Selam canım okurlarımmm
Bugün böyle giriş yapmak istedim.
Okuma sayısı çok düşmüş, neden?????
1K beğeniye az kaldı yaparsınız sizzz
Bana bu yolda eşlik ettiğiniz için çok teşekkür ederimm🎀 🌸🌟
İyi okumalar...
Oy:14
Yorum: 24
Şarkı: Sen misin ilacım?
Irmak’tan
“Kız Efsun bu kız bu kadar derin uyuyor muydu?”
“Hayır Ayşe teyze,” Ne oluyordu? Kimdi bunlar? Neden beynimde delilo çalıyordu?
Az önce duyduğum sesi kulağıma fısıldadığını işittim. “Irmak, Haktan seni istemeye geldi. Hemde üstü çıplak, kasları gözü-” duyduklarım ile gözlerimi açarken dikeldim. Neredeydi kocam?
Efsun bana bakarak gülerken ben olanları algılamaya çalışıyordum. Ne olmuştu az önce?
“Kızım, korkuttun bizi.” Diyen anneme çevirdim bakışlarımı. Cevap veremedim. Efsun’a çevirdim bakışlarımı. “Hani, nerede?”
“Kim nerede?” dedi annem.
“Cehennemde,” dedi Efsun da. Gülme krizine girmeden önce ise şunu söyledi. “Uyanman için söyledim onu, yok yani burada.”
Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken tek kaşım havalandı. Ne demen kaslı kocam burada değil?
“Efsun senin var ya senin, ananın kafasına teflon tavayı vurdum mu anan bir tarafa tava bir tarafa.” Bu sırada kafam öne doğru savruldu.
“Ah,” derken elimi sızlayan kafama attım. Arkama baktığımda az önce önümde olan annemin arkama ışınlandığını fark ettim. Ve kafama teflon tavayla vurmuştu. Ne?
Efsun bir tur daha gülme krizine girerken ben kafamı ovalıyordum. Üstümde dünden kalma kıyafetler vardı ve kırışmışlardı. “Ay çıkın odamdan, üstümü değiştireceğim.” Efsun yere yatmış anırırken annem onu ensesinden tutup beraber odadan çıkmalarını sağladı. Oflayıp elimi kafamdan çektim. Canım acımıştı. Yanımdaki komodinde duran telefonumu alıp ekranını açtım. Lan, bugün benim imza günümdü! Yerimden hızla fırlarken elimden telefonum kaydı. Telefonumu tutmaya çalışırken ise popomun üstüne şiddetle düştüm. “Ah, popom.” Diyerek popumu ovuşturdum. Telefonumun yanımda olduğunu görünce hızla çevirip ekranına baktım, kırılmamıştı. İçimden Allah’a şükür ederken popomu ovuştura ovuştura dolabımın karşısına geçtim. Ne giyebilirdim ki?
Geçen ay Efsun’un bana zorla aldırdığı toz mavisi elbiseyi elime aldım. Bunu giyebilirdim. Hızla giyinme odasına girip giydim elbiseyi. Ve aynadan kendime baktım. Dizlerimin 1-2 parmak üzerinde bitiyordu. Üst bölümü vücudumu sıkı sıkı sararken alt bölümü boldu. İp askıları vardı. Çekmecemden zincir kolye çıkarıp taktım. Gayet de olmuştu.
Giyinme odasından çıktığım sırada odamın kapısı çaldı. Ve cevap vermemi beklemeden içeri girdi. Tabii ki de Efsun’du. Başka kim odama bodozlama girebilirdi ki?
Beni gördüğünde kapının önünde öylece kaldı. Beni öveceğini sanmıştım fakat öyle olmadı. Kendini övdü. “Bak! Ben dedim sana çok güzel bir elbise diye. Sakalım olsa da dinlense- Ay!” kafasına fırlattığım yastıkla sözünü böldüm. O da hazırlanmıştı. Gerçi, ne ara hazırlanmıştı?
Üstünde siyah bir kalem elbise vardı. Onunda dizlerinin 1–2 parmak üzerinde bitiyordu. Ayağında ise avocadolu çorabı vardı.
“Bu çorapla mı gideceksin?” dedim ona garip garip bakarken.
“Ay hayır tabiki de. Ayaklarım üşüdüğü için senin çorabını giydim. Saçımı bozdun ya.” Deyip aynanın karşısına geçip saçını düzeltti.
Bende hızla saçımı maşa yaptım. Yüzüme ise çok hafif bir makyaj yaptım. Çok üşenmiştim. Dudağıma nude bir ruj sürüp favori parfümümü sıktığımda tamamdım. Efsun’a döndüğüme pufumda uyuya kaldığını fark ettim. Hızla onu dürttüm. Gerçi bu dürtmek olmazdı. 10.9 şiddetinde sallamıştım kızı.
“Ne ölmesi Firdevs hanım, o benim yengem yengem.” Gözlerimi kırpıştırdım. İki dakikada rüyasında ne görmüştü ki bu?
En sonunda hazırlandığımızda annemin bizi kibarca (şüpheli) evden kovması ile evden çıktık. Yayın evinin arabası yine gelmişti. Arabaya geçtiğimizde Kerem adlı varlığın bakışlarını üzerimde hissettim. Çok pardon bölüyorum ama, kusabilir miyim?
Saçları sarı diye kendini bir şey sanıyordu galiba? Üstünde gri, spor bir takım elbise vardı. Sarı saçlarına fön çekmişti. Buz mavisi gözleri ise arsızca üzerimde geziyordu. Mağaradan yeni çıkmış, götü boklu gergedan!
“Oo, hoş geldiniz. Günümüz aydınlandı siz gelince.” Gözlerimi devirmemek için kendimi zar zor tutup tek boş olan yere, Kerem adlı gergedanın yanına oturdum. Ciğerlerime karanfil kokusu dolduğunda gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Bu ne biçim zevkti? Allah’ın zoruna gitmesin ama iğrenç bir kokuydu bu.
“Irmak hanım, heyecanlı mısınız?” diye soran ekipten biri ile gözlerimi araladım. Gülümseyerek ona baktım.
“Evet, haddinden fazla hem de.” Telefonumu çantamdan çıkarıp bir daha ki imzamın tarihine baktım. İlki burada yani Erzincan’da olacaktı. Diğeri bir hafta sonra Eskişehir, ondan sonra İstanbul, Bursa, Mersin diye gidiyordu. Derin bir nefes verdim. Hayallerim gerçek oluyordu. Daha küçükken, annem babam işte, abim okuldayken ben komşunun evinde önüme her kağıt konulduğunda hikaye yazardım. Kitap okumayı çok severdim. Küçükken yalnız olduğumdan kaynaklıydı bu. Okulda da çok sevilmezdim. Dersimi çalışır, kitabımı okurdum sadece. Onlarla takılmazdım. Bu, hayatın gerçeklerinden kaçmak için bulduğum kaçış yoluydu. Ve benim bu yoldan başka bir yolum yoktu.
Araba durduğunda sırayla arabadan indik. Fuar’ın arka kapısıydı burası. Efsun yanımda, Kerem arkamdan geliyordu. Giriş yaptığımızda bizi bir odaya yönlendirdiler. Yazarlar için oda mı varmış? Vay anam babam, duygulandım şu an.
Odaya girdiğimizde ferah bir koku karşıladı bizi. Orta boyutlarda bir odaydı. Her yeri beyaz döşenmişti. Bir L koltuk vardı. Büyük bir masa ve sandalyeler ve bir televizyon. Tatlış bir odaydı.
(Yn: benim L koltuk sevdam şaka midur???)
Sandalyelere yerleştik hepimiz. Bir şeyler ikram ettiler ama toktum. Döner yok muydu? Sormaya üşendiğim için boş verdim ve telefonumu açtım. Yüzümü alttan çektikten sonra instagrama atıp okurlarımın tekpisini beklemeye başladım. Anında görmüşlerdi.
@Sıkıldımartıkgelsene: AAA ABLAAA BURADA MISIN
@Lgs25beklebengeliom: Ay abla artık gel
@Kanunisultansüleymanfans: İlk basım kitap kime denk geldi?
@Mrb: Sıra mübarek fırat nehrinden uzun
@Atesalanguva: ABLA KENANI GETİRDİN Mİ???
@Otobüsteyerarayanteyze: Kırklarelinden Erzincana geldim valla kıymetimi bilin (kesinlikle babamı zorlamadım)
@Uykulubiryazarfanı: Seni sabırsızlıkla bekliyoruz ablaa
Bir süre daha yorumları okudum. Zaman geldiğinde ise odaya bir adam geldi. “Irmak hanım, imza saati geldi. Size ben eşlik edeceğim.” Bu adamın tipi bana çok tanıdık gelmişti. Umursamadım. Efsun’a sarıldıktan sonra az önce beni çağıran adamın yanına geçip alana doğru yürümeye başladık.
İlerledikçe kalp atışlarım hızlanıyordu. Çok heyecanlıydım.
Ve o an geldiğinde, içeri girdiğimde herkes aynı anda çığlık attı. Bir yanımdan konfeti patlarken okurlarıma doğru el salladım. Sahneye geçtiğimde ise sunucunun yaptığı konuşma sonrasında yerime geçip oturdum. Ben telefonumu hızla bir kenara yerleştirip kamerayı açarken ilk okurum yanıma geldi.
“Merhaba,” dedim ne samimi olabileceğim şekilde.
“Merhaba abla,” dedi o da. Kahverengi saçlı, mavi gözlü bir kızdı. Bana benziyordu. Ellerimi önümde birleştirdiğimde elinde olan kitabı alıp masaya koydum.
“Nasılsın?”
“Çok mutluyum abla,” dediği sırada kitabın kapağını açıp kenardaki tükenmezin kapağını açtım.
“İsmin ne?”
“Sahra,” bocalayarak ona döndüm. “Ne? Ciddi misin?”
“Evet,” dedi gülerken. “Sevgilimin adı da Kenan.” Dediğinde iyice şaşırdım. Resmen kitap karakterlerimin gerçek versiyonu bulmuştum.
“Sevgilin, Kenan’a mı benziyor?” diye sordum.
“Evet,” dedi. Bu sefer bende güldüm. Çok garipti. İmzamı attıktan sonra Sahra ile fotoğraf çekildim. İmza, isim, fotoğraf derken 4 saati devirmiştik.
Çok uykum gelmişti. Ekipçe fotoğraf çekildikten sonra Efsun kalmam için yalvarsa da ben zorla eve gideceğimi söyledim. En sonunda pes edip beni kendi halime bıraktı. Fuar alanının çıkışına geldiğimde öylece durdum ayakta. Ben nasıl eve gidecektim? Taksi çağırmak için telefonumu çıkaracağım sırada bir arabanın önümde durması ile başımı telefondan kaldırdım. Haktan?
“Bin arabaya,” dedi. Afallamışken yavaş adımlarla arabaya bindim. Kapıyı kapatıp ona döndüm. “Niye geldin?”
Bana ciddi misin dercesine bakıp gaza bastı. Önüne dönerken konuştu. “Sence, oradan ne için gelmiş gibi duruyorum?” Bende malım ya, tabii ki beni almak için gelmişti. İmza almaya gelmemişti ya.
Bir süre sessiz kaldık. Ayağıma atan ağrı ile bu sessizliği ben böldüm. “Soktuğumun ayakkabısı da ayağıma bir vurdu. Ayağım koptu resmen.” Evet, çok kibar bir insandım. Elimi ayağıma attım. “Bir topuklu ayakkabı giyelim dedik iyi ki. Bileğimi deşti mübarek.” Bileğimi okşadım yavaşça. Çok acıtmıştı, beyinsiz ayakkabı.
Bu sırada arabanın aniden durması ile bocaladım. Koltuktan az kalsın kayacaktım ki torpidoya tutundum. Kafamı kaldırıp Haktan’a göz kırpıştırarak baktım. “Niye durduk?” cevap vermedi. Arabadan inip kapıyı kapattı. Allah’ım, beni terk mi ediyordu kocacığım? Ne oluyordu?
Arabanın arkasına doğru ilerledi. Bagajı açıp bir şey aldı ama göremedim. Bagajı kapadığında eğilip bir şeyler yaptı. Yerden eline bir şey aldıktan sonra gelip benim kapımı açtı. Elinde az önce ayağında olan ayakkabısı ve yara bandı vardı. Boş boş ona baktım yine.
“Bana doğru dön,” dedi. Algılayamadım ama oturdum. Ayaklarım açık kapıdan sarkıyordu. Önüme eğilip elini topuklu ayakkabıma attığı sırada jeton yeni düştü. Geri çektim ayağımı.
“Ne yapıyorsun?”
“Ayağım acıyor demedin mi?” derken sesi yumuşacıktı. Dondurma gibi eriyebilirdim.
“Evet, ama sana git, ayakkabılarını bana ver demedim.” Güldü. “Hem sen ayakkabısız arabayı nasıl süreceksin?”
“Terlik vardı arabada, onu giydim ben.” Elini tekrar uzattı ayağıma. “Ayağını uzat.” Tereddüt etsem de ayaklarımı ona doğru uzattım. Sağ ayağımı kırılacak bir şeymiş gibi kavradı. Ayakkabıyı yavaşça çıkarttı. Kenara koyduktan sonra yara bandı kutusunu açıp yavaşça ayakkabının vurduğu yere yara bandını yapıştırdı. Baş parmağı kısa bir süreliğine orayı okşadıktan sonra kendi ayakkabısını eline aldı. Beyaz bir spor ayakkabıydı. Ayakkabıyı rahatlıkla ayağıma geçirdi. Büyük olmuştu bana. Bağcıklarını bağladıktan sonra sol ayağımdaki ayakkabımı da çıkardı. Yara bandı yapıştırdıktan sonra kendi ayakkabısını ayağıma geçirdi. Onunda bağcıklarını bağladıktan sonra ayakkabılarımı iki parmağı ile topuk kısmından tutup ayağı kalktı. Arka koltuğa ayakkabılarımı koyduktan sonra tekrar şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Araba çalışınca radyo kendiliğinden açıldı. Ve o malum şarkı çaldı.
“Eşarbını yan bağlama
Eşarbını yan bağlama
Ben söyle'yim, sen ağlama
Zalım anan bana virmez
Zalım anan bana virmez
Oturup da sen ağlama
Boyun büküp sen ağlama.” Yutkunurken çaktırmadan Haktan’a baktım. Önüne bakıyordu fakat dudaklarında sıcak bir gülümseme vardı. Hep de beni bulurdu bu saçmalıklar.
Eve vardığımızda arabayı sakin bir yere çekti Haktan. Tam ineceğim sırada başımın dönmesi ile gözlerimi kapatıp koltuğa tekrar oturdum.
“Irmak!” dedi Haktan. Gözlerimi açmadım. Yutkundum. Koltuğun kenarlarına yasladığım ellerimle koltuğun kumaşını sıktım. Yüzümde iki el hissettim. Önüme gelen saçlarımı arkaya attıktan sonra eller iki yanağıma yerleşti. Cuk diye oturmuştu yanaklarım avuçlarına.
“Güzelim, Irmak. İyi misin? Bana bak. Cevap ver bana.” Zor da olsa gözlerimi araladım. Bir çift ela göz karşıladı beni. Tam karşımda duran ela gözler. Gözlerine baktım öylece. Gözlerimi pür dikkat izleyen bir çift ela gözlere. Bu sırada radyodaki şarkı değişti.
“Yağmur dinmiyorsa
Yollar bitmiyorsa
Sen üzülme, bir gülümse
Gel benimle
Her şey bitti derken, şansın döndü birden
Aşk öyle bir mucize
Benimle gel, gülümse gel
Hayat bazen zor olsa da yine güzel…”
Onu bilmem ama ben onda hayat bulduğumu fark etmiştim. Ben onunla mutluydum. Ben onsuz bir hiçtim.
Yüzlerimiz arasında bir nefeslik mesafe vardı. Bedenlerimizin bir olmasını engelleyen ise vitesti. Yutkundum tekrardan. Gitmem gerekiyordu.
“B-ben gideyim. Annem m-merak eder şimdi.” Yüzümdeki elleri yavaşça geri çekilirken üşüdüğümü hissettim. Geri koltuğuna otururken hâlâ bana bakıyordu.
“Teşekkür ederim. Eve kadar getirdiğin için yani.” Deyip daha fazla saçmalamadan arabadan indim. Hızla paytak paytak apartmana doğru koştum. Ayakkabılarının ayağımda olduğunu unutmuşken…
🎀🎀🎀
Haktan’dan
Paytak paytak koşarken yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum. Bu kız neden bu kadar güzel olmak zorundaydı? Canıma kastı mı vardı? Arkama yaslandığım sırada açık olan radyoya baktım. “Aferin lan, güzel zamanlamaydı.” Mutluluk sarhoşluğu bu olsa gerekti. Elimi arabanın bir tuşuna atıp bastım. Ve arabanın içindeki perde aralandı. Arabanın üstündeki camdan masmavi gökyüzü gözüktü, sapsarı güneş ve bulutlar içimi hoş etti.
Mavi gözlerini biraz daha düşündükten sonra arabayı tekrar çalıştırıp eve vardım. Arabadan ineceğim sırada gözüme çarpan şey ile duraksadım. Bir çift mavi topuklu ayakkabı. Arabada unutmuştu. Geri verme düşüncesini aklımdan atıp ayakkabıları aldım. Evin anahtarını cebimden çıkardıktan sonra içeriye girdim. Mavi hızla yanıma gelip bacaklarıma dolandı.
Irmak’ın getirdiği kedi bende yaşıyordu. Adını söylememişti. Bende Mavi koymuştum. Çünkü gözleri çok benziyordu.
Tek elimle kediyi elime aldım. Küçüktü.
“Kızım, nasılsın bakalım.” Diyerek öptüm onu. Bir daha öptüm, ve bir daha. Irmak’ı öpememiştim, en azından ona benzeyen kediyi öpebilirdim.
Kedi ve ayakkabılarla beraber odama doğru çıktım. Üstümü değiştirme gereksinimi duymadım. Yatağımın önüne oturdum yavaşça.
Topuklu ayakkabıları hemen yanıma koyarken kedinin bembeyaz tüylerini sevdim.
“Sence ona açılmalı mıyım?”
“Miyav,” dedi kedi sadece. Çok bir şey anlamış gibi kafamla onayladım onu.
“Çok güzel. Her bir hücresine, kaşına, kirpiğine, gözüne hayranım ben onun. Bir gün onu öpeceğim. İşte o gün benim olacak her şeyi ile.” Kediyi göğsüme yaslarken gözlerimi yumdum. “Hem de herşeyi…"
Bir bölüm daha bitti... Bu sefer kısa mıydıı?
Klişeler vardı bölümde:))) eheheh
Evet çok mühim sorum var; BUNLAR NEREDE NASIL ÖPÜŞSÜN??
Sahne hayal edemedim size sorayım dedimmm
Cevaplarınızı bekliyorumm
Kendinize iyi bakınnn :)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.39k Okunma |
4.1k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |