Yeni Üyelik
13.
Bölüm

10. Bölüm

@cceccilia

İnerken içine zıpladığım su birikintisi eteğimde çamur lekeleri bıraktı. Konuşmak için geldiğimizi sanıyordum ama Rodos'ta ses yoktu. Hava kararmıştı, bulutlar ay ışığını kesiyordu. Rodos kolumu tuttu. Ayaklarımın altında çatırdayan ot sesleri ve hayvan uğultuları korkumu arttırıyordu. Rodos'un da çok iyi davrandığını söyleyemezdim. Karanlığa gözlerim biraz alışınca ilerideki kulübeye doğru yürüdüğümüzü anladım. Kapıya geldiğimizde Rodos tokmağı kullanmadan yumruğu ile vurdu, beni önüne aldı. İçeride duyduğumuz hareketlilikten sonra kapı açıldı. Yüzümüze doğrulan mum gözlerimi kamaştırdı, tutanın kim olduğunu görmemi engelledi. Kalın bir ses şaşkınlıkla "Rodos?" dedi. Yaşlı bir adamdı. Sakalları çenesinin iki parmak altında bitiyor, saçlarıyla karışıyordu. Kısılmış gözleri uykuluydu.


"Boş musun ihtiyar?" Rodos uzun süredir ilk defa konuşmuştu.


"Gel, geç oğlum. Buyurun."


Rodos'a baktım. Kafamdaki şapkayı bir eliyle çıkarıp önümden girdi. İçeri adım atarken "Geç kızım." diyen yaşlı adama gülümsemeye çalıştım. Rodos'un adımlarını takip ettim. İçerisi loştu. Adam elindekinin ateşi ile birkaç tane daha mum yakıp duvar diplerine bıraktı.


Girdiğimiz yer küçük bir odaydı ve tek gözdü. Bir kapı aradım, en azından tuvalet için ama ormanın içinde olduğu için bunun sorun olmadığı geldi aklıma. Tavanda sıralı dizilmiş uzun ağaç kütükleri vardı.


"Başın belaya girmiş belli." dedi adam çoktan oturmuş Rodos'a bakıp. ''Bana uğradığında hep öyle olur.''


Rodos gözlerini kapatmış, kafasını duvara yaslamış duruyordu. Adam bana dönüp oturmam için işaret edince sırtımdaki hala kurumamış olan pelerini çözdüm. Rodos'un biraz ilerisinde yere çöktüm.


"Ver onu da serelim, kurusun." Elimdekini adama uzattım. Karşı duvara yaslanmış masanın yanındaki sandalyenin başına serdi.


"Aç mısınız?"


Rodos gözlerini açıp "İğrenç otlarından vermeyeceksen evet." dedi.


Adam hiç alınmadan kıkırdadı.


"Dört tavşan avlamıştım sabah." Masanın üzerine çakılmış ahşap raflardan bir şeyler indirdi. "Sizin şansınızmış." Omzunun üstünden Rodos'a baktı.


"Önce anlat, neden geldin?"


Rodos elini mumun alevinde gezdirdi. "Acelen mi var? Tüm gece buradayız. Önce karnımızı doyur."


Adam Rodos'un asabiliğine yine güldü. "Çocuk" diye homurdandı. ''Domuzluğundan hiçbir şey eksilmiyor.''


Elindeki etleri bize gösterip "Pişirip geleceğim." dedi ve tereddüt etmeden bizi yalnız bırakıp çıktı. Uzun süredir tanışıyor gibiydiler. Hala mumla oynayan Rodos'a baktım. "Yokluğum fark edilecektir." Göz ucuyla bana baktı. "Benim dünyamda" diye ekledim. Annem kim bilir nasıl telaşlanmıştı... Hatta belki farklı şehirde olmasına rağmen telefonlarını açmadığım için evime bile gelmişti. Polis işin içine girse bu olay büyürdü. Kim bilir nasıl korkacaklardı.


Verdiği nefesle mumun alevi titredi. Kafasını bana eğdi. Göz bebeklerinde ateşi görebiliyordum.


"Sence zaman aynı mı akıyor?"


Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"


"Zaman aynı mı akıyor?" dedi tekrar aptala sorar gibi.


Aynı akmıyor mu? 


"Beni aldığın gece aynı geceydi. Babil seni ormanda beklerken dolunay vardı ve benim dünyamda da öyleydi. Üstelik..." Üstelik ne? Aynı akmama ihtimali de pekala vardı.


"Sen kitabı yazarken evet aynı akıyor." Geri çekilip tekrar kafasını duvara yasladı. "Ama şu an yazmıyorsun, muhtemelen orası seni aldığım gibi duruyor.'' Bomboş bir yüzle ona bakınca "Senin dünyan." dedi üstüne basa basa.


''Ama nasıl olur?''


''Sen benim çocukluğumu da yazmadın mı?''


''Yazdım.''


''Ne zamandır yazıyorsun kitabı?''


''İki yıl.''


''Ben iki yaşında olmadığıma göre buradaki zaman sen ne kadar istiyorsan o kadar akıyor.''


''Doğru.'' dedim ve güldüm kendi kendime. ''Elimde büyüdün sayılır ama şimdi benden büyüksün.'' Elimi uzatıp alnına düşen saçları elledim, bu tuhaf matematik keyfimi yerine getirmişti. Kısık ve asabi gözlerle bana bakınca ne yaptığımın farkına varıp geri çekildim. Şakadan da anlamıyordu.


"Yani burada ne kadar kalırsam kalayım orası öyle mi kalacak?" Bunun beni onca şeyden sonra şaşırtmaması gerekirdi ama hem şaşırmış hem heyecanlanmıştım.


"Epey hevesli gördüm seni." deyince yüzümdeki gülümseme de silindi. "Keops'a şurubu içirip saraya yerleşmek iyi olabilir aslında." dedi. Suratının bu kadar ciddi olması söylediklerini üstüme almama sebep oluyordu, zaten üstüme almam için söylüyordu.


Sıkıntılı bir of çektikten sonra "Ne yapacağız?" dedim. Böyle sakin durması beni cesaretlendirmişti. "Buraya getiren sensin, kaç gün oldu hala hiçbir şey yapmadın." Kafasını bana çevirip kaşlarını çatınca edeceğim daha birçok sitemi yuttum. Konuşmadan sadece gözlerime bakınca karşılık verdim.


"Evlen işte Babil'le."


"Dalga geçmeyi bırak. Kral olmak için beni getirdiğini söylüyorsun. Şimdi her şey aleyhine işliyor. Yaptığın şeylerin farkında mısın sen? Babil bir gün öğrenecek Eyfel olmadığımı."


"Senin yazdığın bir koca adayı. Hem hoşuna gitmeyen bir hareketinde eline alırsın kalemi." Eliyle havaya yazı yazdı. "Babil beni sevsin." dedi sesini inceltip. Parmaklarını şaklattı. "Babil seni sever." dedi. "Babil ölsün dersen, ölür. Kazanmasını istersen kazanır, kaybetsin dersen kaybeder. Daha ne istiyorsun?" Sinirli gibiydi ama tek yaptığı içinde olduğumuz durumu dalgaya almaktı.


''Gerçek Eyfel ortaya çıksa ne yapacağımızı düşündün mü hiç?''


''Gerçek Eyfel'i yazmamıştın bile. Sadece mektupları var.''


''Burası hiç yazdığım gibi değil zaten.''


''Yazdığın gibi, öyle bir cehennem.''


Kısa bir an duraksadım. ''O kadar da kötü değil.''


Asabi bir sesle güldü. ''Burada iki üç gün durmana rağmen kafayı yedin. Ben bu cehennemi yirmi iki yıldır yaşıyorum. Sen Babil daha iyi yaşasın diye tüm belaları başıma yığarken ağlayıp sızlanmadım!''


Geri çekildim. Bana gerçekten kızgındı. Ona bunları bile isteye yapmadığımı anlatmamın hiçbir yolu yoktu. Yirmi iki yıl. Çokmuş.


"Burada olmak istemiyorum." dedim kısılan sesimle. Gözlerim dolmuştu. Rodos bana döndü. Gözlerimin içine bakıp kaşlarını çattı. "Yüzünün haline bak." diye söylenip aramızdaki mumu üfledi. Böylece yüzümü aydınlatan ışığı kesmiş oldu, odanın karanlık tarafında kaldık.


Yaşlı adamın getirdiği etlerden bir parça ben, kalanını da Rodos yedi. Tadı fena sayılmazdı, dünkü pişmemişlerden iyiydi. Yemeği yerken adam sadece bizi izledi. Rodos yine sessizliğe bürünmüştü. Az önce bana kızmıştı, şimdi sakin görünüyordu. Alaycı değildi, kızgın değildi, düşünceli bile değildi. Sadece Rodos'tu işte. Ne hissettiğini saklayabiliyordu, istediği zaman.


"Teşekkür ederim." dedim bitince. Yüzüme dikkatle baktı. "Bu o kız mı?" Soruyu elbette ki bana sormamıştı. Rodos elindeki kemiği bırakıp kafa salladı.


''Anlattığın gibiymiş.'' dedi adam sevecen bir tavırla bana gülümseyip. Benim hakkımda ben yokmuşum gibi konuşmaları çok iyiydi cidden. Üstelik adamın cümlesinden benim 'yazar' olduğumu bildiği belliydi. Demek ki Rodos'la gerçekten yakınlardı. Hatta benden konuşmuşlardı.


''Ne anlattı?'' dedim sonunda yokmuşum gibi davranmalarından sıkılarak. Adam ağzını açacakken Rodos ayağa kalkıp yüksek sesle "İçkin yok mu?" dedi.


Adam Rodos'a ters ters baktı. Geldiğimizden beri ilk defa kaşlarının çatıldığını gördüm. "İsteklerin bitmediyse sarayına dön." Tekrar bana döndü.


''Sen tüm bu dünyayı yazan kızsın.'' dedi burada olan herkes bunu bilmesine rağmen sesli söylemek istiyor gibiydi. Bir elini omzuma koydu. ''Ne güzel bir hayal gücü bu. Aferin sana.''


Kitabım ile ilgili ilk kez bir övgü duymuştum. Yüzüme büyük bir gülümseme yayıldı.


''Ne zamandır seni tanıyoruz bir bilsen...''


Rodos tabağı alıp büyük bir rüzgarla masaya yöneldi. ''Ne hayranmışsın ihtiyar.''


Adam ona döndü. ''Sen-''


Rodos sözünü kesti. ''Yine en ucuzundan almışsın cimri keçi.''


Adam bana dönerken ''Sorununuz ne anlatın bakalım.''


Rodos elini salladı geçiştirmek ister gibi. Kafasının çok dolu olduğu belliydi ama bir türlü konuşmuyordu. "Adi Prens ortalığı karıştırdı" dedi Babil'i kastederek. Sırtı dönük konuşmaya devam etti. "Onu ben hallederim." Masanın üstündeki şişeyi açıp bir yudum aldı. "Sen de yazacak bir şeyler ver." Şişeyi tuttuğu elinin işaret parmağıyla beni gösteriyordu.


''Evlat.'' dedi adam. ''Burada yazamayacağını söyledim sana.''


''Denesin.'' dedi Rodos gözlerini benden ayırmadan.


Adam yerinden kalkıp soru sormadan rafları karıştırdı. Elindeki tüyü ve sarayda gördüğüm sarı kağıtları önüme bıraktı. Masanın üzerinden aldığı minik bir cam kutuyu da kağıtların yanına bıraktı. İçindeki mavi sıvı mürekkepti. Rodos elindeki şişeyi bırakıp önüme oturdu. "İşe yaramayacak." dedi adam.


Burada yazıp bir şeyleri değiştirmemi istiyorlardı. Bu neden benim aklıma daha önce gelmemişti ki! O kadar olay arasında normaldi belki ama kendime kızmadan edemedim.


"Yaz bir şey." dedi.


"Ne yazacağım?" 


"Önemsiz bir şeyle başlayalım..."


Adam bunu söylerken Rodos sözünü kesti. "Rodos öldü, filan gibi, hemen sonuç alacağımız bir şey yaz."


Gözlerimi büyütüp ona baktım. Bu çocuğu biraz daha normal yazmalıydım.


Adam dirseğini Rodos'un omzuna vurdu. Böyle rahatça davranmasına şaşırmıştım.


''Nasıl istiyorsan öyle yaz kızım, basit bir şeyle başla.''


Tüyü mürekkebe batırıp aklımdan geçen ilk şeyi yazdım


'Rodos'un omzundaki yara tekrar kanıyordu.'


Tüyü bırakırken onlara baktım. Rodos bana pis bir bakış atıp söylendi. ''Ben ve vücudumla ne derdin var?'' Hızlıca geçen sefer yaralanan omzunu kontrol etti. Kan falan yoktu. Diğerine baktı, o da temizdi.


"Burada işe yaramıyor." dedi adam tekrar. Rodos sinirle önümdeki kağıdı yırttı. "Kendi dünyasında yazması gerekiyor. Burada olmaz evlat."


"Neden peki?" dedim. Rodos kafasını eğmişti. Çenesini sıktığı belliydi.


"Bilmiyorum." Duraksadı "Hem bu dünyayı yaşayıp hem yazamazsın kızım. Senin dünyanda Güneş'i doğuran insanlar var mı?"


Kafamı iki yana salladım. "O halde işleri yoluna koymak için gideyim. Orada yazarım." Rodos'a döndüm. "Seninle buraya gelirken kullandığımız taşlardan iki tane verirsen her şeyi düzelttikten sonra gelirim. Söz veriyorum."


"Gidemezsin." dedi. Kafasını kaldırıp bana baktığında mumun alevi kirpiklerinin gölgesini yüzüne düşürüyordu.


''Yemin ederim döneceğim.''


Kafasını iki yana salladı. 


''Rodos, başka türlü düzeltemeyiz. Bak Babil'le evlenmek zorunda-''


"Gidemezsin çünkü o taşlar sondu. Gidemezsin çünkü..." dedi "O taşları yapan kadını öldürdüm."


Loading...
0%