@cataraklar
|
Öncelikle kitaba giriş yapmadan önce bir açıklama yapmak istiyorum biliyorsunuz ki okullar açılmak üzere ve benim okulumda sınıfların belirlenmesi için bir sınava tabi tutuluyor. Bu hafta o sınava çalışmam lazım zaten sınav olmasada bölümler artık belirli günlerde gelecek çünkü taslaklarda olan bölümlerim bitti. Uzun bir bölüm sizleri bekliyor umarım beğenirsiniz seviliyorsunuz ce anlayışınız içinde şimdiden teşekkür ederim... ******** 3 Ay sonra LAREN’İN AĞZINDAN Şu hayatta yaşamadığım hissetmediğim duygu yoktu, hepsini dibine kadar hissetmiştim. Tabi bunların arasında hayatımın çoğunu kapsayan duygular vardı... Bunlardan biri hayal kırıklığı... Ailem bildiğim arkadaşlarımın bana ihanet etmesi beni hayal kırıklığına uğratmıştı mesela orada dibini yaşamıştım o duygunun. Bazen hayatının işleyiş hızına yetişemezsin ve sonunda ne ara bu hale geldik dersin ya işte şu anda tam o noktadaydım... Ben ne ara bu hale gelmiştim? Ne ara arkadaş dediklerimle düşman olmuştum? Bunlar ne ara gerçekleşmişti? Aylar önce olan o olaydan sonra ne kendime gelebilmiş ne de insanlarla iletişim kurmuştum. İçime kapanmış ve kendimi dış dünyadan soyutlamıştım. Eskisi gibi değildim ben bile isteye birini öldürmüş olabilirdim ve ne zaman o ringin ortasında yerde yatmış, kanlar içinde olan adam benim rüyalarımda hiç beni bırakmamış hatta bana rüyamda bile ringe söylediklerini söylüyordu. Bu benim psikolojimin ağzına sıçarken aynı zamanda sinir krizi geçirmeme de neden oluyordu. Bazı geceler hiç uyumuyor sadece boş duvara bakıp düşünüyordum. Bu durum Taşkın ailesinin oldukça canını sıkıyordu görüyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Kriz geçirdiğim gecelerin bazılarında abilerim tek tek odamda kalıyor kendime zarar vermemi engelliyorlardı. Bazı geceler Pelin geliyor ama sadece susuyorduk. O beni anlıyordu, sussam bile... Her geldiğinde bana onlarla ilgili bilgi vermek istiyor ama ben onu konuşmadan susturuyordum ya da kulağıma kulaklık takıyordum. Genelde evdeki herkes beni odamdan amaçsızca odamdan çıkarmaya çalışıyorlardı ama her seferinde başarısız oluyorlardı. Hatta artık o kadar çaresiz kalmışlardı ki bir ara yanıma Boran bile gelmiş ama yine de beni ikna edememişti. Bu çabaların hepsi gereksiz uğraşlardı, bazen odaya annem geliyor ve benimle sohbet ediyordu. Bir seferinde duş aldıktan sonra tesadüfen odaya girmişti ve saçlarımı taramak istediğini söylemişti. Onu kıramamıştım... Şimdi ise Taşkın ailesinin evinde bana verilen odanın balkonunda, normalde bir ayda bitirdiğim sigara paketini geceden beri içip bitirdiğimi yeni fark ediyordum, son bir tane kalmıştı. Onu da parmaklarımın arasına alıp, masanın üzerindeki çakmakla yaktım ve güneşin yeni doğmasını izliyordum. Dün gece kriz geçirmemek için elime bir sigara tutuşturmuştum ama düşündükçe düşündüğüm konulara kendimi o kadar kaptırmıştım ki paket bitmişti. Saat 06.12 idi. Bugün benim doğum günümdü... 3 Mart... Hayatımın değiştiği tarih... Her yıl ölmeyi dilediğim tarih ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen o tarih... Bugün Aren’in de doğum günüydü bu yüzden artık odadan çıkıp ona hediye almam gerekiyordu ama ben yine odadan çıkmamayı tercih ederek, telefonumu elime aldım ve rehberden Pelin’in numarasını bulup aramayı başlattım. Telefon üçüncü çalışında açılmıştı. Onu o olaydan sonra ilk defa kendi isteğimle arıyordum. Bu saatte o uyumazdı biliyordum... “Alo.” Karşıdan benim olup olmadığımı teyit etmek ister gibi bir ses tonu çıkmıştı. “Pelin...” dediğimde hemen söze girdi. “Bu akşam bize gelirken alışveriş merkezine uğrar mısın?” dediğimde şaşkınlıkla sordu. “Neden?” dediğinde ben cevap verdim. “Güzel bir saat al. Erkek saati...” dediğimde şaşkınlığı artmış olacak ki konuşmaya başladı. “Kime bu saat?” dediğinde söze girdim. “İkizime doğum günü ya bugün.” dediğimde söze girdi. “Senin de doğum günün bugün Laren...” dediğinde onu umursamazlıktan geldim. O bunu anladı ama üstüme daha gitmeden söze girdi. “Tamam o zaman ben alırım saati, gelirken yine sigara getiriyor muyum?” diye sordu konuşmasının sonunda bıkkınca bende onu onayladım ve konuşmayı sonlandırdık. Güneş kendini göstermeye başlamıştı bile... Sonra orada ne kadar oturdum bilmiyorum ama daldığım yerden sıçrayarak kalktığımı biliyordum. Kapı bir anda hızlı bir şekilde açılmıştı, açan kişi ise sapsarı saçlı, yemyeşil gözleri olan küçük bir kız çocuğuydu. Ayça gelmişti... Beni balkonda görünce hemen üstüme koştu bende bir şey belli etmemek için ona sıkıca sarıldım. Birbirimizden ayrıldıktan sonra hemen söze girdi. “Ben duydum ki sen anneni üzüyormuşsun ama bunun cezasını sana sonra vereceğim çünkü bugün senin doğum gününmüş!” diye coşkuyla bağırdığında bu sevincini kursağında bırakmak istemedim ve gülümsedim. Benim gülümsememden cesaret almış olacak ki hemen heyecanla konuştu. “Biliyor musun? Ablam geldi, bana bir sürü hediye getirmiş. Hatta şu an aşağıda abimle doğum gününü kutlamaya geldik hadi aşağı inelim!” diye hızlı ve neşeli bir şekilde konuşmuştu. Bu üç ayda onu hiç görmemiştim... Heyecanla beni elimden tuttu ve aynı tempoda konuşmaya devam etti. Odamda bulunan giyinme odasına beni resmen sürüklüyordu. “Hadi daha hazırlanman gerekiyor. Bugün senin doğum günün çok güzel olmalısın!” dediğinde ona giyinme odamın pervazından buruk bir tebessümle baktım. Üstümde siyah eşofman takımı vardı kendimi böyle rahat hissediyordum ama Ayça’yı da kırmak istemiyordum bu yüzden sevecen bir sesle konuşmaya başladım. “Niye ben her halimle güzel değil miyim?” diye sorduğumda bana baktı sonra da gülümseyip konuşmaya başladı. “Doğru sen her halinde güzelsin üzerini değiştirmesen de olur. Hadi gel aşağıya inelim. Herkes orda burada yalnız kalırız...” diyemedim yalnızlık benim adım diye... O beni aşağıya doğru çekiştirirken hiçbir itirazda bulunmadım. Suratıma makyajda yapmamıştım çok kötü gözüktüğüme emindim ve aşağıda Boran vardı! İçses: Adamın yanına paspal görünümünle çık aferin sana kızım bravo... Offf bir de seninle uğraşamam içses İçses: Sen bana kurban ol be... Diyen iç sesimden de trip yediğimde sinir katsayım üste çıkmıştı. Ayça beni salona sürüklediğinde herkesin beni görmesi ve şaşkınlıkla bakması bir oldu. Ayça hemen abisinin yanına gidip kucağına oturdu ve bana seslendi. “Laren abla ne bekliyorsun otursana!” dediğinde istemesem de Iraz abi ve Karan abimin ortasına oturdum. Kimsenin yüzüne bakmadan Ayça’ya bakıyordum. Bir süre sonra kapı çaldı ve hizmetli bir abla tarafından kapı açıldı. Bir dakika sonra içeri Pelin girdi ve şaşkınlıkla burada olmama baktı. Elindeki beş tane sigara paketini bana uzattı bende aldım. Hediye paketini de aldım ve hızlı adımlarla odama çıkıp dolabın köşesine koydum. Tekrar salona girdiğimde yine kimseye bakmadan eski yerime oturdum. Üstümde bir çift gri göz hissediyordum ama bakmamak için direniyordum fazlasıyla... Ceren’in konuşmasıyla bakışlar ona döndü ama ben ona bakmamıştım. “Akşama parti verecek misiniz?” dediğinde annem konuşmaya başladı. “Tabi ki de benim biricik ikizlerim doğmuş bugün...” dediğinde ben buruk bir tebessümle aklıma gelen bir diyaloga dikkatimi vermiştim. “Senin doğum günü kutlamaya hakkın yok!” “Senin doğman hataydı zaten...” “Senin doğum günün kutlanacak bir gün değil...” Herkes susmuştu ama ben içimde konuşmaya devam ediyordum. Akşama pasta üflemeyecektim çünkü her zaman ki gibi aynı dileği dileyip gerçekleşmeyeceğini bile bile yaşayacaktım. Pelin’in konuşmasıyla ben dahil herkesin bakışı ona döndü. “Baranlarda gelmek istiyor doğum gününe geçen bilinmeyen bir numarayla ulaştı bana...” dediğinde kaskatı olmuştum. Ellerim titremeye başlamıştı ama bunu saklamaya çalışmıştım ya da sakladığımı zannetmiştim. Daha fazla orada durmayarak odama çıktım, benim ardımdan kapı açıldı ve açıldığı gibi de kapandı, gelen Pelindi. Ellerimin titremesi gittikçe artarken Pelin konuşmaya başladı. “Laren sakin ol...” dediğinde bir anda bağırmaya başladım. “Çık dışarı!” diye bağırdığımda korkarak geri adım attı. Ben ise onun korkmasıyla daha da sinirlendim ve ders çalışma masasının üstünde bulunan her şeyi dağıttım. Pelin bu hareketimle bir adım daha geriye giderken ona sinirime hâkim olmaya çalışarak yaklaştım ve fısıldadım. “Benden korkuyor musun?” diye sorduğumda benden ağlayarak bir adım daha uzaklaştı. Onun uzaklaşmasıyla bende bir adım uzaklaştım ve arkamı döndüm. Ellerim hala titriyordu bir şeyler kırmam lazımdı ya da kendime mi zarar verseydim? Elime bir vazo aldım ve kırdım. Kırılan parçalardan birini alıp bileklerime götürünce biraz kesik attım. O kesiğin devamı gelemedi çünkü biri omzumdan sakinleştirici iğnesini batırdı ve sonrası karanlık...
AREN’İN AĞZINDAN Bugün ikizimle ilk doğum günümüzü kutlayacaktık ama o iyi olmadığı için fazlasıyla üzgündüm. Bugün annem ve babam bizim için parti vereceğini söylemişti. Ayça, Boran ve kız kardeşi Ceren erken gelmişti, iyi ki de erken gelmişlerdi. Ayça sayesinde aylardır gerekmedikçe odasından çıkmayan ikizimi gördüm. Solmuştu... Bizim evimizin tek prensesi kendinde değildi... Evin neşesi Emre Abim bile sesini çıkarmamıştı... Iraz abimle Karan abimin ortasına Ayça’nın ısrarıyla oturdu. Bir süre kimseden se çıkmamıştı. Ceren’in sorduğu soruyla Laren’in yüzünde tebessüm oluşmuştu ama bu neşeli bir tebessüm değildi buruk bir tebessümdü... Bir süre sonra kapı çalmıştı, içeri giren Pelin şaşkındı. Lareni burada görmenin şaşkınlığıyla elindeki beş sigara paketini Laren’e verdi. Laren ise hiç gocunmadan elindekileri aldı. Sonra ise Pelin’in kurduğu cümle salona bomba etkisi yaratmıştı. Bunun üzerine hiçbir tepki vermeyen Laren sertçe odadan çıkmış odasından duyulan seslerle hepimiz ayağa kalkmıştık. Tuğra abim ise hemen bir iğne alıp Laren’in bileklerini tamamen kesmesini engellemişti. Omzuna geçirdiği iğneyle yere boylu boyunca yatan ikizimi Boran kucağına aldı ve yatağa yatırmıştı. Annem ağlıyordu ve burada durmaması için onu Ayça’nın yanına göndermiştik. Laren’in pansumanını yapan Tuğra abim işini bitirdikten sonra serumunu da takmıştı. Odada biraz kaldıktan sonra Boran, Laren ile yalnız kalmak istediğini söylemişti. Bizde belki ikizime iyi gelir diye odadan çıkmıştık.
Boran Duman Anlatımıyla Bütün gün o güzel gözleriyle bana bakmasını istemiştim ama bir kere bile yüzüme bakmamıştı. Onu görmek bana iyi gelmişti ama gördüğüm kadarıyla o iyi değildi... O çocuklardan birinin bile ismini duyunca kriz geçiriyor, kendini katil sanıyordu... Ama bilmiyordu ki katil olmadığını... Herkes ona bunu anlatmaya çalışıyordu ama bunu o bilmemek için direniyordu. Onu izlerken güzel gözleri bana kendilerini göstermek için açılmıştı. Onları uzun süre inceledim. Üç saat sonra aşağıda parti verilecekti ama o bunu kaldıracak gibi değildi. Katil olmadığını bilsin diye Arda karşısında durmak istemişti. Bizde bunun en doğru karar olduğuna karar vermiştik. Yavaşça kafasını kaldırdı ve serumun bittiğini gördü. Kolundan sertçe çıkardı ve ben onu bunlar olurken dikkatle izledim. Beni fark ettiğinde utançla kafasını eğdi. Utanıyordu, kriz geçirdiği için... Bileğine baktı ve balkona çıkıp bir sigara yaktı. Bende balkonda yanına oturup bir sigara yaktım, o gökyüzüne bakıp gözünden gelen yaşları silme zahmetinde bile bulunmadan titreyen eliyle sigarayı içiyordu. Bir taneyi beş dakika da bitirince diğerine geçecekti ki paketi elime aldım ve konuşmaya başladım. “Kendine daha ne kadar zarar vereceksin?” dediğimde bana baktı ve gözlerinden akan yaşlarla konuşmaya başladı. “Her yıl dilediğim dilek gerçekleşene kadar...” dediğinde dehşete düşmüş gibi ona baktım. Laren... Benim sevdiğim kız ölmeyi mi diliyordu?
LAREN’İN AĞZINDAN Gözlerimi açamıyordum, sanki üzerinde bir ağırlık vardı. Yavaş yavaş açtığımda karşımda kesinlikle duman gözleri görmeyi beklemiyordum. Bir süre gözlerine baktım ama sonra onun karşısında düştüğüm bu durum yüzünden utanıp gözlerimi kaçırdım. Bakışlarımı ondan kaçırdığım için rahatsız olduğunu hissediyordum ama ona bakmaya utandığım için bakışlarımı koluma bağlı olan seruma çevirdim. Bitmişti... Hemen kolumdan sökercesine çıkardım. Serumu çıkardıktan sonra bakışlarım kriz anında kestiğim bileklerime çevrildi, bunu yapacak kadar gözüm dönmüştü... Yataktan kaçarcasına kalkıp balkona ilerledim. Pelinin bana aldığı sigara paketlerinden birini açıp içinden bir tanesini çıkardım. Masanın üzerinde duran çakmakla yaktım ve titreyen elimle o sigarayı tamı tamına beş dakika da bitirdim. Bu sırada Boranda yanıma oturmuş dikkatlice beni izliyordu. Tam biten sigaramın ardından ikinciyi yakacaktım ki bir el buna engel oldu ve konuşmaya başladı. “Kendine daha ne kadar zarar vereceksin?” dediğinde gözlerimden akan yaşları umursamayarak konuşmaya başladım. “Her yıl dilediğim dilek gerçekleşene kadar...” dediğimde dehşetle bana baktı. O duman gözleriyle içimi acıtan bakışlar attı bana. Benim hoşlandığım adam bana dehşet içinde bakmıştı oysa ki ben o gözlerin bana aşk ile bakmasını isterdim... Ben onun bana öyle bakan gözlerine daha fazla maruz kalmamak için bakışlarımı çevirmiştim ama o buna izin vermedi ve çenemi nazikçe kavrayıp gözleriyle gözlerimi tekrar buluşturdu. Ben onun dehşet içinde bakan gözlerine hala maruz kalırken beni bundan kurtaran odanın kapısının tıklatılmasıydı. Kapıyı tıklatan kişiye içimden şükrederken içeriye girmesi için gel diye seslendim. Gelen kişi Karan abimdi... “Laren hadi üstünü değiş, aşağıda hediyeleşme ve pasta üfleme olacak.” dediğinde içimi bir sinir kapladı. Onlarda gelmiş miydi? Bu soruyu Boran yanıtladı. “Hadi üstünü değiştir.” dedi ve sonra sadece benim duyabileceğim bir sesle kulağıma fısıldadı. “Eğer çok rahatsız olursan bana bunu hissettir ben seni derhal oradan çıkaracağım ama lütfen yüzleş Laren, yüzleş...” dediğinde ona güvenmiştim ve kafamı onaylar şekilde sallayıp konuşmaya başladım. “Siz inin aşağıya ben üstümü değişip geliyorum.” dedim ve giyinme odama ilerledim. Karan abim ve Boran odadan çıktığında hemen bir siyah etek üstüne de beyaz bir crop giyindim. Altıma da beyaz spor ayakkabımı giyindim ve aşağıya yavaş yavaş indim. Aklımda onlarla yüzleşmeye indiğim geldi ama sakin kalmaya çalıştım ve yavaşça salona giriş yaptım. Herkes buradaydı... Baran, Nil, Ayşe, Deniz, Arda ve Kerem... Tanıdığım herkes buradaydı, ama sanırım artık ben onların tanıdığı kişi değildim. Hepsi bana şaşkınca bakıyorlardı. Bekledikleri tablo dik duruşlu bir kızdı ama buna şaşırmayan tek kişi Ayşe idi çünkü o bilirdi... Benim hala küçük bir kız çocuğu olduğumu... Şu an karşılarında bir harabe, bir enkaz vardı... O yaşıyordu, katil değildim... Keşke ölseydi belki o zaman boşu boşuna bu insana dönüşmezdim. O benim bir mafya, belki de dövüşçü olmamın sorumlusuydu. Ona bir gün kalbimin katilinden bahsetmiştim... Üvey babamdan ama bilmiyordum ki asıl katilime bunu anlattığımı... O benim geçmişimin asıl katiliydi, katilleri... Hala inanmak istemiyordum... Ben odanın girişinde daha fazla beklemeden bir adım daha attığımda Murat abi ve Mert buraya geldi. Murat abi bana yaklaştı ve konuşmaya başladı. “Geçmiş olsun abla. Doğum günün de kutlu olsun...” dediğinde her zamanki ses tonunu kullanmıştı. Başımız tekrardan sağ olsun der gibi... Ben her doğum günümde ölüyordum... Bunu onlar biliyordu, aynı konuşmayı Mertte yaptı. Ben onlara buruk bir tebessüm gönderdim ve Aren’in yanına geçtim. O üstüne beyaz gömlek ve siyah keten pantolon giymişti. Neredeyse aynı giyinmiştik. Tam herkes pasta üflememiz için şarkı söyleyecekti ki, söze girdim. “Kimse daha şarkıyı söylemesin.” dedim, Pelin’e baktım ve konuşmama devam ettim. “E ama en önemli kişiyi çağırmadınız?” dediğimde Boran dahil herkesin kaşları çatıldı. Sadece Murat abi ve Mert’in kaşları çatılmadı çünkü zaten onu onlar getirmişlerdi. Bu üç ay boyunca odamda bununla uğraşmıştım. Hemen Mert’e bir işaret yaptığımda hemen başını sallayıp kapıya gitti. Herkes kapıya bakarken ben de Duman kardeşlerin yüz ifadesine bakıyordum. Mert kapıdan içeri girdi ve arkasından aylardır görmediğim bir yüz girdi. Gelen Amiral Soykandı... Amiral Soykan’ı gören Ayça hemen üstüne koştu ve ağlayarak sıkıca sarılmaya başladı. Ceren yavaş ve sakin hareketlerle babasına doğru adımladı. Ağlıyordu... O da sarıldı babasına Boran bana bakarak nasıl olduğunu sorguluyordu sonra o da babasına sarıldı. Ben ise sadece onlara bakıyordum. Amiral sakince bana döndü, kucağındaki Ayça ile... “Umarım dileğin kabul olmaz evlat... Olmasın sen benim manevi kızımsın, bunu istemem hiç istemedim.” dediğinde bakışlarım yeri buldu. Sakince mumları yaktım ve onun bu dediğini umursamadım. Ağlıyordum bunu gören herkes beni izliyordu. Aren’le mumları üflememiz için konuşmaya başladım. “Üç deyince...” dediğimde bana gülümsedi ve ikimizde gözlerimizi kapattık. Ben gözlerimden yaşlar gelerek yıllardır dilediğim o dilek geçti bir bir aklımdan ve gözlerimi açtım. Umarım 18 yaş bana ölümü getirir... Aren’e döndüm o da dileğini dilemiş ve beni bekliyordu. Yavaşça mumlara yaklaştık ve aynı anda üfledik... Artık 18 yaşındaydım... Herkes bizi alkışlamıştı. Amiral yavaşça yanıma yaklaştı ve yaklaşırken de konuşmaya başladı. “Doğum günün kutlu olsun evlat eminim yeni yaşında da dileğin gerçekleşmeyecek...” dediğinde gözlerimden akan yaşlar hızlanmıştı ama bu benim konuşmamı engellemedi. “Kim demiş Amiral, kim demiş belki bu sene olmaz ama eminim gerçekleşecek Amiral bir gün ve o gün o dileği her zaman dileklerimi gerçekleştiren tek kişi yapacak...” dediğimde üzgündü ama o beni anlamıştı. O beni hep anlardı zaten... Elindeki bilekliği bana verdi ve doğum günümü tekrar kutlamıştı. Bileklikte kırık bir kalp vardı, benim kalbim gibi ama bu kalbin bir farkı vardı. Birleşebiliyordu ve bir daha ayrılamayacak kadar sert bir şekilde... Ben bunun anlamını anlamıştım ama bunu hiç birleştirmeyecektim çünkü benim kalbimin kırıklarını birleştirmek bir yapboz yapmaya benzemezdi... Aren’e hediyemi vermek için odanın köşesindeki hediye yerine gittim. Oradaki saat kutusunu aldım ve yanına gittim. Bu saati doğum gününü kutlayarak ona verdim. O da bana bok eldivenli bir bileklik almıştı. Herkes hediyelerini vermişti, bir tek Boran kalmıştı. Yanıma yaklaştı ve kulağıma kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldadı. “Benim hediyem, burada verilmeyecek kadar özel bu yüzden yakın bir zamanda vereceğim.” dediğinde hafifçe gülümsedim. Şimdi ise kestiğimiz pastayı yiyorduk ama yemeyen kişiler vardı bunlar benimle yüzleşmeyi bekleyen kişilerdi ama ondan önce hediye vermesine rağmen bir zarf uzatan Kerem ile konuşmam gerekiyordu. Bana uzattığı zarfla konuşmaya başladı. “Üstlerden Aden Uygur’a gelmiş...” dediğinde derin bir nefes alıp, uzatılan zarfı elime aldım ve açıp okumaya başladım içimden... “Aden Uygur -Yangın-’a Sevgili kızım, maalesef üç ay önce yaşanan talihsizlik nedeniyle dövüşe ara verdiğini biliyoruz ama merak etme bunu atlatacağından eminiz, en kısa süre de ringe geri dönmen gerekiyor. Doğum günün kutlu olsun... ÜSTLER” Notu okuduktan sonra sakince diğerlerine döndüm ve yüzleşme vaktinin geldiğini düşünerek derin bir nefes aldım. “Yüzleşmek vakti geldi ha ne dersiniz?” dediğimde herkes yerinde dikleşti. Pelin ise hepsine acıyarak bakıyordu. Bu bakıştan hoşlanmayan Baran konuşmaya başladı. “Kızım ne biçim bakıyorsun lan sen bize?” diye bağırınca hemen araya girdim. “Niye Baran hak ettiğin bakışlar zoruna mı gitti?” dediğimde sertçe yutkundu ve konuşmaya başladı. “Laren-” dedi ama ben sözünü kestim ve katı kuralımı koyarak yüzleşmeyi başlattım. “Şu an o toplantı masasındayız gibi düşünün ve kimse kimseye bu şekilde konuşamaz ben hariç...” dediğimde hepsi sustu ve bana baktı. “Şimdi başlayalım. Her şey yalandı... Pelin de mi yalandı Arda Soykan?” dediğimde konuşmaya başladı. “Sana anlattığımız hiçbir şey yalan değildi.” dedi sabır dilenirmişçesine bende sahte bir kahkaha atıp konuşmaya devam ettim. “Benim hayatım peki, benim hayatım ne olacak? O da mı yalan değildi? Beni böyle görmek hoşuna gitti mi Arda? Hoşuna gitti mi bu halde olmam...” diye sesimi yükselttiğimde, gözlerimdeki akan yaşları önemsemeyerek konuşmaya başladım. “Bak bu gözlere iyi bak, bak benim olduğum yere iyi bak bunların hepsi senin yüzünden... Senin karşı karşıya gelmemek için kırk takla attığın adamlarla ben yüz göz oldum Arda senin yüzünden...” dedim yüzümdeki yaşları silerek. “Ama gerçi senin bunlardan da haberin vardır. Kardeşin haber veriyordur sana... Eğlendin mi bari? Ne yaptım ben sana, niye kabul ettin tekliflerini? Ne zararım vardın sana? Olum ben sizin hakkınızda bana doğruları söyleyen çocuğu sırf size iftira attığı için hayatımdan çıkardım ya! Büyük halt yemişim o gün o çocuk yerine sizi hayatımdan çıkarmalıymışım.” dediğimde hepsi yüzüme pişmanlıkla baktı. “Sizin en kötü gününüzde yanınızda ben vardım. Nil kardeşini kaybettiğinde ben vardım yanında, Ayşe çocuğu olmayacağını öğrendiğinde herkesten saklamasına ben yardımcı oldum. Baran seni özlediğinde yanında ben vardım. Deniz dayak yiyip dışarı atıldığında yanında ben vardım. Ya yalansa yalan deyin Arda ben seni olamayan abim bildim be! Daha ne olsun!? Ne!?” diyerek bağırdığımda hepsi pişmandı... Pelin konuşmaya başladığında hepsi daha da şaşırdı. “Hayır yani hadi Arda ve Baran tehdit edildi siz? Yazık cidden yazık! Acıyorum hepinize şu kızı el birliğiyle çıldırttınız ya hepinize acıyorum...” dediğinde Baran, Pelin’e konuşmaya başladı. “3 ay odasına kapandı diye çıldırmaz insan...” dediğinde kalbime bir şey oturdu. Pelin ise bunu demesiyle Baran’a bağırdı. “Geri zekalı sizin yüzünüzden kızın sinir hastalığı daha da azdı. Ne demek odada 3 ay kapalı kaldı. Sizin yüzünden sigara yetmiyor lan kıza? Dediğine bak...” dedi sahte bir kahkahayla... “Barlas... O gerçekten öldü ama değil mi?” diye sorduğum soruyla hepsi sustu ve suratıma baktılar... Amiral de bu sorunun cevabını merak ediyor gibiydi. Tuğra abim hemen söze girdi. “İmkansız onun ameliyatına ben girdim.” dediğinden kendinden fazlasıyla emindi ama bu eminliği pekte uzun sürmedi çünkü bunu inkar eden Ardayla bir yıkım daha yaşadım. “Ölmedi... Biz planladık hepsini... O gün onları vuran bendim, Gökhan ile anlaştık...” dediğinde Pelinle aynı anda bakışlarımız birleştirdiğimizde ellerimin titrediğini hissettim ve bu durumdan Ayça etkilenmesin diye hemen Mert’e dönüp konuştum. “Ayçayı yukarı çıkar Mert...” dedim benden beklenmeyecek bir sakinlikte bunu anlayan Amiral hemen Ayça’yı Mert’e verdi. Ben ise yavaşça herkeste bakışlarımı gezdirdim ve son olarak yıllardır o hasretini çektiğim yüze baktım... “Ara...” dediğimde şaşkınca yüzüme baktı ve ne demek istediğimi anlamaya çalıştı. “Barlas’ı ara ve buraya çağır.” dediğimde cebinden telefonu çıkardı ve bir numaraya tıklayıp aramayı başlattı. Bunun üzerine hoparlöre aldı ki bizde duyalım... Telefon birkaç çalış sonra açıldı. “Alo” diyen sesle bakışlarımı yerin zeminine kilitledim ve elimin titremesi arttı. “Alo Barlas gel abi...” dediğinde hemen cevap verdi. “Geliyorum...” dediğinde kalbimin üstündeki ağırlığın arttığını hissettim. Elimin titremesi artarken, boğazımdan yükselen yanmanın bir ejderha misali patlayacağımı düşündürdü. Başım dönerken soğuk soğuk terliyordum aynı zamanda herkes ne tepki vereceğimi biraz da olsa merak ederken kapı çaldı ve kalbimin atış hızını kulaklarımda hissetmeye başladım. Gözümden akan yaşların yanaklarımı sırılsıklam ettiğini hissediyordum. Çok geçmeden salonda içeri giren bedenle ayağa kalkıp arkamı döndüm. Oydu... Ölmemişti... Ben aslında kimseyi kaybetmemiştim ama onlar beni baştan kaybetmişlerdi... Onu görünce kafamı olumlu anlamda salladım ve konuştum. “Yazdınız, kurguladınız ve oynadınız öyle mi?” dediğimde pişmanlıkla yüzüme baktılar. Kafamı sallamaya devam ettim. Başıma keskin bir ağrı girmişti kriz geçirme eşiğindeydim. Yumruklarımı sıkıp sıkıp açıyordum, ellerimin titremesinin geçmesi için ama nafileydi. Gözlerim hepsine değdi ama birinde durdu. Barlas’a yaklaştığımda o bir adım geri gitti sonra benim yumruklarımda durdu gözleri, benden korkuyordu... Korkuyordu... Benden korkuyordu... Onun korkmaması için bir adım geri gittim ve yalvarırcasına konuştum. “Peki, o sözler hepsi yalan mıydı?” dediğimde tam cevap verecekti ki onu durdurdum ve konuştum. “Yalan deme, her zaman yaptığınız gibi yalan söyle. Bak her şeyi kaldırırım ama bunu kaldıramam ne olur bu sefer benim için yalan söyle lütfen...” dediğimde bana acırcasına baktı ama bu çok kısa sürdü ve acımasızca döküldü kelimeler dudaklarından... “Yalandı, hepsi yalandı Laren, hem de hepsi...” dediğinde gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. O bunu görmek istemediği için arkasını döndü ve evden dışarı çıktı. Onun çıkmasıyla diğerleri de onu takip etti. Ben ise onların arkasında daha fazla ayaklarıma eziyet edemedim ve yere çöktüm. Ağlamalarım arttıkça arttı ve daha fazla sinir krizini kontrol edemedim. Yumruklarımı yere indirmeye başladım sertçe... Pelin kendime zarar vermeme daha fazla dayanamamış olacak ki yanıma geldi ve yumruklarımı tuttu, bana yalvarırcasına konuştu. O da ağlıyordu... “Laren ne olur dur, ne olur bak kendine zarar veriyorsun...” dediğinde ona ağlayarak konuşmaya başladım. “Bana bir yalanı çok görüyor Pelin, sadece bir yalan...” dediğimde benimle ağlamaya başladı. Odadaki herkes bizi izliyordu, Amiral yavaşça yanıma yaklaştı ve konuştu. “Sana hamlelerini iyi yap demiştim evlat, sana kimseye kolay güvenme de demiştim...” dediğinde ona haklı olduğunu belli ederek gözlerimi kaçırdım. Kimseye cevap vermeden odama çıktım ve yatağıma girip ağladım, ta ki gözlerim kapanana kadar... ********** Bir süre sonra gözlerimi ani bir mide bulanmasıyla açtım. Bunun üzerine hızla odamdaki tuvalete koştum ama lavaboya kustuğumda gördüğüm şey dehşet vericiydi. Lavaboda kan vardı... Kan kusmuştum... Aynaya baktığımda ise burnumdan da kan geldiğini gördüm. Aynı zamanda başımda dönüyordu. Ne oluyordu ya bana? Hemen odama girip telefonumdan saate baktım. Saat sabah 4’e geliyordu. Ben tam kapıdan çıkacakken tekrar bir mide bulanmasıyla tuvalete koştum ve boğazımdan yükselen metalik tadını ağzımdan çıkardım. Kusmaktan mahvolmuştum... Elimde olan telefonla baş dönmesine rağmen rehberde çıkan ilk isim ikizim Aren olduğu için onu aradım. Başım çok feci dönüyordu... Telefon beşinci çalışında açıldı. “Laren?” dedi tedirgince sorarken aynı zamanda yataktan kalktığını hissettim. “Aren... Odama gel...” dedim açıklayamayacak kadar kötüyken, o da endişelenmiş olacak ki hemen odama geldi. Hemen lavaboda çökmüş olan beni ve yüzümdeki kanları görünce önce şoka girdi sonra da yanıma gelip konuşmaya başladı. “Laren ne oldu sana?” dediğinde ona kısık bir sesle cevap verdim. “Bilmiyorum... Kalktığımda midem bul-” diyemeden bir mide bulantısı daha yükseldi ve hemen lavaboya yaklaşıp kanı bir kez daha kustum. Bunu gören Aren endişeyle hemen yanımdan kalktı ve bana açıklama yaparak yanımdan ayrıldı. “Bekle sen burada ben Tuğra abimi çağırıp geliyorum...” dediğinde tedirgince odamdan ayrıldı. Ben ise hala olduğum yerde çökmüş baş dönmesinin dinmesini bekliyordum ama aynı zamanda burnumdan akan kanı peçeteyle durdurmaya da çalışıyordum. Sonra kapıdan hızla giren Tuğra abim ve ikizim hemen yanıma ulaştı. Tuğra abim endişeyle konuşmaya başladı. “Ne oldu?” dediğinde Aren hemen açıkladı. “Ben uyuyordum beni telefonla aradı, geldiğimde ne olduğunu sordum ama o da bilmiyor...” dediğinde Tuğra abim hemen konuşmaya başladı. “Git aşağıdaki korumalara söyle bir araba hazırlasınlar, annemlere de haber ver çabuk hastaneye gitmemiz lazım.” dediğinde hemen bir öğürme seansı daha gerçekleştirdim. Bunu gören Tuğra abim hemen Aren’e dönüp konuşmaya başladı. “Lan kanda mı kusuyor...” dediğinde Aren onu onaylayıp hemen aşağıya indi. Tuğra abimde vakit kaybetmeden beni kucağına aldı. Ben kucağında ona fısıldayarak soru sordum. “Abi bir şey olmaz dimi?” dediğimde hemen konuştu. “Olur mu abicim, ben varım hem burada...” dediğinde kendimi onun kollarına bıraktım. Arkadan abilerimin hepsinin sesi geliyordu ve anne, babam fazlasıyla endişeyle bağırıyorlardı. Arabanın ön koltuğuna oturtturdular beni ve biri de sürücü koltuğuna oturdu ama gözümü açacak halim yoktu bu yüzden kendimi beni içine çeken o karanlığa teslim ettim, arabadaki sesler ise son duyduğum sesler oldu... YAZARDAN Gecenin bir saatinde Taşkın ailesinin biricik kızının başına gelenler, hepsini hastanenin ameliyat kapısında durmasına sebep olmuştu. Tuğra Taşkın kardeşinin bu halde olmasına fazlasıyla üzülüyor ve ameliyathaneye girmek için hocalarını ikna etmeye çalışıyordu ama her çabası nafileydi... Aren Taşkın ise ikizinin gece vakti onu aramasıyla endişelenmiş ve onu o halde görünce dehşete düşmüştü. Şu an ise onun için fazlasıyla korkuyordu... Karan Taşkın ise hala olanların şokundaydı uyku sersemi burada ne işi olduğunu sorguluyordu ama birkaç dakika sonra burada olduğu için ağlamaya başlayacaktı. Emre Taşkın ise ağlıyordu, ona bir şey olmaması için Allah’a bilmem kaçıncı duasını ediyordu. Iraz ise ifadesizliğini ilk defa bir kenara bırakmış küçük kardeşinin nasıl bu halde olduğunu düşünüp duruyordu. Lavinya Hanım ise kızının bu halde olmasında kendisini suçlu buluyordu. Ona geç kalmışlardı hem de fazlasıyla... Kuzey Bey bir yandan karısını teselli ederken bir taraftan düşünüyordu acaba kızlarını karıştırmamış olsalardı ne olurdu diye... Gerçekten kızları karıştırılmasaydı nasıl bir hayat süreceklerdi... Herkesin aklında sürekli bu soru dönüyordu, kızının bir kere kokusunu içine çekemeden elinden almışlardı Taşkın Ailesinin biricik kızını... Sabah saat sekiz idi ve Laren yaklaşık 2 saattir içeride müdahale görüyordu. Doktorlardan birkaç kişi daha ameliyathaneye giriş yaptıklarında bir şeylerin ters gittiğini anlayan Tuğra hemen ayaklandı ve ameliyathaneye girmek üzere olan asistanına doğru koşup konuşmaya başladı. “Asel ne oluyor?” dediğinde söze hızla girdi Asel. “Hocam kızın kanaması artmış, birçok doktor bakmak için giriyorlar şimdi.” dediğinde Tuğranın aklına gelen şey onu dehşete sokmuştu. Küçük kız kardeşinin ölme ihtimali vardı ve bu onu yiyip bitiriyordu. Bunu bir tek doktor arkadaşı Demir gerçekleştirebilirdi. Hemen boş hastane koridorunda koşup Demir’in odasına girdi. İçeride bir hasta vardı ama bunu umursamadan Demir’e hızlıca olanları anlatmaya başladı. Demir aciliyeti anlayınca hemen hastasına dönüp durumu kısaca açıklayıp ameliyathaneye koştu. Tuğra, Demir ameliyathaneye giriş yapmadan önce ağlayarak konuşmaya başladı. “Onu kurtar Demir ne olur...” dediğinde Demir hiçbir şey demeden ameliyathaneye girdi. Tuğra ağlayarak ailesinin uyuyakalmış fertlerine baktı. Çöktü hastane koridoruna ve doktorlardan gelecek haberi beklemeye başladı. Hastane de bu olaylar olurken, Pelin dağ evinde yapılacak planları gözden geçiriyordu. Bu saatte uyumayacağını bildiği arkadaşının yanına gitmek için kısa bir duş aldı ve üstüne bir eşofman takımı giyindi. Kapıdaki korumalardan arabasının hazırlanmasını rica etti ve hazırlanan arabaya bindi. Arabada içindeki oluşan kötü hisle Taşkın ailesinin evine giriş yapmıştı. Evin önünde bulunan korumalarının normalden az olduğunu fark etti. Bunun normal olmadığına kanaat getirerek hızla kapının önündeki korumaya sorular sormaya başladı. “Merhaba Laren evde mi acaba?” dediğinde koruma hızla karşısındaki genç kadına dönerek sorduğu soruya cevap vermeye başladı. “Maalesef evin küçük hanımı sabaha karşı hastalandı ve ev halkı onu hastaneye götürdü.” dediğinde karşısındaki kadın hemen bir soru daha ekledi. “Hangi hastaneye gittiler?” dediğinde karşısındaki kızın bu telaşlı sorusuna hemen yanıt verdi genç adam. “Taşkın ailesinin hastanesine...” dediğinde Pelin hemen teşekkür edip koşmaya başladı. Arabasına bindiği gibi Taşkınların evinden dışarı çıktı ve hastaneye sürmeye başladı. Hastanenin önüne geldiğinde hızla giriş yaptı. Hastanenin danışmanlığından sorumlu olduğunu düşündüğü kadına hemen arkadaşının ismini vererek nerede olduğunu sordu. Danışman ise kızın bu telaşını normal karşılayarak ameliyathanenin kaçıncı katta olduğunu söyledi. Pelin telaşla o kata girdiğinde perişan halde olan Taşkın ailesini gördü. Hepsi koridorun belirli bölgelerine çökmüşlerdi. Pelin’in bakışları sadece bir kişinin üstünde durmuştu. Ağlayan Lavinya Hanımda ya da Kuzey Beyde değil, köşede olacakları bilen bir edayla oturan Tuğrayı değil, ilk defa gülmeyen ciddi olan Emre’yi ya da ciddiliğinden ilk defa ödün veren Iraz’ı değil, ikizi için endişelenen Aren’i değil de... Hoşlandığı çocuk olan Karan’a takılmıştı gözleri... Dağılmış siyah saçlar ve kızaran gözleriyle bir yere kitlenmişti. Bu onun kalbine bir ağırlık çökmesine sebep olmuştu kimseye belli etmeden herkesi teselli etmek için önce Laren’in annesi ve babasına yaklaştı sakin adımlarla ve onları korkutmadan konuşmaya başladı. “Lavinya Hanım, Kuzey Bey...” dediğinde ikiside bakışlarını Pelin’e çevirmişlerdi. “Merak etmeyin o iyi olacak, o çok güçlü, çoğu şeyin üstesinden geldi. Bunun da gelecek hem onun bana sözü var beni bırakmaz.” dediğinde sonlara doğru ağlamaya başlamıştı. Lavinya Hanım dayanamamış ve onu kendi kızından ayırmayarak sıkıca sarmıştı. Pelin de ona sıkıca sarılarak acısını dindirmeyi ümit etmişti. Pelin öyle annesine sarılarak ağlarken gören Karan’ın gözlerinden akan yaşlar daha da artmıştı. Pelin annesinden ayrılarak karşısındaki duvar dibine çökerek ağlamaya devam etmişti. Karan ise ağlarken onu izliyordu kimseye fark ettirmeden... Tuğranın annesine ve kardeşlerine yaklaşıp konuşmaya başlamasıyla bakışlar onu bulmuştu. “Anne hadi toparlan, gel beraber bir şeyler alalım kafede bekleyelim burada beklemeyelim.” dediğinde Kuzey Beyde oğluna hak vermiş olacak ki hemen karısını kaldırdı ve kafenin yolunu tuttular. Tuğra kardeşlerine dönüp konuşmaya devam etti. “Hadi Iraz, Emre, Aren, Karan abi sizi böyle mi görsün Laren kalkınca hadi...” dediğinde Karan hariç herkes ona hak verdi ama Karan yerinden kalkmayıp Tuğraya döndü ve konuştu. “Ben gelmeyeceğim siz gidin.” dediğinde Tuğra onu biraz yalnız bırakmanın iyi olacağını kanaat getirerek kafeye doğru kardeşleriyle ilerledi. Pelin ve Karan o koridor da baş başa kalarak Laren’in o ameliyathanenin kapısından çıkmasını bekledi. Pelin aklında kurduğu senaryolar ile kötü oluyor ve daha çok ağlıyordu. Daha fazla bu duruma dayanamayan Karan yavaşça yerinden kalktı ve Pelinin yanına çöktü. Ona bir cesaretle sarıldığında Pelin şok olmuştu ama Laren’in durumunu bildiğinden hiçbir tepki vermemişti. Susmuşlardı... Sadece susmuş ve o ana bırakmışlardı kendilerini. Ne Pelin bir şey diyor ne de Karan ağzını açıyordu. Onlar o ana birbirlerine hoşlandıklarını gözleriyle anlatmışlardı... Saatler dokuzu gösterdiğinde şirkette fazla dosyayla uğraşan Boran fazlasıyla yorulmuş ve gözlerinin ağrıdığını hissetmişti. Laren’in dün gece ki halini düşününce başına bir ağrı giriyordu. Daha fazla onu düşünüp meraklanmak istemediğinden telefonunu eline aldı ve Laren’i aradı. Ona bir sürü soru sorması gerekiyordu. Babasını nasıl geri getirmişti? Merak ettiği daha birçok soru vardı bu yüzden Larenin telefonunu açmasını bekledi... Bekledi... Bekledi... Ama kimse açmayınca içine bir kurt düştü ve Pelinin numarasını rehberden bulup hemen aramayı başlattı. Pelin ise Karanın kollarından telefon melodisi yüzünden ayrılmıştı. Boranın aradığını görünce ona içinden en güzel anlarımın katilisin Boran diyerek aramayı yanıtladı. “Alo?” diyen Pelinle Boran hemen söze girdi. “Alo Pelin, Laren’e ulaşamıyorum sen yanında mısın?” diyen Boranla derin bir nefes aldı Pelin ve sakince cevap verdi. “Boran şimdi diyeceklerime hazır ol.” dediğinde Boran bir şey olduğunu anladı ve telaşla konuşmaya başladı. “Ne oldu bir şey mi oldu Laren’e...” diyen Boranla söze girdi Pelin. “Hastanedeyiz bende bilmiyorum tam ne olduğunu gelsen iyi edersin.” dediğinde Boran hemen sorusunu sordu. “İyimi o?” dediğinde Pelin derin bir nefes aldı ve konuştu. “Ameliyatta...” diyen Pelin ile kalbine ağrı saplandı Boran’ın sevdiği kız ameliyattaydı... Hemen aramayı sonlandırdı ve arabasına atlayıp hastanenin yolunu tuttu. Hastaneye geldiğinde hemen danışmana yaklaşıp Laren Taşkın’ın nerede olduğunu sordu kadın ise artık çok kişinin sorduğu bu soruya ezbere cevap verdi. Ameliyat katına geldiğinde Pelin ile Karan’ı görmesiyle hemen yanlarına koştu ve ne olduğunu sordu. Karan da cevap verdi. “Gecenin yarısında Aren’i aramış. Aren de odasına gittiğinde kan kusuyormuş, burnundan kan geliyormuş... Başı da dönüyormuş öyle her yer kandı yani...” dediğinde Pelin ilk defa burada olmasını duymanın verdiği şaşkınlıkla hemen telefonuyla Ardaları aradı çünkü bu hastalığın ilacı özeldi ve bunu için Laren yurt dışına Baranlar ile gitmişti. Telefon üçüncü çalışında açıldı. “Alo” diyen ses Arda’ya aitti. “Arda... Laren’e ilacı lazım bitti mi o ilaç...” dediğinde Pelin’in bu sorusuyla endişeyle yerinden kalktı Arda çünkü isteyerek ihanet etmediği kız kardeşi gibi gördüğü o kız için endişelenmişti. Hemen odasında bulunan komidinden bir tane kalan o iğneyi aldı ve hızla evden çıktı. O sırada Peline de cevap verdi. “Tamam varmış bir tane getiriyorum şimdi...” dediğinde Pelin derin bir nefes çekti içine ardından da koridorda yan yana konuşan Boran ve Karan’ın yanına ilerledi. Birkaç dakika sonra buraya gelen Arda ile Boran hemen ayağa kalktı ve konuşmaya başladı. “Senin ne işin var lan burada?” dediğinde Pelin hemen araya girdi. “Boran dur hemen celallenme.” dedi ve Ardaya döndü. “İlaç nerede?” dediğinde Boran ve Karan ona neyden bahsettiğini anlamak istercesine baktı. Diğer aile üyeleri de o sırada gelmişti. Pelin hemen Ardanın ona uzattığı şırıngayı aldı ve ameliyathanenin içine girip bir doktora onu verdi. Birkaç dakika sonra Demir çıktı ve konuşmaya başladı. “Şimdi söyleyeceklerime hepinizin dikkatini vermesini isteyeceğim çünkü fazlasıyla sıkıntılı bir durumdayız...” ********** Evettt uzun bir bölüm oldu bu bölümü yazmak için baya iki günümü verdim ama değdi bence siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Bu kitap fazla beyin yorduğu için bir haftalık bir ara veriyorum. Sevgiyle kalın artık haftayadan itibaren her cuma saat 20.00 de bölümlerimiz gelmeye başlayacak seviliyorsunuz... |
0% |