ve karanlıkta ışıkları açmamla şok oldum. Berzan ayakta durmuş, salonun ortasında ciddiyet ve özlemle yüzüme bakıyordu.

 

"Senin burada ne işin var?" diye sordum sanki nefret ediyordum. Sesim buz gibi çıkmıştı. Gözleri gözlerimle buluşmayı bekliyor gibiydi. Sessizce yüzüme bakıyordu. "Cevap versene," diye bağırdım.

Aramızda ki mesafeyi kapattı ve yüzüme küçük bir çocuk gibi baktı. Annesini kaybetmiş sonra bulmuş gibi bakıyordu.

“Bir veda etmeden gittin ve bana ne işin var burada mı diyorsun?” dedi kısık sesle. Ağlamaklı çıkıyordu sesi. Çok özlemiştim. Sesini bile.

“Git,” dedim bakışlarımı boşluğa çevirirken. Berzan çenemi tuttu ve, “yüzüme bak!”

“Bakmayacağım,” dedim yüzüm ona dönük olsa da inatla boşluğa bakıyordum.

“Benden gidecek kadar ne oldu?” dedi yumruğunu sıktığını fark ettim.

“Bitti, zaten her şey çok hızlı oldu. Yani…”

Berzan sıkıca sarıldı ve dolan gözlerim aktı gitti. Ben sarılamadım ama kokusunu içime çektim.

“Sen de özledin,” dedi ve saçlarımı kokladı. Dakikalarca sarıldı ve bende çaresizce bekledim.

“Git,” dedim tekrardan. “Git burdan,” dedim ellerimi göğsüne koyarak serçe ittim. Berzan yüzüme baktı ve salona geçip, tekli koltuğa oturdum. Berzan’da salona girdi ve başımda dikildi.

“Neden?” dedi çaresizce. Sesi kırılmış, dudakları kurumuş, gözlerinin altı morarmıştı.

Sustum. Konuşmak istemedim.

“Yapma böyle. Susma. Vur, kır, bağır, çağır ama susma.”

“Benim konuşacak bir şeyin yok.”

“Benim var,” dedi Berzan ve önüme geçip dizlerime dokunarak, diz çöktü. Başımı duvarda asılı saate çevirdim.

“Bana bunu yapma. Beni sensiz bırakma,” dedi kucağımın üzerinde duran ellerimi avuçlarının arasına alarak.

Duvar saatine bakarak, “evine git,” dedim sakince.

Berzan ellerimi daha sıkı tuttu. “Benim evim sensin. Sen yoksan evimde yok.”

İçim parçalandı ama gözlerimi gözlerine çeviremedim. Başım dik bir şekilde saate bakmaya devam ettim.

“Berzan, lütfen git.”

“Gitmeyeceğim. Buradayım. Sen benimle gelene kadar gitmeyeceğim,” dedi karla.

“Ben seninle gelmek istemiyorum. Beni polisi aramak zorunda bırakma,” dedim net bir şekilde. Berzan ellerimi bıraktı ve ayağa kalktı. Bakışlarım artık dayanamadı ve bende yüzüne baktım. Çok kötü görünüyordu. Saçı başı dağılmış, uykusuzluktan ölecek gibiydi. “Evine git ve uyu. Kardeşlerin seni çok merak etmiş. Onları ara ve iyi olduğunu söyle.”

“Yalan söyleyeyim yani?” dedi bitkin çıkan ses tonuyla. Yutkundum ve bende ayağa kalktım.

Kendimden bile beklemeyeceğim o cümleyi kurdum. Ama Berzan’ın gözlerinin içine bakarak değil camdan yansıyan yüzüme bakarak konuştum. “Git ve Kader’le evlen. Baban kazandı,” dedim Berzan’ın önünden geçip gittim. Berzan elimi tuttu ve karşıma geçti.

“Babam’la o gün buluştuğunuzda sana para teklif etmedi. Sana başka bir şey söyledi. Sana yanlış bir şey söyledi. Hiç beklemediğin yerden istemediğin yerden vurdu seni. Yoksa sen benden gitmezsin. Sen beni bırakmazsın.”

“Sen öyle san,” dedim elimi avucunun arasından çektim ve sokak kapısını açtım.

Berzan yüzüme öyle bakma. Her şeyi unutur, sarılırım. Sarılırsam üzülürsün. Yapma. Yapma bunu bize.

“Biz ayrılmayacağız. Sen istesen de ben sevdam da vazgeçmeyeceğim.”

Bende vazgeçmeyeceğim.

“Biz diye bir şey yok artık,” dedim ve Berzan’ın kolundan çekiştirerek evden çıkardım.

Doktorun söyledikleri yankılandı kulağımda. Berzan’ın son kez gözlerine bakarak, kapıyı serçe kapattım.

“Seni asla bırakmayacağım Mehir Maver Arjen. Duydun mu? Seni asla bırakmayacağım,” diye bağırdı kapının arkasından. Akan yaşlarımı yüzümden sildim ama sildikçe yaşlar daha çok geliyordu. Kapının arkasında oturdum saatlerce ağladım. Elim karnıma gitti ve daha çok ağladım.

Bir gün uyanırsın ve hiç olmayacak şeylerle karşılaşırsın. Hayatın senin kollarındayken başkasının kollarında kukla olur. Sen kaderini izlerken, kaderin senaryoyu kendi yazar ama yönetmeni sen olursun. Bitti gibi görünür ama aslında bitmez. Bittikçe yeniden başlar. Hayata dargınız. İnsanlara küskün. Kendimize yorgunuz.

Gözlerimi açtığımda, yatağımdan doğrulup, ayağa kalktım. Banyoya girip, aynaya baktım. Gözlerim ağlamaktan kızarmış. Gözlerimin içi kan dolmuştu. Ellerimi yüzümü yıkayıp, kendime gelmeye çalıştım. Telefonumun çalma sesiyle, daldığımı fark ettim. Banyodan çıkıp, yatak odama girdim. Komidinin üzerinde ısrarla çalan telefonumu elime aldım. Ev sahibi arıyordu. Bu saate aranır mıydı? Cevaplayıp, telefonu kulağıma götürdüm.

“Efendim,” dedim donuk çıkmıştı sessim.

“Günaydın Mehir Hanım.”

“Günaydın,” dedim sakince.

“Şey diyecektim. Bu saatte de rahatsız ettim ama. Dün gece sesler geliyordu. Berzan Arjen olduğunu görünce şaşırdık tabi. Şimdi ise apartmanın önü gazeteci dolmuş. Berzan Bey ise kapınızın önünde, paspasın üzerinde oturmuş gördüm.”

“Ne,” dedim şaşkınlıkla. “Şu an kapının önünde mi?”

“İki dakika önce gördüm uyuyordu. Gazeteciler ise sabahın köründe apartmanın önüne toplanmışlar. Size sormadan bir şey yapmak istemedim.”

“Tamam tamam. İyi yapmışsınız. Bırakın orada kalsınlar. Teşekkür ederim,” dedim ve telefonu kapattım. Üzerimi değiştirip, sokak kapısının önüne geçtim. Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Gözlerim dolmuştu. Berzan gerçekten de paspasın üstünde oturmuş, kafasını duvara yaslamış uyuyordu.

Eğildim ve yüzüne baktım. Sakalları çıkmış, yüzü bembeyaz olmuştu. Yüzüne dokunmak istedim ama yapamadım. Anlına dokundum. Şaşkınlıkla, “Berzan,” diye seslendim. Ateşi çıkmıştı.

“Berzan uyan,” dedim endişeli çıkan ses tonuyla. Berzan gözlerini açtı ve yüzüme bakarak gülümsedi.

“Günaydın güzelim,” dedi başını yasladığı duvardan kaldırıp ayağa kalktı. Bende kalktım.

“Ateşin var,” dedim endişeli çıkan sesimi azda olsa sakin çıkarmaya çalışarak. Berzan elini anlına koydu.

“Ben iyiyim,” dedi ve üstünü başını elleriyle sildi. Hep toz olmuştu beyaz gömleği.

“Geç içeri. Ateşini düşürelim. Sonra gidersin evine,” dedim ve geriye çekilip eve girmesini bekledim.

“Evimiz. İkimizin,” dedi ve içeri girip kapıyı kapattıktan sonra yüzüme doğru yaklaştı. Kokumu içine çekip. “Bizim evimiz.”

Geriye doğru gittim ve mutfağa girdim. Berzan da peşimden geldi.

“Sen salona geç geliyorum,” dedim dolabın kapağını açtım.

“Tamam ama sende çabuk gel,” dedi çapkın bakışlar atarak. Cevap vermedim. Berzan mutfaktan çıkarken bende leğene soğuk su koydum. Bir bez alıp salona girdim ama Berzan yoktu. Odama mı gitmişti.

Odama girdiğimde yatağıma uzanmış, başımı koyduğum yastığa sarılmış tavanı izliyordu. Beni fark edince gülümsedi. “Bir hafta bir asır gibi geçti. Bir haftadır beni evsiz bıraktın,” dedi öfkeyle karışık özlemle.

Elimdeki su dolu leğeni komidinin üzerine koydum. “Kay,” dedim Berzan’a ciddiyetle bakarak. Berzan ayağa kalktı ve karşımda durdu. Çok yakındı. Üzerinde ki tozlu gömleğin düğmelerini açıp, gömleğini çıkarıp, yatağa fırlattı. Kaslı vücudu ve yapılı vücuduna bakmamak için gözlerimi kapattım.

“Giy şunu,” dedim. Ses gelmedi. Gözlerimi açtığımda Berzan yatağa uzanmış biraz da kaymıştı.

“Kocamdan utanıyorum deme sakın,” dedi sırıtarak.

“Utandığımı nerden çıkardın,” dedim ciddiyetle.

“Seni çok özledim biliyor musun Mehir. İnadını, başına buyrukluğunu bile.”

“Olabilir,” dedim elimle ateşine baktım. Ateşi çoktu. Ama Berzan’ın umurunda bile değildi.

“Kaydım gelsene,” dedi ciddiyetle.

Yanında ki boşluğa baktım ve oturdum. “Uzanmamı beklemiyorsun herhalde.”

“Uzan bence. Farkındayım sende özledin beni,” dedi imayla.

“Yanına oturdum ve leğenin içinde duran ıslak bezi sıktım ve Berzan’ın anlına koydum. Bezi koymamla titredi birkaç saniye.

“Neden gitmedin. Geceleri çok soğuk oluyor. Sende geçmiş kapının önünde uyumuşsun.”

Berzan özlemle gözlerime baktı. “İyi ki de hasta olmuşum. Yoksa eve alacağın yok.”

“Delisin,” dedim ve istemeden gülümsedim. Berzan dudaklarıma baktı ve anlının üzerinde duran elimi avucunun arasına aldı ve öptü.

Elimi çektim ve ayağa kalktım. Şaşırmamıştı. “Sen uyu. Yani dinlen. Bende sana çorba yapayim,”

“Ez ê ji bo te bimirim,” dedi mavilerime bakarak.

“He,” dedim anlamayarak.

“He değil efendim,” dedi sırıtarak. Utanmıştım. Hızlıca odadan çıkıp, kapıyı kapattım.

Telefonumu arka cebimden çıkarıp, söylediği cümlenin çevirisini açtım. Ekrana bakarak aptallar gibi güldüm.

Senin için ölürüm, demişti. Aptalca gülümsemeyi kesip, mutfağa girdim.

Çorbayı yaptıktan sonra salona girip çekmeceden ateş düşürücü buldum. Arka cebime sıkıştırdım. Çorbayı tabağa koyup, Berzan’ın yanına gittim. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Yastığıma sıkıca sarılmış uyuyordu. Gülümsedim ve yanına oturdum. Tepsiyi komidinin üzerine koyup, arka cebimde duran ateş ölçeri çıkarıp Berzan’ın anlına değdirdim. Ateşi azalmıştı ama hala vardı.

“Geçekten de doğruymuş,” dedi Berzan ve doğrulup, sırtını yatağın başına yasladı.

“Ney?” dedim gözlerine bakarak.

“Hastalıkta, sağlıkta diyor ya nikah memuru. Gerçekten de hastalıkta sağlıktaymış.”

Elim karnıma gitti ve yutkundum. Aniden ayağa kalkıp, Berzan’a çorbayı gösterdim. “İç ve sonra ılık bir duş al. Sonra da git buradan,” dedim sinirle.

Berzan çorbaya baktı. En sevdiği çorbayı yapmıştım. “Peki,” dedi ve çorbayı eline alıp içmeye başladı. Böyle bir cevap beklemiyorum. Odadan çıktım ve salona girdim. Pencereden dışarıya baktığımda gazetecilerin de hâlâ orada beklediklerini fark ettim. Şervan beni delirtmeye çalışıyordu. Kısacası pes ettiği cümle aleme göstermeye çalışacaktı. Anahtarı alıp evden çıktım ve apatmanın kapısını açmamla, gazetecilerin hepsi üzerime doğru gelmeye başladı.

“Mehir Hanım, Mehir Hanım,” diye seslendi gazetecilerin hepsi. “Berzan Arjen’le küs olduğunuz doğru mu?”

“Ayrılacağınız söyleniyor.”

“Mehir Hanım siz mi terk ettiniz,” dedi başka bir gazeteci.

Elimi kaldırıp hepsine dur işareti yaptım. “Ben size gerekli açıklamayı yapacağım ama lütfen geri durun,” dedim. Apartmanda ki herkes penceren başını çıkarmış beni izliyordu.

“Öncelikle buradan birine seslenmek istiyorum,” dedim kameralara bakarak. Başım dik ve gururlu bir şekilde konuşmaya devam ettim. “Ben Mehir Maver Arjen. Berzan Arjen’in eşiyim. Zaten gördüğünüz üzre bana aşkından ölüp biten adam Berzan Arjen onu affedeyim diye kapımın önünde, paspasın üstünde uyumuş.”

Gazeteciler şaşkınlıkla. “Berzan Arjen mi?” diye sordu.

“Evet Berzan Arjen. Ki küs de değiliz ve şu an evimde beni bekliyor. Şunu da söylemem gerekirse siz düşmanlarım, beni izlemeye devam edin. Neyse benim şu an gitmem gerek. Evde beni bekleyen bir kocam var. Üşütmüş biraz onunla ilgileneceğim,” dedim ve arkamı dönüp, apartmana girip, kapıyı kapattım. Geride bıraktığım cevapsız sorular ve sinirden küplere binecek bir düşman bırakarak eve girdim.

Belki her şey bitmiş olabilirdi ama sonumu el alem değil ben yazacaktım. Beğenmezsem kendim silecektim. Ama kalemde silgide benim elimde olacaktı.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%