@caramel_latte
|
UYARI: KAN, ŞİDDET, ÖLÜM, HASTALIK, SAVAL İÇERİR!
Hayatın ne kadar acı olduğunu 3 kez deneyimlemiştim... Savaşın ne kadar acı olduğunu. Ölümün insana neler yaptırdığını çok iyi biliyordum. Sorun ölmek değildi. Sevdiklerinin acı şekilde öldüğünü izlemekti en büyük acı.
Giyinmiştim. Tedirgince saraydan dışarıyı izliyordum. Muhafızlar kılıç kılıca savaşıyordu. Onların sadece komutanlarında sihir gücü vardı. Ancak 2 element kontrol ediliyordu.
Gergindim. Dikkatlice izlemeye başladım. Bu sırada bir muhafız geldi. Kaşlarımı çattım. Eiden niye birini göndermişti? Savaş alanındakilerle bir şey konuştu. Ardından bana baktı. Herkes havadaki her şeyi görüp duyabildiğimizi biliyordu.
Muhafız: Kraliçem su krallığı geri çekildi. Su Kralı öldü. Prens Kai, başa geçecek orduları geri çekiyor. Kral Blake adalarda yas ilan etti. Bora hariç destek vermiyor.
Sevinmiştim. Sonunda sonunda tanrım. Sadece toprak ve hava savaşı kalmıştı. Gülümseyerek gözlerimi kapattım. Bir kaç saniye sonra askere döndüm.
Blaze: Teşekürler asker! Eiden ne yapıyor?
Muhafız: Kral Aiden ile Alf kayalıklarını yeniliyor.
Blaze: NE?!
Dizlerimin üzerine çöktüm. Ağlamaya başladım. Helen... Aiden abi geri dönmüştü... Ruby'ye dikkat ediyordum. Kızımı öptüm.
Ruby'yi beşiğine yatırdım. Dayanamayacaktım... Odadan çıktım ve mücevher odasına girdim. Yüzüğümü alıp çıktım. Üzerinde rüzgar amblemi vardı. Çizgilerden yapılmış gümüş bir yüzüktü.
Hiç düşünmeden savaşın yapıldığı ovaya daldım. Üzerimde sadece beyaz yırtmaçlı bir elbise ve topuklu vardı. Yüzüğümü havaya attım. Havada; döndü, uzadı ve keskinleşti. Kılıç olarak elime düştüğünde sırıttım.
Muhafızlar sıkı bir savaşın içindeydi. Sağa, sola tekrar sağa. Yukarıya ve aşağıya. Ölümle dans dedikleri bu olsa. Hamlelerlerden kaçmak ya da hamle yapmak için uğraşıyorlardı. Metalin açıkta kıldığı alanlardan ancak adamları öldürebilirdiler. Dikkatlice baktım. Yoğun düşman askerlerinin olduğu yere ilerledim.
Hızla düşman askerlere atıldım. Onların zırhı olsada unuttukları bir şey vardı. Hava basıncı. Bu sayede önüme geleni kesiyordum. Evet yaklaşık 10 bin kişilik bir ordunun ortasında dönerek ilerliyordum. Aldım nefesler ve attığım adımlarla rüzgarı dışarı veridyordum. Bir hortum gibi geçtim. Ordunun arka tarafındaydım. Kıkırdadım. Bir kaç asker üstüme atıldı. Koşuyorlardı ileri... Önlerinde normal bir asker varmışsanı tüm teknikleri uyguluyorlardı.
Unuttukları şey ise benim hava prensesi olmamdı. Komutanın odasına girdim. Sırıtarak.
Komutan: Teslim olma kararı mı verdiniz?
Sırıtarak ayağa kalktı. Sevinişi ve bana acıyarak bakmasına alaylı bir bakışla karşılık veriyordum. Yeşil çadır alkol kokuyordu. Bu herif sarhoş mu olmuştu savaşta!
Blaze: Kralına ufak bir hediyem var?
Arsızca bedenimi süzdü. Dudaklarını yaladı. Ben bunu varya! Dayan Blaze o senin krala hediyen. Kellesinin toprak kralına ulaşması lazım.
Komutan: Hediye sen misin?
Blaze: Sensin!
Havayla başını kestim. Dayanamamıştım... Başım dönmeye başladı. Adi herif! Pişmil kelle gibi sırıtarak çadırdan çıktm ve habercileri çağırdı.
Blaze: Hediyemi bir şekilde kralınıza götürün!
Diye bağırdım. Savaş devam ediyordu. Başına ok girmiş cesetler, kan ter içinde savaşan muhafızlar, uzuvları kopmuş ya da bedenleri parçalanmış askerler, hasar görmüş zemin... Bunların hepsi baş döndürücüydü. Kılıçların birbirine çarpma sesi, zırhların sesi. Bu cidden bana fazlaydı. Her taraf kan kokuyordu. Kusmak istiyordum. Midemde filler halay çekiyor, başımda balinalar şarkı söylüyormuş gibi hissediyordum.
Bana gelen muhafızlara, yetecek gücüm yoktu. Hava savunmasıyla ilerliyordum. Bu sırada abimi fark ettim. Savaşın ortasında askerlerimizle savaşıyordu gülümsedim. Ancak dayanamadım. Gözlerime yavaşça perde inerken, bilincim bir kayığa binmiş hayaller alemine gidiyordu... Yere düştüm. En son büyük bir ses duydum... Neler oluyordu?... |
0% |