@cceccilia
|
Ellerim arkamda kapıya yaslanmış duruyordum Babil'e bakarken. "Dün akşamdan beri yoksun." Myra 'Sizi kimse fark etmedi.' derken Babil'i gözden kaçırmış olmalıydı. "Evet." dedim, dimdik bana bakarken cevaplamaktan kaçmam mümkün değildi. "Neden?" Aklıma ilk gelen yalanı söyledim, aslında yalan sayılmazdı. "Ailemi özlemiştim." Bakışları yumuşadı. "Saraydan kaçar gibi çıkmana gerek yoktu bunun için." Kafamı salladım. Bu adam beni izliyor muydu? Kapıdaki muhafızlar mı haber vermişti yoksa? "Özür dilerim." dedim suçlu gibi yere bakarak ve hayır kesinlikle suçlu hissetmiyordum. "Elinde ne vardı?" dedi arkamda birleştirdiğim kollarımı gösterip. Kumaştan torbayı gösterdim. "Myra benim için hediye almış." Kafasını salladı. Düşünceli görünüyordu. "Aileni yarınki tören için saraya getirtmek isterdim ama biliyorsun, bu sadece kraliyet içinde yapılacak. Yakın zamanda onlarla tanışacağım. Bundan emin olabilirsin." Öğrenmiş oldum. "Evet." dedim. "Yarınki hazırlıklarda sana yardımcı olması için birilerini göndereceğim, ben saray dışında olduğum için bugün daha fazla görüşemeyeceğiz sanıyorum." Bu benim için çok iyiydi çünkü kendimi gergin hissediyordum. "Yarından sonra yemekleri bizimle yiyeceksin, eminim daha çok vaktimiz olur." Aman ne güzel. Bana fikir sormadan tüm kararların alınması canımı zaten sıkıyordu. Gözlerimi görebilmek için biraz eğilip elini uzattı. Boşta kalan elimi avucuna bıraktım. Öptükten sonra "Yarın görüşeceğiz, Eyfel.'' dedi. Odadan çıkması için kapının önünden çekildim ve gülümsedim. İçimdeki ses bir terslik olduğunu söylüyordu ama o sesi susturdum. Çünkü fazlasıyla kibardı ve benim baş karakterim Babil'di o. Öğleden sonra girip çıkan o kadar fazlaydı ki kapı sesinden bıktığım için açık bırakmıştım. Bir kadın belime sardığı kumaşları doğru yerlerden iğnelerken başkası yataktaki örtüleri değiştiriyor, masanın üzerindeki malzemelere yenilerini ekliyordu. Kumaşların hepsi beyazdı, bunun günün anlam ve önemini belirttiğini düşünmüştüm. Güneş en tepede iken işe başlayan kadınlar neredeyse batmak üzereyken elbiseyi bitirdiler. Boyun kısmı uzun, kolları bileğime uzanan, beli incecik ve eteği kabarık bir elbiseyi. Beyaz ve oldukça sadeydi, gerçekten güzeldi. Myra geldiğinde kadınlar odadan çıkmıştı. "Bitti mi elbiseniz?" dedi. Yatağın üzerine oturması için işaret ettim. "Evet, dikip götürdüler." Çekinerek ucuna oturdu. "Heyecanlı mısınız?" "Korkuyorum." dedim gülüp geçiştirerek. ''Merak etmeyin, her şey iyi olacak.'' "Bu saray kadınları neden hiç konuşmuyor, tek bir ses bile çıkarmıyorlar." Saçımdaki tokayı çıkarıp saç diplerimi ovdum, başım ağrıyordu. "Anladım ciddi bir iş ama, neden bu kadar katılar?" "Katılıktan değil de," sesini kıstı "Dilsiz onlar, bazılarının dilleri kesilmiş." "Ne?" hayrete düşmüştüm "Neden?" Myra'nın aksine sesim yüksek çıkıyordu. Omuz silkti. "İlk geldiğimde işini yapıp konuşmaya dalmasınlar diye kandırmışlardı beni ama öyle değilmiş." "Nasılmış?" dedim yerimde hareketlenerek. "Kraliçelerin, prenslerin, prenseslerin ve misafirlerin kendileri arasında çevirdiği oyunlar var. Hepsi birbirine zarar vermek istiyor." "Eee?" "Saray misafirlerine ve kralın aile üyelerine hizmet için verilen saray kadınlarının bazılarının dillerini keserler, laf taşıyıp oyunları bozmasınlar diye." "Çok zalimce." Ağzım şaşkınlıktan açık kalmıştı. "Öyle." dedi tekrar sesi eski tonunu aldı. "Ama kralın ve ailesinin yakın hizmetlisi olmak çok onurlu iştir ve birçok kadın isteyerek yapar bunu." "Saçma." dedim. ''Dilini kestirecek kadar başkasına hizmet etmeye gönüllü olmaları çok garip.'' "Evet, benim yapacağım şey değil doğrusu." dedi. ''Ama aldıkları gümüş daha fazla ve toplumdaki yerleri çok büyük. Yine de buna değmez.'' Konuyu değiştirince ben de üstünde durmadım. Saray dışında her şeyden uzunca konuştuk. Myra bazen tuhaf davrandığımı söyleyince krallığın uzak köylerinde yaşadığımız bu yüzden saray hakkında bilgim olmadığı yalanını attım. İnandı ya da inanmış gibi yaptı. ''Prens Rodos'u nereden tanıyorsunuz?'' dedi bir ara. ''Tesadüf, babam tüccar demiştim ya. Onun müşterilerinden biri.'' ''Size çok iyi davranmıyor sanırım.'' ''Kimseye iyi davranmıyor.'' Güldü. ''Evet, ayrıca Prens Babil'in gelini olacağınız için sevmiyor muhtemelen.'' ''Babil'le birbirlerini hiç sevmiyorlar değil mi?'' ''Ben buraya geleli yedi yıl oluyor. Tek bir gün birbirlerine güldüklerini görmedim.'' ''Sence hangisi haklı?'' Biraz olayın içindeki farklı gözlerden bilgi almak istiyordum. ''İkisi de haklı ve ikisi de haksız. Bilirsiniz herkes kendi içinde haklıdır ve ararsanız herkesin yaptıkları için bir sebep bulursunuz.'' O kadar haklıydı ki. ''Peki Halikarnas?'' dediğimde şaşırarak bana baktı. Sessiz kaldığını görünce devam ettim. ''O nasıl biri?'' ''Her zaman böyle olaylardan uzak duruyor.'' Kendi içinde bir şeyler düşündü. ''Hiçbir zaman tahtla ve abilerinin savaşıyla ilgilenmedi.'' ''Seni tanıyor mu?'' Gözlerini indirdi. ''Hayır.'' ''Myra, onu seviyor musun?'' ''Evet.'' dedi kafasını kaldırmadan. ''Yaa...'' dedim kollarımı açıp sarılmasını bekleyerek. Benim kitabımda yalnızca bir figürandı ama bir yerlerde yalnızca onun için yazılan bir kitap olduğunu biliyordum. Bana akşam yemeğini getirip boş olan tabakları geri götürünce odada yalnız kaldım. Zamanın donmuş olduğu geldi aklıma. Taşları yuttuğum o saniyede her şey öylece duruyor muydu, yoksa yavaş mı akıyordu? Hiç gidemezsem benim için hep donmuş olarak mı kalacaktı? Sonra Rodos geldi aklıma. 'Korkma, dünyadaki taşları yuttuğun o kısacık anda sıkışıp kalmana izin vermem.' deyişi geldi. Benim için endişeleniyor gibi değildi ama yine de bunu söylemesi için de bir ışık yanmasına sebep oldu. Ona böyle kötü bir talih yazan bendim sonuçta. Düşüncelerden kurtulmaya çalışıp yatağı açtım, içine gireceğim sırada kapı açıldı ve karşılıklı üçer saray kadını dizildi. Neler olduğunu anlamadan ortalarından içeri genç bir kadın girdi. Artemis. Saray kadınlarının oluşturduğu aralığın ucuna yürüyüp durdu. Mavi, geniş, gecelik olarak giydiğim elbisenin üstüne dağılmış saçlarım karşısında o prenses gibi görünüyordu. Gerçi 'gibi' si fazlaydı. Yatağı bırakıp önünde selam verdim. Kendisi de kafasını hafifçe eğerek karşılık verdi. Bu kız sevimli sayılmazdı ama oldukça güzeldi. "Geldiğinden beri konuşamadık." dedi. Yeşil gözleri üzerimde gezindi. Sonra tam gözlerimin içine baktı. Kibirliydi. Aynı boyda sayılırdık, aynı yaşlardaydık ama o bir prensesti. 'Onu sen yazdın' gibisinden küçük avutmalara girip kendimi kandırmadım. "Yarından sonra daha sık görüşeceğimiz umuyorum. Prens Babil abim nihayetinde." Babil de sabah aynı şeyleri zırvalamıştı. "İyi geceler dilemek istedim." Başımla onayladım. İyi geceler dilemek için altı kişilik bir koridor oluşturup odaya böyle girmene gerek var mıydı güzel kız? Nasıl karşılık vereceğimi düşünürken tarih derslerinden kaptığım hitap şekilleri geldi aklıma. "Size de altesleri." dedim sonra. Prensler ve Kral kadar sahne yazmadığım için sarayın geri kalan kısmı hakkında tecrübem ve bilgim yok denecek kadar azdı. Keşke daha detaylı yazsaymışım diye düşündüm. Çünkü geciken cevabıma tuhaf bakan bir prenses vardı karşımda. Arkasını dönüp gitti. Saray kadınları da peşlerinden. Uzaklaşmaları için bekleyip kapıyı kilitledim, prenses de olsan kimsenin odasına baskına gider gibi girilmez. Sabah sarayın benim daha önce hiç görmediğim arka taraftaki bahçesinde uzun bir masa kurulmuştu. Tek bir tarafında baştan sona sekiz sandalye vardı. İki kraliçe, iki prenses, üç prens ve ortadaki daha görkemli olan kral için. Panayırda olduğu gibi değildi, bu sefer sadece saray görevlileri vardı. Dışarıdan kimseyi almamışlardı. Ortaya kurulan büyük masanın iki kenarına U harfi oluşturacak şekilde iki masa daha yerleştirilmişti. Çoğu kel ve hepsinde üniforma gibi görünen uzun elbiseler olan adamlar oturuyorlardı. Arkalarında saray kadınları ayakta bekliyorlardı. Kral ve kraliçeler de yerlerini almıştı. Gözlerim Rodos'u aradı ama görünürde yoktu. Ben masaların uzağında bahçenin saraya yakın olan kısmında birkaç saray kadının emriyle bekliyordum. Büyük bir kazandaki şurubu porselen bir testi ile doldurduklarında Keops'a götürecektim. Yapacağım sadece buydu, zor sayılmazdı. Myra oturanlara çeşitli yemekler servis etmekle görevliydi. Artemis saraydan yeni çıkmış ve yerine doğru yürüyordu, annesi olmasa da kraliçelerden aşağı kalır yanı yoktu. Minik prenses annesinin yanında oturuyordu, kızın üstüne et döktüğüm aklıma gelince kızardım. Halikarnas şimdi oturmuş etrafı izliyordu. Herkes birbirinden o kadar bağımsızdı ki törenin 'aileye girme' adı altında yapılması ironikti. İlk gün beni odama bırakan yaşlı kadın nihayet şurubu testiye doldurdu. İşaret verince götürmemi söyledi. Hâlâ gözlerim Rodos'u ararken önünde durduğum masanın yanında birkaç adım uzağıma geldi. Dikkat çekmemek için bana bakmıyordu. Yanımızdaki kadınlar çoktan uzaklaşmış, kalabalığın ortasında koşuşup duruyorlardı. Kimsenin bize dikkat edecek hali de yoktu. Parmağındaki yüzükle oynadı, altındı. Kapağını açtı. Kolunu önüme uzatıp testinin ağzında yüzüğü ters çevirdi. Fısıldadım "Ne yapıyorsun?" bu soru anlamsızdı, cevabı biliyordum. Sırıtıp kolunu çekti. "Babama hediyem." dedi bana bakmadan yanımdan uzaklaşırken. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Az sonra bunu verirsem Kral zehirlenecekti. Rodos'un halledeceğim derken böyle herkesin gözünün önünde yapacağını düşünmemiştim ve babasına karşı bu kadar vahşice. Şurubu döküp yenisini doldurmayı düşündüm. Ellerim testiye kaydı ama az önceki kadın tekrar geldi. "Herkes yerini aldı." dedi. "Götürebilirsiniz." Kulaklarım uğulduyordu. Testiyi alıp büyük masaya baktım. Herkesin gözü bendeydi. Sakin kalmaya çalışıp testiyi aldım. Önümdeki basamakları indim. Yaklaşık yüz adımlık yol vardı. Onun babası. Seni ilgilendirmez. Sadece elimdekine bakarak yürüdüm. Bu sefer müdahale etmemelisin. Zaten Keops zalim biri. Yolu yarılamıştım. Zaten ölecekti, hastaydı. Az kalmıştı. Testiyi bıraktım. Yerde üç parçaya ayrıldı. Ayaklarımın dibine şurup dökülürken bir adım geri gittim. Birkaç kadını koşturarak yanıma geldi. Bağırışları duydum. Muhtemelen beceriksiz olduğumu düşünüyorlardı. Göz ucuyla masadaki Rodos'a baktığında ayağa kalkmış olduğunu gördüm. Öfkeli görünüyordu, kafamı eğdim. Bunu daha sonra dert edecektim. Hem herkesin içinde babasını öldürürse bu onun için iyi olmazdı, elbette şurubu veren benim için de. Ayaklarımın dibine kadınların kırıkları toplarken mırıldandım. "Özür dilerim." Kral yapmacık bir kahkahayla "Bolca var nasıl olsa." dedi. Aile üyeleri dışında komik olmayan bu cümleye herkes abartılı bir şekilde güldü. Babil'e baktım. Sakince oturuyordu. Az önce bile yanıma gelmemişti. Kurallar gereği olduğunu düşündüm ama en azından böyle bir günde yanıma uğraması gerekirdi. Tekrar döndüm, kadın yeni bir testiye yine doldurup elime verirken "Dikkatli olun lütfen." dedi. Yine sadece testiye bakarak aynı yolu yürüdüm. Etraftakilerin az önceki kadar coşkulu olmadığını hissediyordum. Belli ki onlar için hayal kırıklığı olmuştu. Masanın önüne gelince durdum. Keops ayağa kalktı. Beyaz kürklü uzun bir ceket vardı üzerinde. Başında tacı görkemli duruyordu. Korktuğum için gözlerimi başka kimseye çevirmedim, özellikle Rodos'a. Gümüş bardağı önce ortaya doğru kaldırdı. "Kraliyet Ailesi'ne uzun süreden beri katılan ilk kişi. Oğlum Babil ona güveniyor. Ben ona güveniyorum, ondan şurubu içeceğim." Doldurmam için bardağı bana uzattı. Yarısına kadar doldurdum. "Eyfel için!" dedi tekrar havaya kaldırırken. Şurubu içti alkışlar ve bağırışlar ona eşlik etti. Kalabalıktan 'Eyfel için' nidaları duydum. Bana baktı. Birkaç kez öksürdü. Masaya tutundu. Boğazından çıkan kan beyaz elbisemin üstünde yerini aldı. Masanın üstüne kan kustu. Kapanan gözleriyle son kez bana baktı. Kral düştü. |
0% |