68. Bölüm

43. Abi...

★𝐓𝐚𝐝𝐨𝐰★
canimsenhayirdir

Herkese selammmm

Çok çok çok çok uzun bir bölümle karşınızdayım

Bakın derse çalışmak yerine bunu yazdım kıymetimi bilin shjdhnj

Aşırı üzücü bir bölüm benceeee

Neyse tutmayayım sizi

Bu bölüme fazla yorumm ve oy bekliyorummm (özellikle yorum)

İyi okumalar...

Oy: 29

Yorum: 39

Şarkı: Yaman sevda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Irmak’tan

Kulaklığımda çalan şarkı değişirken ellerimi ovuşturdum. Yürüyordum. Merkezdeydim. Abimler görevdeydi. Annemle babam evdeydi. Haktan’ın ise bir davası vardı. Efsun’da ortalıkta yoktu. Tek kalmıştım.

Kenarda gördüğüm köpeğe doğru ilerledim. Yanına çöktüm. Çok tatlı bir köpekti. Tertemizdi. Dilini çıkarmıştı.

“Sen ne kadar tatlı bir şeysin.” Dedim Elimi başına atıp sevmeye başladım. Çok tatlıydı. Yüzünü ellerimin arasına aldım. “Seninde gözlerin ela, tıpkı benim ela gözlüm gibi. Hem tüylerinde kahverengi. Çok benziyorsunuz,” dedim. Gerçekten de öyleydi. Elimi uzattığımda patisini elime koydu. Kıkırdadım. Yüzümü yalamaya başlarken iyice kıkırdamaya başladım. Ve popomun üstüne düştüm.

“Tamam, tamam. Sakin ol.” En son gülmeyi kestiğimde yüzümde minik bir gülümseme kalmıştı. Bu sırada köpeğin bakışları arkama takıldı. Havladı iki kez.

“Ne oldu?” dedim kaşlarımı çatarak. Tam arkamı dönecektim ki bir el silah sesi işittim. Sırtımda ince bir sızı hissettim. Vurulmuş muydum? Yine ne olduğunu anlamaz iken bir bez parçası ağzıma kapandı. Çırpınmayı denedim. Gözlerim ağırlaştı. Köpek havlamayı kesmezken belimi saran kişi silahın arkası ile kafama vurduğunda bilincim uçup gitti…

~

“Gönül gel seninle, muhabbet edelim.

Gönül gel seninle, muhabbet edelim.

Araya kimseyi, alma sevdiğim, alma sevdiğim.”

Hayat zor gibi gözükür, ama kolaydır derdi babam hep. Sadece hayata anlayışla bakman gerekir. Anlayış, her şeyi çözer derdi. Acaba gerçekten de çözer miydi?

Bedenim tir tir titriyordu. Soğuktu. Çok hemde. Sırtımda derin bir sızı vardı. Kulaklarım ise uğulduyordu. Derinden sesler işitiyordum. Çok tanıdık sesler…

“Uyuyordur hâlâ?” Bu, aşırı tanıdık bir sesti. Gözlerimi aralamak istedim lakin beceremedim.

“Uyuyordur abem, uyandıram mı?”

“Uyandır, uyandır,” Bir anda yüzüme fırlatılan soğuk su ile gözlerim anında aralanırken öksürük krizine girdim. Ciğerlerim çıkarcasına öksürürken gülme sesleri işittim.

“Sen git Erkan,” Erkan… Çok tanıdıktı. Hâlâ öksürürken gülen kişilere baktım. İki tanıdık simaydı, bunlar…

“Senin abini komalık edenler var ya, biz oyuz işte.”

Korku tüm bedenimi sararken yutkundum. Bunlar onlardı. Murat buydu.

“Abe kıyemam ya, korktu.” Dedi Erkan.

Murat, önüme gelip çömeldi. Eli ile önüme gelen saçları geriye attı. “Artık elimden kaçamayacaksın. Ecelin olacağım senin.” Korkuyordum çok. Bu adam beni nasıl bulmuştu?

Ben hâlâ öksürürken çenemi tuttu sertçe. Çenemi öyle bir sıkıyordu ki bir an dişlerim kırılacak sandım. Lacivert gözleri iyice koyulaştı. “Ajanımız olacaksın. Süründüreceğim seni. Benimle ilgili istihbaratta geçen tüm bilgileri bana getireceksin. İhanet mi ettin,” Dizini kasıklarıma bastırdığında acı ile inledim. Güldü. “O zaman görürsün, tamam mı!” Sesi bulunduğumuz ortamda yankılanırken kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Korku gözlerime yansıyordu. Bu da Murat’ı tatmin ediyordu.

“A-ağzına sıçtığım, şuursuz köpekler.” Dedim kısık çıkan sesimle. Bu sırada yüzüm sola doğru savruldu. Tokat atmıştı yüzüme. Dişlerim zangır zangır titrerken birbirine çarpıyordu.

“Kabul e-etmiyorum ulan!” dedim. Güldü.

“Zaten kabul etmeni beklemiyordum. İşkencelere başlayın.” İçimdeki korku katlanarak büyürken kenardaki tekli koltuğa geçti. Minik bir masa da vardı. Masanın üstünde ise bir radyo. “Ha bu arada,” dedi bana bakarken. “Türkçe’yi öğrenip de geldim.” Umursamadım onu.

Erkan dışarı çıkmıştı az önce. Geri geldiğinde ise elinde bir sürü alet olduğunu gördüm. Yutkundum derince.

Erkan tüm eşyaları yanındaki bir masaya dizdi. Aralarından bir tanesini seçti. Kızgın demir.

Gözlerim korkuyla büyürken elimden geldiğince bağırmaya çalıştım.

“İmdat! Yardım edin! Kimse yok mu! Yardım edin! Ne olur!”

Erkan, “Sus!” diyerek karnıma tekmeyi geçirdi. İnledim acıyla. Kızgın demiri sıkıca tuttu Erkan. Çırpınmayı denedim, iple bağlandığım için yapamadım. Kolumu tutup kendine çekti ve demiri yavaşça tenime bastırdı.

Dişlerimi sıktım, dayanmam gerekiyordu lakin demir tenim üzerinde ilerlediğinde acı dolu bir feryat döküldü dudaklarımdan. Yankılandı her yerde sesim. Biraz daha bastırdı. Tekrar bağırırken benim sesimi başka bir ses bastırdı.

“Erkan, bu güzel değil. Başka şeylere geç.” Erkan elindekini masaya koyup başka bir şey aldı. Kırbaç.

Yanıma geldi. Beni öne doğru itelediğinde karşı vermek istedim lakin sırtımda acıyan bir şey vardı. Sırtımdan vurmuşlardı beni.

Kırbacı hızla havaya kaldırırken sırtıma geçirdi. Öne doğru savruldu bedenim. Bir kere daha vurdu. Bir kere daha ve bir kere daha. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Masadaki aletlerin yarısını üstümde denemişti. Tek bildiğim ise her yerimden kanlar akmasıydı. Erkan ve Murat yemek yemeye gitmişti. Tektim. Boş bakışlarım yere dikiliydi. Bu sırada kulağıma Haktan’ın sesi doldu.

“Güzelim, buradayım.”

“Haktan…” diye mırıldandım. Başımı kaldırıp etrafa bakındım yarı açık gözlerimle. Fakat kimse yoktu.

“Korkma, ben yanındayım.” Sesi kulağımı okşuyordu. Nerede olduğunu göremiyorum.

“H-haktan,” dediğim sırada ağzımdan kan geldi, konuşamadım.

“Sevgilim, dayan. Seni kurtarmaya ilk ben geleceğim.” Gözlerim doldu o an. Boğazım düğüm düğüm oldu.

“Hakta-” diyemeden göz yaşlarım boşaldı gözlerimden. Ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım hemde. “Haktan, ne olur gel…” derken hâlâ ağlıyordum. “Ö-özledim s-seni,” Göz yaşlarım yüzümü yakıyordu bir alev misali. Ağladım. En sonunda ise yorgun düşüp bayıldım.

~

Haktan’dan

“Nasıl olmaz!” diye bağırdım.

Irmak kaçırılmıştı.

Mavi gözlüm, yoktu bir gündür. Bir gün, dile kolaydı. Ama bir ömür gibi geliyordu insana. Ellerimi saçlarıma daldırırken volta atmaya devam ettim.

“Kimse mi yoktu yanında?” dedi Efsun şişmiş gözleri ile. Bunu duyduğundan beri ağlıyordu.

“Yoktu! Ve Murat piçi de bunu fırsat olarak gördü.” Dedim sinirle. Soner ise hâlâ durgundu. Soner’in annesi biliyordu bu olayı. Lakin babası bilmiyordu. Annesi onun yanındaki koltukta, oğlunu izliyordu üzgünce.

“Babama da söyleyeceğim.” Dedi Soner en sonunda konuşarak. Hepimiz ona baktık.

“Soner, iyi değilsin. Bir kere daha düşün.” Dedi Gözde.

“Yeterince düşündüm.” Telefonu cebinden çıkarttı. Yukarı kata çıkarken onun arkasından baktık hepimiz.

Masaya geçtim ve dosyalara baktım. Murat olduğuna adım gibi emindim. Ama kanıtlayamıyorduk işte. Başka bir dosyayı araladım bu sefer. Yoktu.

Bu sırada kenarda açık duran bilgisayarıma mail geldi. Kaşlarım çatılırken bilgisayarı önüme aldım. Mail anonimden gelmişti. Maili açtığımda ise gördüğüm fotoğraflar dumura uğradım.

“Ne,” diye mırıldandım. Efsun’un yanındaki Gökalp bir gariplik olduğunu anladığında yanıma geldi. Ekrana baktığında ise gördüğü şey ile o da şaşırdı.

“Has siktir. Bu gerçek mi?” diyerek bana baktı. Ben ise ekrana kilitlenmiştim. Gözde de yanımıza geldiğinde ekrana baktı.

“Bunun gerçek olduğunu söylemeyin bana,” dedi Gözde. Ekranda Irmak’ın fotoğrafı vardı. Elleri ve ayakları bağlıydı. Baygındı. Şaşırdığımız ise her yeri kanlar içinde olmuş olmasıydı. Ona, işkence yapmışlardı.

Ben hâlâ fotoğrafa dilim tutulmuş bir şekilde bakarken kapadım bilgisayarı hızla. Bu, gerçek olmamalıydı. Korkardı o. Bir el hissettim omzumda. Boş boş karşıma bakmaya devam ettim, tepki vermedim.

“Haktan, sakin kal. Lütfen.” Diyen Efsun’un sesini işittim. Dinlemedim bile. Benim orada hayatımın anlamına acı çektiriyorlardı. Bana da, Soner’e de işkence etmişlerdi. Bu sefer Irmak’ta mıydı? Olamazdı. Çok korkardı o. Çok.

Bu sırada içeri Soner girdi. “Soner,” dedim en sonunda konuşarak. “Bakman gereken bir şey var.” Kaşları çatıldı Soner’in. Bana baktı durduğu yerde.

“Betin benzin atmış…” diye mırıldandı. Bilgisayarı açıp fotoğrafı tekrardan açtım. Soner yanıma geldiğinde fotoğrafa baktı. Sonra ise bana. Sonra tekrar fotoğrafa.

“B-bu gerçek mi?” Fotoğrafın altında ise bir not vardı.

Hazırlık aşamasında olan ajanımıza merhaba de!

~

Irmak’tan

Gözlerimi aralayalı neredeyse 10 dakika olmuştu. Bir adam vardı önümde. Onunda elleri, ağzı ve ayakları bağlıydı. Murat yine koltuğundaydı. Erkan ise işkence aletleri arasından alet seçiyordu. En son eline ipince bir bıçak alıp adamı tuttu. Adam ona korkarak bakıyordu. Erkan, adamın üstündeki tişörtü yırttı hızlıca. Bıçağı sırtına dayadı ve derisini yüzmeye başladı.

Adam çırpındı Erkan’ın elinde. Benim ise gözlerim büyümüş, olanlara bakıyordum.

“Serhat bu, bize ihanet etti.” Dedi Murat. “Şimdi ise diyetini bir güzel ödüyor.” Erkan, Serhat’ın sırtını yüzmeye devam ederken adamın zar zor inleyişi vardı kulaklarıma. Bedenim buz kesmişti. Bu, çok caniceydi.

Serhat’ın ağzında bant olmasına rağmen o acılı feryatları yankılanıyordu ortamda. “Yapmayın,” diye mırıldandım. “Bu çok vahşice. Yapmayın.” Dedim. Umursamadı beni. Güldü. Gözlerimi kapadım sıkıca. “Yapmayın, yazık.” Dedim. Bağırdım birkaç kere. Murat’ın sinirleri bozulmuş olacak ki yanıma geldi. Elindeki bantla ağzıma bantı yapıştırdı sıkıca. Çıkartmayı denedim ama beceremedim. Bu sefer Murat elindeki çengelli iğneleri gösterdi. İçimdeki korku yeşerdi aynı yerde. Gözlerime takacaktı. Açık kalması için.

“Hayır!” dedim ama anlaşılmayacak kadar sıkı bağlamıştı ağzımı piç kurusu. “Yapma, ne olur! Yapma.” Ama o beni dinlemedi. İğneyi açtı. Başımı sağa sola salladım takmaması için. Başımı iki bacağının arasına sıkıştırdı. Boynumdan çıtlama sesi gelirken bir eli ile sağ göz kapağımı tutup çengelli iğneyi yavaşça göz kapağıma geçirdi. Canım öyle acıdı ki bağırdım sesim çıktığım kadar. Çığlık attım canım çıkarcasına. Ama bant engelledi. Sağ gözümdüm görüşü kırmızı olurken iğnenin geçtiği yerin kanadığını anladım. Diğerine de takacağını düşündüm lakin o uzaklaşıp gitti. Koltuğuna yayıldı.

Bizi çeken bir kamera vardı bir de. İlk uyandığım andan beri bizi çekiyordu.

Erkan bu sefer eline kırbacı aldı ve Serhat’ın deriden eser kalmamış sırtına sertçe vurdu. Serhat iki büklüm olurken nefes nefese onları izliyordum. Kalbim şaha kalkmıştı. Korkudan küt küt atıyordu. Yutkunmak istedim ama boğazımdaki düğüm engelledi. Sağ gözümden her şeyi kırmızı görüyordum. Sol gözüm ise normaldi. Ama şahit olduğu şeyler feciydi.

“Yardım edin!” diye bağırmayı denedim son çare. “Sesimi duyan var mı!” Güldü Murat bu hâlime. Erkan kırbaçtan sıkılmış olacak ki kenara fırlattı.

“Abi, daha ne yapem?” diyerek Murat’a döndü. Murat ise gülerek bana bakıyordu. “Şu yerdeki leşi alıp git. Ben biraz şunla baş başa kalacağım.”

“Peki abi,” deyip yerde yatan Serhat’ı sırtladı Erkan. Ve bulunduğumuz ortamdan yavaşça çıktı. Murat yerinden kalkarken yavaş yavaş bana doğru geldi. En son ise önüme çömeldi. Elini gözüme doğru uzatıp yavaşça çengelli iğneyi çıkarttı. İnledim acıyla. Ama bağırmam da çığlık atmam da acıyı dindirmiyordu.

“Güzel kızsın. Haktan efendiye minik bir hediye bıraksam ne olur?” dediğinde gözlerim vahşetle açıldı. Hayır, beni öldürebilirdi ama bedenimi kirletemezdi. Asla!

“Hayır, aklından geçeni sakın yapma!” dedim. Banttan anlaşılamadım ama o anladı. Güldü.

“Korkma ulan. Şuan yapmayacağım. Daha izleteceklerim var sana.” Dediğini anlamaz iken kaşlarım çatıldı. Önüme bir bilgisayar koydu hızla. Bir video vardı. Ve videoyu oynatmaya başladı.

Bir kişi vardı. Sandalyeye bağlanmış bir kişi.

Bu kişi abimdi.

Gözlerim iyice büyürken canım acıdı ama umursamadım. Bunu izlememeliydim. Hatırlamamalıydım.

Murat vardı abimin karşısında. Boğazını sıkmıştı. Boğazını bırakıp yüzüne sert bir tokat geçirdi.

“Tutuklamayacaktın beni lan! Çekeceksin böyle acısını.” Abimin kasıklarına tekme attı üst üste. Abimin ise sesi çıkmıyordu.

“Bağır lan!” diyerek tekme tokat abimi dövmeye başladı. İçim acırken gözümde o anlar canlanıyordu. Hatırlamamam lazımdı, ama hafızam çok güçlüydü lanet olsun ki.

3 yıl önce

Tüm gücümle abimin olduğu yere doğru koşarken arkamdan gelen Gökalp beni yakalamaya çalışıyordu. En sonunda abim bulunmuştu. Sonunda…

Merdivenleri üçerli beşerli çıkmaya başladım. “Irmak, lütfen dur!” diyerek bana sesleniyordu Gökalp. Aldırış etmedim. Ve sonunda gözüme ameliyathane yazısı iliştiğinde adımlarımı o yöne doğru çevirdim. Annemler de gözüme ilişirken birinin beni belimden tutmasıyla varamadım oraya.

“Gökalp! Bırak, görmem lazım onu!” Bacaklarımı sallayarak ondan kurtulmaya çalışıyordum.

“Sakin ol, ne olur. Herkesi endişelendiriyorsun.”

“Bana ne! Abimi verin bana!” derken kendimden geçmiş gibiydim. Abim 1 haftadır ortalıkta yoktu. Onu bir haftadır görmemiştim.

Çıldırmak üzereydim.

Yanımızdan geçen herkesin bakışları bize dönüyordu. Kaçmak istesem de Gökalp daha da sarılıyordu belime.

Ellerini çekmeye çalıştım belimden. Olmadı. Beni kendisi ile sandalyelerin oraya sürükledi. Ben hâlâ çırpınırken beni oturtturdu. Öyle sıkı tutuyordu ki kaçamıyordum.

Gökalp ellerimi önümde bağlayıp bir eliyle iki elimi de tuttu. Kayboldu ellerim onun ellerinde. Önümde çömeldi. Öyle endişeli bakıyordu ki bana gören de öldüm sanacaktı.

“Sakin ol. Derin nefes al. Lütfen.”

“Sakin olamam! Ne sakin olu ya?” Olamazdım. Benim abim orada can çekişirken ben burada böyle duramazdım.

Bir adam vardı. Üstünde avukat cübbesi vardı. Kumral saçlı, ela gözlüydü. Babamla konuşuyordu.

“Gökalp,” dedim gözlerine bakarak Gökalp’in.

“Efendim,” dedi.

“İyi olacak mı abim?”

“Olacak,” derken beni değil de kendini inandırmaya çalışıyormuş gibiydi.

“Beni bırakamaz ki. Bırakmasın zaten. Hakkı yok hem bırakmaya. Onsuz yaşayamam ki,” Göz altlarım feci bir şekilde acıyordu. Migrenim ultra seviyelerdeydi. Bu sırada ameliyathaneden bir doktor çıktı. Ayaklanmak istedim fakat Gökalp beni tuttu. Benim yerime annem gitti doktorun yanına.

“Doktor hanım, Soner nasıl? İyi mi?” Doktorun bakışları bana takılı kaldı. Sonra ise anneme döndü. “Hastanın annesi misiniz?” dediğinde annem başını olumlu anlamda salladı. “Vücudundaki kurşunları çıkarttık, ama hasta maalesef komaya girdi.” Duyduklarıma doktora çevirdim bakışlarımı. Ne demek komaya girmişti?

“He bir de,” diyerek anneme yaklaştı. “Hasta geldiğinde ‘Irmak’ diye sayıklıyordu. Söyleyeyim dedim. Hasta yoğun bakıma alınacak. Gerisinin güzel olmasını umuyoruz.” Bu sırada kenardan biri onu çağırdığında bir şeyler söyleyip annemin yanından ayrıldı.

“Ne demek komada?” derken öyle sakin konuşmuştum ki Gökalp’in garibine gitmişti. “Ya bu ne biçim iş ya!” Ellerimi Gökalp’ten kurtarıp saçlarıma daldırdım. Gözlerim tekrardan dolmaya başlamıştı.

Komadaydı…

“Hayır, gitmesin. Gitmesin! Yaşamalı. Dayanamam ki. 1 haftadır onsuzum zaten. Bekleyemem ki. Gitmesin abim,” Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Gökalp’in endişeli bakışları büyüdü.

“Hemşire yok mu? Buraya bakın!” Dediğinde ayaklandı. Ben ise sayıklıyordum.

İki hemşire geldi. Biri, “Kriz mi geçiriyor?” dedi. Gökalp başı ile onayladı. Yanındaki hemşireye bir şeyler söyledi hemşire. Anlamadım. Sesler uğultu hâline gelmişti.

“Abi, bırakma beni. Lütfen. Yapamam ben sensiz. Abi…” Bir hemşire gelip kolumdan tutmaya çalıştığında kolumu çektim. “Bırak!” diye yükseldim. “Dokunmayın bana,” Gökalp de hemşireye yardımcı olurken hemşire koluma iğneyi batırdı. Sayıklamalarım yavaşlarken Gökalp yavaşça beni kucağına aldı. Gözlerim ağırlaşıyordu. Gitmemeliydim. Burada kalmalıydım.

“Bırakın… Abimi göreyim…” Bir yandan mırıldanırken bir yandan da Gökalp’in göğsüne sığınıyordum. Uyumamam lazımdı. Ama neredeyse 1 haftadır uyumuyordum. Uyku basıyordu.

“Beni bırakma abi…” Bu sırada yüzüme bir şey damladı. Bu bir göz yaşıydı. Biraz daha Gökalp’in göğsüne yasladım başımı. Gözlerim kapandı. Bilincim de kapanmak üzereydi. “Abi…” diye mırıldandım son kez. Ve huzursuz bir uykuya daldım…

~

“Odaya aldılar mı?” diyordu bir ses. Ne oluyordu? Neredeydim ben?

Hareket etmeyi denedim ama her yerim ağrıdığından huzursuz olduğumu belirtircesine mırıldandım.

“Kapatıyorum, kendine geliyor.” Dedi aynı ses. Bu Gökalp’ti.

“Gökalp…” diye mırıldandım.

“Efendim,” derken sesi yorgun ve endişeliydi. Gözlerimi araladım yavaşça. Ona çevirdim bakışlarımı.

“Ne oldu?” derken sesim puslu çıkmıştı. Bu sırada her şey aklıma geldi. Hızla oturur pozisyona geldim. “Abim nerede?”

“Biraz dinlensen m-”

“Kaç saattir uyuyorum?” diye onu böldüm. Telefonuna baktı. “İki,” Sonra ise bana. “Bak, neredeyse 1 haftadır uyumuyorsun. Kendine zarar veriyorsun. Yapma böyle.” Ayağı kalktım hızlıca. Saçlarımı düzelttim.

“Abim uyanmadığı sürece bana da huzur yok demektir. Şimdi, bana abimin nerede olduğunu göster.” Dediğimde bir iki saniye yüzüme baktı. Sonra ise ayaklanıp önüme geçti. Onu takip etmemi işaret edince takip etmeye başladım.

Gözlerim aşırı ağrıyordu. Migrenim hâlâ aynıydı. Gökalp koridorda ilerlerken bende onun peşinden ilerliyordum.

“Uyuduğum süreçte hep başımda mıydın?”

“Evet,”

“Neden?” dediğimde bana baktı.

“Çünkü bana emanetsin sen. Başkomiserim göreve çıkmadan önce seni bana emanet etmişti.” Dediğinde yutkundum. Elini omzuma atıp beni kendine çekti. Saçlarımın arasına derin bir öpücük bırakırken ilerlemeye devam etti.

Gökalp’le genelde anlaşamasak da o benim manevi abim gibiydi. Abim olmadığı zaman o bana abilik yapardı. Hakkı ödenmezdi.

En sonunda annemler gözüme gözüktü. Annem beni fark ettiğinde endişeli bakışları üzerimde gezindi. Yanımıza doğru geldi.

“Kızım,”

“İyiyim.” Diye mırıldandım. Hiç iyi değilim anne. Hiç. Hızla Gökalp’ten kurtulup odanın içini gösteren cama yaklaştım. Ve oradaydı. Yatıyordu. Gözlerim tekrar dolmaya başladı. Yüzü bembeyazdı. Yanında ise bir doktor ve bir hemşire vardı. Bir elim cama yaslıyken diğer elimi yumruk yapıp ısırdım.

“Abi,” diye mırıldandım kısık sesle. Ağlamaktan sesim kısılmıştı. Camı okşadım yavaşça.

Bu sırada odadan doktor çıktı.

“Durumu nasıl?” dedi annem.

“Şu anlık net bir şey söyleyemem. Bu 1 hafta içinde olacak şeylere bağlı. Genelde komada olanların 1-2 hafta içinde verdiği tepkilerini düzenli ölçeriz. Yüzde altmış biri genelde bu süreçte hayatını kaybeder. Ama hastanın GCS 9'un üzerinde prognoz’u var. Yani büyük ihtimal yaşayacak. Ama net söyleyemem, dediğim gibi. 1 hafta içinde belirginleşir durumlar.” Boğazını temizledi doktor. “Hastanın yanına 1. Dereceden yakını olanları alabiliriz isterseniz. Odaya girmek isteyen var mı?”

“Irmak 2. Derece oluyor, bir kıyak yapsanız. Onu alsanız?” dedi Gökalp. Ben ise abimi izlemekle meşguldüm.

“Kardeşi mi?” diye sordu doktor.

“Evet.”

“Aslında almamız yasak fakat duyduğum kadarıyla kardeşi abisine çok düşkün.”

“Öyledir,” diye mırıldandı annem. Bakışlarını üstümde hissetsem de oraya bakmadım.

“Size özel alabilirim içeri. Ama belirli bir süreyle.”

“Irmak,” diye seslenen Gökalp’e çevirdim ağır bakışlarımı. Doktor ile annem de bana bakıyordu. Elimi çektim camdan.

Doktor, “Belirli bir süreyle içeri girebilirsiniz,” dediğinde canlandım resmen. Çünkü az önceki konuşmaları dinlememiştim.

“Ne?” dedim şaşkın şaşkın. Onlara doğru ilerledim. “Arkadaşlar size yardımcı olur. Geçmiş olsun.” Diyerek uzaklaştı doktor. Annemle Gökalp’e baktım.

“İ-içeri mi gireceğim? E ben 1. Derece değilim ki?” dedim.

“Doktor kıyak geçti senin için,” Bu sırada odadan bir hemşire çıktı. Hemşire odaya girecek olan kişiyi sorduğunda yanına gittim. Üstüme bir şeyler giydirdiler. En sonunda ise odanın içinde buldum kendimi.

Abimin elini tuttum yavaşça. Okşadım. “Abi,” dedim titreyen sesimle. Elini öptüm yavaşça.

“Sana bağırdığım için, sana küsüp seni kırdığım için çok özür dilerim. Affetme beni. Çünkü ben kendimi affetmeyeceğim.” Sol gözümden bir damla yaş damladı abimin eline. Diğerleri ise onu takip etti.

“Abi, ne olur beni bırakma. Sensiz yapamam ben. Sen kaybolduğundan beri buram ağrıyor.” Tuttuğum elini kalbimin üzerine koydum. Devam ettim ağlamaya. “Canım yanıyor. Sensiz yapamıyorum. Ne olur gitme abi! Sensiz ben bir hiçim. Hem sen gidersen bende giderim. Dayanamam ki. Sen benim canımsın. Her şeyimsin. Lütfen, gitme.” Ağlamam şiddetlenirken oturduğum sandalyede küçüldüm iyice. Abimin elini ise sıkı sıkı tutmaya devam ediyordum.

“Ne olur gitme abi. Ne yapacağım ki ben sensiz? Sensiz hayatın tadı tuzu yok. Kıymetini bilmemişim senin. Sen gidince her şey soluyor. Renksiz oluyor.” Migrenim şiddetli bir ağrıyla kendini hatırlatınca inledim acıyla. “Abim, abim.” Ona doğru eğilip alnına öpücükler kondurdum. Bir sürü öpücüklerle.

Geri çekildim. Burnumu çektim sertçe. “Sen gittiğinden beri hiçbir şey yapamadım. Sensiz tadı kalmıyor. Kitabımı yazarken benimle dalga geçen yok, yemeklerimi öven yok, senin gibi sarılan yok. Yok. Gitme. Doktor ölmeyeceğini söyledi ama o da emin değildi. Gitmezsin değil mi? Gitme, gitmeye hakkın yok zaten. Beni abisiz bırakamazsın. Bırakma olur mu?” Hıçkırıklarımdan zar zor konuşuyordum. Ağladım. Evet, abimin eline sarılıp ağladım. Öyle uzun süre ağladım ki vücudum titremeye başladı. Bir süre sonra gücüm de kalmadı, abimin eli de ellerimden kayıp gitti.

Bu sırada kapı açıldı. “Irmak, çıkman gerekiyor.” Göklap’ti. Yanıma gelip elini omzuma koydu. “Hadi, benim de durmam yasak. Seni çıkartmam için beni soktular buraya.” Başımı kaldırıp ona baktım yavaşça. “Kalsam, gitmesem olmaz mı?” başını sağa sola salladı. Migrenim iyice azarken başımı sağa sola salladım bende. “Gelmeyeceğim! Abimin yanında duracağım.” Hep beni Gökalp durdurmaya çalışıyordu çünkü ekipte ikna eğitimi alan bir abim bir de Gökalp vardı. Abim komadaydı, o yüzden beni Gökalp çıkartmaya çalışıyordu.

“Olmaz ama, hiç giremezsin bu sefer.”

“Bana ne ya, ben burada duracağım!” Vücudum titremeye devam ederken Gökalp iyi olmadığımı anladı.

“Seni zorla çıkartmak istemiyorum. Lütfen.”

“Çıkartma o zaman! Ben burada kalacağım.” Derin bir nefes verdi Gökalp. Açık kapıdan birine baktı. Onay almışçasına başını salladı. Ve bir anda kucakladı beni. Çok ani olmuştu ama çırpındım.

“Bırak! Bırak, abimin yanında kalacağım ben. Bırak!” desem de dinlemedi. Bacaklarımı salladım ama öyle güçsüz düşmüştüm ki hiçbir etkisi yoktu.

“Gökalp, bırak beni.” Dinlemedi. Beni yavaşça sandalyeye oturtturdu.

“Sakinleştirici iğne yapacaklar durmazsan. Dur artık.” Sinirli bakışlarımı ona çevirdim.

“Ne demek dur ya! Abim benim yüzümden orada.” Kurduğum cümle ile kaşları çatıldı.

“Ne demek senin yüzünden orada? Ne alakası var?”

“Benim yüzümden, onunla göreve gitmeden önce kavga etmeseydim bunlar olmazdı.” Derin bir nefes verdikten sonra tuttu elimi.

“Seninle hiçbir alakası yok. Ona zarar verenler abini sevmiyordu. O yüzden oldu böyle.” Yanımdaki sandalyeye otururken başımı göğsüne yasladı. Ve onula uyumamı sağladı…

1 hafta sonra

Meraklı bakışlarımız doktordaydı. Bir hafta geçmişti sonunda. Krizlerimle, sakinleştiricilerle bir türlü bitmişti.

“Abim nasıl?” dedim hızla. 2 haftada 10 kilo vermiştim. Çökmüştüm. Ama hiçbir şey abimden önemli değildi.

“Hasta sonunda tepki verdi.” Dediğinde doktora inanamayan gözlerle baktım. “Bu akşam yine yoğun bakımda olacak ama sabaha doğru normal odaya alırız.” Duyduklarımla taş kesilirken yanımdaki annemin göğsüne gömdüm başımı.

Yaşıyordu…

Şimdiki zaman

Ne kadar zaman geçtiğine dair bir fikrim yoktu ama 2 video izlemiştim bu süreçte. Birincisi abime yapılan işkence, ikincisi Haktan’a yapılan işkence. Murat ayaklanıp bilgisayarı aldı. Donup kalmıştım. Gözümdeki acıyı da, bedenimi de hissetmiyordum.

“Şimdi Haktan’a hediye bırakabiliriz.” Demesiyle kendime geldim. Yorgun bakışlarımı ona çevirdim. Yapmasındı, istemiyordum.

“Yapma,” dedim kısılan sesime rağmen. Ağzımdaki bantı dişlemeye çalıştım. Ama öyle sert bir banttı ki lanet olasıca kopmuyordu.

Murat üzerime doğru yürüdü ve hemen dibimde yere çöktü. Aynı hizaya gelmiştik. “Haktan efendi çok sevinecek. Hiç çırpınma.” Bacaklarımı bacaklarının arasına sıkıştırdı. Üstüme doğru eğildiği sırada anlık topladığım güç ile dizimi kırıp bacaklarının arasına tekmeyi geçirdim. Murat acı ile inledi. Daha da sinirlenmesini bekledim ama öyle olmadı. Pis bakışları üstümde gezindi. “Sert seviyorsan öyle olsun.”

“Dokunma bana! Yardım edin!” desem de nafileydi. Beni duyan kimse yoktu. Bu sırada kapının açılma sesini işittim. Ve müptelası olduğum ses.

“Dokunma lan!” İkimizin de bakışları oraya döndü. Ela gözlüm. Oradaydı. Bu süreçte çökmüş gibiydi.

Murat hızla silahını çıkartıp zaten zonklayan şakaklarıma dayadı. “Yaklaşma. Öldürürüm! Hiç acımam.”

Ben bakışlarımı ela gözlümden alamazken Murat boynumu sıkıca sıktığında nefesim kesildi. Nefes almaya çalıştım ama öyle sıkıyordu ki imkansızdı. Öksürdüm. Bant iyice engelledi nefes almamı.

“Dokunma dedim sana!” derken aşırı tehdit kârdı Haktan. Anlık bir hamleyle silahını sıkarken Murat yere devrildi. Öne eğilip öksürdüm. Bant engellese de öksürdüm. Haktan hızla yanıma koşup yere oturdu.

“Güzelim, geldim. Yetiştim. Geldim.” Ağzımdaki bandı dikkatli bir şekilde çıkardı. Derin derin nefes almaya çalışırken öksürdüm. Öksürürken ağzımdan kan da geliyordu.

Haktan alnımı öptü. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi. İlk önce kan akan sol gözüme baktı. Öyle bakıyor du ki… Ben ise gözlerine odaklanmıştım. Sonra ise yanan koluma baktı. Yutkundu derince. En sonunda ise elaları gözlerimi buldu. “Özür dilerim, affet beni. Geç kaldım.” Tam konuşacakken ağzımdan gelen kan ile konuşamadım. Arkamızda bir sürü kişi çatışıyordu. Biz ise birbirimize bakıyorduk.

“Konuş güzelim. Hasret kaldım sesine.”

“H-haktan,” dedim zorlukla.

“Efendim güzelim. Hayatımın anlamı, her şeyim, bir tanem.” Yanağımı okşadı eli. Hiç iyi hissetmiyordu. Anlığına karardı her şey. Tekrar gözlerim açılırken Haktan ismimi sayıklıyordu.

“G-geldin. İlk s-sen geldin.” Gülümsedi Haktan.

“Evet, ilk ben geldim.” Dikkatli hareketlerle bedenimi kucakladı. Güzelim kokusu burnuma dolarken başımı göğsüne yasladım.

“Uykum var.” Dedim.

“Lütfen gitme, dayan.” İyice yasladım başımı.

“Geleceğim. Söz. Sende beni bekle,” diye mırıldandım.

“Söz,” dedikten sonra dudaklarıma başımı döndürecek bir buse bıraktı. Ve gözlerim yavaşça kapandı…

 

 

 

Ve bittiii

Uzundu değil mi?

Aslında daha da acı çektirecektim ırmağa ama üşendim ehe:)

Haktan çok karizmatik adam yaaa

Nasıldı bölüm

Irmaka üzüldünüz mü kızz

Neyse BEN GİDİP DERS ÇALIŞCAM DAHA SAAT 8 OLDU

Öpüldünüzzz

Bölüm : 07.01.2025 19:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...