
16.BÖLÜM: KATİL
İyi olacağız, fırtınalar sonsuza kadar sürmez.
Kazanın olduğu yere gittiğimiz de iki tane ambulans ve arabanın etrafında toplanan bir sürü insan vardı. Gazeteciler ve Şervan’ın sürüyle adamları, insanları geriye doğru itiyordu. Şervan Azat’ın arabasına bakıyordu. Berzan’la arabadan inip, koşarak olay yerine girdik. Berzan’ın elleri titriyordu.
Ben, yolcu koltuğunda vücudu sıkışmış olan Helin’in yanına gittim. Berzan’da karşımda durmuş, kardeşinin üzerine doğru eğilmişti. Azat gözleri kapalı konuşmaya çalışıyordu.
“A-abi sen gibi bir evlenme,” dedi acıyla inleyerek devam etti. “Evlenme teklifi edeceğim,”
Helin yaralı elini tuttu. Ağlamaktan gözleri kan gölüne dönmüştü. “Azat zorlama kendini,” dedi Helin.
Berzan kardeşinin anlına dokundu ve öptü. “Zorlama kendini, seni buradan çıkaracağız tamam mı? İyi olacaksın,” Helin’e baktı ardından. “İyi olacaksınız.”
“H-Helin,” dedi Azat yorgun çıkan ses tonuyla. “Beni, M-Mehir yengem gibi sever misin?”
İçim paramparça olmuştu. Berzan eliyle gözlerini kapattı. Helin hıçkırıkların arasından bana ardından sevdiği adama baktı. “Severim,”
Azat güldü ve acıyla inleyerek, “Söz veriyorum,”
“Neye?” diye sordu Helin gülümseyerek.
“Bende seni abim gibi seveceğim,” dedi ve gözleri kapanır gibi oldu ve tekrar açıldı. Boynunu kıpırdatamıyordu. “İyi olacağız, fırtınalar sonsuza kadar sürmez ya,” dedi ve gözleri yine kapandı ama bu sefer açılmadı, açamadı.
“Azat! Azat uyan, daha beni en sevdiğin dondurmacıya götüreceksin!” dedi Helin acıyla bağırarak. Biz Berzan’la geriye doğru gittik ve ambulans ekipleri, itfaiye ekipleri arabanın etrafına toplandı. Hızlı adımlarla Berzan’ın yanına gittim. Çok kötü görünüyordu. Ağlamıyordu ama acı çekiyordu.
“İyi olacaklar. Azat daha doğru düzgün evlenme teklifi bile edemedi. O bırakmaz seni ve Dilan’ı,” dedim Berzan’a sıkıca sarılarak.
Şervan uzaktan hem Azat’ı izliyor, hem de bize bakıyordu. Oğlunu ölüme atmış olamazdı değil mi? Bunu yapıp uzaktan izleyecek kadar kötü olmazdı değil mi? Bu adamdan her şey beklenirdi.
Berzan sıkıca sarılıyordu. “İyi olacak değil mi?” diye sordu bitkin çıkan ses tonuyla.
“Azat güçlü, sana abisinin kardeşi olduğunu kanıtlayacak,” dedim kısık çıkan sesimle. Daha sıkı sardı. Ellerimle sırtını okşadım.
Yarım saatin sonunda ilk Azat’ı sonra Helin’i arabadan, sıkıştıkları yerden çıkardılar. Helin ağlayarak, Azat diye sayıklıyordu.
Azat’ın ise nabzı bir vardı bir yoktu. Özel bir hastaneye getirildiler ve ikisini de ameliyathaneye aldılar. Helin ameliyathaneden çıkarılıp, normal odaya alındı ama Azat hala içerdeydi. Berzan ameliyathanenin kapısının önünde, ayakta durmuş kardeşinin iyi haberlerini bekliyordu.
Bende Helin’in odasında, koltukta oturmuş uyanmasını bekliyordum. Helin’in kapalı gözlerine bakarak Azat’a dualar ediyordum.
Kaybettikten sonra değil, kaybetmeden önce kıymet bilin. Hayat o kadar kısa ki zaman hızla akıp geçiyor. Hayat o kadar acımasız ki ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Kendimizle savaşmayı bırakıp, hayatın bize bıraktığı artıklarla yetinmeyi bilecektik. Hayatımıza iyi ki girdin dediklerimizle, keşke gittin dediklerimiz aynı mıydı? Aynıydı. Çünkü bir zamanlar o keşkeler de iyi kiler değil miydi?
Beklemeyi öğrenirken gitmeyi de öğreniriz. Kalpler suçlu hisseder, mantığımız demiştim der. Hayat yeterince bencildi. Zaman yeterince yoktu. Sevmek, aşık olmak, huzur aramak, içinizde biriktirmek, oluyor aslında değip olduramamak. Yeterince yorulmadık mı? Kimiz biz? Aşk mı, para mı. Yalan mı, doğru mu. Helal mi, haram mı. Çırak mı, usta mı.
Yorgunluktan yere düşen kendimizi kaldırıp, yola devam etmek. Final olacağını bildiğimiz bir diziyi izlemek. Sıkılacağımızı bile bile aynı oyunu oynamak. Aslında içimizin bir yerlerinde şairiz. O yüzden kırmaya gerek yok. Sonu yokuş olduğunu bildiğimiz yolda yürürüz. Yürüdükçe pes eder, zayıflarız. Sen hayat, nasıl gelirsen gel ben karşında dik duracağım. Dik duracağız.
“Azat,” dedi Helin ve gözlerini yavaşça açtı. Mavi gözleriyle, mavilerime baktı.
“Azat, ameliyatta,” dedim ve elini tuttum. Yine gözleri doldu.
“Doktor bir şey söyledi mi?”
“Demedi daha ama iyi olacak,” dedim kendimi ve Helin’i ikna etmeye çalışarak.
“Abla sayende…”
“Ben bir şey yapmadım, sizin zaten gözleriniz tanışmak için can atıyordu.”
Helin gülümsedi ve yanağından akan göz yaşını ondan önce davranıp, sildim.
“İyi ol. Azat senin iyi olup olmadığını hisseder,” dedim tebessüm ederek.
“Abla korkuyorum,” dedi elimi sıkıca sararak. “Ona bir şey olacak diye çok korkuyorum. Çünkü yanımda öldüğünü sandım.”
“Azat’tan bahsediyoruz. Abisi gibi bitti demeden bitmez,” dedim sıcakkanlılıkla. Kapı çaldı ve içeri Dilan girdi. Gözleri kan çanağına dönmüştü.
“Dilan hoş geldin,” dedim ve ayağa kalkıp sıkıca sarıldım.
“Yenge abim hâlâ ameliyatta. Doktorlar her şeye hazırlıklı olun, dedi. Benim bu hayatta Berzan abim ve Azat abimden başka kimsem yok.”
Ayrıldık ve ellerimle yanaklarına donundum. “Dua et. Sabret.”
Başımı Helin’e çevirdiğimde sessizce gözleri kapalı, ağlıyordu. Bakışlarımı Dilan’ın kızaran yüzüne çevirdim. “Ben şimdi abinin yanına gideceğim sende Helin’le kal. İkinizin de birbirinize ihtiyacı var,” dedim dolan gözlerimle.
“Tamam yenge,” dedi ve yerime oturup, Helin’in elini tuttu. Kapıyı açıp, odadan çıktım. Berzan’ın yanına gittiğimde, Şervan’ında orada olduğunu fark ettim. Berzan’ın yanında durdum. Elimi tuttu.
“Helin ve Dilan hiç iyi değil,” dedim Berzan’ın bembeyaz olan yüzüne bakarak. “Bende iyi değilim ya,”
Berzan sıkıca sarıldı ve başımı göğsüne koydu. Saçlarımı okşayarak, öptü. Şervan koltukta oturmuş ve başında dikilmiş korumaları da başlarını öne eğmişti. Akan göz yaşlarımı sildim ve Berzan’ın elinden tutarak koltuğa oturduk.
Berzan başını omzuma koydu. Başını aldım ve göğsümün üzerine koyup, saçlarını okşadım.
“Azat’ın son sözünü hatırla,” dedim saçlarına bakarak. Berzan’ da yeri izleyerek, “İyi olacağız, fırtınalara sonsuza kadar sürmez ya,” dedi kısık çıkan ses tonuyla.
Saçlarını öptüm ve bakışlarımı ameliyathanenin kapısını izleyen Şervan’a çevirdim. Donuk bakıyordu. İyi görünmüyordu ama başı hâlâ dikti. Korumaların biri kulağına doğru bir şey söyledi. Şervan başını salladı. Korumanın bakışları bana kaydı ve ellerini önünde birleştirerek, başını eğdi.
Bir işler karıştırıyordu Şervan.
Berzan saatlerdir başı göğsümde, boşluğu izliyordu. Dilan’ı ve Azat’ı çok seviyordu. Kardeşleri için her şeyi yapardı. Gözleri her şeyi anlatıyordu. Ameliyathanenin kapısı açıldı ve doktor yüzündeki maskeyi çıkardı. Berzan ayağa kalktı ve doktorun önünde durdu. Bende, kalkıp Berzan’ın elini sıkıca tuttum. Şervan ise oturduğu yerden dinlemeyi tercih ediyordu.
“Kan kaybı var. A RH+ kan grubunda…”
Şervan yerinden kalktı. “Aşirete haber verin,” dedi doktorun lafını kesip, korumalarına emir vererek.
“Beyefendi acil kan lazım,” dedi doktor Şervan’a bakarak.
“Ben veririm,” dedim Berzan’a bakarak.
“Hayır senin pis kanın benim oğlumun damarına giremez,” dedi Şervan öfkeyle.
“Karımla düzgün konuş seni burada öldürürüm,” dedi Berzan kükreyerek.
“Lütfen sakin olun. Kan şimdi lazım. Yoksa ölecek,” dedi doktor.
“Ben vereceğim,” dedim ve hemşireye baktım. “Buyurun,” dedi kadın hemşire ve beni içeri aldı.
Kan verdikten beş dakika sonra Berzan’ın yanına gittim. Beni fark edince ayağa kalktı. Oturduk ve yorgun gözlerine baktım. “İyi olacak kardeşimiz,” dedim gülümseyerek.
Şervan nefretle yüzüme bakıyordu. Ben içeri girdikten sonra Berzan babası ile tartışmıştı. “Oğlunun ölmesini isteyecek kadar mı nefret ediyorsun benden?” diye sordum Şervan’a bakarak.
“Oğlumun bir p*çin kanını damarlarında akmasını istemeyeceğim kadar nefret…”
“Sesini kes, yoksa ben keserim. Karımla düzgün konuş. Yoksa dediğimi yaparım. Seni karının koynunda öldürürüm.”
“Berzan tamam boş ver,” dedim göğsüne dokunarak.
Berzan bakışlarını babasından aldı ve gözlerime çevirdi. Gözleri yumuşamıştı. “Teşekkür ederim,” dedi bana kısık çıkan ses tonuyla.
“Ne için kardeşime kan verdiğim için mi?” diye sordum. Berzan’ın kardeşleri Dilan ve Azat’ta benim kardeşimdi. Beni babaların karşısında savunan tek Arjen’lerdi.
“Her şey için,” dedi saçlarımı kulağımın arkasına atarak.
Ameliyathanenin kapısı açıldı ve Azat sedyenin üzerinde uyuyordu. “Normal odaya alacağız, durumu iyi ama ne zaman gözlerini açar kesin bir şey söyleyemem. Gerisini zamana bırakacağız,” dedi doktor ve Azat’ı sedyenin üzerinde götürdüler.
“Teşekkür ederiz,” dedim doktora bakarak.
“Geçmiş olsun,” dedi doktor ve gitti.
Berzan elimi sıkıca tuttu ve Azat’ın peşinden gittik. Helin’in kaldığı odanın yanına almışlardı.
“Bizde odaya girebilir miyiz?” diye sordum hemşireye.
“Maalesef. Uyanmasını bekleyin. Ondan sonra girebilirsiniz,” dedi gülümseyerek. Başımı salladım.
Camdan izledik Azat’ı. Yakışıklı suratı hep çizilmişti. Ağzında solunum cihazı vardı. Kolunda serum ve isimlerini bilmediğim bir sürü cihaza bağlıydı.
Helin’in odasının kapısı açıldı. Dilan bizi görünce heyecanla yanımıza geldi. Camdan içeriye, abisine baktı.
“İyi mi?”
“İyi, Mehir’in verdiği kan sayesinde iyi oldu,” dedi Berzan, Dilan’ın boynuna elini dolayarak.
“Gerçekten mi? Yenge çok teşe…”
“Dilan, teşekkür etme. Siz benimde kardeşimsiniz,” dedim gülümseyerek. Berzan hayranlıkla baktı yüzüme. Dilan ise gülümseyerek başını salladı. Şervan’ın arkamızda bize izlediğini fark ettik.
Ben boş bir koltuğa oturdum. Berzan’da yanıma oturdu. Şervan camın önünde durdu ve oğlunu izledi.
İlk karısından olan çocuklarına hiç sevgi göstermemişti. En sevdiği çocuğu Berzan olsa da, oğlunun hayatıyla oynadığının farkında değildi. Berzan’ın da baba olmayacağını biliyordu.
“Ben eve gidip, üstümü değiştireceğim Berzan. Sana da bir şeyler getireyim giyersin.”
“Ben de seninle geleyim,” dedi Berzan. Şervan ise bizi dinliyordu.
“Yok sen kardeşinin yanında kal, hemen dönerim,” dedim ve Berzan’ın yanağını öptüm. Berzan’da anlımı öptü.
“Hemen gel ama aklım sende kalıyor,”
“Aklın hep bende kalacak tabi,” dedim gözlerimi kısarak. Berzan’da gülümsedi ve ayağa kalktım. “Dilan ben eve geçiyorum, istediğin bir şey varsa söyle gelirken getireyim.”
“Yok yenge. Dikkat et,” dedi sıcacık bakarak. Başımı salladım ve arkamı dönüp gideceğim sırada içimde kötü bir his geçti. Başımı arkama çevirdiğimde Berzan’a baktım. Beni izliyordu. El salladım ve önüme dönüp hastaneden çıktım.
Üzerimdekiler hiç rahat değildi. Berzan’ın şoförlerinden biri kapımı açtı ve bindim. “Eve gideceğiz,” dedim gülümseyerek.
“Biliyorum efendim. Berzan Bey arayım söyledi.”
“Anladım,” dedim ve on dakika sonra evdeydim. Hızlı bir duş aldım ve üzerime beyaz askılı uzun bir elbise giyidim. Altına da ten renginde topuklu bir ayakkabı giyidim. Berzan için hazırladığım poşeti de elime alıp evden çıktım.
Arabaya bindiğimde kapılar bir anda kilitlendi. “Siz?” diye sordum şoför koltuğunda oturan adama ve ardından yanımda oturan adama bakarak. Yanımda oturan adam silahın ucunu başıma dayadı.
“Selam nasılısın güzellik,” diye sordu. Bu adamlar hastaneden Şervan’ın korumalığını yapan adamlardı.
“Açın kapıyı!” diye bağırdım. Yanımda oturan yeşil gözlü adam ve şoför koltuğunda oturan beyaz saçlı adam gülmeye başladı.
“Emredersiniz,” dedi ve silahı sertçe boynuma vurdu. Başıma giren ağrıyla, gözlerim kapandı ve bayıldım.
***
Gözlerimi yavaşça açtım. Her yerim çok ağrıyordu. Çok acıkmış ve susamıştım.
“Su,” dedim içeriye yansıyan güneşin ışıklarına bakarak.
“Uyandı,” dedi kalın bir ses. Ellerim ve ayaklarım bağlanmış, yerde uzanmıştım. Doğruldum acıyla. Başım çok kötü ağrıyordu.
Etrafıma baktığımda küçük bir depodaydım. İçerisi odun kokuyordu. Deponun köşelerinde hep odunlar vardı.
“Su,” dedim kuruyan dudaklarımın arasından. Yeşil gözlü adam elinde bir bidon suyla geldi. Yere çömeldi ve yüzüme baktı.
“Al sana su,” dedi ve bidonun ucunu ağzıma değdirdi. İki yudum aldım, üçüncü yudumu alacağım sırada bidonu dudaklarımın arasından çekip, başımdan aşağı boşalttı. Başımı önüme eğdim, öfkeyle.
“Şerefsizin itleri,” dedim öfkeyle yüzüne doğru tükürerek. Yeşil gözleriyle yüzüme baktı. Eliyle yüzünü sildi. Sinirlenmişti. Sertçe çenemi tuttu.
“Seni şimdi öldürürüm, bana yarın yapacağım işi şimdi yaptırma,”
“Berzan bulacak beni ve sizi kendi elleriyle öldürecek.”
Depoda yankılan kahkaha sesiyle bakışlarımı yeşil gözlü adamın arkasına çevirdim. Beyaz saçlı adam başımda dikildi gülerek. Önümde duran adam da çenemi bıraktı. “Berzan Bey şu an her yerde seni ağrıyormuş ama eminim ki bulamayacak.”
“Bulacak,” dedim öfkeyle. “Sizi de, sahibinizin önünde işkence çektirerek yalvartacak.”
“Bu kızın cesareti beni öldürüyor. Hani bildiğim kadarıyla kaçırılan insanlar ağlar, bağırır ne bilim yalvarır. Sende geçmiş nasıl bir cesaretle bize laflar sokuyorsun. Gerçekten tuhaf,” dedi başımda dikili duran beyaz saçlı adam.
“Kimseye yalvarmadım, yalvarmam da. Ben intihar etmiş insanım sizin ölüm tehditlerinizden mi korkacağım,”
“Bir şey soracağım? Neden Şervan Bey sana p*ç diyor?” diye sordu yüzüme bakan yeşil gözlü adam.
“Annesi babası evlenmeden yapmış bu o***puyu,” dedi başımda dikili duran adam. Bakışları o adama çevirdim. Üsten bakarak güldü.”
“Evet öyleydi değil mi? Ama iyi yere kapak atmış, Berzan Arjen’in kalbine,” dedi önümde duran adam. “iki gündür uyuyorsun,”
“Ne iki gün mü?”
“Evet seni buraya getirince uyuttuk.”
“Şervan nerde? Korkudan karşıma mı çıkamıyor mu?”
“Bu kızdaki cesaret öldürecek beni,” dedi başımda dikilen adam ve deponun ortasında duran iki sandalye ve masaya doğru yürüdü.
“Anası, babası belli değil, kimsesiz,” dedi gözlerime yeşil gözleriyle bakan önümde duran adam. “Ama bir şey diyeyim mi? Sana aşık olamamak için zor tutuyorum kendimi. Sen uyurken saatlerce seni izlemek çok keyifliydi.”
Yutkundum ve yüzüne tiksinerek baktım. “Evli bir kadınla böyle konuşabilmen, sende de hiç delikanlılık yokmuş,” dedim ve gülen suratı bir anda soldu. “Ne oldu erkek, olamayan karakterine laf etmem çok mu zoruna…”
Yüzüme sert bir tokat attı ve kahkaha atmaya başladım. “Beni zorlama seni burada te**vüs eder, kenara atarım.”
Tekrar kahkaha attım. “Senin gibi bir karaktersize de bu yakışır,” dedim yüzüne iğrenerek bakarak. Bozulmuş olacak ki ayağa kalktı.
“Ben bunu bura da öldürsem ne olur ki?” diye sordu bizi izleyen beyaz saçlı adama dönüp bakarak.
“Şimdi değil. Sabret,” dedi ve masanın üzerinde duran telefonu çaldı. Telefonu cevaplayıp, kulağına götürdü. “Uyandı efendim. Hiç korkmuyor gibi. Tamam efendim. Tamam veriyorum,” dedi ve ayağa kalkıp yanıma geldi. Eğildi ve telefonun hoparlörünü açtı.
“Keyifler nasıl Mehircik,” dedi Şervan’ın sert ve korkunç sesi. Konuşmadım. Beyaz saçlı adam kafama silah tuttu. Cevap ver bakışları atsa da cevap vermedim. Adam bu cesaretime şaşırıp duruyordu. “Mehir, Mehir, böyle yapma. Hayır yirmi sekiz saat sonra öleceksin ama sen geçmiş kokusuz kadını oynuyorsun.”
“Oyun oynamak senin işin Şervan. Ölümden korktuğumu mu sanıyorsun? Sen öyle san. Ben neye üzülüyorum biliyor musun? Senin gibi bir şerefsiz yüzünden öleceğim için üzülüyorum.”
Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. “Demek ölmekten korkmuyorsun? Senin adına sevindim ama oğlum adına üzüldüm. Seni unutması umarım uzun sürmez.”
“Şervan ben ölünce senin de yanıma gelmen uzun sürmez.”
“Vay vay vay. Sende ki bu cesaret. Kokusuz kadın rolü de tam sana yakışmış ama biraz korksan iyi olur. Çünkü yarınla beraber üç gündür Berzan’ı göremeyeceksin. Merak etme ama, seni sözümü çiğneyen oğlumun gözlerinin önünde öldüreceğim.”
“Şervan en sevdiğin oğlunun senden nefret ettiğini biliyorsun. Annesinin öldüğü günden beri sana kinlenerek büyüdüğünü de biliyorsun. Şervan Arjen ne oldu sustun. Oğlunun seni hiç sevmediğini bilmek nasıl bir duygu,” dedim ve kahkaha attım. “Ah kayınbabacığım, sen gerçekten hiçbir evladına baba olmadığın bedelini ödeyeceksin. Belki de vicdan azapları çektiğinin farkındasındır da.”
Bir süre sessizlik oldu. “Berzan’ın annesini ben öldürdüm,” dedi ve gülen suratım soldu. “Kadını bayıltın beş saat daha uyusun. Sonra zaten ömür boyu uyayacak,” dedi ve telefon kapandı. Ağzıma değen bezle, gözlerim kapandı ve yere düşerek sayıklamaya başladım.
“Katil.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.42k Okunma |
212 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |