@cataraklar
|
Geçmişten bir kesit
LAREN’İN AĞZINDAN (13 yaş)
Yine evden kovulmuştum bu yüzden sahil kenarında oturmuş güneşin tekrar doğmasını bekliyordum. Gecenin saat kaçı olduğunu bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı o da bugün yalnız olduğumdu.
İstesem Baranlara gidebilirdim ama onlara şimdi laf anlatmak istemiyordum. Sahil yine aklıma o günü getirmişti ve yaktığım sigara dumanının bulanıklaşmaya başladığından ağladığımı fark ettim kimse olmadığı için rahatça ağlamaya başladım.
Bir süre sonra ağlamaktan gözlerim ağrımıştı bende daha fazla ağlamamak için gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim, tam elimde külü dökülmek üzere olan sigarayı söndürecektim ki omzumda bir el hissetmemle elimdeki sigara denizin dibini boyladı. Bende bana dokunan kişiye bakmak için kafamı kaldırdığımda karşımda kaptan kıyafetli, yaklaşık 1.90 boyunda olduğunu tahmin ettiğim ve fazlasıyla heybetli, kumral saçlı ve sıradan kahverengi gözleri olan bir adam vardı.
Onun neden omzumda eli olduğunu sorgulamak için dudaklarımı aralamıştım ki o benden önce davranarak konuşmaya başlamıştı.
"Senin gecenin bu saatinde burada ne işin var küçük hanım?" küçük hanım... Ona şaşkın gözlerle bakarken O ona neden bu şekilde baktığımı anlamaya çalıştı ama O da herkes gibi anlamadı... Ben sorusuna cevap vermek için dudaklarımı araladım ve bu sefer sözümü kesmeden dinlemeye başladı.
"Evden kovuldum... Babamın saatini kırdı abim- ne kadar abilik yapmasa da- sonra da babam geldi saati gördü ve bize bağırdı. Hangimizin kırdığını sormadan beni dövmeye başladı. Sonrada evden atıldım işte cezam 1 gün ve ben de her zamanki gibi buradayım." dediğimde bana şaşkınlıkla bakıyordu. Bir şey söylemek için dudaklarını araladı ve o sert otoriter çıkan sesiyle konuşmaya başladı.
"Yani baban sana yapıp yapmadığını sormadı öyle mi ve sana dayak attı doğru duydum değil mi?" diye inanamaz sesiyle konuştu ama çok geçmeden sözüne devam etti. " Peki senin yaşın sigara içmek için küçük değil mi? Neden içiyorsun?" dediğinde Ona her şeyi anlatmak istedim bir kez olsun bir kişinin benim açımdan hayata bakmasını ve beni anlamasını istedim. Ona dönüp konuşmaya başladım.
" Sana her şeyi baştan sona anlatsam bana bu anlattıklarımı kimseye anlatmama sözü verir misin?" dudaklarımdan bir umutla dökülen bu sözler geri çevrilmek istenmeyecek kadar masumdu. Karşımda benden oldukça büyük duran adam bana bakarak kafasını salladı ve ağzından güven verici sözcükler döküldü. "Söz aramızda her şey anlat bakalım ne yaşadın da bu hale geldin. "
O gün Arda abim ve canımdan çok sevdiğim arkadaşlarımdan başka birine güvenmiş ve ona her şeyi anlatmıştım. Arda abimin ölümünü... Hıçkırarak anlatmış. Beraber ağlamıştık ve ardından ona o öldükten sonra neler yapmaya başladım.
" O öldükten sonra kendimi dövüşe verdim fazlasıyla iyiyim, bunun yanında fazlasıyla hasımım var ve düşmanlarım gün geçtikçe artıyor... Aynı zamanda anlayacağın bazen legal bazen illegal işler yapıyorum." O bana ve yaşadıklarıma şaşkınlık duyduğunu yüz ifadesinden anlayabiliyordum.
Sonra kaşlarını çattı ve sert sesiyle konuştu. "Bak küçük hanım bu işler sana göre değil hem okula gitmiyor musun sen? Git derslerine çalış, bak bu yüzdüğün deniz fazlasıyla derin ve boyunu geçebilecek derecede kötü anlayacağın bu işleri bırak yoksa o sevdiğin arkadaşlarına zarar gelir daha çok üzülürsün." dediğinde ona acı bir gülümseme göndererek konuşmaya başladım.
" Ya o denizde boğulmayı göze aldıysam..." dediğimde daha fazla kaşlarını çattı ve konuşmaya başladı.
" O zaman dikkat et çocuk gün gelir sana dost gözükenler düşman kesilir kimseye çok güvenme ve emin ol bir gün o denizi evin beller öyle hareket edersen o evi başına yıkarlar sen oraya ait değilsin bunu unutma..." Ona eyvallah işareti yaptım ve denize çevirdim bakışlarımı, güneşin doğmaya başladığını görünce ona döndüm.
Konuşmak için dudaklarımı araladım ve elimi uzattım. "Beni dinlediğin için teşekkür ederim...Umarım bir daha karşılaşırız." dediğimde bana elini uzattı.
"Eğer bir daha seni evden kovarlarsa limana gel çocuk sana kapım her zaman açık." Oda benim elimi sıkıp ayrılmak için yürümeye başlamıştı ki tekrar konuşmaya başladı.
"He bu arada eğer bir daha kovulup limana gelirsen ismimi vermen yeterli, limanda bana Amiral Soykan derler. Senin adın ne bu arada." dediğinde ona bir anda su perisi demek istedim ama yapamadım onun yerine "Laren benim adım " demekle yetindim o başını onaylar biçimde sallayarak arabasına doğru ilerledi. Bende yürüyerek evim gibi hissetmediğim yere doğru adımladım.
Günümüz
LAREN’İN AĞZINDAN Gözüm dönmüştü... Kimseyi duymadan sadece yerde yatan Gökhan'a bakıyor ve ilk defa milyonlarca seyircinin olduğu yerde gözyaşlarımı tutamamıştım. O benim düşmanlarımın bana zarar vermek istediği gün tanıştığım çocuktu.
O kömür karası gözleriyle yanıma gelip beni koruyacağını söylemişti. O benim onlarca düşmanımın arasındaki tek dostumdu tabi bunu Baranlar bilmese de o benim bana sadık dostumdu ta ki Amiral Soykan'ın onu düşmanlarımdan biriyle konuşurken görüp beni uyarmasıyla her şeyin farkına vardım O da benim düşmanımdı...
Oysa benim ona ne de çok iyiliğim dokunmuştu. Kız kardeşi düşmanlarım tarafından kaçırılmış her yerde yana yakıla onu ararken ona kıyamayıp yerini tespit edip o kızı orada öldüreceklerdi ama ben buna o yaşımda engel olmuştum. Annesi kalp hastasıydı ona doktoru da ben bulmuştum o benim gibi sevgisiz büyümemişti annesini kaybederse kendine verilen sevgiyi de kaybeder diye yapmıştım her şeyi ama o bana öldürücü darbeyi sevdiğim çocuğu öldürerek yapmıştı...
Oysa ben onun sevdiği herkesi kurtarmıştım...
Küçük yaşta büyümem gerektiği için her şeyden vazgeçip sadece bu işlere bakmıştım. O yaşta bir çocuk her sabah erken kalkıp okula giderken ben her sabah kalkıp o herkesin ölmeği göze alarak girdiği cehenneme gidiyordum.
Tabi ki de akademik olarak kendimi bırakmamıştım ama okula yine daha az gitmiştim. Önümdeki bedene bakınca gördüğüm şeyler bir hiçlikten ibaretti. Daha fazla o görüntüye bakmadan ringin çıkışına adımladım benimle beraber beni izlemeye gelen abi tayfası ve pelinle beraber o cehennemden çıkıp arabaya ilerledim.
Onlarda kendilerince senkronizasyon edilmiş gibi peşimden geliyorlardı. Arabaya binip onlarında benimle binmesiyle hemen arabayı çalıştırıp gaza yüklendim.
Arabada kimsenin ağzını bıçak açmazken sessizliği telefonumun arabadan yükselen zil sesi bozdu. Arayan Kerem idi.
Telefonu kapattım ve onun sesini çekemeyeceğim için hemen telefonu uçak moduna alarak kimsenin bana ulaşamamasını sağladım. Hastane otoparkına girip bizim çocukların nasıl olduğunu görmek için hepsinin bir arada bir odada kalıyorlardı. Hepsini ayrı bir odada kalması benim başımın daha çok şişmesi demekti çünkü sürekli birbirlerini soracaklardı bende rahat etmek için bu yolu tercih etmiştim.
Odalarına doğru adım attım ve aklıma Barlas'ın ölümünün gelmesiyle bir süre kapı koluna dokunmadım ama daha fazla durmanın anlamı olmadığına kanaat getirerek yüzümden akan gözyaşları silip kapı kolunu çevirdim.
Kapıyı açtığımda hepsi gözleri açık uyanmış bir şekilde beni bekliyorlardı. Bunu yüz ifadelerinden kolayca okumuştum.
Hepsine teker teker gözümle tarama yaptım hepsi iyi görünüyorlardı bir tek Nil kalbine yakın vurulduğu için hala acı çekiyor gibiydi. Neyse ki onu kaybetmediğimi düşünüp içimden bir şükür çektim. Lavinya Hanım ve Kuzey Bey çocuklar uyanana kadar başlarında beklemişlerdi onlara teşekkür eder gibi bakıp gözlerimi arkamda bana yakın duran Peline çevirdim.
Ona Barlas'ın ölümünü onlara nasıl söyleyeceğim bakışı attığımda O da beni anlamış olacak ki gözünden düşen yaşa engel olamamıştı. Bizde bir şey olduğunu gören Baran hemen konuşmaya başladı. "Bir sorun mu var neden ağlıyorsun Pelin?" dediğinde ona dönüp konuşmaya başladım.
"Baran..." kısa bir ölüm sessizliği oldu ve Allah kahretsin ki benim sesim titremişti. O bana ne oldu dercesine bakarken ben konuşmaya başladım.
"Barlas... Onu kaybettik ve ben ona daha onu sevdiğimi söyleyemedim Allah kahretsin ki beni bırakıp gitti. Ben ona verdiğim sözü hep tuttum ama o tutmadı... Ben onu çok seviyordum neden o beni bıraktı... Baran canım çok yanıyor onu çok özledim, bana yine Abini hatırlatsın ne olur bu sefer gitmeyeceğim söz ona çok ihtiyacım var..." Odanın içinde Baran'ın yattığı yatağın yanına çökmüş resmen ona yalvarıyordum.
Bunu görmeye alışık olmayan Taşkın Ailesi acılı ve şaşkın bakışlarla bana bakıyorlardı. Baran en son dayanamayıp bağırmaya başladı yine acısını içinde yaşayıp beni iyi etmeye çalıştı. " Laren benim küçük kız kardeşim ağlama ne olur ben abime bir söz verdim ne olur ağlama..."
2 saat sonra
Baranla ve diğerleriyle uzunca konuştuktan sonra hastaneden çıkıp bana iyi gelebilecek bir yere gitmeye karar verdim.
Arabaya binmeden önce arkamdan abi tayfasından Iraz ve Karan benimle konuşmak istediklerini söylemişlerdi ama bende onlara şu an bu konuşmayı kaldıramayacağımı gitmem gereken bir yer olduğunu söyleyip arabama bindim ve oradan süratle limana sürdüm.
En son ne zaman görüştüğümüzü hatırlamadığım Amiral Soykan'ın yanına gidiyordum ama hala orada çalışıyor mu şu an emekli mi hiçbir şeyden haberim yoktu orada olması umuduyla limana giriş yaptım.
Limanın önünde duran güvenlik beni tanıdığından kapıyı açtı ve bende içeri girdim. Arabayı güzelce park edip Amiral Soykan'ın gemisine yaklaştım ve beni gören çalışanlar hemen bana selam verdi. Burada fazlasıyla seviliyordum...
Çünkü buradaki herkes bana her şeyini anlatmış ve bana güveniyorlardı. Hemen bana biri Amiral Soykan'ın odasını göstermişti. Odaya girdiğimde beni Amiral Soykanla onun kucağında oturup çikolata yiyen sapsarı saçlı, yemyeşil gözlü 3-3,5 yaşlarında küçük bir kız çocuğu karşılamıştı.
Beni gören Amiral Soykan'ın yüzünde güller açmıştı birden O küçük kız ise bana şaşkın bakışlar atıyordu. -burada ne işim olduğunu sorgular gibi- ona yaklaşıp sevecen tutmaya çalıştığım bir ifadeyle saçlarını sevdim.
O bana hala şaşkın bakışlar atarken beni sevmediğini düşünüp ondan birkaç adım uzaklaştım ki Amiral konuşmaya başladı.
"Hoş geldin evlat hayırdır hangi rüzgar attı seni buraya?" Sorgular bakışlarla beni süzerken bitik halimi fark etmiş olacak ki kaşları çatıldı. Bende cevabı geciktirmeden verdim.
"Sen haklıymışsın ben bu işlerdeyken sevdiğim insanları kaybetme ihtimalini hiç göze almamışım ama bak şu an o kadar kötüyüm ki öğrenmiş oldum..." dediğimde bana üzgün gözlerle bakmaya başlamıştı.
"Hangisi gitti çocuk?" dediğinde onun yanında ağlamamak için kendimi çok zor tuttum ama başarılı olamamıştım çünkü gözümden bir damla yaş firar etti. En sonunda zor da olsa dudaklarımı aralayıp o ismi ağzımdan çıkartım.
"Barlas..." dediğimde bana daha da acıyla baktı o benim Barlas'a olan aşkımı biliyordu ve şu an kendisi de acı çekiyordu çünkü geçen sene o da eşini yani sevdiği kadını kaybetmişti ve kucağında oturan kız çocuğuyla baş başa kalmıştı.
Bu fazla acıklıydı ama en azından o kadın eşinin onu sevdiğini biliyordu ama ben Barlas'a onu bile söyleyememiştim, o bunu öğrenemeden beni bırakmış kız kardeşinin yanına gitmişti...
Bana sadece baktı bende ağladım...
Gözlerim sanki hiç susmak istemezmiş gibi damlalar akıtıyordu Barlas'ın gökyüzünden daha parlak olduğunu iddia ettiği gözlerim bütün parlaklığını yitirmişti artık...
Amiral Soykan'a her şeyi anlatmıştım bana kızmıştı öfkeme yenik düşüp Gökhan'ı öldürdüğüm için ama ben ona pişman olmadığımı bir daha olsa bir daha yapacağımı söylemiştim.
Amiral Soykan'ın kucağında oturan kız yavaş ve sakin adımlarla yanıma gelmiş ve beni fazlasıyla şaşırtan o hareketi yapmıştı. Gözümden akan bir yaşı küçük elleriyle silmişti ben ona şefkatle bakarken o bana teselli edici sözler söylemeye başladı.
"Ağlama o seni görüyordur eminim seni böyle görürse üzülür bak ben ağlıyor muyum? Hayır çünkü annem görürse üzülür..." dediğinde içimden bir parça koptuğunu hissettim. Hemen kafamla onu onaylayıp kendimi durdurdum.
Onu kucağıma alıp sarıldım o da küçük kollarıyla bana sarıldı. Amiral bana bakıp kapıdaki çalışanlardan birini çağırdı. Onlara kızını almalarını söyledi. Sonra benim yaramı deşmek ister gibi acımasızca konuşmaya başladı.
"Eğer ben ölürsem senin olmayan çocuğun yerine benim kızım geçsin sana çocuk sevgisini eminim ki tattırır Ayça... Onun adı Ayça öğrenmek istemiştin. Şimdi bir anlaşma yapalım Laren sen şu önünde olan üniversite sınavına odaklan bu işleri bir süreliğine bırak sonra belki ecelim gelir onu Allah bilir ama olsun sana söylüyorum. Allah şahit kızım sana emanet Laren, Ayçaya iyi bak ona hiçbir şey eksik etme ben eminim ki sen çok güzel bir anne olacaksın..." dediğinde ona bakıp konuşmaya başladım.
"Öyle deme Amiral seni kaybetmek istemiyorum kızın sensiz büyümesin hem benimde sana ihtiyacım var ne olur sende gitme..." dediğimde bana bakarak üzgün gözleriyle konuşmaya başladı.
" Bak kızım herkesin bir gün ölümü gelecek sana söz veremem ama yaşadığım zaman boyunca söz veriyorum hep arkanda olacağım..." dediğinde ona kocaman sarılıp teşekkür ettim sonra Ayça geldi biraz onunla sohbet ettik ve ben oradan onlarla vedalaşıp ayrıldım.
Amirale verdiğim sözü tutacaktım hemen keremi rehberde bulup aramayı başlattım. O da beni aradığı için hemen telefonu açmış ve bağırmaya başlamıştı.
" Laren sen neredesin he neredesin her yerde seni arıyorum kızım sen manyak mısın ne diye içeri bıçak sokuyorsun ya üstler istifa dilekçeni bekliyor bilgin olsun bu sefer dönüşü yok." dediğinde cevabımı geciktirmeden verdim.
" İstifa dilekçem en kısa sürede masalarında olacak." deyip telefonu Kerem'in suratına kapattım. Hemen Mert'i aradım telefon beklemeden açıldı ve konuşmaya başladım.
"Mert beni iyi dinle 3 ay boyunca yokum aslanım buralar sana emanet biliyorsun önümde bir sınav var ona çalışmam lazım." dediğimde beni hemen onayladı ve burası bende abla için rahat olsun deyip telefonu kapattı. Her şey hazırdı ama tabi önce gitmem gereken bir cenaze vardı buda sevdiğim çocuğun cenazesiydi.
1 gün sonra
Sabahın erken saatlerinde kalkmış hepimiz Barlas'ın cenazesindeydik. O aile mezarlığında yerini almıştı. Ama beni bırakmıştı ve bu bana fazlasıyla acı veriyordu keşke ona hislerimi söyleseydim diyerek geçecekti hayatım ama hayat hep keşke demek ile geçmezdi bunu da biliyordum. Birini kaybetmiştim ve bu beni derinden yaralayacak kadar kötü bir kayıptı...
Hoca duaları okuttu ve Baran, Deniz, Karan, Tuğra, Iraz ,Aren, Emre hatta Kuzey Bey bile mezarlığa toprak atıp kapatıyorlardı. İşleri bittiğinde ben mezarlığın yanına sanki dizlerim beni taşıyamıyordu ve ben kendimi oraya bıraktım.
Mezar taşında yazan Barlas Tekin yazısı benim içimi fazlasıyla parçalıyordu. O yazıyla hıçkıra hıçkıra sular seller akmıştı gözlerimden çok kötü ağlıyordum benim ağlamalarıma Nil ve Ayşe de kendini tutamamış olacaklar ki onlarda ağlamaya başladılar.
Baran Ayşe'yi, Deniz Nil'i sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ben ise ağlamalarımın şiddeti artmış ve bağırmaya başladım. Toprağı yumruklayarak bağırmaya başladım.
" Beni bıraktın... Beni bıraktın... Allah kahretsin ki beni bıraktın..." En son beni Karan tutmuş ve geri çekmişti. Ben çığlık atarken beni herkes sakinleşmeye çalıştı fakat bu işte başarılı olan tek kişi Barandı.
" Laren hadi kardeşim kendine gel bak Nil'in yüksek sese hassasiyeti var sessiz olmak zorundayız unuttun mu hadi sakinleş ben sonra seninle saatlerce bağıracağım ama şimdi değil sakinleş..." dediğinde biraz kendimi iyi hissetmiştim.
Orada işimiz bittiğinde arabalarla evlere dağıldık beni Taşkın evine getirmişlerdi ve ben kimseyle konuşmadan odama çıkmıştım hemen üstümü değiştirip yatağa girdim ve bunun bir rüya olmasını diledim ama çok geçti...
O artık yoktu...
Onu kaybetmiştim... ****** Bu bölümden sonra bana kızabilirsiniz ama daha sonra gerçekten iyi bir hamle yapmışsın diyeceksiniz... Yazarken fazlasıyla ağladım... Hepinizin bu bölüme güzel yorumlar bırakmasını diliyorum kocaman öptüm... |
0% |