@cano_iste
|
Müdür odaya mor önlüklü bir hemşire çağırdı. Arkadaki adamlardan biri elindeki çantayı masaya bıraktı ve açtı. Üç tane tüp bulunuyordu biri koyu maviyken diğerleri açık maviydi. Hemşire tüpleri teker teker enjekte ettikten sonra odadan çıktı. Tüp kanıma boşaldığında parmak uçlarımda uyuşma hissettim, öyle bir andı ki tarif bile edebileceğimi düşünmüyorum. Saçlarım elektriklenme ile havada uçuşurken, kalbime girmeye çalışan güç kalbimi en derinliklerine kadar yaktı. Gözlerimin parladığını bile hissettim. En sonunda ,bütün etkileşim bitince, rahatladım. Herkesin bana baktığını görünce karşılık manasında keskin bakışlarımı müdüre gönderdim. Bu işin bir boka bulanacağını hissedebiliyordum. Mavili çocuk (Demir) bana ithafen. "Bizde neden böyle olmadı hocam?"dediğinde şaşırmıştım. Hepimiz müdüre dönüp cevap beklerken bizi şaşırtan yeni bir bilgiye ulaştık: "Çünkü o takımın kaptanı. En büyük dozaj ona verildi. Şimdi çocuklar izniniz olursa misafirleri ağırlayacağım. Sizin için spor odasında geçidi bulunan bir yer var onu bulun ve eve ulaşın bir süre gözetimimiz altındasınız." Hepimiz teker teker ayaklandığımızda sanki müdür sinsi hareketler peşindeydi. Ya da ben kafada kuruyordum çünkü ismini yeni öğrendiğim Demir ve Toprak çok rahat hareket ediyordu. En alt kata -bodrum kata- ulaştığımızda sağdan üçüncü kapı spor odasıydı. Ayakkabılarımızın gıcırtıları bile kulağımıza çok net gelirken korkmamak elde değildi. Spor odasına giriş yaptığımızda içimdeki bir his kaçmamı söylüyordu ama ben ilacın etkisiyle fazla kapıldığımı düşündüm. Ailen var aptall! İç sesim Alina'ya hak verdim. Ailem sürekli bir ikizim olduğunu ve annemin rahmindeyken onu sömürdüğümü söylerdi. Bir gün onlara iç sesimden bahsettiğimde iç sesin seni hiç bırakmayacak ona Alina diyerek seslen demişlerdi. Ailem ikizimin içimde oldduğunu söylüyordu; bu bana göre saçma da olsa özellikle babamı kırmayarak ona Alina ismini verdim. Görünürde kapı olmadıı için işaret parmağımın topuz kemiğiyle duvara vurmaya başladım. Bütün odayı turladığımda hiçbir şey çıkmadı. Bu sefer ayakkabımın topuğuyla yere vurmaya başladım. Tık, tık, tık, tok. İşte bu kızım. Desteğin için sağol Alina. Yavaşça eğilip parmaklarımı tahtalarda gezdirdim. Bir çıkıntı bulmamla geçidi açmam bir oldu. Diğerleri bana tuhaf tuhaf bakarken Demir söze girdi. "Ne yani biliyor muydun?" "Hayır sadece aklımı kullandım. Orada durmayın hadi önden geçin beyler." Bir kelime dahi etmeden ikisi de benden önce aşağı kadar uzanan merdivenlerin içinde kayboldular. Arkalarından inmeye başlarken telefonumun flaşını açıp geçidi kapattım. Çat diye bir ses geldiğinde korktum. "N-ne oluyor orada?" "Bir şey yok bu Demir salağı düştü sadece." "Kapa çeneni Toprak. Kıza rezil edeceksin beni." Bu duyduğumla kıkırdadım. Şu halde bile kız düşünüyordu. Yavaş yavaş bende indiğimde karşımda koskaca bir oda gördüm. Demir ve Toprak yerlerine yerleşmişlerdi bile. Odayı incelerken her yerin simsiyah olduğunu gördüm. Salonun içinde bir mutfak vardı ve yan yana dizilmiş üç oda.. Mislina Akseren. Toprak Özdemir. Demir Kaya. Kapılara adımız kazınmıştı. Başımın aniden dönmesiyle boşluğa savruldum. Ardından gelen mide bulantısı boğazımı yaktı geçti. Demir ve Toprak tedirgin yüzlerle yanıma geldiklerinde ben bile nasıl olduğumu hissedemiyordum. Toprak ellerini dizlerine vurup; "Ahali! Ey ahali! Kaptan elden gidiyii."diye bağırdığında kahkaha atmak istedim. Ama dudaklarımı bile arlayamadım. Dudaklarımdan aşağı akan sıcak sıvı ile burnumun kanadığını anladım. Ardından gelen mide bulantısı ile olduğum yere kan kustum. Bir terslik vardı. Siyah kan kusuyordum ve burnumdan siyah kan geliyordu. Nefes nefese konuşmaya başladığımda "Z-zehir verdiler bize. E--n büyük d-dozajı bana verdiler. Öldürecekler." Gözlerimin kapanmasıyla havalandığımı hissettim. Karşımda bembeyaz elbiseyle duran bir kadın vardı. Sapsarı saçları yerlere kadar uzanırken mavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Öksürürken elimi uzattım. "Y-yardım et. Ölüyorum." "Ölüm tanrıçasından yaşam mı dileniyorsun Eternal. Ama bilmen lazım sen ölümsüzsün seni ancak bir şey öldürür." "Peki. Seni neden görüyorum?" "Çok zaman yok bu tılsımı alıp bir geçit aç. "Agusta Ferguson" demen yeterli olacaktır. Seni Mondgekta karşılayamayacağım. Sen Rata ağacının yanına git. koruyucunu bul. Unutma orada sadece avcı olarak görüneceksin. Eternal olduğunu söylemeyeceksin. Yanındakilere ilet Toprak doğa elementi temsilcisi Demir ise elektirik elementi temsilcisi. Geçit açıldığında birbirinizden ayrılmayın!" Yavaş yavaş silikleşen görüntüyle kafam allak bullak olmuştu. Müdür kimdi o zaman? Tanrılar aşkına! Kandırılıyoruz. Bana endişeyle bakan Demir ve Toprak gözlerimi açtığımı gördüklerinde rahatlatılar. Hemen toparlanıp ayağa kaltığımda elimdeki tılsıma baktım. Mavi bir taş parıl parıl parlarken kenarlarında çiçek dokumaları vardı. Yerdeki siyah kanlar birden yükselip bana doğru gelmeye başladığında korkmadım. İçimdeki his korkmamamı söylüyordu. Kanlar bana yakınlaştığında kırmızılaşıp vucüdumla bir oldu. Elimdeki tılsımın ipinini iki yana sallayıp. "Doğa elementi temsilcisi Toprak ve Elektirik elementi temsilcisi Demir. Gidiyoruz!" Toprak; "Vay anam! Kaptan aklını yitirdi kaçın." dese de Demir öylece bana bakıyordu. Sanki bunu önceden biliyormuş gibiydi. "Toprak! aklımı yitirmedim. Hadi şu geçit işini çözelim." |
0% |