@cananyaxar
|
13.BÖLÜM: SONSUZA
Aşk dediğin arkandan vurur ama acıtmaz.
Seninle sonsuza doğru sensize gidiyorum. Biliyorum yol yokuş ama ben gidiyorum. Belki de gidince olacaktı. Çünkü kaldıkça olmuyordu. “Ne?” diye sordu. Arkamı dönüp gittim. Berzan kolumu tuttu ve yanaklarımı avuçlarının içine aldı. “Şaka yapıyorsun değil mi?” “Bırak, gideceğim,” dedim acımasızca. Berzan bırakmadı. “Berzan bırak beni.” Berzan öfkeyle bıraktı beni ve arkasını dönüp kapıyı kilitleyip, pencereye doğru gitti. Açık olan pencereden dışarıya doğru attı anahtarı. Ben şaşkınlıkla Berzan’ın sinirden çıkan yüz damarlarına baktım. “Bırakmam. Gitmene izin vermem. Boşanmam da asla,” dedi ve koltuğuna oturup telefonu kulağına götürdü. “Eda, bu katı boşalt. Evet. Hemen şimdi. Kimseyi de alma.” Telefonu kapattı ve yüzüme baktı. “Üşüyor musun?” diye sordu. “Üşüyorsan pencereyi kapatırım.” Sorusunu cevapsız bırakarak, “Berzan ben diyeceğimi dedim. Eve gitmek istiyorum,” dedim sakince. Umursamadı. İyi de görünmüyordu. Böyle bir babası varken iyi olmasını da bekleyemezdim. Boş koltuğa oturdum ve kollarımı göğsümün üzerinde çapraz bağladım. Berzan hem dosyaları inceleyip, bilgisayar ekranına bakıyordu hem de bana bakıyordu. “İşin ne zaman biter?” Cevap vermedi. Bana kırgın ve sinirliydi. Haklıydı. “Ben sıkıldım,” Başını bilgisayardan çekip yüzüme baktı. Ama yine cevap vermedi. “Telefonumda yanımda değil,” dedim ve Berzan dosyalarını kapattı. “Eve gidecek miyim?” “İstediğin zaman gidebilirsin,” dedi ve ayağa kalktı. Anlamayan bakışlar attım. “Nasıl. Şimdi gidebilir miyim?” “Gidebilirsin tabi ki ama anahtarı gördün attım.” Dalga geçiyordu. “Tamam, birini ara söyle açsın kapıyı.” “Beni öylece bırakıp gideceksin yani?” “Ne?” dedim anlamazlıktan gelerek. Karşımda ki boş koltuğa oturdu ve gözlerimin içine baktı. “Ne değil efendim,” dedi hayranlıkla yüzüme bakarak. Konuşmayacağımı fark edince cebinden sigara paketi çıkarıp, paketten bir sigarayı aldı. “Bana da,” dedim ve elinde ki paketi alıp içinden bir dal çıkarıp dudaklarıma sıkıştırdım. Berzan şaşırmıştı. “Yeni başladım,” dedim yorgun gözlerim yorgun gözlerine bakarak. Başını salladı ve avucunun arasında ki gümüş çakmağı yaktı. Yaklaştım ve sigaramı yaktı gözlerime bakarak. Sonra kendi sigarasını yaktı. Bir fırt çektik ve dudaklarımızın arasından çıkan dumanlar havadan eriyip gitti. “Beni terk ettikten sonra sigaraya başlamışsın?” Senden sonra hiç iyi olamadım desem inanır mıydı? Ben senden vaz geçince, vuruldun. Ama seni hep seveceğimi bilmiyorsun be Doğulu. “Alakası yok,” Dudağını yaladı ve başını salladı. Sigaramız bittikten sonra ikinciyi yaktık. “Sen benden vaz geçince ne oldu biliyor musun?” Sustum. “Annem gitti. Karım gitti. Sevdiğim koku gitti. Aşka olan inancım bitti. Yaşayan ölü gibiyim. Sen yokken sanki astım hastasıymışım ve sen olmayınca astım ilacım da olmuyor. Kısacası ben iyi değilim.” Yutkunamadım. Nefes alamadım. Özür dilemek isterdim ama özür dileyemediğim için de özür dilerim. “Ben çıkmak istiyorum,” dedim Berzan bir sigara daha yaktı. Gözlerimin içine bakarak, kapıya doğru bağırdı. “Açın kapıyı,” dedi ve kapının kilit sesi geldi ve sonra kapı açıldı. Eda başıyla selam verdikten sonra gözden kayboldu. “Gidebilirsin ama benden asla,” dedi ve ayağını dizinin üzerine koydu. Sigaradan bir fırt daha çekip, havaya doğru nefesini bıraktı. Duman havada kayboldu. Bu kadar yakışıklı ve karizma olmak zorunda mıydı? Ayağa kalktım ve odadan çıkıp, odama girdim. Çantamı, telefonumu ve ceketimi giyip, şirketten çıktım. Berzan’ın odasının olduğu cama baktığımda, beni izlediğini fark ettim. Güvenlikten anahtarı alıp, arabaya bindim. Eve doğru sürdüm. Kendimle savaş veriyordum. Eve geçtim ve kapımı kapattım. Duş alıp, üstüme rahat bir şeyler giyindikten sonra salona geçtim. Oturdum ve saatlerce Bezan’ı düşündüm. Aşk böyle bir şey miydi? Seni sıkıp, bırakmıyordu. Acıyor mu, yakıyor mu, üzüyor mu umurunda değildi. Telefonumun çaldığını duymamla cevapladım. Yabancı bir numaraydı. “Alo,” dedi karşı taraf. Dicle’nin sesiydi. “Alo, Dicle sen misin?” “E-evet abla benim.” Sesi çok kötü geliyordu. Ağlamıştı. “İyi misin sen, sesin çok kötü geliyor.” Hıçkırık sesleri gelmeye başladı. “İyi değilim abla, dö-dövdü beni, bebeğimi öldürdü.” dedi ağlayarak. Hızla ayağa kalktım. “Nasıl?” “Abla sarho-sarhoştu vurdu,” dedi burnunu çekerek. “Bana adres at çabuk geliyorum,” dedim korkuyla. Karşı taraftan Civan’ın sesini duymaya başladım. “Kiminle konuşuyorsun sen!” dedi bağırarak, bir süre sonra gülmeye başladı. “Kim bu o***pu kadın mı? Sana telefon yasağı da getirmek lazım he Diclem,” dedi ve tokat sesiyle elimde ki telefon yere düştü. Yutkundum. Telefonu yerden aldım ve Azat’ı aradım. Telefonu ikinci çalışta açtı. “Alo, yenge bir şey mi oldu?” “Beni Dicle’nin kaldığı eve götürür müsün?” diye sordum. Azat hiç düşünmeden, “Evet yenge tabi ki ama bu saatte…” Lafını kestim, “Ben anlatacağım sana. Çabuk gel,” dedim ve telefonu bırakıp odama gittim. “Üstüme siyah eşofman takımı giyidim ve çantama çakı ve telefonumu koydum. Korna sesi duymamla Azat’ın geldiğini anladım. Beyaz spor ayakkabılarımı giyidim ve evin anahtarını alıp, çıktım. Merdivenlerden koşarak inip, apartmandan çıktım. Azat kapımı açtı ve bindim. Azat’ta bindikten sonra arabayı çalıştırıp, sürmeye başladı. “Yenge ne oldu? Senin ne işin var Civan’ın evinde.” “Onlar konakta kalmıyor muydu?” diye sordum. “Kalıyorlardı ama Civan ayrı eve çıkmak istedi.” “Şerefsiz. Dicle’yi daha rahat dövebilmek için ayrı eve çıkmıştır.” “Dicle’yi mi dövüyor?” diye sordu Azat ve gaza yüklendi. “Evet. Seni aramadan önce beni Dicle aradı. Ağlıyordu. Civan’ın onu sarhoş halde dövdüğünü söyledi. Şerefsiz bebeğini de öldürmüş. Bana konum at, dedim ama Civan geldi. Kızın telefonunu eline aldı benim ismimi görünce küfür edip,” dedim ve sustum. “Hamile kadına yapılır mı bu. Sonra?” diye sordu. “Sonra kıza çok kötü, sert bir tokat attı.” “Vay şerefsiz. Abim öğrense öldürür onu.” “Abin bilmesin onlara gideceğimizi,” dedim ve Azat aniden öksüremeye başladı. “Haber verdim ben,” dedi gözlerini kaçırarak. “Of Azat, ne dedi peki?” “Mehir’e dikkat et, dedi, sonrada kapattı.” “Anladım,” dedim dışardaki yanan sokak lambalarına bakarak. “Yenge, neden?” “Soru sormasan Azat, abin hakkında konuşmak istemiyorum.” “Dilan’a her şeyi anlattın ama değil mi?” diye sordu. “E-evet,” dedim yutkunarak. On dakika sonra Azat arabayı bir villanın önüne park etti. Azat arkasından silahını çıkarıp, arabadan indi. Civan gibiler ölümü hak ediyordu. Bende indim arabadan ve villayı inceledim. Zenginlik akıyordu. Azat yanıma geldi ve korumalar kapıyı açtı. Azat’ı tanıdıkları için açmışlardı sanırım. “Bunlar abimin adamları,” dedi Azat silahını arkasını geri koyup. Bahçeden geçip, kapının önünde durduk. Azat iki eliyle kapıyı kırarcasına vurdu. Kapı açıldı ve karşımda Berzan’ı görmemle kaşlarımı çattım. Azat’ta benim gibi şaşkındı. “Buyurun,” dedi ve içeri girmemiz için geriye çekildi. “Dicle,” diye bağırdım eve girerken. Dicle koşarak yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. “İyi misin?” diye sordum. Yüzünü avuçlarımın içine aldığımda, kaşı patlamış, dudağı kanamıştı. Yanakları ise morarmıştı. “Dicle iyi misin?” diye sordu Azat. Koşarak içeriye doğru girdim. “Aha s**tın Civan,” dedi Azat arkamdan. Ev kocamandı. Salona girdim. Civan, yüzü kanlar içinde bana baktı. Salonun ortasında yerde oturmuş, sırıtmaya başlamıştı. Ama arkam baktığında korkuyla başını eğdi. Arkama döndüğümde Berzan kokutucu bakışlarını yerde oturan Civan’dan alıp bana çevirdi. Bakışları yumuşamıştı. Bu dünyada kimse bana senin kadar güzel bakamaz Berzan Arjen. Tekrardan Civan’a döndüm. “Kadına mı kalkıyor lan elin,” diye bağırdım. “Köpek, diğcem ama hayvana hakaret olacak,” dedim sertçe karnına bir tekme attım. Civan inleyerek yere uzandı. Berzan kolumdan tuttu. “Bak sen konuştu p*çimiz,” dedi inleyerek. Bir tekme daha attım. Berzan silahını Civan’ın üzerine doğru tuttuğu sırada, Berzan’ın kolunu tuttum. “Değmez, boş ver. Bu pislik için katil olmaya değmez,” dedim iğrenerek yerde yatan şerefsize bakarak. “Abi bırak ne hali varsa görsün,” dedi Azat abisinin omzuna dokunarak. “Benim karımla düzgün konuşması gerektiğini bilmiyor. O zaman yaşamasına de gerek yok öyle değil mi?” Namluya basacağı sırada, “dur,” dedim ve Berzan bakışlarını yüzüme çevirdi. Öpmemek için zor tutuyordum kendimi. “Yapma. Artık katil olma.” Berzan gözlerimin içine bakarak silahın ucunu Civan’ın ayağına doğru tuttu ve sıktı. Yerimden korkuyla sıçradım. Civan acıyla inleyerek, bağırıyor. Dicle ağlıyor, Azat iğrenerek Civan’a bakıyordu. Berzan ise gözlerimin içine bakarak sıkmıştı. “Ölü değil ama yaralı, olur mu?” diye sordu Berzan gözlerime hayranlıkla bakarak. Başımı salladım ve Berzan’ın kolunu bıraktım. Berzan, Civan’ın yüzüne doğru eğilip, tükürdü. “Sen karıma dua et,” dedi ve yaralı ayağına basıp, inleyişini dinledi. “Azat sen Dicle’yi konağa götür,” dedi. “Hayır Azat sen, beni ve Dicley’i benim evime götür.” Berzan iç çekti ve yüzünü bana çevirdi. “Karım nasıl isterse,” dedi. Azat’ın ve Dicle’nin ağzı açık kalmıştı. “Abi, iyi misin?” diye sordu. Berzan gözlerime bakarak, “Hiç olmadığım kadar,” dedi.
*** Sabahın köründe kalkmış, acı bir kahve içiyordum. Berzan; ‘Nasıl içiyorsun şu kahveyi’ derdi hep. Gülümseyerek, kahveden bir yudum daha aldım ve odamın kapısına doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda, Dicle’nin hâlâ uyuduğunu fark edince, kapıyı geri kapattım. Dün Azat bizi eve bıraktıktan sonra gitmişti. Dicle’leyle eve girip, yaralarını temizledim. Bebeğini iki gün önce kaybetmiş. Dayak yemekten düşük yapmış. Canının acısı suskunluğuna kilitlenmişti. Düşünüp duruyordu. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Sayıklayarak ‘iyi ki de düştü. Böyle bir babası olacağına dünyaya gelmemesi en doğrusuymuş’ dedi. Yüzüm iyice düşmüş, elim yine karnıma gitmişti. Sonra bir duş aldı ve saatlerce bana Berzan hakkında bir şeyler söyledi. Berzan’ın evlendikten sonra yumuşadığını, benim ismi mi duyunca gözlerinin parladığını ve neden onu terk ettiğimi sordu. Hiçbir şey söyleyemedim. Civan hakkında hiç konuşmadık. İstememişti. Dün akşam Berzan’ın kardeş katili olacak diye çok korkmuştum. Babası yeterince üzerine geliyordu. Civan babasına çok benziyordu ama Berzan’ın en sevdiği oğlu Berzan’dı. Bunun herkes farkındaydı. Berzan’ı üvey kardeşleri bile kıskanıyordu. Keşke benimde bir tane kardeşim olsaydı. Tasarımlarımı inceleyip yeni bir tasarım yapmaya başlamıştım. Biran da ilham gelmişti. Çizimin yarısına kadar gelmiştim. Saate baktığımda öğlen olmuştu nerdeyse. Çizimleri toparlayıp, mutfağa girdim. Dicle uyanmış, kahvaltı hazırlıyordu. Beni fark edince tebessüm etti. Dicle çok güzel bir kızdı. “Ben hazırlardım, sen neden zahmet ettin?” “Olur mu öyle şey abla. Bana evini açtın.” “Burası senin de evin. Dün gece de dediğim gibi.” Dicle elinde ki tabağı, yemek masasının üzerine koyduktan sonra karşıma geçti. “Teşekkür ederim,” dedi ve dolan gözlerini kapatıp açtı. “Ablam olduğun için, bana evini açtığın için. Her şey için teşekkür ederim.” Dicle’ye gülümseyerek, sıkıca sarıldım. “Asıl ben teşekkür ederim. Bana kardeş olduğun için,” Ayrıldım ve yüzüne baktım. “Of tamam ağlamak yok. Hadi sen otur ben çayları koyayım. Güzel bir kahvaltı yapalım.” Dicle neşeyle, “Tamam,” dedi ve sandalyeye oturdu. Bende çaylarımızı doldurup, oturdum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra ben bulaşıkları hal edip, Dicle’yi de, sen beni izle, dedim. Mutfağı hal ettikten sonra Salona geçtim. “Abla sen şirkete gitmiyor musun?” diye sordu. “Hayır, hiç gidesim gelmedi.” Dicle’de gamzelerini göstererek, gülümsedi. “Berzan abi sensin iyi değil ve olmayacak biliyorsun değil mi?” “Olmak zorunda Dicle,” dedim ellerimle oynayarak. “Sende iyi değilsin ve olmayacaksın.” Parmaklarımın arasında soktum ve düşünmemeye çalıştım. Dicle cevap veremeyeceğimi anlayınca o da sessizliğime ortak oldu. Kapı çalma sesiyle Dicle, “ben bakarım,” dedi ve salondan çıktı. Kapı açıldı ama kapanma sesi gelmedi. Salona ilk Dicle girdi ama yüzü hiç iyi görünmüyordu. Arkasından Şervan girdi. Ayağa kalktım ve sinirlerim yükselmişti. Şervan ciddiyetle gözlerime bakıyordu. Üzerinde borda takım elbise vardı. “Defol git evimden,” dedim ve masanın üzerinde ki telefonu elime aldım. “Berzan’ı mı arayacaksın?” diye sordu katı bir ses tonuyla ve koltuğa oturup, yayıldı. Ayağını dizinin üzerine koydu. “Sana ne? Çık evimden. Beni polisi aramak zorunda bırakma.” “Boş boşuna devletin polisini meşgul etme. Bizim karakoldan çıkmamız iki dakika bile sürmüyor,” Başımı Dicle’ye çevirdiğimde korktuğunu gözlerinden anlayabiliyordum. “Ben, içeri almak zorunda kaldım,” dedi mahcubiyetle. Gözlerimi kapatıp açtım. Güven vermeye çalıştım. Başımı beni izleyen Şerva’a çevirdim. “Ne isityorsun?” “Kardeşleri birbirine düşürmüşsün,” dedi ona bakınca öfke saçan gözlerime bakarak. “Ben çağırdım,” dedi Dicle büyük bir cesaretle. “Sen karışma Dicle gelin. Hem sen git hazırlan benimle konağa geleceksin.” Dicle’den önce davranıp. “Dicle hiçbir yere gelmiyor. Burada benimle kalacak,” Kahkaha atmaya başladı ve gözleriyle evi inceledi. “Yani sizi buradan çıkartayım öyle mi?” “Sen benimle uğraşacağına git oğluna mukayyet ol. Kadına el kaldıracak cesareti sen vermişsin oğluna,” dedim gözlerinin tam içine bakarak. Şervan beni boydan boya süzdü ve göz devirdi. “Benimle böyle konuşabilen tek ölüm korkusuz insansın,” dedi ve ayağa kalktı. Karşımda durdu. Dicle’ye bakarak, “bizi yalnız bırak,” dedi ve başını bana çevirdi. Dicle gözlerime baktı. “Sen odama geç ve kapını kitle,” dedim sakince. Dicle ilk kararsız kalsa da bakışlarımla hadi dedim. Şervan daha çok öfkelenmişti. Dicle salondan çıktı. “Ben söyleyince harekete geçmelerine sinir oluyorsun değil mi Şervan Arjen?” Beni duymazlıktan geldi. “Git kendi şehrine. Ne kadar para istersen veririm,” dedi. Bu sefer ben kahkaha attım. “Sana bir şey diyeyim mi Şervan Arjen,” dedim gözlerine korkusuzca bakarak. “Ben anne olamayacağım. Ama oğlunda baba olamayacak,” dedim sakince. “Ben Berzan’a git Kader’le evlen ben boşanmak istiyorum, dediğimde bana ne dedi biliyor musun? Ben boşanmayacağım, dedi. Senden vaz geçmem, dedi. E sizde farkındasınızdır zaten. Kaderi geçtim benim dışımda hiçbir kadının yüzüne bakamıyor.” Şervan bozulmuş olacak ki bileğimi sıktı. Canımı acıtıyordu ama belli etmemeye çalışarak, sırıttım. “Mehir!” diye bağırdı. Berzan’ın sesiydi bu. Salona girdi ve bileğimi babasının elinden kurtarım, önüme geçti. “Sakın, bir daha sakın karıma dokunma!” “Berzan senin ne işin var buda.” “İyi misin sen?” diye sordu, endişeli çıkmıştı ses tonu. “İyiyim ben,” dedim sakine. Şervan oğluna baktı. Berzan’a bakınca gözleri soğuyordu. Oğlunu çok sevdiğini her halinden belli ediyordu. Arkasını döndü ve bir süre sonra telefonunu kulağına götürdü. “Halledin,” dedi ve salondan çıkıp gitti. Berzan bana doğru döndü. “Allah kahretsin,” dedi öfkeyle. “Ne demek istedi o,” “Ölüm emrini çıkardı.” “Beni öldürecek zaten bunu biliyoruz,” dedim gözlerine bakmaya cesaret edemediğim tek adama. “Bu sefer kendi değil, başkasına öldürtecek,” dedi ve sıkıca beni kendine çekip sarıldı. “Kokun hala ezberimde,” “He,” dedim anlamayarak. “He değil efendim.” “Gitti mi?” diye sordu Dicle ve salona girip, bizi görünce şaşırdı. “Barıştınız mı?” Berzan’ı geriye ittim ve saçlarımı düzelterek, arkaya attım. “Ben boşanma davasını yarın açacağım,” dedim ellerim titreye titreye. “Ne!” dedi Dicle üzülerek. Berzan ise öylece durmuş beni izliyordu. “Bura da kalamazsınız, babam sana bir şey yaparsa…” “Yapmayacak. Onu şimdi arayıp, oğlundan boşanıyorum ve bu şehirden gideceğimi söyleyeceğim,” Berzan ellerini yumruk yaptı ve yanında asılı duran yuvarlak aynaya hiç düşünmeden sert bir yumruk attı. Ayna paramparça oldu. Ben şaşkınlıkla geriye çekilirken, Dicle iki eliyle ağzını kapattı. “A-abi elin,” dedi Dicle. Berzan’ın yumruğu kandan gözükmüyordu. “Be-Berzan,” dedi hızlı adımlar atarak Berzan’ın kandan gözükmeyen, yumruğuna bakarak bileyini tuttum. Berzan öfkeyle kırılan aynaya bakıyordu. “Benim canım sen yaktın Mehir. Bu acı benim için hiçbir şey,” dedi ve yüzüme bile bakmadan bileyini çekip arkasını dönüp gitmeye başladı. Elinde ki kan her adımında, yere damlıyordu. Yere çöktüm ve ağlamaya başladım. “Özür dilerim,” dedim hıçkırıklarımın arasından. Dicle koşarak yanıma, diz çöküp koluma ve omzuma dokundu. “Çok özür dilerim,” dedim göz yaşlarım yerde paramparça olan camların üzerine damlıyordu. “Ağla abla. Dök içini,” dedi Dicle ve eliyle omzumu okşadı.
*** Saatlerdir odamda yatağımda uzanmış tavanı izliyorum. Hiç iyi değildim. Üzerimde; anne olamamanın çaresizliği vardı, sevdiğim adamı öylece yakıp, yıkmanın kızgınlığı vardı. Şervan beni öldürmüştü. Gerçekten de dediğini yapmıştı. “Abla nasıl oldun,” diye sordu Dicle. Cevap veremedim. Konuşmak istemiyordum. “Abla saatlerdir konuşmuyorsun. Yalvarırım konuş.” Akşam olmuştu. Pencereden ayı görebiliyordum. “Doktor mu çağırsam?” diye sordu. Telefonla konuşuyordu. “Sen gel o zaman abi.” Suskunluğum, çaresizliğim beni dik tutar mıydı? “Bakiyim,” dedi Dicle. Üzerime doğru eğildi ve eliyle anlıma donundu. “Yok. Ama donmuş kalmış gibi. Kıpırdamıyor da. Korkuyorum ona bir şey olacak diye.” Gözlerimi kapattım. “Gözlerini kapattı, uyudu sanırım.” Kendimi uykunun kollarına bıraktım. “Bebeğin beşiği çamdan Nenni nenni “Güzelim uyudu,” dedi Berzan heyecanla. Gözleri parlıyordu. Berzan’ın bu güzel heyecanına tebessüm ettim. “Sesine hayran kalan biri daha,” dedi gözlerime aşkla bakarak. Beşikteki bebeğin babasının işaret parmağını sıkıca tutmasıyla, duygulandım. Gülen dudaklarım, yüzümde aniden soldu. Berzan yanımdan yok oldu. “Berzan,” dedim ağlayarak. Beşiğe baktığımda bebeğimizin de olmadığını görünce bağırmaya başladım. “Kızım,” diye bağırdım. “Hayır,” dedim bir elim Berzan’ın oturduğu boş yere dokundu. Diğer elimde kızımın beşiğine, başını koyduğu küçük yastığa dokundu. “Bebeğim,” dedim hıçkırıklarımın arasından. “Anne,” dedi küçük bir kız çocuğu. Bulanıktı. Bulanık yok oldu ve kız çocuğu da yok oldu. “Kızım,” diye bağırım. “Berzan,” diye bağırdım. |
0% |