Yeni Üyelik
14.
Bölüm

11. Bölüm

@cceccilia

Kafamda o kadar çok ses vardı ki.


Gidemezsin.


Bu kelime söylediğinden beri beynimin içinde yankılanıyordu. Rodos'a sinirli olmam gerekiyordu, değildim. Sorunun çıkış kaynağı o değildi, ben miydim? Hangi yazar karakterlerinin başka bir evrende hayat buluyor olma ihtimali düşünmüştü ki? Tolstoy acımış mı Karenina'ya? Yazdıktan sonra ağlamış ama yine de yazmıştı kötü sonu. Belki onu efsaneleştiren de buydu. Kimdi o zaman işleri böylesine çıkmaza süren sorunun kaynağı, neydi? Geri dönemezsem burada ne yapacaktım? Babil'le evlenecek miydim? O zaman Rodos ölecek miydi? Ölmezse Babil'i mi öldürecekti.


"Merak etme." dedi adam sırtıma birkaç kez hafifçe vurarak. "Bir yolunu bulacaktır."


Rodos dışarı çıkmıştı, kaçar gibi. Dizlerimi kendime çekip ellerimi önünde birleştirdim.


"Çok garip değil mi?" Adama baktım. "Sizin var olmanız çok garip. Ben sadece yazıyordum işte, hem bana bağımlı hem de bu kadar bağımsız olarak yaşamanız çok garip." Duraksadım. "Sizi yazmadım mesela." dedim. Güldü. "Ama yine de varsınız. Benim kitabımdasınız."


"Beni yazdın." dedi. "Kısa bir rol de olsa yazdın."


Kaşlarım çatıldı. "Hatırlamıyorum."


"Rodos ve Babil'in öğretmeniydim."


Doğrulup dikkatle inceledim.


"Babil Rodos'un yüzündeki yarayı açarken oradaydım."


Ağzım hayretle açıldı. "Gerçekten mi?"


Gülümseyip kafa salladı.


"Rodos birçok şeyi o zamandan sonra çözdü." Yutkundum. Bu konuda hiç konuşmamıştık gerçekten. Rodos'un beni bulması, yanıma gelebilecek kadar ısrarcı ve öfkeli olması, hep onun için zorluk çıkarmama rağmen yine de bunu başarması...


Biraz daha konuşmasını istedim.


"Nasıl oldu?"


Derin bir nefes aldı. Gözlerini duvara dikti. Orada geçmişi görüyor gibiydi. "Rodos kendini çok iyi savunuyordu, saldırıda da öyle. Ama ne zaman Babil geçse karşısına ya ufak karşılıklar veriyordu ya da kilitleniyordu. Onu iyi izliyordum. En başta sorunun duygusal olduğunu düşündüm. Yüzündeki yara açılınca zaten öfkeli olan bu çocuk daha çok sarsıldı. Herkes suratının korkunç olduğunu düşünüyordu. Haksız sayılmazlardı. Güveni çok kırılmıştı. Uzun süre kimseyle konuşmadı, ona defalarca kez yaklaşmaya çalıştım. Hep pençeleri havada gezerdi, hep saldırıya hazır. Babil'in kardeşi olarak zaten görünmez gibiydi, hiç şansı yoktu kızım, hiç şansı yoktu.''


"Benim yüzümden." dedim. "Evet." dedi. Onaylaması beni üzmüştü ama suçlar gibi değildi. "Sonra dostluğumu kabul etti. Belki ilk defa ona biri yaklaşmış, ne hissettiğini merak etmişti. Bir gün konuştum onunla, hep böyle olduğunu söyledi. Hep kendisine zarar geldiğini, ne kadar uğraşırsa uğraşsın kendisinin elinde olmayan şeyler olduğunu söyledi. İçinde debelendikçe battığı bir bataklıkta gibi hissediyordu. Kurtulmayı istiyordu ama bunu yapacak gücü yoktu."


Duraksayınca sordum. "Sonra?"


"Krallık tuhaf bir yer. Küçücük çocuk olmasına rağmen benim fark etmediğim birçok şeyi öğretti bana. İçinde olduğumuz yerde çok eksik bulduk, kusur çoktu. Bana burayı hiç sevmediğini söyleyip durdu, kafesin içindeki bir kartal gibi hissettiğini söyledi. Rahatsız olduğu her şeyin sebebini aradı." Beni işaret etti. "Sonra seni buldu işte." Kafasını iki yana salladı geçmişin görüntüsünü gözlerinden silmek ister gibi. Ayağa kalkıp masaya yöneldi. "Keçi sütü ister misin? Hiç iyi bir ev sahibi değilim." dedi gülerek.


"Olur." dedim. "Teşekkür ederim."


Bir süre Rodos'un gelmesini bekledim, yapmadı. Dışarı çıkmak için kapıyı açtığımda kapı önünde minik bir ağaç kütüğü üzerinde oturduğunu gördüm. Elimdeki feneri yere tutarak oturacak bir yer aradım, ayağımla büyük bir taşı yanına itip oturdum. Beni görmezden gelip elindeki yaprakları yırtmakla uğraşan Rodos'un önüne tuttum feneri. Asabi bir bakış atınca geri çektim. Gözleri şişmiş, altındaki çizgiler belirginleşmişti.


"Ağlamaya mı geldin?" dedi.


Kafamı iki yana salladım.


"Söylenmeye mi geldin?"


Yine salladım.


"Dilsiz misin?"


"Evet."


Kafasını eğip yapraklarla oynamaya devam etti.


"Arpa şurubu olayı," dedim "Ne yapacağız?"


"Şurubu Kral'dan sonra ailesi içecek." dedi. "Hepsine zehir mi koysak?" Tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.


Ofladım. "Şurup içtikten sonra taç töreni mi yapılacak?"


''Şurup senin Babil'in karısı olacağını gösterir. Sana yapılan her şey ona yapılmış sayılacak. Aşkınız resmiyete dökülmüş olacak. Ama taç töreni için beni öldürmesi gerek, çünkü hiçbir yere gitmeye niyetim yok.''


''Anladım.''


Adamın anlattıklarından onu çok yıprattığımı daha iyi anlıyordum, istemeden de olsa. Bir elim koluna gitti, destek olmak ister gibi dokunduktan hemen sonra pişman olup geri çektim ama kafasını kaldırmadan attığı bakış bu kadarıyla bile alay eder gibiydi.


''Ben Babil değilim.'' dedi ciddi bir alayla. ''Teselliye ihtiyacı olan ben değilim.''


''Teselli için yapmadım.''


''Ne için yaptın?''


''Destek-''


''Olma.''


''Tamam.''


Yerimden kalktım, o da peşimden kendi kendine bir şarkı mırıldanarak doğruldu. İçeri girdiğimizde yaşlı adam masanın önünde sırtı bize dönük duruyordu.


"Geldiniz mi?" dedi bakmadan. Elindeki işi bırakıp sandalyenin üzerinde duran uzun ince yastıkları alıp duvarın köşesinden başlayarak yere serdi.


"Rahat sayılmaz ama uyursunuz."


Rodos kemerinin köşesinden bıçağı çıkarıp serilen yatağın altına koydu.


"Sen uyuyacak mısın?" dedi adama bakıp. 'Hayır' anlamında kaşlarını yukarı kaldırdı adam.


"Sarayda yemeğe gitmediğin fark edilmiştir. Keops kuduracak." Bana işaret etti. "Sen geç uyu kızım. Yorulmuşsundur."


"Teşekkür ederim." Rahat edemesem de duvara yakın yastıkların üzerine uzanıp sırtımı onlara döndüm.


Elbise inanılmaz sıkıyordu.


"Kudursun." 


Sırtımın tam arkasında Rodos da bana sırtını dönmüş oturuyordu. Birkaç saniye sessiz kaldılar.


"Arpa şurubu içecek iki gün sonra."


Adamın sesi yükseldi. "Vay, demek Babil buldu birini."


Rodos'un yerinde kıpırdadığını hissettim.


"Ne!" dedi adam. "Ciddi misin?" Benden konuştukları belliydi. ''Babil seviyor mu?''


''Kim olduğunu bilmiyor.'' dedi Rodos.


''Ya öğrenirse?''


''Öğrenemez kaz kafalı.''


''Kızın gönlü var mı?''


Bir sessizlik oldu. Rodos sesli bir nefes aldı.


"Halledeceğim." dedi. Rodos'un yerinden kalktığını sırtını benden çekmesiyle anladım.


"Hadi git sen de, uyumam lazım." Birkaç tıkırtı ve kapı sesinden adamın dışarı çıktığını anladım.


Üzerime sabah giydiğim pelerini örten Rodos'un gölgesi mumu üfleyen nefesiyle birlikte kayboldu.


Uyandığımda karnımda elbisenin belinden kaynaklanan müthiş bir ağrı vardı.


Ahşap duvarı gördüm önce. Dün olanları hatırladım. Yerimden doğrulunca saçlarımdaki toka çözüldü, biraz uzağımdaki yastıklardan yapılmış yatak boştu. Oda da öyle.


Saçlarımı ensemden toplayıp yerimden kalktım.


Kapı açıktı, içeri gün ışığı ile birlikte bolca rüzgar giriyordu. Yerdeki pelerini alıp tekrar üzerime giydim. Dışarı kafamı uzatıp bakınca ileride ateşin önünde dünkü adamın oturduğunu gördüm. Beni fark edince eliyle gelmemi işaret etti. Rodos'un sırtı dönüktü. Bir eli atının başında diğeri ile avucunu açmış hayvanı besliyordu.


Adam düz bir tabakta pişmiş mantarları uzattı. Elime bir tane alıp teşekkür ettim.


Çiğnerken Rodos omzunun üstünden bana baktı. "Yeterince yedin, ata bin."


Adam kafasını iki yana sallayarak ona ters bir bakış attı. Bana eliyle bir tane daha uzattı, aldım. Gerçekten açtım.


"Tüm gece için teşekkür ederim efendim."


Başımı eğip selam verdim, omzuma dokundu.


"Çok memnundum." dedi. ''İyi bak kendine, şimdilik.''


Rodos ata binmem için yardım etti. Ben ikinci mantarımı yerken duyamayacağım kadar uzaklaştılar. İlk binişim kadar korkmuyordum attan, düşecek gibi olmama bile alışmıştım.


Rodos sakin ve dünün aksine daha iyi görünüyordu. Bir şeyler söyledi, adamın önce kaşları çatıldı. Biraz duraksayıp kafa salladı. Ne konuştuklarını merak ediyordum ama duyamıyordum.


Konuşmaları bitince Rodos'un omzuna sertçe bir iki kez vurdu babacan bir tavırla. Rodos atı yürüttüğünde adam bize gülümseyip el salladı.


Ormanın içinden çıktığımızda "Başını kapat." dedi, kafama şapkayı taktım. Önümüze tek tük evler çıkana kadar konuşmadı.


Sessizce "O kız seni almaya gelecek, bıraktığı yere. Ben saraya döndüğümde göndereceğim." dedi. Myra'yı kastediyordu.


"Tamam." dedim sadece.


Dükkanların ve evlerin arttığı sokakları gelince atı yavaşlattı.


"Yarınki tören için bugün seninle çok ilgileneceklerdir." dedi. Sesi küçük bir çocuğa anlatır gibiydi. "Yarına kadar beni göremezsin."


Kafa salladım.


"Korkma, dünyandaki taşları yuttuğun kısacık anda sıkışıp kalmana izin vermem."


Söylediklerini anlamam birkaç saniyemi aldı. Teselli mi ediyordu? Omzumun üstünden kafamı biraz çevirip ona baktım. "Tamam." diyebildim. Belki şu an söylenebilecek en anlamsız şeydi.


Atı kimsenin olmadığı bir yerde durdurdu. Sabahın erken saatleri olduğu için açılmamış dükkanlar vardı ve insanlar dışarıda yoktu.


"Buralarda bekle." dedi. "Az sonra dünkü kızı göndereceğim."


Kafamı salladım. Yanımdan hızla uzaklaştı.


Bir süre etrafa bakıp sanki buraları çok iyi biliyormuşum gibi sokağın bir ucundan diğerine yürüyüp durdum. Biri izliyorsa deli olduğumu düşünecekti.


Yarım saat kadar olduğunu düşündüğüm sürenin sonunda Myra'yı görünce sevinçle hızlı adımlarla ona koştum. Yanına varınca ellerini tuttum.


"Hallettiniz mi?" dedi heyecanla. Gözlerindeki umut o kadar canlıydı ki ne diyeceğimi bilemedim.


"Rodos halledecekmiş." dedim sonra. "Bir sorun çıktı mı?"


"Sizi kimse fark etmedi, sadece mutfakta Prens Rodos'un yemekte olmayışı konuşuldu."


"Güzel." dedim. 


Tekrar sizli bizli konuşması gözümden kaçmamıştı.


"Hadi vakit kaybetmeyelim."


Hızlı adımlarla saraya yürüdük, sorun çıkmaması için rastgele bir dükkandan kumaş aldı Myra. Sorarlarsa benim için almıştı.


Girişteki muhafızlar da dahil hiçbir sorun çıkmadı.


Tüm saray uyuyordu. Beni kapının önünde bırakıp kahvaltı getireceğini söyledi, kumaş dolu torbayı da elime tutuşturdu.


Odaya girdiğimde içeride benim için bir sürpriz vardı.


Babil.


Loading...
0%