Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14.BÖLÜM: UÇURUM

@cananyaxar

14.BÖLÜM: UÇURUM

 

Ben seni kendimden bile kıskandım.

 

Kırılan kalbimiz bize düşmandı. Bize kızgındı. Suçluyduk çünkü. Kendimizden çok sevdiğimiz birileri bizi kırdı. Bizde suçu kalbimize attık. Saçma sapan cümlelerin altında kaldık. İnanmak istemediğimiz doğrulara yüklendik. Şimdi unuttuk bilinen her şeyi. Parçalanan kalpleri. Yara alan gönülleri. Suçu başkalarına değil, kendimize atmalıyız. Hayatımızı bizden alanlar zaten yok. Peki kendimize olan inancımız, güvenimiz ve kararlarımız. Onlar bizden önce var. Bizden önce de olacaklar. Pes etmeden. Kimse yokmuş gibi. Kendimiz için bir şeyler yapmak, kendimiz için çabalamak. Sevdiklerimizi de alıp bir gemiye binip, herkesten uzaklara gitmek. İşte şimdi kalk. Kendine şimdi gel. Başlamadan bitemez.

“Kızım,” dedim ve korkuyla yatağımdan sıçradım. Berzan yanımda oturmuş, ellerimi sıkıca tutmuştu. Sarılı eline baktım.

“Kâbus gördün,” dedi endişeli çıkan ses tonuyla. Yüzüm, boynum ter içindeydi. “Kızım, dedin. Berzan, dedin.”

Korkuyordu. Berzan Arjen’inde korkuları vardı. Korkusu bendim. Bunu onu tanıdığım zaman anlamıştım.

“İyi misin şimdi?” diye sordu. Başımı salladım. Gözümün önüne beşik ve içinde uyuyan bir bebek geldi. İyi değildim.

Sırtımı ve başımı sağa çevirdim. Berzan’a arkamı döndüm. Akan göz yaşlarımı sildim ve sessizce ağladım. Berzan’ın içinin param parça olduğunu hissedebiliyordum. Beni böyle görmek onu üzüyordu.

“Güzelim, anlatmak ister misin?”

Cevap vermedim.

“Mehir, beni korkutuyorsun. Ne oldu? Neden bana böyle davranıyorsun?”

Cevap vermedim. Burnumu çektim.

“Seni böyle görmek yerine, ölsem daha iyi,” dedi kendi kendine. Yutkundum.

“Ben iyiyim. Sen neden geldin?” diye sordum.

“Neden mi geldim? Akşamdan sabaha kadar kabuslar gördün. Ağladın. Yerinde titredin. Ellerini tutunca sakinleştin. Mehir senin yerin benim yanım.”

“Duş almak istiyorum,” dedim odamdan çıkmasını beklerken.

“Seni yıkamamı ister misin?”

“Hayır, çocuk muyum ben?”

Berzan elini yanağıma koyup, okşadı. “Peki,” dedi ve ayağa kalkıp, kapıya doğru gitti.

“Dicle nerede?” dedim. Sanki suçlu Berzanmış gibi davranıyordum. Kendime çok kızıyordum.

“Sana çorba yapmaya, mutfağa gitmişti.”

Konuşmamı bekledi bir süre. Konuşmayacağımı anlayınca kapıyı açıp, gitti. Yüzüne bakmaya bile cesaret edemiyordum. Gözlerine bakınca, içini görüyordum. Kalbini görüyordum.

Yataktan çıktım ve banyoya girip soğuk bir duş aldım. Saçlarımı kurulayıp, üzerime askılı, salaş, kırmızı, uzun bir elbise giyidim. Uzun düz saçlarımı arkaya attım ve mutfağa girdim. Berzan arkası dönüp, pencerenin camından dışarıya bakarak telefonla konuşuyordu. Dicle beni fark edince çorba tabağını yemek masasının üzerine koydu. Yanıma geldi ve sıkıca sarıldı.

“Çok korktum,” dedi sıcakkanlılıkla.

“İyiyim,” dedim. Berzan arkasını dönüp, yüzüme baktı. Telefonu kapatıp, bana doğru geldi. Dicle geriye doğru gitti. Berzan elini anlıma koydu. Derin bir iç çekti. Sandalyemi açtı ve oturmamı bekledi.

“Anne,” dedi kulağıma doğru bir ses. Elim karnıma gitti. Dicle donuk baktı. Berzan ise kaşlarını çattı. İyi olmadığımı farkındalardı. Ben ne kadar iyiyim desem de, kötü görünüyordum.

Berzan’ın çektiği sandalyeye oturdum. “Gdip bir doktor çağıracağım,” dedi Berzan Dicle’ye bakarak. “Yemeğini yesin.”

“Berzan, gitme.” Berzan olduğu yerde durdu. Dicle duygulanmıştı. “Bugün gitme.”

Arkasını döndü ve yüzüme baktı. Ağlamaktan kızaran. Kurumuş dudaklarıma. Şişen göz altlarıma. Zayıflayan yüzüme baktı.

“Tamam güzelim,” dedi ve yanımda ki sandalyeyi çekip oturdu. Dicle güzel bir sofra hazırlamıştı. Yarın git diyeceğim adam bugün kal dediğim için gözleri parlamıştı.

Herkes Berzan Arjen’i zengin, yakışıklı, aşiret lideri, kibirli, egoist, vicdansız, sinirli ve psikopat katil sanıyordu. Evet Berzan buydu ama tek eksiği anne sevgisiydi. Annesini nasıl kaybetmişti bilmiyorum ama o kötü değildi. Dışarda ki insanlar ondan korksun istiyordu. İstediği de oluyordu, gerçekten de herkes ondan korkuyordu ama bir tek beni korkutmak istemiyordu. Çünkü beni annesinden sonra tek tanıdığı kadın olarak biliyordu. Annesine benzetiyordu. Çünkü sevgiyi ancak iyi bir anne verebilirdi ve Berzan beni annesinden önce parçası olduğumu düşünüyordu. Ben ona git desem de gitmezdi. Gururu bana yoktu.

İşte bu yüzden Berzan’ın her şeyden, herkesten çok baba olmasını istiyordum. Babasına benzemeyişiyle, kızına ya da oğluna örnek bir baba olacağına inanıyordum. Ama ben anne olamayacaktım. Rüyalarımda ve hayallerimde bir sır olarak kalacaktı.

Berzan beni keyiflendirmeye çalışsa da beceremediğini düşünüp, yemeğini yemeğe devam ediyordu. Dicle ise benimle sohbet etmeye çalışıyordu. Neden böyleyim ikisi de bilmiyordu. Cevap vermeyeceğim içinde sormuyorlardı.

“Berzan,” dedim kısık çıkan sesimle. Berzan çatalını bırakıp, yüzüme baktı.

“Efendim güzelim.”

“Senden bir şey isteyeceğim,” dedim ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

“Tabi ki. Ne istersen güzelim.”

Dicle’ye baktığımda gülümsedim. O da bana gülümsedi. Bakışlarımı Berzan’a çevirdim. “Artık kimseyi öldürme.”

Berzan kaşlarını çattı ve şaşırdı. “Neden bir anda böyle bir şey istedin?”

“Öyle. Sana uzun zamandır söyleyecektim ama bir türlü fırsat olmadı.”

Berzan yüzünü tabağına çevirdi. “Babamı öldürdükten sonra bakarız,” dedi ciddiyetle.

“Baba katili olmayacaksın demiştim sana. Babanı öldürmeyeceksin. Bir daha kimseyi öldürme,” dedim ciddiyetle.

“Güzelim söz veremem ama denerim,” dedi ve elini saçlarının arasına sokup, çıkardı.

“Berzan söz ver,” dedim. Berzan gözlerime baktı. Belki de ondan son bir şey isteyecektim.

“Mehir…” dedi yumuşacık çıkan sesiyle.

“Söz ver,” dedim. Ölü gibiydim. Benim için endişelenen gözlere baktım.

“Mehir korkma sana zarar vermeyecek. Ona eğer karıma dokunursan ülkeyi terk ederim, dedim. Ciddi olduğumu, sarılı elimden fark edince kabul etti. Hemen kabul etmesini de anlamasam da…”

“Söz ver Berzan Arjen,” dedim dişleri mi sıkarak.

“Mehir hastaneye mi gitsek sen hiç iyi görünmüyorsun?”

“Evet. Mehir abla hiç iyi değilsin.”

Sabırla gözlerimi kapattım. “Söz ver Berzan,” dedim kararlıca.

“Tamam söz. Söz kimseyi öldürmeyeceğim.”

Gözlerimi açtım ve çorbamdan iki kaşık alıp ayağa kalktım. “Berzan yemeğini yedikten sonra yanıma balkona gelir misin?” diye sordum.

Berzan’da ayağa kalktı. “Ben yedim yemeğimi, gidelim.”

Ben önden yürüyerek, balkona geçtim. Çift kişilik salıncağa oturdum ve Berzan’da yanıma oturdu. Ben gökyüzünü izledim, oda beni izledi.

Berzan’ın kolunu aldım ve ensemden dolayıp omzuma koydum. Sargılı elini tutup, öptüm. Başımı göğsüne koydum. Şaşkın ve heyecanlıydı. Kalbinin sesinden anlamıştım.

Berzan saçlarımı öptü, “Anlatacak mısın?” diye sordu.

“Berzan benimle sessizliği dinler misin?”

Cevap vermesini beklerken, benim hal ve hareketlerimden endişelendiğini hissedebiliyordum. “Tabi ki,” dedi ve sargılı eliyle saçlarımı okşadı.

Araba sesleri, korna sesleri, kuş sesleri, köpek sesleri, rüzgâr sesleri, sokaklardan geçip giden insan sesleri. Hiçbir ses rahatsız edici gelmiyordu.

Derin bir nefes aldım ve o ninniyi mırıldanmaya başladım.

“Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan
Bey babası gelir Şam'dan” dedim ve akan iki damla yaşımı silip devam ettim söylemeye.

Durdum tekrardan ve elimi Berzan’ın diğer göğsüne koydum. Berzan salıncağı ayaklarıyla hafifçe sallamaya başladı.

“Berzan şarkıyı biliyorsan devamını beraber söyleyelim mi?”

Bir süre ne diyeceğini bilemedi sonra telefonun ekranını açtı. Ninniyi, sert ve gür çıkan sesiyle bana eşlik ederek söylemeye başladı.

“Çamlıbel'den çıktım yayan
Dayan ey dizlerim dayan
Kardeş atlı bacı yayan

Nenni nenni
Nenni nenni
Nenni nenni
Nenni bebek oy”

Saçlarımı öptü. Yavaşça kapanan gözlerimle sıkıca sarılarak uyudum.

 

***

 

Gözlerimi açtığımda yataktaydım. Berzan’ı göremeyince, yataktan doğrulup, kalktım. Odadan çıktım. Akşam olmuştu. “Dicle,” diye seslendim içeri doğru.

“Gel abla salondayız,” dedi Dicle ve salona girdim. Herkes salondaydı ama bir tek Berzan yoktu. Azat tekli koltuğa yayılarak oturmuştu. Dilan beni görünce ayağa kalktı. Tanımadığım bir kadın daha vardı. O da ayağa kalktı. Dicle’de gülümseyerek, Dilan’a baktı.

“Hoş geldiniz,” dedim gülümseyerek. Azat ayağa kalkıp, koluma girdi.

“Hoş bulduk yengem. Sen gel şöyle otur,” dedi rahat bir şekilde. Çift kişilik koltuğa, tanımadığım kızın yanına oturttu. Azat geriye doğru gidip, kendi yerine oturdu.

“Nasılsın yenge, gözlerin kızarmış,” dedi Dilan. Her şeyi bilen tek oydu. Ama o da iyi değildi.

Başımı salladım ve gözlerin Berzan’ı aradı. “Ben iyiyim, Berzan nerede?”

Azat ve Dicle’nin gülümseyen yüzleri soldu. Dilan ise başını yere çevirdi. Tanımadığım, yanında oturduğum kıza baktım. Gözlerini başka yere çevirdi.

“Berzan nerde?” diye sordum ama sesim yüksek çıkmıştı.

“Bilmiyoruz,” dedi tanımadığım kız.

“Sen kimsin?” dedim kızın yüzüne bakarak. Yirmi beş yaşlarında, esmer bir kızdı.

“Ben hemşire Gizem,” dedi.

Bakışlarımı Azat’a çevirdim. “Abim getirtti. Sen uyurken, seni muayene etti.”

“Ben iyiyim gerek yoktu,” bakışlarımı hemşireye çevirdim. “Berzan’ın nerde olduğunu sorduğumda neden sen cevap verdin?”

Herkes kıskandığımı düşünüyordu. “Abla seni yatağa yatırdı, bir süre yanında uzandı sonra telefon geldi, çıkıp gitti,” dedi Dicle.

“Ben kimse size cevap vermeyince, bana da bakınca…”

“Tamam anladım,” dedim ve ayağa kalktım.

“Nereye gidiyorsun yenge,” dedi Azat ve ayağa kalktı.

“Dışarı çıkacağım, yürüyüş yapacağım biraz,” dedim ve salondan çıktım. Üstüme bir ceket alıp, ayakkabılarımı giyinmeye başladım. Azat’a ayakkabılarını giyinmeye başladı. Dilan ise bizi izliyordu.

“Yalnız kalmak istiyorum,” dedim kibarca. Azat başını sağa sola salladı.

“Seni tek gönderemem. Abim keser beni,” dedi ve ceketini giyidi.

“Dilan sen Dicle’yle kal. Hemşireye de,” dedi ve ceketinin iç cebinden bir zarf çıkarıp, Dilan’a verdi. “Bu parayı ver.”

Dilan başını salladı. “Dikkat edin,” dedi.

Gülümsedim Dilan’a. O da tebessüm etti.

Ben kapıyı açıp, çıktım. Azat’ta arkamdan geliyordu. Apartmandan çıktık. Azat ellerini pantolonun ceplerine koydu. Yan yana yürüyorduk.

“Abin nereye gitmiş olabilir?”

“Bir tahminim var ama emin değilim,” dedi karşıya doğru bakarak.

“Söyle,” dedim merakla.

“Babamın yanına gitmiştir.”

“Neden gitsin ki?”

Azat derin bir iç çekti ve dudağını yaladı. Ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. “Abim sana deli gibi aşıkken. Neden onu terk ettin. Babam olsaydı başında evlenmezdin abimle. Yenge yanlışım varsa affet ama abim gözümüzün önünde eriyip gidiyor.”

Yanımızdan geçen baba kıza baktım. Küçük kız babasının elini sıkıca tutmuş, dondurmasını yiyordu. Babası da yüzüne bakarak, “Annen çok kızacak bize,” dedi gülerek. Gözden kayboldular ve başımı Azat’a çevirdim.

Esen rüzgârın saçlarımı yüzüme getiriyordu. “Abiniz için endişeleniyorsunuz. Bunun farkındayım ama sana nedenini anlatamam. Sizden de özür dilerim. Ama şunu sakın unutma olur mu? Ben abini kendimden çok sevdim.”

“Artık sevmiyor musun?”

“Çok seviyorum. Her şeyden. Herkesten çok seviyorum Azat.”

“Ama neden ya neden?”

“Sana bir şey sorabilir miyim Azat,” dedim esen rüzgârı tenimde hissederek.

“Tabi ki yenge. Sor tabi istediğini.”

“Abin baba olmak istediğini sana hiç söyledi mi? Yani ne bilim erkekler aralarında ne konuşur bilmem ama bu konu hakkında hiç konuştunuz mu?”

Azat gülümsedi ve başını salladı. Aklı başka bir yere gitmişti. Konuştukları o ana.

“Ne dedi peki?”

“Çok bir şey söylemedi. Bir keresinde bir sigara yaktı. Sanırım o sırada da seni düşünüyordu. ‘Sevdiğim kadından bir çocuğum olsa, artık elimi kana bulamam’ derdi. Bende gülerek, ‘Olur abim. Ama lütfen çok çocuk yapmayın yengemle,” dedim. Çünkü aşiretimizde herkes en az dört çocuk yapıyordu.”

Ağladığımı fark ettim. Yüzümde hissettiğim ıslaklığı, elimin tersiyle sildim.

“Neden sordun yenge?”

“Hiç öylesine, konu olsun diye,” dedim yaşlarımın arasından gülümseyerek. Azat’ta başını salladı.

“Barışında bir beş çocuk yapın,” dedi Azat keyifle ve sanki o cümle kalbimden hançer gibi geçmişti. Yerimde durdum. Azat’ta durdu. “Yanlış bir şey mi söyledim?”

“Hayır hayır,” dedim ve yürümeye devam ettim. Azat’ta yürümeye devam etti. “E senin kız durumu ne?” diye sordum. Azat’ın yüzü gülmeye başladı.

“Var biri?”

“Gerçekten mi? Ne zamandan beri?”

“Aho yenge. Daha hele dur. Kızdan ben hoşlanıyorum ama o benden hoşlanıyor mu bilmiyorum?”

“Nasıl yani? Kızın senden haberi yok mu?”

“Beni nerdeyse her gün görüyor. Bir kafede çalışıyor. Adı Helin. Ama o kadar güzel bir kız ki abla. Ben her gün o kefeye gidip, bir şeyler içiyorum. Bana çok farklı bakıyor. Yani bakışları nasıl desem. Sanki ben deniz kenarıyım o da manzarayı izliyor. Ama saatlerce değil sadece beş altı saniye. Sonra kendi kendime dedim ki, ya bu kız gözlerime saatlerce bakmanın hayallerini kuruyorsa.”

“Vay vay vay. Sen Azat’ımıza bak be. Abisinin kardeşi,” dedim tebessümle. Gülmeye başladı. “E hadi saat daha erken. Beni o kafeye götür.”

Azat bir çocuk gibi heyecanla baktı yüzüme. “Geçekten mi?”

“Evet, hadi.”

Azat’la on dakikanın sonunda yürüyerek gelmiştik kafeye. Azat bana kapıyı açtı ve içeri girdik. Azat heyecanla etrafına bakıyordu. “Sakin ol,” dedim kısık çıkan ses tonuyla.

Güldü ve boş bir masaya oturduk. “E ne içersin yengem.”

“Yenge deme,” dedim sakince etrafıma bakarak.

“He?” diye sordu Azat anlamayarak.

“Yenge deme bana. Yani şimdilik buradan çıkana kadar.”

Azat anlamayarak başını salladı ve yanımıza bir kız geldi. Yirmi yaşlarda, mavi gözlü, sarışın, beyaz tenli bir kızdı. Yanağında, tam gözünün altında küçük bir ben vardı.

“Hoş geldiniz. Ne alırsınız?” diye sordu kız beni süzerek. Kıskanmıştı. Eğer Helin bu kız değilse bende bir şey bilmiyordum.

“Ne alalım Azat,” diye sorduğumda Helin Azat’a bakmamaya çalışarak dudaklarını ısırmaya başladı.

Ayağa kalktım ve kızın önüne geçtim. Azat ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. Keyifle beni ve Helin’i izliyordu.

“Genellikle siz ne içersiniz?” diye sordum gülümseyerek. Helin kaşlarını çattı. “Ne seversin merak ettim,”

Helin ilk anlamasa da yüzüme birini hatırlamış gibi baktı. “Siz Mehir Maver Arjen değil misiniz?” diye sordu.

“İlk ben sordum,” dedim ve kız Azat’a, ardından bana baktı.

“Şey kahve severim,” dedi naif ses tonuyla.

“Sen otur şöyle,” dedim ve Helin’i oturduğum yere oturttuğum. “Bakar mısınız?” dedim ve orta yaşlarda bir erkek garson geldi.

“Bir tane Helin Hanım’ın sevdiği kahveden, Azat Beye de şekeriz çay getiri misiniz?” dedim rica ederek. Helin anlamış olacak ki güldü. Azat’ta şaşkınlıkla beni izliyordu.

Garson Helin’e baktı. “Biraz hızlı lütfen. Ücretini Azat Arjen ödeyecek,” dedim. Garson Arjen soy ismini duyunca gözlerine korku yerleşti. Başını sallayarak, gözden kayboldu.

“Yenge sende otur,” dedi Azat.

“Ben dışarıda oturacağım. Size afiyet olsun,” dedim ve Azat’a göz kırparak, Helin’e de gülümseyerek çıktım kafeden.

İkisi de birbirinden hoşlanıyordu. Sadece nasıl açılacaklarını bilmiyorlardı. Gerisi Azat’taydı artık. Ben kafenin önünde ki sandalyeye oturdum. Hava soğumuştu. Ceketime daha sıkı sarıldım ve yoldan geçen insanları izlemeye başladım.

Yarın kendimi ölümün kollarına atacaktım. Herkesten habersiz yok olacaktım. Masam doğru gelen bir koruma kulağıma doğru eğilip, “Şervan Bey sizi parkta bekliyorum. Peşimden gelirseniz sizin için iyi olur,” dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Ayağa kalktım ve hiç düşünmeden adamın peşinden yürümeye başladım.

İki dakika sonra adam bir parka girdi ve Şervan bir bankta oturmuş, çocukları izliyordu.

“Otur bakalım,” dedi ve yanına oturdum. “Biliyor musun Berzan baba olmak çok istiyor.”

Cevap vermedim. “Anne,” diye seslendi küçük bir erkek çocuğu.

“Anne olmak çok istiyordun öyle değil mi? Ama Berzan da çok isityor.”

“Berzan senin yanında değil miydi?”

Cevap vermesini bekledim ama bir süre sessiz kaldık. Elini havaya kaldırdı ve koruması elinde ki ekranı açık telefonu Şervan’a verdi. Ekrana uzunca baktı ve sonra telefonu bana uzattı.

“Bu ne?”

“Ben istediğim için değil, sen istediğin için boşanacaksın Berzan’dan.”

“Ne demek işitiyorsun?”

“Al bak,” dedi telefonu göstererek. Telefonu gözlerinin içine bakarak aldım ve yutkunarak ekrana baktım.

Dolan gözlerim ve titreyen ellerimle kısa videoyu izledim. Berzan üstü çıplak bir şekilde yatakta uzanmış, uyuyordu. Bir süre sonra Kader yanına uzanıp yanağından öptü ve video bitti. Görüntü o kadar iğrençti ki. Telefonu Şervan’a geri uzattım ve ayağa kalktım. Geldiğim yoldan yürümeye başladım.

Şervan arkamdan son cümle söyledi. “Anne olamamak ancak bir p*ç kurusuna yakışırdı.”

Ağır bir cümleydi ama o izlediğim video kadar ağır değildi. Kafe’nin önüne geldiğimde Azat’ın telefonla bağırarak konuştuğunu gördüm. Beni fark edince, koşarak yanıma geldi.

“Yenge iyi misin?”

Gözlerim kapandı ve bir ağırlık çöktü üzerime. Azat beni kucağına kaldırdı. “Yenge aç gözlerini.”

 

***

Hastane tavanını izliyordum. Bir sürü doktor benimle konuşmaya çalışsa da konuşmamıştım. Azat yanıma geldi bir şeyler söyledi ama dinlemedim. Gün doğuyordu.

Yataktan doğruldum ve bileğimdeki serumu çekip, yere attım. Azat bana yemek almaya, kantine gideceğini söyleyip yanımdan ayrılmıştı.

Azat’ın gözlerim kapıyken, Dilan’la konuşmalarını dinlemiştim. Dilan Azat’a her şeyi anlatmıştı. Azat kendine kızarak, bağırdı. “Lan ben bide en az beş çocuk yapın demiştim. Nasıl derim lan bunu. Allah kahretsin. Abime de ulaşamıyorum,” demişti.

Gözlerimi açtığımda Berzan’ı görememiştim. Aklıma video geldi. Öfkelenmiştim. Ama Şervan’ın oyunu olduğunu biliyordum. Bile bile Berzan’a öfkeliydim.

Masanın üzerinde Azat’ın arabasının anahtarını gördüm ve aldım. Hastane odasından çıktım. Üzerimde hastane kıyafetleri vardı. Ayağım çıplaktı. Hastaneden çıktım. Herkes dönüp bana bakıyordu. Fısır fısır konuşuyorlardı.

Arabaya bindiğimde, Azat’ında koşarak hastaneden çıktığını gördüm. Arabanın gazına yüklenerek uzaklaştım hastaneden. Eve sürdüm ve arabadan indim, apartmana girdim ve evin ziline bastım. Dicle açtı kapıyı ve önünden geçip, odama girdim. Üzerimdeki kıyafeti çıkarıp, Berzan’ın annesinin beyaz elbisesini giyidim. Odadan çıktığımda Dicle’nin sorularını cevapsız bırakarak evden çıktım. Arabaya binip sürdüm. Sonsuzluğa doğru sürdüm.

Arabayı durdurdum ve uçurumun kenarına geçtim. Aşağı baktığımda ölüm kokusu geliyordu. Bitecekti. Ben bitirecektim. Taşlar çıplak ayaklarımı acıtıyordu. Küçük bir adım attım. Son adımımda ölecektim. Ölüme son bir adım kalmıştı. Akan göz yaşlarım durmuyordu. Burnumu çektim ve ellerimi havaya doğru açtım.

“Affet Allah’ım,” dedim gök yüzene bakarak. Beş dakika öylece durmuş uçurumdan aşağıyı izliyorum. Derin bir nefes aldım ve son adımı atacağım sırada.

“Dur,” diye bağırdı Berzan. Arkamdaydı. “Dur, atlama sakın Mehir!”

“Git,” dedim öfkeyle.

“Her şeyi öğrendim Mehir. Her şeyi biliyorum.”

“Baban hayallerimi çaldı. Nasıl ama?” dedim dalga geçerek. “Sen baba ol Berzan. Ama ben hiçbir zaman anne olamam.”

“H-hayır hayır. Dur Mehir bırakma beni.”

“Baban bana bir video izletti. Belki de en acı veren şey o videoydu.”

“Hayır. Gerçek değil o video. Gerçek değil. Babam suyuma ilaç atmış. Uyutmuş beni. Kader…”

“Sus, ben senin ağzından başka bir kadının adını duymak istemiyorum.”

“Mehir,” dedi ağlayarak. “Mehir yalvarırım yanıma gel.”

“Sakın dokunayım deme,” dedim aşağı bakarak.

“Beni sensiz bırakma,” dedi bağırarak.

“Biliyor musun?”

“Neyi?”

“Ben seni kendimden bile kıskandım. Ama o kadın seni öptü. Gözlerine bakmaya kıyamayan bendim. Senin için ölmek isteyen bendim. Ama bencillik etmiyorum. Sen baba olmalısın.”

“Ben baba olmak istemiyorum, ben seni istiyorum,” dedi Berzan ve elimi tutup yanıma geldi. Uçurumdan aşağı baktı.

“Bırak,” dedim.

“Asla,” dedi elimi daha sıkı tutarak. Üzerimde ki elbiseye baktı ve gülümsedi. “Çok yakışmış.”

“Git buradan,” dedim yüzüme hayranlıkla bakan adama.

“Sen değil, ben değil, biz. Buradan sen değil, biz atlayacağız,” dedi ve gözlerini kapattı. “Sen yoksan bu dünyanın benim için bir anlamı yok. Sen ölmek istiyorsan, ölürüz be Egeli,”

 

Loading...
0%